Volume: 40  Issue: 2 - 2010
Hide Abstracts | << Back
1.The levels of VEGF and IL-8 in vitreous samples from patients with proliferative vitreoretinopathy due to rhegmatogen retinal detachment
Rıfat Rasier, Özgür Artunay, Erdal Yüzbaşıoğlu, Alper Şengül, Uzay Görmüş, Murat Öncel, Halil Bahçecioğlu
Pages 57 - 61
Amaç: Bu çalışmada amaçlanan, RD’a bağlı gelişen PVR olgularının vitreus sıvısından alınan örneklerde IL-8 ve VEGF seviyelerini çalışma grubu ile karşılaştırmaktır.
Materyal ve Metod: Operasyon kararı verilen PVR’i olan 27 RD hastasının 27 gözü ve kontrol grubu olarak da 20 makula deliği olgusu kontrol grubu kapsamına alınmıştır. RD hastalarının tamamı evre A ve evre B (Retina Society Terminology Commitee, 1983 kriterlerine göre) PVR gelişmiş RD arasından seçilmiştir. Vitreus örnekleri pars plana vitrektominin başlangıcında göz içi infüzyon açılmadan önce vitrektör ile dilüe edilmeden 0.5 cc aspire edilmiştir. Aspire edilen örnekler hemen steril epandorflara konulmuştur. Örnekler en kısa zamanda güneş ışığından korunarak -70 oC deki derin dondurucuya aktarılmıştır. Alınan vitreus örneklerinde IL-8 ve VEGF miktar analizi ELISA (Enzyme-linked immunosorbent assay) yöntemi ile ölçüldü. Sonuçlar IL-8 ve VEGF için pg/ml cinsinden hesaplandı.
Bulgular: PVR grubundan vitrektomi sırasında elde edilen vitreus örneklerinde VEGF seviyesi (872.2 ±312.2 pg/ml [95.55– 1991.38]) kontrol grubundan elde edilen vitreus örneklerindeki VEGF seviyesine (21.9±32.5 pg/ml [0,09–36,23] göre anlamlı olarak yüksek bulundu (P<0,05). Aynı şekilde RD grubundan vitrektomi sırasında elde edilen vitreus örneklerinde IL-8 seviyesi (95.3 ±109.5 pg/ml [13,27–202,58]) ve kontrol grubundan elde edilen vitreus örneklerindeki IL-8 seviyesine (8.3±21.7 pg/ml [1.98–20.59] göre anlamlı olarak yüksek bulundu (P <0,05).
Sonuç: İnflamatuar ve anjiyojenik etkileri olan IL-8 ve hücre proliferasyonunda ve permabilitesinde regülatör rol oynayan VEGF’ün vitreus sıvısında artışı, RD sonrası gelişen ve bir inflamatuar proses olan PVR oluşumunda rol oynayabilir.
Purpose: To determine intravitreal IL-8, TNF-α and VEGF levels in patients with proliferative vitreoretinopathy (PVR) due to rhegmatogenous retinal detachment (RD) and compare with control group.
Material and Methods: Vitreous samples from 27 eyes of 27 patients who underwent vitrectomy procedure for PVR due to RD were collected. Control group vitreous fluid samples were obtained from 20 eyes of 20 with macular hole during pars plana vitrectomy. All PVR patients were stage A and stage B PVR. Before intraocular infusion, the vitreous core was cut and 0.5cc aspirated via the pars plana under fluid–air exchange, and collected undiluted. The vitreous samples were immediately frozen at -70°C until assayed. Enzyme-linked immunosorbent assay of the samples was performed using human VEGF assay kit and human IL-8 assay kit obeying the manufacturer’s instructions.
Results: The vitreous concentrations of VEGF were significantly elevated in the samples from patients with retinal detachment (872.2 ±312.2 pg/ml [95.55– 1991.38]) when compared with the samples from control patients (21.9±32.5 pg/ml [0,09–36,23] (P<0,05) Vitreous concentrations of IL-8 were also significantly elevated in the macular edema patients (95.3 ±109.5 pg/ml [13,27–202,58]) when compared with control patients (8.3±21.7 pg/ml [1.98–20.59] (P <0,05)
Discussions: IL-8, as an inflammatory and angiogenic mediator and VEGF, as an regulatory mediator of cellular proliferation and permeability, increases are possible related to PVR formation.
Abstract

2.Epidemiologic And Clinical Evaluation of Childhood Open-Globe Injuries
Uğur Acar, Özlem Yalçın Tök, Damla Ergintürk Acar, Ayşe Burcu, Firdevs Örnek
Pages 62 - 66
AMAÇ: Onbeş yaş altı delici göz yaralanması olan hastaların epidemiyolojik ve klinik özellikleri ile takip sonuçlarını değerlendirmek.

GEREÇ-YÖNTEM: Nisan 2007-Ağustos 2008 tarihleri arasında acil servise delici göz yaralanması nedeni ile başvuran 15 yaş altındaki çocuklar prospektif olarak değerlendirildi. Tüm hastalar yaş, cinsiyet, yaralanma zamanı ve oluş şekli, hastaneye başvuru zamanı, cerrahi müdahale zamanı, delici göz yaralanmasının tipi, ilk ve sonuç görme keskinliği (GK) ve yaralanmaya eşlik eden diğer göz patolojileri açısından değerlendirildi.

BULGULAR: Yaş ortalaması 6.83±4.00 yıl (1-15 yıl) olan 12’si (%41.38) kız, 17’si (%58.62) erkek 29 hastanın 30 gözü çalışmaya alındı. On dört (%48.28) hastada sağ gözde, 14 (%48.28) hastada sol gözde, bir (%3.44) hastada ise bilateral yaralanma mevcuttu. Yaralanmaya sıklıkla bıçak, cam, makas gibi sivri uçlu cisimlerin neden olduğu saptandı. Kesi yeri %66.67 (20 göz) kornea, %23.33 (7 göz) korneasklera ve %10.0 (3 göz) sklera yerleşimliydi. GK, Snellen eşeli ile 22 hastada değerlendirilebildi. Başvuru anındaki görme keskinliği, iki(%9.09) hastada ışık hissi yokken, 8 (%36.36) hastada persepsiyon projeksiyon/el hareketleri, 6 (%27.27) hastada parmak sayma, 4 (%18.18) hastada 0.1 ile 0.5 arasında ve 2 (%9.09) hastada ise 0.6’nın üzerinde idi.

TARTIŞMA: Kesi yeri ve kesi sınıflaması ile sonuç GK arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı değilken, başvuru anındaki GK’leri ile sonuç GK arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.001). İlk GK yüksek olan hastalarda sonuç GK de yüksek olarak tespit edildi.
OBJECTIVE: To evaluate the epidemiological and clinical properties, follow up results from patients under the age of fifteen with penetrating eye injuries.

MATERIAL-METHODS: Children 15 years or younger suffering penetrating eye injury that presented to to the emergency room between April 2007-August 2008 were evaluated prospectively. All patients were reviewed based on age, gender, injury time and how it happened, time of admission, time of operation, type of penetrating injury, initial and final visual acuity (VA) and concomitant eye pathologies.

RESULTS: Thirty eyes of 29 patients with an average age of 6.83±4.00 years (1-15 years), of which 12 (41.38%) of them are girls, 17 (58.62%) of them are boys were included in this study. Fourteen (48.28%) patients had an injury on their right eye and 14 (48.28%) had on the left eye and one (3.44%) had bilateral injuries. Injuries were often a result of sharp objects such as knives, glass and scissors. The penetrating eye injury was located on 66.67% (20 eyes) cornea, 23.33% (7 eyes) corneosclera and 10.0% (3 eyes) sclera. VA with Snellen chart could be evaluated on 22 patients. Presenting VA was no light perception in two (9.09%) patients, perception-projection to hand motion in 8(36.36%) patients, count fingers in 6 (27.27%) patients at the level of being able to, between 0.1 and 0.5 in 4 (%18.18) patients, and 0.6 or better in 2 (9.09%) patients.

DISCUSSION: However there was no statistically significant relationship between location of the incision in the eye or classification of the incision and final VA, the relationship between initial VA and final VA were statistically significant (p<0.001). It was determined that final VA was high in patients with high initial VA.
Abstract

3.Pars Plana Vitrectomy For Pseudophakic Retinal Detachment With Unseen Retinal Breaks
Ateş Yanyalı, Banu Aytuğ, Fatih Horozoğlu, Erkan Çelik, Ahmet F Nohutcu
Pages 67 - 70
Amaç: Yırtığı bulunamayan psödofakik retina dekolmanında pars plana vitrektominin (PPV) etkinliğini ve güvenirliliğini irdelemek.
Materyal ve Metod: Tek merkezli ve karşılaştırmalı olmayan bu çalışmada, Aralık 2003 - Kasım 2008 yılları arasında kliniğimizde preoperatif muayenede yırtığı bulunamayan psödofakik retina dekolmanı tedavisi için PPV uygulanan 17 hastanın 17 gözü retrospektif olarak incelendi. Eksüdatif ve traksiyonel retina dekolmanlı olan olgular ile vitreus hemorajisi ya da yoğun katarakt nedeniyle ortam bulanıklığı olan olgular çalışma dışında tutuldu. Bu olguların hepsine kontakt geniş açılı görüntüleme sistemi kullanılarak PPV, sıvı perfluorokarbon kullanımı ile retinal yırtık ya da yırtıkların saptanması ve subretinal sıvının internal drenajı, 360 derece periferik endolaser fotokoagülasyon ve silikon yağı injeksiyonu yapıldı. Araştırdığımız ana parametreler anatomik başarı ve görsel sonuçlardı.
Bulgular: Ortalama takip süresi 10.4 ay (6-24 ay) idi. Tek bir cerrahi ile 17 gözün 15’inde (%88.2) anatomik başarı elde edildi. İlave cerrahi işlemlerle tüm olgularda retina yatıştırıldı. Ortalama logMAR görme keskinliği preoperatif 2.15±0.27 iken, postoperatif 0.86±0.48 oldu (P<0.001). Tüm olgularda (%100) görme keskinliğinde artış oldu. Hiçbir olguda ciddi intraoperatif komplikasyon gözlenmedi. Postoperatif komplikasyon olarak, 2 (%11.8) gözde geçici göz içi basınç artışı, 1 (%5.9) gözde maküler epiretinal membran gelişimi ve diğer 1 (%5.9) gözde de kistoid maküla ödemi oluşumu gözlendi.
Sonuç: Yırtığı bulunamayan psödofakik retina dekolmanında PPV’nin etkin ve güvenilir bir yöntem olduğu gözlendi. Diğer cerrahi yöntemlerle karşılaştırılmalı ve fazla olgu sayısı içeren, prospektif çalışmalar yapılması gerekmektedir.
Purpose: To evaluate the safety and efficacy of pars plana vitrectomy (PPV) for pseudophakic retinal detachment with unseen retinal breaks.
Methods: In this single center, non-comparative study, 17 eyes of 17 patients who underwent PPV for pseudophakic retinal detachment with unseen retinal breaks were evaluated retrospectively between December 2003 and November 2008. Eyes with exudative and tractional retinal detachment, and with media opacities due to vitreous hemorrhage or dense cataract were not included in the study. All eyes underwent PPV with contact wide angle viewing system, identification of retinal break(s) with liquid perfluorocarbon, internal drainage of subretinal fluid, 360º peripheral retinal endolaser photocoagulation and injection of silicone oil. Main outcome measures were anatomic success and visual outcome.
Results: Mean follow-up time was 10.4 months (6-24 months). Primary anatomic success was achieved in 15 of 17 eyes (88.2%) with single operation. Final reattachment was attained in all of the eyes. Mean logMAR visual acuity was 2.15±0.27 preoperatively, and 0.86±0.48 postoperatively (P<0.001). Visual acuity increased postoperatively in all eyes (100%). No major intraoperative complication was observed in any of the eyes. Postoperative complications were transient hipertony in 2 eyes (%11.8), macular pucker in 1 eye (%5.9) and cystoid macular edema in 1 eye (%5.9).
Conclusion: PPV was observed to be safe and effective in the treatment of pseudophakic retinal detachment with unseen retinal breaks. Prospective studies with more number of patients and comparing PPV with other surgical procedures are required.
Abstract

4.Effectiveness of topical cyclosporin A treatment after excision of primary pterygium
Uzm. Dr. Banu Torun, Doç. Dr. Turgut Yılmaz, Asist. Dr. Gülşen Ülkü, Asist. Dr. Osman Arslanhan
Pages 71 - 75
AMAÇ: Primer pterjiyum cerrahisinden sonra pterjiyum nüksünü önlemek için postoperatif topikal siklosporin A %0.05 (Restasis®, Allergan Pharmaceutical) kullanımının etkinliğini ve güvenilirliğini araştırmak
GEREÇ VE YÖNTEM: Haziran 2008-Mayıs 2009 tarihleri arasında primer nasal pterjiyum tanısı alan 40 hasta çalışmaya dahil edildi. Yirmi hasta tedavi grubu, diğer 20 hasta kontrol grubu olacak şekilde iki gruba ayrıldı. Yara yeri epitelizasyonu tamamlandıktan sonra postoperatif 7. gün, tedavi grubuna günde 2 kez topikal siklosporin A % 0.05 başlandı. Kornea üzerinde 0.5 mm’ den fazla fibrovasküler büyüme nüks olarak değerlendirildi.
İstatistiksel analizler için NCSS 2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı.
BULGULAR: Topikal siklosporin A % 0.05 ile tedavi edilen grupta 2(%10.0) hastada, kontrol grubunda ise 8 (%40.0) hastada nüks görüldü. İki grup arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.028). Kontrol grubunun nüks görülme relatif riski tedavi grubundan 2 (%95 Cl: 1.16-3.42) kat fazla olarak saptandı.
Tedavi grubunda 2 hastada nüks görülmüş olup ortalama nüks süresi 7.50±0.7 ay; kontrol grubunda ise 8 hastada nüks görülmüş olup ortalama süre 4.25±1.03 ay olarak saptandı.
Tedavi grubunda bir yıllık nüksüz sağkalım hızı % 87,5±8,3, ortalama nükssüz sağkalım süresi 11,50±0,33 ay; kontrol grubunda ise bir yıllık nükssüz sağkalım hızı %60,0±11,0, ortalama nükssüz sağkalım süresi 8,90±0,86 ay bulundu.
Nükssüz sağkalım süreleri arasında anlamlı farklılık görüldü (Log rank: 5,74; p: 0,017; p<0,05).
SONUÇ: Bu çalışma, pterjiyum eksizyonu sonrası topikal siklosporin A % 0.05 kullanımının pterjiyum nüksünü önlemede etkin ve güvenilir olduğunu göstermektedir.
PURPOSE: To investigate the efficacy and safety of postoperative topical cyclosporine A 0.05% (tCsA) (Restasis, Allergan Pharmaceutical) eye drops in preventing the recurrence of pterygium after excision of primary pterygium
MATHERİAL AND METHODS: forty patients with primary nasal pterygium were involved in the study between June 2008- May 2009. Patients divided into two groups; 20 patients treatment group, and the others control group. At the 7th postoperative day and after epithelialization of the wound was complete, topical 0.05% cyclosporine A (Restasis®, Allergan Pharmaceutical) was applied twice a day to the treatment group. Recurrence was defined when there was a fibrovascular growth >0.5 mm on the cornea. All statistical analyses were performed using NCSS 2007& PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA).
RESULTS: The pterygium recurred in 2 (10.0%) of 20 eyes in the treatment group and in 8 (40.0%) of 20 eyes in the control group. The difference between the two rates was statistically significiant (p = 0.028). The control group had 2 (95% Cl: 1.16-3.42) times higher risk of pterygium recurrence compared with the treatment group. In the treatment group recurrence of pterygium observed in 2 eyes, mean recurrence time was 7.50±0.7 months; in the control group recurrence observed in 8 eyes, mean recurrence time was 4.25±1.03 months. The estimated one year recurrence-free rates for the patients treated with topical CsA and without CsA were 87.5±8.3 % and 60.0±11.0 %, respectively; the recurrence-free time was 11.5±0.33 month in the treatment group and 8.9±0.86 month in the control group. A statistically significant difference in recurrence-free probabilities was found for the treatment and control groups (log-rank test: 5.74; p = 0.017; p˂0.05).
CONCLUSİON: This study suggests that primary excision of pterygium with postoperative use of 0.05% cyclosporine is both safe and efficient.
Abstract

5.Comparison Of The Effects Of Latanoprost / Timolol Maleat and Dorzolamid/Timolol Maleat Fixed Combinations On Intra Ocular Pressure and Diurnal variation in Patients With Primary open-angle Glaucoma
Mehmet Şahin Sevim, Didem Esen, Banu Torun Acar, İbrahim Bülent Buttanrı, Suphi Acar
Pages 76 - 79
Amaç: Primer açık açılı glokom (PAAG) hastalarında Latanoprost/timolol maleat (LTSK) ve dorzolamid/timolol maleat (DTSK) sabit kombinasyonlarının göz içi basıncını(GİB) düşürücü etkilerini ve GİB’deki gün içi dalgalanmalarını karşılaştırmak.
Yöntem: PAAG tanısı alarak tedaviye başlanan 48 hastanın 96 gözü prospektif olarak incelendi. Hastalar rastgele olarak 2 gruba ayrıldı. İlk grupta yer alan 48 göze LTSK, ikinci gruptaki 48 göze DTSK uygulandı. 3. ayda saat 08: 00 ve 20: 00 arasında her 2 saatte bir GİB ölçümü yapıldı.
Bulgular: Her ik grupta da 3. ayda gün içi GİB ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş görüldü. LTSK kulanan grupta gün içi GİB dalgalanmalarındaki düşüş daha fazla bulundu(p<0,01).
Sonuç: 3 aylık tedavi LTSK ve DTSK PAAG hastalarında GİB’yi gün içinde etkili olarak düşürmektedir. Gün içi GİB dalgalanmalarında LTSK daha fazla bir düşüş sağlamaktadır.
Purpose: To compare the intraocular pressure (IOP) lowering effect and diurnal variation of Latanoprost / Timolol Maleat(LTFC) and Dorzolamid/Timolol Maleat(DTFC) Fixed Combinations in Patients With Primary open-angle Glaucoma(POAG).
Methods: In this prospective study, 96 eyes o 48 patients who were followed with the diagnosis of PAOG were included. Patients were randomly selected into two groups. First group(48 eyes) treated with LTFC, second goup(48 eyes) treated with DTFC. At the 3th monthof therapy the IOP was measured every 2 hours between 8: 00 am and 8: 00 pm.
Results: Both treatments significantly reduced IOP during daytime at the 3th month. Th diurnal variation was significantly lower with LTFC group(p<0,01).
Conclusion: After 3th month of therapy LTFC and DTFC were effective to reduce IOP in POAG patients during daytime. LTFC group showed better reduction on diurnal variation.
Abstract

6.Changes in Intraocular Pressure During Pregnancy
Özgür Artunay, Alper Şengül, Erdal Yüzbaşıoğlu, Rifat Rasier, Halil Bahçecioğlu, Nilgün Güdücü
Pages 80 - 83
AMAÇ
Çalışmamızda, gebelerde oluşan göz içi basınç (GİB) değişimlerini ülkemiz verilerine göre tespit ederek gebelikteki GİB değişimlerinin glokom tanı ve takibine üzerinde oluşabilecek muhtemel etkisinin vurgulanması amaçlanmıştır.
GEREÇ-YÖNTEM
Çalışmaya hastanemiz kadın doğum kliniğinde takip edilen 98 sağlıklı gebenin 192 gözü (grup 1) ve aynı yaş grubunda 100 sağlıklı kadın hastanın 200 gözü (grup 2) dahil edildi. Grup 1’deki gebelerin hepsinin altıncı haftadan itibaren her üç hafta bir defa her iki gözlerinin GİB değerleri Goldman aplanasyon tonometresiyle ölçüldü. Her trimestirde yapılan üçer ölçümün ortalaması trimestir ortalaması olarak kaydedildi. Grup 2’deki hastaların göz içi basınçları grup 1’dekilerle eş zamanlı olarak ölçülüp kaydedildi. Her iki gruptan daha önceden oftalmolojik bir problemi olan hastalar ve kronik hastalığı bulunan hastalar çalışmadan çıkarıldı.
BULGULAR
Grup 1ve 2 deki ortalama keratometrik değerler, görme keskinliği ve refraktif kusur istatistiksel anlamlı değildi ve takip süresince anlamlı değişim izlenmedi (tüm değerler için p>0.05). Grup 1’in GİB trimestir ortalamaları sırasıyla 15.33±1.86; 13.82±1.17; 13.02±1.98 mmHg idi (1.2.3.trimestir). Kontrol grubunda ölçülen GİB ortalaması 15.66±2.02 idi. Birinci, ikinci, üçüncü trimestirlerdeki GİB düşüşü sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırıldığında düşük bulunmuştur. Birinci trimestir-kontrol, 2.trimestir-kontrol, 3.trimestir-kontrol arsındaki GİB farkı sırasıyla 0.33±0.19 mmHg, (p>0.05), 1.84±0.12 mmHg (p<0.05), and 2.64±0.28 mmHg (p<0.05) bulunmuştur.
SONUÇ
Çalışmamızda gebelerde GİB’nin düştüğünü, bu düşüşün en çok 2. ve 3. trimestirde belirgin olduğunu tespit ettik. Gebelik sırasında tespit edilen veya öncesinde var olan glokomun takibinde bu fizyolojik düşüş miktarını ve trimestirler arasındaki dalgalanma göz önüne alarak yapılan GİB değerlendirmesinin gerekli olduğunu düşünmekteyiz.
PURPOSE: To investigate intraocular pressure changes that occur in pregnant women using our national data and thereby determine possible effect of pregnancy on the diagnosis and follow-up of glaucoma.
MATERIALS AND METHODS: 192 eyes of 98 healthy pregnant women (pregnant group) and 200 eyes of 100 healthy age-matched females (control group) were included in the study. Complete ocular examinations were performed on each eye. IOP measurements were obtained by Goldmann applanation tonometer during pregnancy (first, second and third trimesters) for pregnant cases, and in similar time intervals for control subjects. In each trimester, mean of three readings with tonometers were recorded. IOP measurements were assessed and compared with each group simultaneously. The patients who had previously ocular and chronic disease were excluded in either group.
RESULTS: The mean visual acuity, keratometry and refractive error of both control and pregnant subjects did not change significantly during the study (all p values>0.05).The mean trimester IOP’s were measured as 15.33±1.86; 13.82±1.17; 13.02±1.98 mmHg, respectively. In first, second and third trimesters, compared with healty women, significant decrease in IOP was obtained in pregnant cases. The difference between control and first, control and second, and control and third trimester groups were found to be 0.33±0.19 mmHg, (p>0.05), 1.84±0.12 mmHg (p<0.05), and 2.64±0.28 mmHg (p<0.05), respectively.
CONCLUSION: IOP decreased in all trimester of pregnancy but significantly IOP decreased was observed for second and third trimester The fluctuation and physiologic decrease in IOP should be considered for glaucoma monitoring in pregnant women.
Abstract

7.Open Glob Injury Epidemiology
Ayşin Tuba Kaplan, Baran Kandemir, Nadire Erdoğan Dib, Işıl Bahar Sayman, Cem Selvi, Ömer Kamil Doğan
Pages 84 - 88
AMAÇ: Açık glob yaralanmalarının epidemiyolojik yönden incelenmesi

GEREÇ VE YÖNTEM: Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma hastanesi 1. Göz Kliniğine, Şubat 2004 ile Mart 2009 tarihleri arasında açık glob yaralanması nedeni ile başvuran 167 hastanın 169 gözü çalışmaya alındı. Hastalardan detaylı bir anamnez alındıktan sonra tam bir oftalmolojik muayene yapıldı. Ameliyat öncesi tüm hastaların kranial grafileri çekildi. Çalışmaya alınan olgular; yaş, cinsiyet,meslek,travmaya uğrayan göz, travma nedeni, travma tipi, eşlik eden patolojiler, görme keskinlikleri, göz içinde yabancı cisim varlığı ve uygulanan tedavi açısından incelendi.

BULGULAR: Yaşları 1 ile 89 yıl ( ort. 31.23 ± 19.45 ) arasında değişen hastaların 26’ sı kadın, 141’ i erkekti. Travma, olguların 133’ ünde ( % 78.6 ) delici kesici cisimle, 36’sında ( % 21.3 ) künt yaralanma şeklinde idi. Dokuz gözde ise yabancı cisim mevcuttu. Penetrasyon yeri 104 gözde ( % 61.5 ) kornea, 33 gözde ( %19.5 ) korneaskleral ve 32 gözde ( % 18.9 ) sklera idi. Tüm hastalara primer sütürasyon yapıldı, aynı seansta 8 olguya ön vitrektomi, 10 olguya kapak kesisi sütürasyonu, 9 olguya lens aspirasyonu ve 5 olguya ön kamaradan yabancı cisim çıkarılması uygulandı. Daha sonra olguların 47’ sinde çeşitli nedenlerle ek cerrahi gerekti.

SONUÇLAR: Açık glob yaralanmaları görme kaybının en önemli sebeplerindendir. Yaralanmaların büyük bir kısmı önlenebilir kazalar sonucu meydana gelmektedir. Daha dikkatli olunarak, iş yerlerinde çalışma emniyeti sağlanarak ve hizmet içi eğitime daha önem verilerek bir çok kazanın ve bunlara bağlı yaralanmaların önüne geçilebileceği kanaatindeyiz.
PURPOSE: We evaluated the epidemiological factors in patients presenting with open glob injury.

MATERIALS AND METHODS: This study analysed one hundred and sixtynine eyes of 167 patients with open glob injuries who presented to Dr Lütfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital Ophthalmology Department between February 2004 and March 2009. After a detailed history was taken, a complete ophthalmologic examination was performed. Craniographies were performed before each operation. Cases were examined with regard to age, sex, profession, which eye was traumatized, reason for the trauma, nature of the trauma, accompanying pathologies, visual acuity, foreingbody in the eye and the nature of the treatment.

RESULT: 26 of 167 cases were female and 141 males. Ages were between 1-89 with the mean 31.23 ± 19.45. Ocular traumas were mainly caused by penetrating and cutting objects in 133 cases ( % 78.6 ) and blurred trauma in 36 ( % 21.3 ) cases, in 9 cases there were foreingbody in the eye. The penetration location was cornea in 104 eyes ( % 61.5 ), corneosclera in 33 eyes ( %19.5 ) and sclera in 32 eyes ( % 18.9 ). Primary suture was performed in each case, at the same time anterior vitrectomy was performed in 8 eyes, lid suturation in 10 eyes, lens aspiration in 9 eyes and foreingbody extraction from the anterior chamber in 5 eyes were performed. Additional surgeries were performed in 47 cases after the initial operations.

CONCLUSIONS: Open glob injuries are one of the main causes of loss of sight. Most penetrating eye injuries were caused by preventable accidents. Many accidents and their resulting injuries could have been prevented by education, greater intensive care and workplace safety.
Abstract

8.Thicknesses of the Retinal Nerve Fiber Layer in Amblyopic and Normal Eyes
Ahmet Taylan Yazıcı, Ercüment Bozkurt, Necip Kara, Mehmet Taş, Uğur Akagündüz, Ömer Faruk Yılmaz
Pages 89 - 92
Amaç: Ambliyop gözlerle normal gözlerin retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlığını karşılaştırmak

Metod: Bu prospektif çalışmada, 114 hastanın 228 gözü değerlendirildi. Çalışma kapsamına bir gözü Ambliyop ve diğer gözü sağlam olan olgular dahil edildi. Tüm olgulara detaylı oftalmolojik muayene, aksiyel uzunluk ölçümü ve Stratus Optik Koherens Tomografi (OKT) ile peripapiller RSLT kalınlık ölçümü yapıldı. Hastaların ambliyop gözü ile sağlam olan diğer gözleri RSLT kalınlığı açısından karşılaştırıldı.

Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 13 idi. Ambliyopik gözlerin %59’da şaşılık, %30’da anizometropi ve %11’de ise pitoz bağlı deprivasyon ambliyopisi vardı. Ortalama RSLT kalınlığı amliyopik gözlerde ve sağlam gözlerde sırasıyla 105,2 µm±11,95 µm ve 104,7 µm ±10,7 µm olarak ölçüldü.

Sonuç: Sağlam gözlerle ambliyop gözler arasında, RSLT kalınlıkları açısından anlamlı fark bulunamamıştır.
Purpose: To compare the retinal nerve fiber layer (RNFL) thickness of amblyopic and normal eyes

Method: In this prospective study, 228 eyes of 114 patients were observed. The study included the amblyopic eyes and the fellow normal eyes of patients. A detailed ophthalmologic examination, axial length measurement and RNFL thickness measurement with Stratus Optical Coherence Tomography (OCT) were performed to all of the patients. The RNFL thickness was compared between the amblyopic and fellow sound eyes.

Results: The average age of the patients were 13 years. Of amblyopic eyes, %59 had strabismus, %30 had anisometropia, and %11 had deprivation amblyopia due to ptosis. The mean RNFL thickness of the amblyopic and fellow normal eyes was 105,2 µm±11,95 µm and 104,7 µm ±10,7 µm, respectively.

Conclusion: Peripapillary RNFL thickness was not significantly different between amblyopic and normal fellow eyes.
Abstract

9.Uveitis Profile In Van and Surrounding Cities (Ağrı, Muş, Hakkari, Iğdır, Bitlis)
Adem Gül, Adil Kılıç, Halil İbrahim Yener, Ahmet Demirok, Adnan Çinal
Pages 93 - 96
Giriş: Bu çalışma, Van ve çevresindeki iller olan Ağrı, Muş, Hakkari, Iğdır ve Bitlis’ ten refere edilen üveit hastalarını analiz ederek bu yöreye ait üveit profilini yansıtmak amacıyla yapılmıştır.

Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği'nde 1996-2008 yılları arasında takip edilen 678 hastanın 855 gözüne ait veriler retrospektif olarak değerlendirildi.

Bulgular: Hastalarımızın yaş ortalaması 29.86 ± 16.01 (1-79 yaş) idi. Olgularımızın 403’ü (%59.4) erkek, 275’i (%40.6) bayandı. 501 (%73.9) hastada unilateral tutulum 177 (%26.1) hastada ise bilateral tutulum mevcuttu.

Tutulum yeri açısından bakıldığında, 395 (%58.3) hastada anterior, 85 (%12.5) hastada intermediyer, 33 (%4.9) hastada posterior tutulum, 165 (%24.3) hastada ise panüveit mevcuttu.

Eşlik eden bulgular açısından bakıldığında 406 (%59.9) hastada eşlik eden ek bir bulgu tespit edilmedi. En sık eşlik eden hastalık olarak 109 (%16.1) hastada Behçet hastalığı mevcuttu.

Sonuç: Bu çalışmada Van ve çevresindeki 5 ilin üveit profili yansıtılmıştır. Bu çalışma doğu bölgesinin üveit profilini yansıtması açısından önem arzetmektedir. Diğer bölgelerden gelecek verilerle birlikte Türkiye üveit haritasının sağlıklı bir şekilde oluşturulmasına katkıda bulunacaktır.
Introduce: In this study we aimed to show uveitis profile of the city of Van and surrounding cities that are Ağrı, Muş, Hakkari, Iğdır and Bitlis.

Material and Methods: In this study, we retrospectively investigated 855 eyes of 678 uveitis patients that were examined and followed up in Yuzuncu Yil University, Ophthalmology Department in between 1996 and 2008 years.

Results: Mean age of patients was 29.86 ± 16.01 (1-79 years). 403 (%59.4) were men and 275 (%40.6) patients were women. There were monocular involvement in 501 (%73.9) and binocular involvement in 177 (%26.1) patients.

Patients were classified according to the involvement area; anterior in 395 (%58.3), intermediary in 85 (%12.5), posterior in 33 (%4.9), panuveitis in 165 (%24.3) patients.
There were no accompanied disease in 406 (%59.9) patients. The most accompanying disease seen in 109 (%16.1) patients was Behçet’s Disease.

Conclusion: In this study, uveitis profile of Van and surrounding cities was projected. We thought that this study is important because of reflection of uveitis profile of a part of eastern area. It will contribute to constitue of uveitis map of Türkiye, withcoming datas from the other parts.
Abstract

10.Immunopathology of Sjögren Syndrome and Associated Dry Eye Syndrome
Canan Aslı Utine, Esen Karamursel Akpek
Pages 97 - 106
Kuru göz sendromu (KGS), “oküler yüzeye potansiyel hasarı olabilecek, rahatsızlık hissi, görsel bozukluk, ve gözyaşı filminin dayanıksızlığına neden olan, gözyaşı ve oküler yüzeyin çok-faktörlü bir hastalığı” olarak tanımlanmıştır. Genel oftalmoloji kliniklerine başvuran hastaların, tahminen %25’i KGS belirtileri bildirmektedir. KGS hastalarının yaklaşık dörtte birinde altta yatan bir romatolojik durum, en sık olarak da Sjogren Sendromu (SS) bulunmaktadır. SS, viseral (akciğer, kalp, böbrek, gastrointestinal, endokrin, merkezi ve periferik sinir sistemi) ve viseral-olmayan (deri, artralji, miyalji) sistemik klinik tabloları olan çok-sistemli bir hastalıktır. SS patogenezindeki iki ana oto-immun mekanizma B lenfosit hiperaktivitesi ve ekzokrin bezlerin fokal T lenfositik infiltrasyonudur. Genetik olarak yatkın kişilerin glanduler epitel hücrelerinin aktivasyonu veya apoptozisini, oto-antijenlerin ekspresyonu ile immun sistem aktivasyonu takip eder, ve kendi kendini idame ettiren (ölümsüzleştiren) T hücre bağımlı oto-immun cevap ortaya çıkar. Bu sürece, TNF α, IL-1β, ve IL-6 başta olmak üzere pek çok inflamatuar sitokin, kemokin, oto-antikor ve diğer faktörler dahil olur.
SS, maalesef oftalmoloji klinik pratiğinde önemli ölçüde bilinmemektedir. Bunun ana sebebi, ilk tanıyı zorlaştıran, hastalığın semptomatik dışavurumunun çeşitliliğidir. Hastalığın tanısının erken evrelerde konulması, oldukça sık olan bu oto-immun hastalığın prognozunu önemli derecede iyileştirecektir. Tanının gecikmesi, kornea komplikasyonları ile görmenin kalıcı kaybına ve diğer sistemik komplikasyonlara neden olabilir. Oftalmologların, klinik öngördürücü faktörlere dayanarak, KGS hastaları arasından SS riski taşıyan hastaları belirlemeleri; böylece SS taraması yapılması gereken hastaları dikkatli seçmeleri çok önemlidir. Bu yazıda, SS ve ilişkili KGS’nun altta yatan immunopatolojisini özetlemeyi amaçladık.
Dry eye syndrome (DES) is defined as ““a multifactorial disease of the tears and ocular surface that results in symptoms of discomfort, visual disturbance, and tear film instability with potential damage to the ocular surface”. An estimated 25% of patients attending general ophthalmology clinics reports symptoms of DES. About a quarter patients with DES has an underlying rheumatic condition, most commonly Sjogren Syndrome (SS). SS is a multi-system disease with visceral (respiratory, cardiac, renal, gastrointestinal, endocrine, central and peripheral nervous system) and non-visceral (skin, arthralgia, myalgia) systemic clinical conditions. The two essential autoimmune mechanisms in the pathogenesis of SS are, B lymphocyte hyperactivity and focal T lymphocytic infiltration of the egzocrine glands. Activation or apoptosis of glandular epithelial cells in genetically predisposed individuals lead to subsequent immune activation, resulting in the expression of auto-antigens that initiate a self-perpetuating T cell dependent autoimmune response. Multiple pro-inflammatory cytokines, mainly TNF α, IL-1β, and IL-6, chemokines, auto-antibodies and other factors are involved in this process.
Unfortunately SS is significantly unknown in the ophthalmology clinics. The main reason of this is the large variations in the symptomatic presentation of the disease, which makes the initial diagnosis difficult. Diagnosing the disease in the early stages would significantly improve the prognosis of this common autoimmune disease. Delay in the diagnosis can cause permanent loss of vision with corneal complications and other systemic complications. It is of paramount importance that ophthalmologists determine patients who carry significant risk of SS among DES patients, according to the clinical predictors; thus, carefully select the patients in whom SS screening should be conveyed. Herein, we aimed to summarise the immunopathology of the SS and related DES.
Abstract

11.Management in autosomal recessive dystrophic epıdermolysis bullosa
Rana Altan Yaycıoğlu, Yonca Aydın Akova, Fatma Selin Kaya, Sibel Oto
Pages 107 - 112
Amaç: Otozomal resesif distrofik epidermolizis bülloza (EB) tanısı almış iki hastada oküler komplikasyonlara tedavi yaklaşımını sunmak ve literatürü gözden geçirmek.
Yöntem: Birinde semblefaron (olgu 1) ve diğerinde korneada kesafet ve vaskülarizasyon (olgu 2) gelişmiş EB tanılı iki genç kız kliniğimize başvurdu. Olgu 1’de göz küresinin hareketlerini kısıtlayan sol üst kapaktan üst temporal korneaya uzanan semblefaron mevcuttu. Semblefaron cerrahi olarak açıldı. Lamellar keratektomiyi kornea ve palpebral konjonktivayı kaplayan amnion membran transplantasyonu takip etti. Olgu 2 başvurduğunda suni gözyaşı ve topikal siklosporin kullanıyordu. Sağ gözde görme parmak sayma düzeyindeydi ve üçte bir alt korneada kesafet beraberinde yüzeyel ve derin vaskülarizasyon mevcuttu. Olgunun tedavisine topikal bevasizumab ve otolog serum eklendi.
Bulgular: Olgu 1’de 63 ay sonra kapak kenarı düzgündü ve göz hareketleri serbestti. Her iki gözde temporal konjonktivada hafif semblefaron mevcuttu. Temporal kornea stromasında incelme, yüzeyel vaskülarizasyon ve kesafet belirgindi. Olgu 2’nin 8 aylık takibinde görme 0,4 düzeyine yükseldi. Biyomikroskop ile korneadaki kesafet ve vaskülarizasyonda azalma görüldü.
Sonuç: Olgularımıza dayanarak EB’lı olgularda semblefaron varlığında amnion membranı transplantasyonu, diğer tedavilere cevap vermeyen kornea kesafeti ve vaskülarizasyon mevcudiyetinde de topikal bevasizumab ve otolog serum alternatif tedavi olarak düşünülebilir.
Purpose: To present the management of ocular complications in two cases with autosomal recessive dystrophic epidermolysis bullosa (EB) and review of the literature.
Methods: Two teenage girls with EB, one with symblepharon (case 1) and other with corneal opacity and vascularization (case 2) presented to our clinic. Case 1 had symblepharon extending from the left upper eyelid to the superotemporal cornea restricting globe movements. During surgery, symblepharon lysis and lamellar keratectomy was followed by amniotic membrane transplantation to cover the cornea and palpebral conjunctiva. Case 2 presented while on artificial tears and topical cyclosporin A. Right eye had visual acuity of counting fingers, and opacity with superficial and deep vascularization in the lower third of the cornea. Topical bevacizumab and autologous serum were added to her treatment.
Results: In Case 1, 63 months after surgery the eyelid margin was smooth and the eye was fully mobile. A mild symblepharon in the temporal conjunctiva, with stromal thinning, superficial vascularization and opacification was apparent in the temporal cornea. During 8 month follow-up of case 2, the visual acuity increased to 20/50. Slit-lamp exam showed decrease in corneal opacity and vascularization.
Conclusion: According to our cases, alternative treatments such as amniotic membrane transplantation to treat symblepharon, and topical bevacizumab and autologous serum in intractable vascularization and opacity can be considered in cases of EB.
Abstract

12.Bilateral Acute Central Serous Chorioretinopathy Assosiated with Topical Dermal Periorbital Application of Dermal Glucocorticoid.
Halil Özgür Artunay, Rifat Rasier, Erdal Yüzbaşıoğlu, Alper Şengül, Amber Şenel, Halil Bahçecioğlu
Pages 113 - 117
Her iki gözde görme azalması ve metamorfopsi şikayetleri ile kliniğimize başvuran ve dermatoloji kliniğince sebaroik dermatit tanısı almış olup tedavisi için her iki göz çevresi cilt bölgesine 3 aydır günde 2 kez glukokortikoid solusyon uyguladığı öğrenilen 39 yaşındaki erkek hasta sunulmuştur. Hastanın yapılan muayene, Fundus Floresein Anjiografisi (FFA) ve Optik Koherens Tomografi (OKT) bulguları her iki gözde santral seröz korioretinopati (SSKR) ile uyumlu bulunmuştur. Uygulanan glukokortikoid solusyonunun SSKR’yi tetiklediği düşünülerek tedavisi kesildikten sonra hastamızın her iki görme keskinliği artmış, her iki gözde OKT’de subretinal sıvının ve FFA’da sızıntının kaybolduğu izlenmiştir. Bu olgu sunumu ile SSKR’nin topikal, dermatolojik glukokortikoid tedavisi sırasında da gelişebileceğini bildirmeyi amaçladık. Bu nedenle kortikoterapi uygulanan hastalarda kortizon tarafından indüklenen SSKR’nin topikal dermatolojik kullanım sonrasında bile oluşabileceğinin dermatolog ve göz hekimleri tarafından göz önünde bulundurulması ve hastaların bu konuda aydınlatılması gerektiği sonucuna vardık.
A 39 year-old, male patient who had been treated by dermatologist with bilateral periorbital topical glucocorticoid solution twice a day for 3 months with the diagnosis of seborrheic dermatitis referred to our clinic for bilateral visual disturbances and metamorphopsia. When the detailed assessment is made for the patient, optic coherence tomography (OCT) and fundus florescein angiography (FFA) findings were found consitent with bilateral central serous chorioretinopathy (CSC). After considering glucocorticoid solution was induced to CSC, glucocorticoid solution was immediately discontinued and improvement in visual acuity in both eyes, resorption of subretinal fluid on OCT and decrease in fluorescein leakage on FFA were detected thereafter. Our aim in this report is to inform that CSC can occur although even topical, dermatological glucocorticoid treatment. Therefore we suggest dermatologists and ophtalmologists should keep in mind that dermatologic corticotherapy induced CSC may occur even after topical usage and patients should be informed.
Abstract

13.Assessment of a Case with Capsular Block Syndrome by Ultrasound Biomicroscopy
Mesut Erdurmuş, Taner Kar, İlhami Salcan, Dilaver Erşanlı
Pages 118 - 120
Bu olgu sunumunda, kapsüler blok sendromu tanısında ultrasonik biyomikroskopinin (UBM) yeri ve önemi vurgulanmaktadır. Katarakt cerrahisi hikayesi olan 66 yaşındaki bayan hasta, sağ gözde görmede azalma ve ağrı şikayetleriyle kliniğimize başvurdu. Yapılan oftalmolojik muayenede, göz içi lensi (GİL) ile arka kapsül arasındaki açıklığın çok fazla olduğu saptandı. Ayrıca göz içi basıncının yüksek olduğu ve ön kamarada hücre varlığı saptandı. UBM incelenmesinde kapsüler kesenin aşırı şekilde gergin olduğu görüldü. Bu nedenle Nd: YAG lazer arka kapsülotomi yapıldı. Kontrol UBM görüntülemede kapsüler kese distansiyonunun gerilediği ve iris-GİL arası mesafenin açıldığı izlendi. Kapsüler blok sendromu tanı ve takibinde UBM görüntüleme faydalı bir tekniktir.
The role and importance of ultrasonic biomicroscopy (UBM) in the diagnosis of capsular block syndrome (CBS) is highlighted in this case report. A 66-year-old woman with a history of cataract surgery applied to our clinic with symptoms of decreased vision and pain in her right eye. On ophthalmologic examination, the distance between the intraocular lens (IOL) and posterior capsule was very wide. Elevated intraocular pressure and presence of cells in the anterior chamber were also detected. UBM examination showed excessive capsular bag distension. For this reason, Nd: YAG laser posterior capsulotomy was performed. Decrease in capsular bag distention and increase in iris-IOL distance were observed on control UBM imaging. UBM imaging is a useful technique in the diagnosis and follow up of CBS.
Abstract

14.Pilomatrixoma on eyelid
Deniz Turgut Çoban, Arzu Çilingir, Ümit Beden
Pages 121 - 124
Pilomatriksoma kıl follükülünden köken alan, nadir görülen ve iyi huylu bir deri tümörüdür. Vücudun herhangi bir yerinde oluşabilir. Bununla birlikte, baş ve boyun bölgesinde özellikle de göz kapağı veya kaşta oluşmaya meyillidir. Çocuk ve adölesanlarda daha sıktır. Bu çalışmada, alt göz kapağındaki pilomatriksoma teşhis edilen 65 yaşında bir olgunun sunumu amaçlanmıştır.
Pilomatrixoma is an uncommon benign skin neoplasm of the hair follicle. It can occure almost anywhere in the body. However it has a propensity to occur in the head and neck region especially the eyelid or eyebrow. It is more frequent in children and adolescents. In this study, we report a 65 years old case with pilomatrixoma in lower eyelid.
Abstract