Cilt: 37  Sayı: 3 - 2021
Özetleri Gizle | << Geri
DAVETLI DERLEME
1.
Covid-19 Aşıları
Covid-19 Vaccines
Serkan Aydemir, HATİCE RUMEYSA SELVİ, Muhammet Rıdvan DUMLU, seçil arıca, FUNDA SİMSEK
Sayfalar 134 - 144
Dünya Sağlık Örgütü 30 Ocak 2020'de COVID-19 hastalığını uluslararası öneme sahip ‘’Halk Sağlığı Acil Durumu’, 11 Mart 2020' de ise pandemi olarak ilan etti. Koronavirüse karşı mücadelede koronavirüsün çok bulaştırıcı olması, neden olduğu komplikasyonlar ve ölüm nedeniyle hastalıktan korunmada en önemli strateji 'Aşı’dır. Bu derlemede Covid- 19 a karşı korunmada rol oynayan güncel aşılar, etkinlikleri ve yapılan çalışmalarla ilgili bilgiler yer almaktadır.
The World Health Organization declared COVID-19 disease as a "Public Health Emergency" of international importance on January 30, 2020, and as a ‘’Pandemic’’ on March 11, 2020. In the fight against coronavirus, the most important strategy in protection from the disease is the 'Vaccine', due to the fact that the coronavirus is very contagious, the complications and death it causes. In this review, there is information about current vaccines, their effectiveness and studies that play a role in protection against Covid-19.
Makale Özeti

ARAŞTIRMA
2.
Halluks valgus cerrahisinde doktor-hasta iletişimini artırmanın kolay bir yolu: Görsel animasyonlar
An easy way for increasing the doctor-patient communication in hallux valgus surgeries: Visual animations
Alican Barış
Sayfalar 141 - 145
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı; ileri teknoloji ürünü olan görsel animasyonların halluks valgus cerrahisinin aydınlatılmış onamında kullanılmasının, hastalardaki farkındalığa ve hasta memnuniyetine etkisinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde halluks valgus tanısı ile distal metatarsal osteotomi ameliyatı planlanan 42 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalara aydınlatılmış onam sürecinde sözlü ve yazılı olarak bilgilendirme yapıldı. Açık uçlu sorular ile bilgi düzeyleri ölçüldü. Ortalama 28 gün sonra hastalıklarının bulguları ve planlanan ameliyat aşamalarını içeren görsel animasyon uygulaması gösterildi. Görsel animasyonların hastaların bilgi düzeyindeki değişime ve hasta-doktor iletişimindeki memnuniyete etkisi araştırıldı. Oluşan verilerin istatistiksel analizleri yapıldı.
BULGULAR: Kullanılan görsel animasyon uygulamasının halluks valgus deformite bulguları ve distal metatarsal osteotomi prosedürü ile ilgili olmasına rağmen, ameliyata özgü komplikasyonların ve diğer tedavi seçeneklerinin de daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Görsel animasyonların hastaların bilgi düzeylerini ve hasta memnuniyetini anlamlı düzeyde artırdığı görülmüştür ( p=0.001; p<0.01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hasta-doktor iletişiminde anlaşılması zor tıbbı terimlerden kaçınarak herkesin anlayabileceği, kolay ulaşılabilir, ucuz, tekrarlanabilir, görsel ve işitsel olarak kalıcı ve etkileyici bilgiler sağlayan görsel animasyonlu uygulamaların aydınlatılmış onam sürecinin standart bir prosedürü olabilir.
INTRODUCTION: The purpose of the present study was investigating the effects of using advanced technology visual animations on the informed consent for hallux valgus surgery, patient awareness and patient satisfaction.
METHODS: A total of 42 patients for whom distal metatarsal osteotomy surgeries were planned with the diagnosis of hallux valgus were included in the present study. During the informed consent process, the patients were informed verbally and in writing. Their information levels were measured with open-ended questions. A visual animation, which included the findings of the disease and the planned surgery steps, was shown to the patients after 28 days in average. The effects of the visual animation on the knowledge levels of the patients and on the satisfaction levels with the patient-doctor communication were examined. The data obtained in this way were analyzed in statistical terms.
RESULTS: Although the visual animation was related to hallux valgus deformity findings and distal metatarsal osteotomy procedure, it ensured that the surgical complications and other treatment options were understood better. It was determined that the visual animation increased the knowledge and patient satisfaction level at a significant level (p=0.001; p <0.01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Visual animations, which provide patients with easily accessible, inexpensive, reproducible, and audio-visually permanent and impressive information about their diseases by avoiding difficult medical terms, may be a standard procedure of the informed consent processes and in the patient-doctor communication.
Makale Özeti

3.
Subtrochanterik Femur Kırıklarında Kablo Serklaj ve Uzun Proksimal Femur Çivisi-Antirotation (PFN-A) Tedavisi: Fonksiyonel ve Radyolojik Sonuçlar, Komplikasyonlar
Cerclage Cable and Long Proximal Femoral Nail-Antirotation (PFN-A) Fixation in the Treatment of Subtrochanteric Fractures: Functional and Radiologic Outcomes, Complications
AHMET KÖSE, Murat Topal, Murat İpteç, Muhammed Çağatay Engin, Recep Dinçer, Ali Aydın, Serkan Aykut, Muhammet Salih Ayas, Ercan Özyıldırım
Sayfalar 146 - 152
GİRİŞ ve AMAÇ: Spiral/oblik subtrokanterik femur kırıklı olgularda uyguladığımız uzun proksimal femur çivi-A (PFN-A) ve kablo serklaj uygulamasının kaynamama veya malunion gibi komplikayosnlar ile ilişkisi, radyolojik ve fonksiyonel sonuçlar üzerine etkisini sunmayı amaçladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya minimum 1 yıl takip uygulanmış, kapalı, izole spiral/oblik subtrokanterik femur kırığı nedeniyle uzun PFN-A ve serklaj uyguladığımız hastalar dahil edildi. Patolojik kırığı olan hastalar, açık kırığı olan hastalar, ek kırığı olan hastalar ve epifiz hattı açık olan hastalar çalışma dışı tutuldu. Kırıklar AO/OTA göre sınıflandırıldı. Kırık kaynaması hastaların postoperatif 2,4,6 ve 12. ay alınan anteroposterior ve yan/ oblik grafilerde değerlendirildi. Fonksiyonel değerlendirme alt ekstremite fonksiyonel skalası, görsel analog skalaya göre yapıldı.

BULGULAR: Ortalama kaynama süresi 20.16 ±2.8 (min-max: 16-28) hafta olarak değerlendirildi. Hastaların alt ekstremite fonksiyonel değerlendirme skalası ortalama 74.08 ±2.3 (min-max: 70-80), yüzdesi ise 92.75 ±16.20 (min-max: 88-100) olarak hesaplandı. Radyolojik redüksiyon kalitesi değerlendirmesine göre 28 (%84.8) hastada iyi, 5 (%15.2) hastada kabul edilebilir sonuçlar elde edildi. Visual analog skor ortalaması 0.84±1.17 (min-max: 0-4) idi. Radyolojik ve klinik olarak 32 (%97)hastada 6 aydan önce kaynama elde edilirken, 1 (%3) hastada 7. ayda kaynama gecikmesi ile kaynama elde edildi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Subtrokanterik femur bölgesi anatomik pozisyonu ve fonksiyonel özellikleri nedeniyle komplikasyonlara açık bir alandır. Spiral/oblik subtrokanterik femur kırıklarının proksimal femur çivi-A ve kablo serklaj ile tedavisi; tespitin stabilitesini artıran, erken dönem mobilizasyona ve yük vermeye olanak sağlayan, radyolojik ve fonksiyonel olarak iyi sonuçların elde edildiği güvenli bir yöntemdir
INTRODUCTION: In this study we aimed to present the radiologic and functional outcomes and complications of intramedullary nailing with long proximal femoral nail antirotation (PFNA) and cerclage cable for spiral and oblique subtrochanteric femoral fractures.
METHODS: Materials and Method: The study included patients who underwent intramedullary nailing with long PFNA and cerclage cable due to closed, isolated, spiral/oblique subtrochanteric femoral fractures and were followed up for at least 1 year. Fracture union was evaluated with anteroposterior and oblique radiographs of the patients obtained at 2, 4, 6, and 12 months postoperatively. Functional evaluation was performed using lower extremity functional scale(LEFS) and visual analog scale(VAS).

RESULTS: The mean time to union was 20.16 ±2.8 (min-max: 16-28) weeks. The mean lower extremity functional scale (LEFS) score of the patients was 74.08 ±2.3 (min-max: 70-80) and the LEFS percentage was calculated as 92.75 ±16.20 (min-max: 88-100). Radiologic evaluation of the reduction quality revealed that good results were acquired in 28 (%84.8) patients, whereas acceptable results were acquired in five (%15.2). The mean visual analog scale score was 0.84±1.17 (min-max: 0-4). Radiological and clinical union was achieved in 32 (%97) patients within 6 months, and union was achieved with some delay in one patient (%3) within 7 months.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Subtrochanteric femur region is an area subject to complications due to its anatomic position and functional characteristics. The treatment for spiral/oblique subtrochanteric femur fractures with PFNA and cerclage cable is a reliable method, which increases the stability of the fixation, allows early mobilization and weight bearing, and helps acquire satisfactory radiologic and functional results.
Makale Özeti

4.
Femur Başı Epifiz Kaymasında Tek Kanüllü Vida ile Tespit Sonrası Klinik Sonuçlar
Outcomes of Fixation of Slipped Capital Femoral Epiphysis with Single Cannulated Screw
Tunay Erden, Ali Tufan Pehlivan
Sayfalar 153 - 157
GİRİŞ ve AMAÇ: Femur başı elifiz kayması (SCFE) veya epifizyoliz, acil cerrahi müdahale gerektiren yaygın bir patolojidir. Bu çalışma, SCFE tanısı konan ve tek kanüllü vida ile tespit edilen hastalarımızın klinik ve radyolojik orta dönem sonuçlarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda SCFE tanısı ile tedavi edilen 12 hastanın on üç kalçasını inceledi ve ortalama 19 aylık takip sonrası, hastaların klinik ve radyolojik orta dönem sonuçları verilmiştir.
BULGULAR: Hastalarımızın tamamı erkek olup ortalama yaşları 11.8 (7-15) idi. Ortalama kayma açısı 43.20 ve ortalama takip süresi 19 ay olarak hesaplandı. Ortalama vücut kitle indeksi 26.8 ve 11 hasta fazla kilolu (% 91.7) bulundu. Ambulasyon ile ilgili olarak, 7 hastada stabil SCFE (% 58.3) ve 5 hastada instabil SCFE (% 41.6) vardı. Southwick sınıflamasına göre hastaların ortalama kayma dereceleri 43.2 idi. Tüm hastalara tek bir kanüllü vida ile fiksasyon yapıldı. Hiçbir hastaya profilaktik amaçla karşı kalçaya vida uygulanmadı. Ortalama 19 ay takip ettiğimiz hiçbir hastamızda redüksiyon kaybı gözlenmedi. Radyolojik takiplerde hiçbir hastanın karşı kalçasında SCFE görülmedi. Postoperatif hareket açıklığı tüm hastalarda normaldi. Hiçbir hastada kısalık ve topallama gözlenmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Acil cerrahi gerektiren SCFE olgularında hafif redüksiyon ve tek kanüllü vida ile osteosentezin yeterli bir tedavi olduğunu savunuyoruz.
INTRODUCTION: Slipped capital femoral epiphysis (SCFE) or epiphysiolysis is a common pathology that requires urgent surgical intervention. This study aims at evaluating clinical and radiological mid-term results of our patients diagnosed with SCFE and fixed with a single cannulated screw.
METHODS: In our study, we examined thirteen hips of twelve patients treated with SCFE and evaluated mid-term results.
RESULTS: All of our patients were male with the mean age of 11.8 (7-15). The mean slip angle was calculated as 43.20 (range 26-70), and the average length of follow-up was 19 months (range 14-29 months). The average body mass index was found 26.8 (range 24.4–29.7) and 11 patients were overweight (91.7%). With regard to ambulation, 7 patients had stable SCFE (58.3%) and 5 had unstable SCFE (41.6%). According to the Southwick classification, the average sliding degrees of the patients were 43.2 (range 26–70). Fixation was performed with a single cannulated screw for all patients. No patients were applied screws to the opposite hip for prophylactic purposes. Loss of reduction was not observed in any of our patients who we followed up for a mean of 19 months (range 14 to 29). In radiological follow-ups, SCFE was not observed in the opposite hip of any patient. Postoperative range of motion was normal in all patients. Shortness and limping were not observed in any case.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We suggest that in SCFE cases requiring urgent surgery, mild reduction can be considered and subsequent osteosynthesis with a single screw is a sufficient treatment.
Makale Özeti

5.
Periferik vasküler hastalıkların hibrit yöntem ile tedavisinin retrospektif olarak değerlendirilmesi
Our hybrid approach in the treatment of peripheral vascular diseases
cihan yücel, mete gursoy, Serkan Ketenciler, Burçin Çayhan Karademir, Nihan Kayalar
Sayfalar 158 - 161
GİRİŞ ve AMAÇ: Periferik arter hastalığı, 50 yaşın üzeri popülasyonda yaklaşık % 13 oranında görülmesi ile önemli bir sağlık problemidir. Endovasküler girişimler birçok hastada tek tedavi olarak başarılı sonuçlar vermesine rağmen, kompleks periferik vasküler hastalık vakalarında, hedef ekstremitelerin tam revaskülarizasyonunu sağlamak için eşlik eden cerrahi girişimler gerekli olabilir. Bu çalışmada hibrid periferik vasküler cerrahi girişim planlanan 21 hastanın erken dönem sonuçlarını sunmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2018 ve Haziran 2018 tarihleri arasında hibrid yöntem uygulanarak tedavi ettiğimiz 21 hasta çalışmaya alındı. Hastaların birinde öncelikli olarak endovasküler girişim 1 ay sonrasında açık cerrahi uygulandı. Diğer tüm hastalarda eş zamanlı olarak endovasküler ve cerrahi işlem uygulandı.
BULGULAR: Hastaların 15’i erkek (% 71,4 ), 6’sı kadındı (% 28,6). Yaş aralığı 52 - 75 yıl olan hastaların yaş ortalamaları 61,95 ± 7,88 yıl olarak hesaplandı. Hastaların lezyon olan ekstremitelerinde ortalama ayak-kol indeksi değerleri 0,25 ± 0,12 olarak ölçüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kompleks periferik arteryal lezyonları olan hastalara uygulanacak olan hibrid yöntem distal ve proksimal akımı arttırmaları sebebiyle hastalara mümkün olan en fazla yararı sağlamaktadır.
INTRODUCTION: Peripheral arterial disease is an important health problem with an incidence of approximately 13 % in the population over 50 years of age. Although endovascular interventions provide successful results as sole treatment in many patients, in complex peripheral vascular disease cases concomitant surgical interventions may be necessary to provide complete revascularization of the target extremities.In this study, we aimed to present the early results of 21 patients who underwent hybrid peripheral vascular intervention
METHODS: 21 patients who underwent hybrid procedures for peripheral arterial disease between January 2018 and June 2018 were included in the study.One of thepatientsunderwentopensurgeryprimarilyandthanendovascularinterventionappliedafter 1 monthtosurgery. Endovascularandsurgicalprocedureswereperformedsimultaneously in allotherpatients.
RESULTS: Fifteen of the patients were male (71.4 %), and 6 were female (28.6 %). The mean age of patients was 61.95 ± 7.88 years, with an age range of 52-75 years.The average ankle-brakial index of the target extremity was 0.25 ± 0.12.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The hybrid procedures provide the best benefit possible for the complex arterial lesions with increase of both inflow and distal flow.
Makale Özeti

6.
Kolorektal Kanserli Hastalarda Preoperatif Karsinoembriyonik Antijen Pozitifliği ile Volüm Tabanlı PET/CT Parametrelerinin Karşılaştırılması
Evaluation Of Preoperative Carcinoembryonic Antigen Positivity In Relation To Volume-Based PET/CT Parameters In Patients With Colorectal Cancer
Yunus Güzel, Cihan GÜNDOĞAN, Canan Can
Sayfalar 162 - 166
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmamızda; kolorektal kanserli hastalarda preoperatif dönemde CEA pozitifliği ile volüm tabanlı PET/BT parametrelerini karşılaştırarak tümör yükü ile CEA pozitifliği arasında bir ilişki olup olmadığını tespit etmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza kolorektal kanseri tanısıyla PET/BT çekimi yapılmış ve eş zamanlı CEA ölçümü olan 87 hasta retrospektif olarak dahil edildi. CEA düzeyi ≥5 ng/ml pozitif kabul edildi. Opere olmuş veya kemoterapi/radyoterapi almış olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Bu hastaların FDG PET/BT görüntüleri kullanılarak SUVmax, MTV ve TLG değerleri hesaplandı.
BULGULAR: Hastaların 43 (49.4%)’ ünde CEA pozitif olarak saptandı. Hastalarda tespit edilen primer lezyonların 40’ı (46%) rektumda, 19’u (21.8%) sigmoid kolonda, 14’ü (16.1) çıkan kolonda, 9’u (10.3%) inen kolonda, 3’ü (3.4%) transvers kolonda, 1’i (1.1%) hepatik fleksurada, 1’i (1.1%) ise inen-sigmoid kolon bileşkesinde idi. Primer lezyonun izlendiği bağırsak segmenti ile CEA pozitifliği arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi (p: 0,878). Primer tümörün SUVmax, MTV ve TLG değerleri değerleri ile CEA pozitifliği arasında da yine istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi (p değerleri sırasıyla p: 0,611, p: 0,980, p: 0,527)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kolon kanserinde preoperatif dönemde CEA pozitifliği ile volüm tabanlı PET/BT parametreleri (MTV ve TLG) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki gösterilememiştir. CEA pozitifliği preoperatif dönemde tümör yükünden bağımsız bir şekilde düşük tanısal etkinliğe sahiptir.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to determine whether there is a relation between tumor load and CEA positivity by comparing CEA positivity and volume-based PET/CT parameters of patients with colorectal cancer in the preoperative period.
METHODS: A total of 87 colorectal cancer patients who underwent PET/CT scan between January 2018 and December 2019 and also had simultaneous CEA measurements were retrospectively included in our study. CEA level ≥ 5 ng /ml was accepted as positive. Patients who were operated or received chemotherapy/radiotherapy were excluded from the study. SUVmax, MTV and TLG values were calculated using FDG PET/CT images of these patients.
RESULTS: CEA was positive in 43 (49.4%) patients. The site of the primary lesion was rectum in 40 (46%) cases, sigmoid colon in 19 (21.8%) cases, ascending colon in 14 (16.1%) cases, descending colon in 9 (10.3%) cases, transverse colon in 3 (3.4%) cases, hepatic flexure in 1 (1.1%) case and descending-sigmoid colon junction in 1 (1.1%) case. No statistically significant association was noted between the intestinal segment of primary lesion and CEA positivity (p: 0.878). There was also no statistically significant difference between SUVmax, MTV and TLG values of the primary tumor and CEA positivity (p values, p: 0.611, p: 0.980, p: 0.527 respectively).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In preoperative period of colon cancer, there was no statistically significant relation between CEA positivity and volume-based PET/CT parameters (MTV and TLG). CEA positivity in the preoperative period has low diagnostic effectiveness independent of tumor burden.
Makale Özeti

7.
İlk Epileptik Nöbet COVİD-19 bulgusu mudur?
Is a First Epileptic Seizure a COVID-19 Finding?
sibel üstün özek, Asim Kalkan, Elif Ünal, Serap Üçler
Sayfalar 173 - 177
GİRİŞ ve AMAÇ: Yeni koronavirus hastalığı (COVİD-19 ’un solunumsal yakınmaların yanısıra nörolojik bulgularla da prezente olabildiği bilinmektedir. Çalışmamızın amacı nörolojik bulgu olarak ilk epileptik nöbetle başvuran olgulardaki COVİD-19 oranını araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 11 Mart-30 Mayıs 2020 tarihleri arasında hastanemiz Acil Tıp Kliniği'ne nöbet şikayeti ile başvuran olgular çalışmaya dahil edildi. 90 olgunun 32 tanesi (%35,5)i ilk nöbet olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, tıbbi öyküleri, komplikasyonları, tedavileri ve nöbetler için risk faktörlerinin varlığı laboratuvar bulguları klinik özellikler ve görüntüleme bulguları ile ilgili veriler kaydedildi.
BULGULAR: İlk nöbetli olguların 19 u erkek ve 13 tanesi kadındı. Ortalama yaşları 49,5 (min: 18,max: 89 ) idi. İlk nöbetle başvuran olgulardaki COVİD-19 oranı %31,25 ti. 10 nöbetin 6’sı fokal ya da sekonder özellikteydi. İlk nöbetle başuran hastalardan %80 inde risk faktörü tespit edilmiş olup %20 olguda risk faktörü saptanmadı. Tüm olgularda COVİD-19 tanısı nöbet ile başvurmaları sonucu kondu. Yoğun bakım yatışı %30, mortalite oranı %20 olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İlk nöbetle gelen olgular içinde COVİD-19 oranı yüksektir. Nörolojik semptom olarak nöbetle gelen olguları başka solunumsal ve sistemik semptom olmadan da COVİD-19 açısından değerlendirmek ve gerekli olan tetkik ve tedaviyi planlamak uygun olacaktır.
INTRODUCTION: It is known that coronavirus disease-2019 (COVID-19) can manifest with neurologic findings in addition to respiratory symptoms. The objective of our study was to investigate the rate of patients with COVID-19 who presented with a first epileptic seizure as a neurologic finding.
METHODS: Patients who presented to our hospital’s emergency department between March 11th and May 30th, 2020, reporting a seizure were included in the study. Thirty-two of 90 (35.5%) were considered as first seizures. Data relating to the patients’ demographic characteristics, their medical history, complications, the presence of risk factors relating to their treatment and seizures, laboratory findings, clinical properties, and imaging findings were recorded.
RESULTS: Of the patients with first seizures, 19 were men and 13 were women. Their mean age was 49.5 (min: 18, max: 89) years. The percentage of patients with COVID-19 that presented with a first seizure was 31.2% (n=10). A risk factor was identified in eight (80%) patients who presented with a first seizure; no risk factor was found in two (20%) patients. In all patients, COVID-19 was diagnosed as a result of their presentation with a seizure. The intensive care requirement rate was found as 30% (n=3), and two patients died (20%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The rate of COVID-19 among patients arriving with a first seizure is high. It would be appropriate to consider patients arriving with a seizure without any other respiratory or systemic issues as being related to COVID-19 and plan the necessary analyses and treatment.
Makale Özeti

8.
Miyotonik Distrofi Tip 1 Hastalarında Optik Koherens Tomografi Bulguları
Optic Coherence Tomography Findings in Patients with Myotonic Dystrophy Type 1
Onur Akan, BURAK ERDEN
Sayfalar 178 - 182
GİRİŞ ve AMAÇ: Miyotonik distrofi tip 1 (DM1) cytosine-thymine-guanine (CTG) trinükleotid tekrarının neden olduğu miyotoni ve progresif kas güçsüzlüğü ile karakterizedir ve erişkinlerde en sık görülen kas distrofisidir. DM1'de çeşitli oküler anormallikler, özellikle katarakt iyi bilinmesine rağmen, retina dejenerasyonu, epiretinal membran ve maküler dejenerasyon gibi retina tutulumu ile ilgili az sayıda çalışma ve vaka raporu vardır. Bu çalışmada DM1 tanısı ile nöromüsküler polikliniğinde izlenen hastalarda optik koherens tomografi (OKT) ile retina tutulum bulgularının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu prospektif kesitsel çalışmaya genetik olarak tanısı doğrulanmış 18- 65 yaş arasında 20 DM1 hasta dahil edildi. Kontrol grubu, hasta grubuna benzer yaş ve cinsiyet dağılımına sahip sağlıklı bireylerden oluşturuldu. Diabetes mellitus, diyabetik retinopati, glokom ve geçirilmiş katarakt ameliyatı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. MIR ölçekleri nörolojik muayenelerindeki miyotoni ve kas güçsüzlüğünün dağılım bulgularına göre değerlendirildi. Hastalar bir retina uzmanı tarafından yapılan oftalmolojik ve fundus muayenesi sonrası maküla ve optik sinir morfolojisini incelemek için Optik Koherens Tomografi (OKT) ile değerlendirildi.
BULGULAR: Ortalama santral maküla kalınlığı (CMT) kontrol ve çalışma gruplarında 275,52 ± 40,31 ve 262,76 ± 9,06 idi (p = 0,09). Subfoveal koroid kalınlıkları (SFCT) çalışma grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (341,8 ± 95,04'e karşı 279,59 ± 46,65; p = 0,002). Ortalama RSLT gruplar arasında anlamlı farklılık göstermedi (103,6 ± 14'e karşı 101,3 ± 12; p = 0,12). DM1 hastalarının hiçbirinde epiretinal membran tespit edilmedi. CMT, SFCT ve MIR evreleri arasında ilişki bulunmadı (p <0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Miyotonik distrofi tip 1 ile ilişkili görme bozukluklarına sadece katarakt değil, aynı zamanda retina bozuklukları da neden olabilir. OKT incelemesi, DM1 hastalarında rutin oftalmolojik değerlendirmenin bir parçası olarak faydalı olabilir.
INTRODUCTION: Myotonic dystrophy type 1 (DM1) is characterized by myotonia and progressive muscle weakness caused by cytosine-thymine-guanine (CTG) trinucleotide repeat and is the most common muscular dystrophy in adults. Although various ocular abnormalities, especially cataracts, are well known in DM1, there are few studies and case reports on retinal involvement, such as retinal degeneration, epiretinal membrane, and macular degeneration. In this study, it was aimed to investigate the retinal involvement findings using optical coherence tomography (OCT) in patients who were followed up in the neuromuscular outpatient clinic with a diagnosis of DM1.
METHODS: In this prospective cross-sectional study, 20 patients with genetically confirmed DM1 aged 18-65 years were included. The control group was formed from healthy individuals with a similar age and gender distribution to the patient group. Patients with diabetes mellitus, diabetic retinopathy, glaucoma and previous cataract surgery were excluded from the study. MIR scales were evaluated according to the distribution findings of myotonia and muscle weakness in neurological examinations. Patients were evaluated with Optical Coherence Tomography (OCT) to examine macula and optic nerve morphology after ophthalmologic and fundus examination performed by a retinal specialist.
RESULTS: Mean central macular thickness (CMT) was 275,52 ± 40,31 and 262,76 ± 9,06 in the control and study groups (p=0.09). Subfoveal choroidal thicknesses (SFCT) was significantly higher in the study group (341,8 ± 95,04 vs 279,59 ± 46,65; p=0.002). The mean RNFL did not differ between groups significantly (103,6 ± 14 vs 101,3 ± 12; p=0.12). No epiretinal membrane was detected in any of the DM1 patients. No correlation was found between CMT, SFCT and MIR stages (p <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Visual disturbances associated with myotonic dystrophy type 1 might be caused not only by cataract but also by retinal disorders. OCT examination might be beneficial as part of the routine ophthalmologic evaluation in DM1 patients.
Makale Özeti

9.
COVID-19 salgını sırasında bir pandemi hastanesinde çalışmak: Mevcut Koşullar ve Depresyon, Kaygı, Stres Düzeyleri
Working in a pandemic hospital during COVID-19 outbreak: Current Conditions and Depression, Anxiety, Stress Levels
Özlem Polat, Filiz Coşkun
Sayfalar 183 - 191
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 salgını ile mücadelede aktif rol alan sağlık çalışanları, kendilerinden beklenen yüksek performans nedeniyle öfke ve endişe yaşayabilmekteler. Çalışmamızda pandemik hastane koşullarında çalışmanın sonuçlarının sağlık çalışanlarının psikolojik durumunu nasıl etkilediğini ortaya çıkarmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Pandemi hastanesinde ön saflarda çalışan 446 sağlık çalışanı çalışmaya dahil edildi. Veri toplama araçları olarak temel demografik veriler, COVID-19'a maruz kalma riskleri ve Depresyon-Anksiyete-Stres Ölçeği (DASS-21) soruları kullanıldı. Formlar online olarak teslim edildi ve yanıtlar bu şekilde toplandı.
BULGULAR: COVID-19 tanılı hasta ile temas kuran 384 (% 86,1) sağlık çalışanı'nın DASS-21 skoru, hastayla temas etmeyen sağlık çalışanlarına göre daha yüksek bulundu. DASS-21 puanlarını değerlendirdiğimizde kadınlarda (p <0,01), meslektaşları arasında COVID-19 tanısı alan hastane çalışanlarında (p <0,01) ve herhangi bir akrabası COVID- 19 olan hastane çalışanlarında yüksek bulundu. Meslek grubu olarak hemşirelerin (p <0,05) ve bekar hastane çalışanlarının kaygı puanları da yüksek bulundu (p <0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Dünya COVID-19 salgınıyla savaşmaya devam ederken, sağlık çalışanları bu yoğun süreçten duygusal olarak etkilenmekte. Tüm sağlık çalışanlarını kapsayacak psikososyal destek ve müdahalelerin sağlanması karar vericiler tarafından hedef alınmalıdır.
INTRODUCTION: Health workers (HCW), who take an active role in combating the COVID-19 epidemic, may experience rage and anxiety due to the high performance expected from them. In our study, we aimed to reveal how the results of working in a pandemic hospital conditions affect the psychological status of healthcare professionals.
METHODS: 446 healthcare workers,working front line in pandemic hospital, were included the study. Questions including basic demographic data, exposure risks to COVID-19 and Depression-Anxiety-Stress Scale (DASS-21) were used as data collection tools. The forms were delivered online and the responses were collected this way.
RESULTS: DASS-21 scores of 384 (86.1%) HCW who contacted with the patient diagnosed with COVID-19 were found to be higher than HCW who did not contact the patient. When we evaluated the scores of DASS-21, it was found higher in women (p<0,01), in hospital workers diagnosed with COVID-19 among their colleagues (p <0.01) and in hospital employees with any relatives with COVID-19. Anxiety scores of nurses (p<0,05) and single hospital workers as a profession group were also found high (p <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: While the world continues to fight the COVID-19 outbreak, healthcare workers are emotionally affected this intense process. Providing psychosocial support and intervention to cover all healthcare professionals should be targeted by decision-makers.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
10.
Anoftalmik sokete bağlı üst göz kapağı sulkus deformitesinin dermis yağ grefti ile volumetrik düzeltilmesi
Volumetric rejuvenation of deep superior sulcus in the eyelid due to an anophthalmic socket with a dermis fat graft
Mehmet Serhat Mangan
Sayfalar 192 - 194
Anoftalmik soket hastalarında orbital dokuların zamanla fibrozisine bağlı enoftalmi, sığ forniks ve derin üst göz kapağı sulkusu oluşabilmektedir. 42 yaşında kadın hasta polikliniğimize sağ göz üst kapaktaki çökük görünüşten memnuniyetsizliği nedeniyle başvurmuştu. Daha öncesinde evisserasyon cerrahisi uygulanan ve yaklaşık 30 yıldır göz protezi kullanma öyküsü mevcut olan hastanın göz muayenesinde sağ göz üst göz kapağında derin sulkus deformitesi mevcuttu. Hastaya dermis yağ grefti ile üst göz kapağı sulkus deformitesi onarımı uygulandı. Ameliyat sonrası kontrol muayenesinde üst göz kapağı sulkus deformitesinin belirgin şekilde düzeldiği izlendi. Sonuç olarak, anoftalmik soket hastalarında gelişen intrakonal veya ekstrakonal hacim kaybını düzeltmek için dermis yağ greftleri alternatif ve güvenilir bir yöntem olarak kullanılabilir.
Enophthalmos, a shallow fornix, and a deep superior sulcus in the eyelid may be encountered in patients with an anophthalmic socket due to the gradual fibrosis of the orbital tissues. A 42-year-old female presented to our clinic because of dissatisfaction with the sunken appearance of the right upper eyelid. She had undergone evisceration surgery in the past and had been using a prosthesis in the right eye for the last 30 years. The ophthalmic examination revealed a deep superior sulcus deformity of the right eyelid. A dermis fat graft was placed together with volumetric correction of the right upper eyelid sulcus deformity. There was significant rejuvenation of the upper eyelid sulcus deformity on the postoperative follow-up examination. In conclusion, dermis fat grafts can be used as a safe alternative method for volumetric correction of the intraconal or extraconal volume loss that develops in patients with anophthalmic socket.
Makale Özeti

11.
Kafa Tabanının Agresif Multikompartmental Venöz Vasküler Malformasyonunun Görüntüleme Bulguları
Imaging Findings Of An Aggressive Multicompartmental Venous Vascular Malformation of The Skull Base
Okan İnce, Berrin Erok, Tanju Kisbet, Eyup Kaya, naciye kis, Serkan Arıban, Cem Comunoglu, Hakan Önder
Sayfalar 195 - 198
Primer vasküler lezyonlar vasküler neoplazmalar ve vaskular malformasyonlar (VM) olarak sınıflandırılır. Venöz VM, tahmini görülme sıklığı % 1 olan en sık görülen VM türüdür. Hemanjiyomdan sonra baş ve boyun bölgesinde en sık görülen venöz anomalidir ancak kafa tabanında nadiren rastlanır. Bizim vakamızda olduğu gibi ekspansil büyüme paterni ile komşu yapıları invaze ederek doku boşluklarına nüfuz edebilir ve böylelikle multikompartmental yerleşim ile presente olabilir. Başlıca sol orbital şişlik şikayeti ile başvuran 12 yaşındaki bir kız çocuğunda ağırlıklı olarak sol infratemporal fossayı dolduran ancak aynı zamanda diğer çeşitli kompartmanlara da uzanan agresif bir kafa tabanı venöz VM unu sunuyoruz.
The primary vascular lesions are classified as vascular neoplasms and venous malformations (VMs). Venous VM is the most frequent type of VMs with estimated prevalence of 1%. It is the most common venous anomaly in the head and neck region after hemangioma, but it is rare to be encountered in the skull base. They may have an expansile growth pattern with permeation into the tissue spaces by invading the adjacent structures and thus present with multicompartmental occupation, as in our case. We present an aggressive venous VM of the skull base occupying predominantly the left infratemporal fossa but also extending into various other compartments in a 12 year old girl presented with the chief complaint of left orbital swelling.
Makale Özeti

12.
Ekrin Porokarsinoma: Olgu Sunumu
Eccrine Porocarcinoma: A Case Report
Ahmet Bahadır Göktaş, Özben Yalçın, Elif Moustafa
Sayfalar 199 - 202
Ekrin porokarsinoma ter bezi yönünde diferansiye olan nadir görülen ancak malign ter bezi tümörleri içerisinde en sık görülen malign bir tümördür. De novo veya poroma zemininden gelişebilir. Daha çok yaşlı hastalarda görülür ve en sık yerleşim yeri alt ekstremite, gövde, baş-boyundur. Biz de nadir görülen, diğer antitelerin hem klinik hem histomorfolojik olarak ayırıcı tanısında önemli bir yeri olan bu antiteyi bir olgu ve literatür bilgileri eşliğinde sunduk.
Eccrine porocarcinoma is a rare but most common malignant tumor among malignant sweat gland tumors that differ in the sweat gland. It can develop from de novo or poroma ground.It is mostly seen in elderly patients and the most common location is lower limb, trunk, head and neck. We presented this rare entity, which has an important place in the differential diagnosis of other antitities, both clinically and histomorphologically, with a case and literature information.
Makale Özeti

EDITÖRE MEKTUP
13.
Yayınlanan Makalelerdeki Radyolojik Görüntülerin Kalitesi ve Uygunluğu
Radiological Figure Quality and Compatibility in Published Articles
Serkan Arıbal, Eyüp Kaya, Tanju Kısbet, Hakan Önder
Sayfa 203
Makale Özeti