Cilt: 31  Sayı: 4 - 2015
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
İnce iğne aspirasyon biyopsisinin parotis kitlelerinin tanısındaki yeri
The role of fine needle aspiration biopsy in the diagnosis of parotis masses
İmran Aydoğdu, Ziya Saltürk, Yavuz Uyar, Güven Yıldırım, Çağlar Çakır, Enes Ataç
doi: 10.5222/otd.2015.1014  Sayfalar 175 - 178
AMAÇ: Parotis ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) sonuçları ile opere edilen vakaların histopatolojik sonuçları karşılaştırılarak, parotis lezyonlarının değerlendirilmesinde İİAB’ nin tanısal değerinin incelenmesidir.
YÖNTEMLER: 2009-2014 yılları arasında parotis kitlesi nedeniyle opere edilen 128 hastanın preoperatif İİAB ile postoperatif histopatolojik sonuçları karşılaştırıldı. İİAB’nin tanı koydurucu bir test olarak duyarlılık ve özgüllük oranları incelendi.
BULGULAR: Hastaların 84’ü erkek (%65,6), 44’ü kadın (%34,3) olup yaş ortalaması 48 ( 13-76 yaş arası) idi. İİAB, 128 hastanın16 sında yetersiz olarak değerlendirildi (%12). 112 hastanın 96’sında İİAB benign olarak değerlendirildi. Bunların 88’nin postoperatif histopatolojisinde benign olarak tanı kondu. (%91). Histopatolojik olarak doğrulanan lezyonların değerlendirilmesinde, hastalarımızdaki duyarlılık %75, özgüllük ise %95.4 olarak bulundu. Pozitif prediktif değer (PPD) ve negatif prediktif değer (NPD)’ ler sırasıyla %75 ve %87.5 olarak saptandı; doğruluk ise %85,7 idi.
SONUÇ: İnce iğne aspirasyon biyopsisinin etkili ve güvenli bir teşhis yöntem olarak parotis bezi kitlelerinin preoperatif incelemesinde yapılması önerilir.
OBJECTIVE: To determine the utility of fine needle aspiration biopsy (FNA) in the evaluation of parotit lesions by comparing the results of preoperative FNA and postoperative pathology report results
METHODS: Data from 128 patients who were operated for parotid masses and on who underwent preoperative FNA was analyzed retrospectively between 2009-2014. Specificity and sensitivity values of FNA were calculated.
RESULTS: 84 of the patients were male (%65,6) and 44 were female (%34,3). Mean age was 48 (range: 13-76). FNA was insufficient in 16 of the 128 patients (%12). 96 of the other 112 patients were reported as benign. 88 of these (%91) were confirmed by postoperative histopathology. Of the 16 patients who were reported as malignant by FNA, 12 of them were confirmed postoperatively (%75). In evaluating histopathologically confirmed lesions, the absolute sensitivity in our patients was %75 and the specificity was %95,4. The positive predictive and the negative predictive values were %75 and %87,5 respectively. The accuracy rate was %85,7.
CONCLUSION: Fine needle aspiration biopsy(FNA) is a reliable diagnosing method and it is important to determine of the treatment of parotid masses in the preoperative period.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
Akut Koroner Sendromlu Hastalarda Ürik Asit Düzeyi ile Risk Faktörlerinin ve Komplikasyonların İlişkisi
Association Between Uric Acid Levels and Complications and Risk Factors in Patients with Acute Coronary Syndrome
Gülru Ulugerger Avcı, Ayşen Helvacı, Yunus Avcı, İsmail Polat Canbolat, Murat Dursun
doi: 10.5222/otd.2015.1015  Sayfalar 179 - 183
AMAÇ: Çalışmamızda risk faktörü olduğunu düşündüğümüz kan ürik asit düzeyinin akut koroner sendromlar üzerine olan etkilerini araştırdık.
YÖNTEMLER: 20 Aralık 2012- 20 Şubat 2013 tarihleri arasında Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Koroner Yoğun Bakım Ünitesinde ve Dahiliye Kliniklerinde akut koroner sendrom tanısıyla yatmış kişilerin dosyaları retrospektif olarak tarandı. 18 yaş üstü toplam 117 vaka ile yaş, cinsiyet ve kronik hastalıklar bakımından hasta grubuyla benzer nitelikte 35 kişi kontrol grubu olarak çalışmaya alındı. Alt gruplara da ayrılan vaka grubu ve kontrol grubu yaş, cinsiyet, biyokimyasal parametreler, ek hastalıklar, komplikasyonlar ve ürik asit düzeyleri karşılaştırıldı.
BULGULAR: Vakalarda ortalama ürik asit düzeyi 6,10±1,80 mg/dl saptandı ve vakaların 39’unda (%33.3) yüksek tespit edildi. Kontrol grubu hastalarının ortalama ürik asit düzeyi 6,47±2,16mg/dl saptandı ve hastaların %45.7’sinde yüksek tespit edildi. Ürik asit yüksekliği gruplar arası karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Ancak kalp yetersizliği mevcut olan hastalarda akut koroner sendrom sonrası ürik asit yüksekliği tespit edildi ve istatiksel olarak anlamlı bulundu.
SONUÇ: Ürik asit ile akut koroner sendrom arasında doğrudan bir ilişki bulunmadığı görüşündeyiz. Sadece kalp yetersizliği olan hastalarda ürik asit düzeyleri kalp yetersizliği olmayanlara oranla yüksek bulundu. Bu sonucun kalp yetersizliğinde kullanılan ilaçlarla ya da böbrek kanlanma bozukluğu ile ilişkili olabileceği kanısındayız.
OBJECTIVE: In our study, investigation of the effects of blood uric acid level in acute coronary syndromes was aimed.
METHODS: The charts of the patients diagnosed with acute coronary syndrome in Coronary Intensive Care Unit and İnternal Medicine Clinic of Okmeydani Training and Research Hospital between October 2012 and February 2013 were retrospectively reviewed. A total of 117 cases of acute coronary syndrome over the age of 18 were included in the study. At the same time, age, sex, and with a group of patients with similar characteristics in terms of chronic diseases, internal workshops lying 35 cases were included in the study. Sub-groups and control groups according to the findings in patient charts were compared in terms of age, sex, biochemical parameters, comorbidities, complications, and blood uric acid level.
RESULTS: Average uric acid value in patients with acute coronary syndrome was 6.10 ± 1.80 mg / dL. 39 patients demonstrated (33.3%) high urid acid levels. Average uric acid levels in control group patients was 6.47 ± 2.16 mg / dl and 45.7% of control group patients showed high levels of blood uric acid levels. High uric acid levels was not statistically different between the groups. However, acute coronary syndrome in patients with previous heart failure resulted in high uric acid levels and this was found statistically significant.
CONCLUSION: We think that there was no direct association between uric acid levels and acute coronary syndrome. Just, we found higher uric acid levels in patients with heart failure. We think that this result may be associated with the drugs which were used for heart failure or renal perfusion disorder.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Çalışan Hemşirelerin Hasta Düşmelerine Yönelik Aldıkları Önlemlerin Değerlendirilmesi
The Evaluation of the Measures Taken by the Nurses Against the Risk of Patient Falls in Okmeydani Training and Research Hospital
Dilek Özdemir Ürkmez, Hacer Özkul Özel, Emine Sertoğlu, Leman Çelik Çevik, Semra Koç, Sevgi Demiray, Zahide Cebeci
doi: 10.5222/otd.2015.1016  Sayfalar 184 - 188
AMAÇ: Hasta güvenliği, kaliteli sağlık hizmetinin en önemli göstergelerinden biridir. Araştırmalar, hasta güvenliğini tehdit eden tıbbi hataların büyük kısmının sisteme bağlı olduğunu göstermektedir. Hastanelerde hasta güvenliğini tehdit eden durumlardan biri de çevresel ve bireysel faktörlerden kaynaklanan hasta düşme ve yaralanmalarıdır. Hastanelerde en sık görülen ikincil yaralanma nedenleri arasında düşmeler önemli bir yer tutmaktadır. Hastanelerde güvenli ortamın sağlanarak sürdürülmesi ile hastayı ikincil yaralanmalardan korumak hemşirenin en önemli yasal ve etik sorumluluklarından biridir. Çalışma Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde çalışan hemşirelerin kliniklerde yatan hastaların düşme riskine yönelik aldıkları önlemleri belirlemek amacı ile gerçekleştirildi.
YÖNTEMLER: Araştırmanın tasarımı, tanımlayıcı niteliktedir. Araştırmanın evrenini, Nisan 2014-Haziran 2014 tarihleri arasında, aynı eğitim ve araştırma hastanesinin yatan hasta kliniklerinde çalışan tüm hemşireler oluşturdu. Araştırmanın örneklemini ise evrenden basit rastgele örnekleme yöntemiyle seçilen, araştırmaya gönüllü 212 hemşire oluşturdu. Elde edilen veriler, SPSS programında, frekans ve yüzdelik, aritmetik ortalama, standart sapma ile değerlendirildi.
BULGULAR: Bulgular; araştırma kapsamındaki hemşirelerin %99‘u (n=210) çalıştığı bölümde hastanın düşmesini önlemeye yönelik bir düşme riski skalası kullandıklarını, %94,8’i (n=201) hastaların düşme riski yönünden değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğünü, %87,7’si(n=186) çalıştığı bölümde hasta ve/veya ailesine düşme riski konusunda eğitim verildiğini, ayrıca hasta düşmelerini önlemek için yaptıkları uygulamalarının sırasıyla %98,1 (n=208)yatak kenarlıklarının yükseltilmesi,%58,9 (n=125) hastanın yanında refakatçi bulundurmak olduğunu belirtmektedir.
SONUÇ: Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde çalışan hemşirelerin kliniklerde yatan hastaların düşme riskine yönelik aldıkları önlemlerin; hastanın düşmesini önlemeye yönelik bir düşme riski skalası kullanmak, hasta ve/veya ailesine düşme riski konusunda eğitim vermek, yatak kenarlıklarını yükseltmek, hastanın yanında refakatçi bulundurmak olduğunu belirlendi.
OBJECTIVE: Patient safety is one of the most important indicators of qualified health care. Research indicates that the majority of medical errors that threaten patient safety belong to the health care system. One of the situations that threaten patient safety in hospitals is also the falling and being injured of the patients arising from environmental and individual factors. Among the most common secondary cause of injury in hospitals, falling have an important place. It is one of the most important legal and ethical responsibilities of a nurse to protect the patients from secondary injury by providing a sustainable safe environment at hospitals.
METHODS: This is a descriptive study and aims to examine the precautions taken by the nurses working a training and research hospital, against to the risk of falling of the patients in clinical service. All the nurses working in inpatient clinic of same training and research hospital in the time being of April 2014 and June 2014 formed the population of the study. A total of 212 volunteer nurses selected by simple random sampling method formed the sample of the study. Data were analyzed in SPSS for frequency and percentage, mean, standard deviation.
RESULTS: Findings revealed that 99% of nurses surveyed (n = 210) used a scale for evaluate the risk of falling to prevent of the patients in their clinic; 94,8% of them (n = 201) thought the patients should be evaluated for the risk of falling; 87,7% of the participants (n=186) noted patients or their family are trained for the risk of falling in their department. Furthermore, the practices that they performed to avoid the patients’ falling down are noted; 98,1% of them (n=208) remarked raising the bed borders, 58,9% of the nurses (n=125) stated to keep the hospital attendant with the patient.
CONCLUSION: The result of evaluation of the measures taken by the nurses against the risk of patient falling was determined using a scale for the falling to prevent of the patients, education of patient and/or their family, raising the bed borders, stated to keep the hospital attendant with the patient in Okmeydani Training and Research Hospital.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Klinisyen hekimlerin iyonizan radyasyon ve radyolojik görüntüleme yöntemleri hakkında bilgi düzeyleri: kesitsel anket çalışması
Physicians' knowledge about ionising radiation and radiological imaging techniques: A cross sectional survey
Deniz Özel, Betül Duran Özel, Fuat Özkan, Deniz Akan, Özgür Özer, Ahmet Mesrur Halefoğlu
doi: 10.5222/otd.2015.1017  Sayfalar 189 - 193
GİRİŞ ve AMAÇ: Anket çalışmasında klinisyen hekimlerin iyonizan radyasyon, canlı dokular üzerindeki etkileri ve görüntüleme teknikleri konusunda bilgi düzeylerini ölçmek amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Okmeydanı ve Şişli Hamidiye Etfal hastanelerinde görev yapmakta olan 173 klinisyen hekimin iyonizan radyasyon ve canlı dokulara etkileri konusunda bilgi düzeyini ölçmek amacıyla gönüllü olanlara yüz yüze anket yöntemi ile 5 soru yöneltildi. Katılımcıların asistan veya uzman hekim oldukları, meslekte geçirdikleri süre kaydedildi.
BULGULAR: : Sorulara verilen doğru yanıt oranı % 13.8 ile % 89.5 arasında değişmekte idi. Ortalama başarı % 56.9 olarak gerçekleşti. Tüm sorulara doğru yanıt veren katılımcı sayısı 7 oldu. Asistan ve uzman hekimlerin bilgi düzeylerinin karşılaştırılmasında anlamlı fark bulunmadı. Meslekte geçirilen sürenin bilgi düzeyine etkisi olmadığı görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ankete katılan klinisyen hekimler vücut dokularının iyonizan radyasyon duyarlılığı, radyolojik yöntemlerin içerdiği dozlar ve çocukların radyasyona olan duyarlılıkları konularında kabul edilebilir düzeyde bilgi sahibi olmalarına karşın iyonizan radyasyonun mutajenik-karsinojenik etkisinin minimal dozda bile görülebileceği gerçeğinin klinisyen hekimler arasında iyi bilinmediği söylenebilir.
INTRODUCTION: With our public survey we aimed to measure knowledge level of physicians about ionising radiation and its effects on living tissues.
METHODS: To measure knowledge level about ionising radiation and its effects on living tissues 5 questions asked to clinican individuals if they are volunteer by using face to face public survey. Their position as assistant or specialist and time spent on work were recorded.
RESULTS: Overall success rates were changing between 13.8 % to 89.5 % with average of 56.9 %. 7 individuals answered all questions correctly. There was not statistically significant difference between knowledge level of assistant and specialist physicians. There was not statistically significant effect of total time spent in occupation.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Despite of physicians knowledge level about sensitivity of radiation sensitivity of tissues, radiation doses of radiological modalities and radiation sensitivity of children was acceptable; knowledge level about even tho minimal dose of radiation can cause carsinogenic and mutagenic effects was not enough.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Tiroid Bezi Nodüllerinin Sono-morfolojik ve Renkli Doppler Ultrasonografi özelliklerinin Benign-Malign Ayrımındaki Rolü: Ultrasonografi Eşliğinde İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi Sonuçlarının Retrospektif Analizi
The Role of Sono-morphologic and Color Doppler Ultrasound Properties of Thyroid Nodule in Differantiation of Malignant and Benign: Retrospective Analysis of Ultrasonography Guided Fine Needle Aspiration Biopsies
Deniz Özel, Fuat Özkan, Betül Duran Özel, Yüksel Demir, Özgür Özer, Zafer Ünsal Çoşkun
doi: 10.5222/otd.2015.1018  Sayfalar 194 - 198
AMAÇ: Retrospektif çalışmamızda tiroid nodüllerinin sonomorfolojik ve Renkli Doppler Ultrasonografi özelliklerinin nodülün benign-malign ayırımındaki rolünün saptanması amaçlandı.
YÖNTEMLER: Kliniğimizde 205 tiroid nodülüne USG eşliğinde ince iğne aspirasyon biopsisi uygulandı. Sitolojik tanılar benign,malignite şüpheli ve yetersiz olarak sınıflandırıldı. Tüm olguların yaş, cinsiyet, nodüllerin sonomorfolojik ve Renkli Doppler Ultrasonografi özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Sitolojik değerlendirme sonucu 136 nodül (%66.3) benign, 42 nodül (%20.4) malignite şüpheli ve 27 si ise (%13) yetersiz materyal olarak rapor edildi. Çalışmamızda nodüle ait düzensiz sınır özelliği, mikrokalsifikasyon varlığı ve vaskülarite artışı malignite riskini istatistiksel olarak anlamlı oranda artırdığı görüldü. Ancak hasta yaşı,cinsiyet, ve diğer sonografik özellikler açısından anlamlı fark saptanmadı.
SONUÇ: Nodülün düzensiz sınırlı olması, mikrokalsifikasyon varlığı ve hipervasküler olması malignite olasılığını belirgin artırmaktadır. Ancak kesin tanı için ultrasonografi eşlikli ince iğne aspirasyon biyopsisi gereklidir.
OBJECTIVE: We aimed to this study was to evaluate the Sono-morphologic and color Doppler ultrasonography (CDUS) findings of patients with thyroid nodules and also to detect the role of these properties in differantiation between malignant and benign thyroid nodules with findings of ultrasonography guided fine needle aspiration biopsies.
METHODS: Our study included 205 ultrasonography guided thyroid nodule biopsies in 200 patients.The cytological results were classified as benign, suspicious for malignancy and inadequate material.Sono-morphologic and Color Doppler Ultrasound properties of thyroid nodules were retrospectively evaluated by the evaluation of the patient records according to their ages and gender.
RESULTS: Cytological results were reported as 136 (% 66.3) benign nodules, 42 (%20.4) malignant suspicious nodules, 27 (% 13) inadequate materials. Malignant thyroid nodules had microcalcifications, hipervascular and irregular border which were statistically significant. However there was no statistically significant difference found in age, gender, and the other sonographic features of nodules (p>0.05).
CONCLUSION: The presence of irregular border,microcalcifications, hypervascularity of the thyroid nodules, significantly increases the likelihood of malignancy. However, Fine needle aspiration biopsy is needed to obtain accurate diagnosis of the thyroid nodules.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Tibia plato kırıklarının cerrahi tedavisinde klinik sonuçlar
Surgical treatment results of tibial plateau fractures
Mehmet İşyar, Murat Tonbul, Üzeyir Tırmık, Selami Çakmak, Mahir Mahiroğulları, Kaan Erler
doi: 10.5222/otd.2015.1012  Sayfalar 199 - 206
AMAÇ: Tibia plato kırıklarının tedavisinde kullanılan cerrahi ile anatomik eklem redüksiyonu, uygun internal tespit ve mümkün olan en kısa sürede eklem hareketi sağlanmasının, klinik sonuçları nasıl etkilediğinin araştırılması amaçlandı.
YÖNTEMLER: Kliniğimizde, Mart 2003- Ocak 2007 tarihleri arasında cerrahi olarak tedavi edilen tibia plato kırıklı hastalar prospektif olarak, radyolojik ve klinik açıdan literatür eşliğinde değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların ortalama takip süresinin 28.55±24.1 ay olduğu raporlandı. Schatzker sınıflamasına göre 4 vaka tip 1, 7 vaka tip 2, 5 vaka tip 4, 1 vaka tip 6 kırığı idi. Schatzker tip 3 ve tip 5 kırığa rastlanmadı. Rasmussen Klinik Değerlendirme Kriterleri’ne göre ortalama skor 26 (17-30) iken, 9 (%53) hasta mükemmel, 7 (%41) hasta iyi, 1 (%6) hasta orta olarak değerlendirildi. Kötü sonuca rastlanmadı. Klinik olarak %94 başarı elde edildi. Resnic ve Niwayama Radyolojik Değerlendirme Kriterleri’ne göre ise, 1 (%6) hasta mükemmel, 6 (%35) hasta iyi, 4 (%24) hasta orta, 6 (%35) hasta kötü sonuç olarak değerlendirildi. Radyolojik olarak %41.1 başarılı sonuç elde edildi.
SONUÇ: Çalışma sonucunda, tibia plato kırıklarının tedavisinde cerrahi ile anatomik eklem redüksiyonu, uygun internal tespit ve mümkün olan en kısa sürede eklem hareketi sağlanmasının klinik sonuçları olumlu etkilediği görüldü.
OBJECTIVE: We aimed to evaluate the effect of anatomical joint reduction, appropriate internal fixation and early allowence of range of movement on clinical results in the surgical treatment of tibial plateau fractures.
METHODS: Patients treated surgically for tibial plateau fractures between March-2003 and January-2007 in our clinic were prospectively evaluated radiologically and clinically with respect to the literature.
RESULTS: Average follow-up time was 28,55±24,1 months. According to the Schatzker classification, 4 cases were type 1, 7 cases were type 2, 5 cases were type 4 and 1 case was type 6. There were no cases of type 3 and 5. According to the Rasmussen scoring system, average score was 26 (17-30) and 9 patients (53%) were evaluated as excellent, 7 patients (41%) as good, 1 patient (6%) as fair. There were no poor results. Clinical success was 94%. According to the Resnic and Niwayama Radiological Evaluation Criteria, 1 patient (6%) was evaluated as excellent, 6 patients (35%) as good, 4 patients (24%) as fair and 6 patients (35%) as bad. Radiological successful results were obtained in 41.1%.
CONCLUSION: We concluded that anatomical joint reduction, appropriate internal fixation and early allowence of range of movement has an affirmative effect on clinical results in the surgical treatment of tibial plateau fractures.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

DERLEME
7.
Platelet-zengin plazma terapisinde güncel gelişmeler
Current developments in platelet-rich plasma therapy
Tuba Tülay Koca
doi: 10.5222/otd.2015.1019  Sayfalar 207 - 210
Platelet-zengin plazma (PRP) kas-iskelet yaralanmalarında adjuvan tedavi olarak son zamanlarda popülarite kazanmış bir ortobiyolojiktir. Doku tamirini stimüle etme amaçlı klinik pratikte geniş bir alanda kullanılmaktadır. Hastanın kendi kanından elde edilmiş, içinde platelet konsantresi bulunan bir miktar fraksiyone plazmadır. Platelet α-granüllerin içinde: platelet-kökenli büyüme faktörü, transforming büyüme faktör β, insülin-benzeri büyüme faktör, vasküler endotel büyüme faktör ve epidermal büyüme faktör gibi doku tamir mekanizmalarında anahtar rol oynayan çeşitli büyüme faktörlerini içerir.

Günümüzde PRP enjeksiyonları ortopedik, kardiyovasküler cerrahi, kozmetik, fasiyo-maksiller cerrahi ve ürolojiyi içeren çeşitli uygulamalarda kullanılmaktadır. Elde edilen veriler PRP’nin özellikle tendon ve yara iyileşmesinde olmak üzere yumuşak doku tamirini artırmada yardımcı olabileceğini desteklemektedir. Ek olarak fasiyal yaşlanmada da efektif bir metod olarak değerlendirilmelidir. PRP’nin hazırlanışı, cerrahi sırasında uygulanması ve iyileşmeyi optimize etmek, çeşitli tekniklerin etkinliklerini değerlendirmek amaçlı yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
Platelet rich-plasma (PRP) is an orthobiologic that has recently gained popularity as an adjuvant treatment for musculoskeletal injuries. İt is being widely used in clinical practice with the aim of stimulating tissue repair. İt is a volume of fractionated plasma from the patient’s own blood that contain platelet concentrate. The platelets contain α-granules that are rich in several growth factors, such as platelet-derived growth factor, transforming growth factor-β, ınsulin-like growth factor, vascular endothelial growth factor and epidermal growth factor which play key roles in tissue repair mechanism.

Currently PRP injections are being used in various applications, including orthopaedics, cardiovascular surgery, cosmetics, facio-maxillary surgery and urology. Availiable data suggest that PRP may be helpful in enhancing soft-tissue repair, particularly for tendon and wound healing. Additionally it could be considered as an effective procedure for facial rejuvenation. New research is required to optimize its preperation and use during surgery, to evaluate effectiveness of various techniques to improve healing.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
8.
Kontrastlı ve Difüzyon Ağırlıklı Manyetik Rezonans Görüntülemenin Subdural Ampiyemde Önemi: Olgu Sunumu
The Importance of Contrast Enhanced and Diffusion-Weighted Magnetic Resonance Imaging at Subdural Empyema: Case Report
Arzu Ekici, Bülent Güçlü, Günhur Başıbüyük, Özlem Özdemir, Pınar Genç, Mehmet Ali Ekici
doi: 10.5222/otd.2015.1020  Sayfalar 211 - 213
Subdural ampiyem dura ve araknoid mesafede pürülan materyalin birikmesidir. Çocukluk çağında daha çok menenjite ikincil görülmektedir. Ateş, başağrısı, nöbet, bilinç değişikliği, hemiparezi gibi fokal nörolojik bulgular görülebilmektedir. Bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans görüntüleme (MRG) subdural ampiyem tanısında kullanılmaktadır. Kontrastlı kranial ve difüzyon MRG ile subdural ampiyemi subdural effüzyondan ayırmada çok daha etkin gözükmektedir. Subdural ampiyem tanı ve tedavinin gecikmesi durumunda yüksek morbidite veya mortaliteye neden olabilmektedir. Bu yazıda, menenjite sekonder subdural ampiyem gelişen, 13 yaşında kız hasta sunuldu.
Subdural empyema is a accumulation of pus between the arachnoid and dura matter. It is usually seen secondary to meningitis in childhood. Fever, headache, seizures, altered consciousness, focal neurological signs such as hemiparesis can be seen. Computed tomography and magnetic resonance imaging (MRI) are used in the diagnosis of subdural empyema. Contrast cranial and diffusion-weighted MRI seems to be much more effective in separating subdural empyema with subdural effusion. Subdural empyema in case of delay in diagnosis and treatment can lead to increased morbidity or mortality. In this article, we report a thirteen-year-old girl developed subdural empyema secondary to meningitis.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Situs İnversus Totalisli Hastada Laparoskopik Kolesistektomi: Olgu Sunumu
Laparoscopic Cholecystectomy in a Patient with Situs Inversus Totalis: Case Report
Buşra Burcu, Fatih Büyüker, Metin Leblebici, Mehmet Zeki Buldanlı, Orhan Alimoğlu
doi: 10.5222/otd.2015.1021  Sayfalar 214 - 216
Situs inversus ilk kez 1600 yılında Fabicius tarafından tanımlanan, embriyolojik yaşamın ikinci haftasında ortaya çıkan otozomal resesif geçişli bir anomalidir.(1) Safra kesesi ameliyatında, Prof.Med Erich Muhe’nin ilk kez 1985 yılında tanımlamış olduğu laparoskopik yaklaşımın altın standart olduğu artık tartışmasızdır.(2) Bu yazıda laparoskopik kolesistektomi uyguladığımız situs inversuslu hastayı sunmayı amaçladık.
Situs inversus is a rare autosomal recessive disorder in which comes about second week of embriyological life. The known human case was reported by Fabicius in 1600. Prof.Med Erich Muhe first described laparoscopic cholecystectomy in 1985.Since then, it has become the gold standart technique for gall bladder diseases. Here we report a case of situs inversus totalis succesfully treated laparoscpically choleystectomy.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Midede Yabancı Cisimler
Foreign Bodies in the stomach
Fatma Sirer, Faruk Çavdar, Halil Arslan, Emrah Uludağ, Ozan Aydın
doi: 10.5222/otd.2015.1022  Sayfalar 217 - 219
Gastrointestinal sistemin yabancı cisimleri önemli bir morbidite ve mortalite sebebi olabilir. Özellikle sivri uçlu, delici, kesici aletler tehlikeli olabilir. Yabancı cisim yutma bebeklik ve çocukluk çağında sık karşılaşılan bir durumdur. Erişkin dönemde ise kazayla veya psikiyatrik hastalarda karşımıza çıkan bir sorundur. Özofagusu geçebilen yabancı cisimler genellikle hasta tarafından rektal yoldan çıkartılabilir. Fakat alınan yabancı cisim fazla miktarda ise midede birikim yapabilir. Karın ağrısı ile kliniğimize başvuran hasta, 127 adet çivi, vida ve benzeri alet yuttuğundan ilginç bulunarak sunuma hazırlanmıştır.
Gastroıntestınal foreıgn bodıes can cause serıous morbidity and mortality. Especially pointed piercing, cutter toolls can be dangerous. Foreign body ingestion in infancy and childhood is a condition common. in adulthood, accidental, or in psychiatric patients is a problem encountered.
It is assumed that foreign bodies passing the esophagus will usually be able to leave gastrointestinal tract through rectum. But if taken too much foreign bodies can accumulate in the stomach. The patient was admitted to our clinic with abdominal pain. 127 of nails, screws and similar tools from the swallow has been prepared for the presentation interesting.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
5-Fluorourasile Bağlı Akut Koroner Sendrom: Olgu Sunumu
5-Fluorouracil Induced Acute Coronary Syndrome: Case Report
Aysu Timuroğlu, Adalet Özçiçek, Fatih Özçiçek, Zafer Küçüksu, Emin Murat Akbaş, Levent Demirtaş, Ufuk Kuyrukluyıldız, Kültigin Türkmen
doi: 10.5222/otd.2015.1023  Sayfalar 220 - 223
5-fluorourasil; kolon, meme ve üst gastrointestinal sistem tümörlerinde sık kullanılan bir kemoterapötik ajan olup anjina, miyokard infarktüsü, supraventriküler ve ventriküler aritmiler, akut pulmoner ödem, kardiyojenik şok, kardiyak arrest ve ani ölüm gibi ciddi, mortal seyredebilen yan etkileri vardır. Hem bolus hem de intravenöz infüzyon şeklinde verilebilir. Kardiyotoksisite fluorourasilin nadir görülen yan etkilerindendir. İskemik kalp hastalığı olanlarda 5-fluorourasil tedavisi esnasında dikkatli kardiyak monitorizasyon gerekli olup biz burada 5-fluorourasilin intravenöz infüzyonuna bağlı gelişen bir akut koroner sendrom olgusuna yer verdik.
5-Fluorouracil is a chemotherapeutic agent, frequently used in the treatment of colorectal, breast and upper gastrointestinal cancers that can cause angina, myocardial infarction, supraventricular and ventricular arrhythmias, acute pulmonary oedema, cardiogenic shock, cardiac arrest, and sudden death. The all side effects can be recorded in association with intravenous infusion or bolus administration of the drug. Cardiotoxicity is a rare side effect of 5-fluorouracil. Monitoring should be carefully done in all patients diagnosed with ischemic coronary artery disease. We mentioned about a case of acute coronary sydrome induced intravenosus infusion of 5-fluorouracil.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

12.
Pansitopeniyle gelen salmonella typhi olgusu
Salmonella typhi induced by pancytopenia
Murat Altay, Banu Böyük, Hande Atalay, Yavuz Ayar, Şerife Değirmencioğlu, Aslan Çelebi, İsmail Ekizoğlu
doi: 10.5222/otd.2015.1024  Sayfalar 224 - 226
Salmonellaya bağlı gelişen major klinik formlardan biri de enterik ateştir.19 yaşında yüksek ateş, karın ağrısı, bulantı-kusma şikayetleriyle kliniğimize başvuran bayan hastamızda daha önce literatürde sıklıkla rastlanmayan kan ve kemik iliği kültüründe salmonella üremesi olmuş ancak serolojik testlerde salmonella antikor titresinde pozitiflik saptanmamıştır. Uygulanan siprofloksasin ile sefaperazon antibiyoterapisiyle tedavi edilen bu olgumuzdan bahsedeceğiz.
Enteric fever is one of the major clinical forms associated by Salmonella. Salmonella has been seen, a rare case in the literature, in the blood and bone marrow cultures of 19 year-old patient who admitted to our hospital with high fever, abdominal pain, nausea, vomiting. However, antibody titer against Salmonella has not been detected in the serological tests. This case which was treated with antibiotheraphy, namely ciprofloxacin and cefoperazone.
Makale Özeti | Tam Metin PDF