Cilt: 29  Sayı: 2 - 2013
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Nazoalveolar Kist
Nasoalveolar Cyst
Ayşe Enise Göker, Mustafa Kuzdere, Güven Yıldırım, Ayşe Hatipoğlu, Yavuz Uyar, Gürcan Sünnetçi, Mehmet Vefa Kılıç
doi: 10.5222/otd.2013.063  Sayfalar 63 - 66
Nazoalveolar kistler, nadir görülen gelişimsel yapılardır. Genellikle tek taraflı olarak ortaya çıkarlar ve odontojenik kökenli değildirler. Bu çalışmada, Ocak 2009 ile Ekim 2009 tarihleri arasında Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Kliniği’nde nazoalveolar kist tanısı konulan beş olgu retrospektif olarak gözden geçirildi. Hastalar; cinsiyet, yaş, semptomlar, semptom süreleri, lezyonun yerleşimi, hastanede kalış süresi, klinik özellikler, histopatolojik bulgular, radyolojik bulgular, tedavi ve rekürrens açısından değerlendirildi. Nazoalveoloar kistlerin kadınlarda, yetişkin yaş gurubunda ve sol tarafta daha sık görüldüğü gözlemlendi. Hastaları hekime getiren şikayetler, nazolabial olukta şişlik ve yüzde asimetri idi. Tüm hastalarda kistler sublabial yaklaşım ile çıkarıldı ve tanı histopatolojik olarak doğrulandı. Hastalar postoperatif birinci günde taburcu edildi ve ortalama 9 aylık düzenli takiplerinde nüks ile karşılaşılmadı.
Nasoalveolar cysts are rare developmental structures. These lesions are usually unilateral and they are non-odontogenic. In the present study we performed a retrospective review of five cases with nasoalveolar cysts, who were diagnosed in Okmeydanı Training And Research Hospital Otolaryngology Clinic between January 2009 and October 2009. The patients were evaluated with respect to their gender, age, presenting symptoms, duration of symptoms, localization of the lesion, length of hospitalization, clinical features, histopathological findings, radiological findings, treatment option and recurrences. We found that nasoalveolar cysts had a higher incidence in women, adults, and on the left side of the face. The symptoms of the patients were swelling at the nasolabial sulcus and facial asymmetry. In all patients the cysts were excised through a sublabial approach and diagnosis was confirmed histopathologically. The patients were discharged on postoperative first day and no recurrence was encountered during a 9-month average follow-up period.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
Merkezimizdeki Sarkoidoz Olgularının Klinik Özellikleri ve Değerlendirilmesi, 7 Yıllık Tecrübemiz
Clinical Properties and Evaluation of Sarcoidosis Cases in our Center, Our 7 Years Experience
Sacit İcten, Nejat Altintas, Aysen Helvaci, Ekrem Aslan
doi: 10.5222/otd.2013.067  Sayfalar 67 - 71
AMAÇ: Sarkoidoz nedeni bilinmeyen sistemik granülomatöz bir hastalıktır. akciğerler en yaygın etkilenen organ olmasına rağmen, hastalık vücudun herhangi bir bölümünü tutabilir. Doğru tanı için klinik, radyolojik multimodal yaklaşım ve histopatolojik değerlendirilme önerilir. Çeşitli klinik seyir nedeni ile, standart tanı algoritması yoktur. Sarkoidoz kendiliğinden düzelebilir veya aynı kalabilir veya ilerleyebilir. Tedavisi standart değildir ve prognozu kolayca tahmin edilemez.
Bu çalışmada 7 yıl suresi içinde tanı koyduğumuz sarkoidozlu hastaların, klinik ve radyolojik özellikleri, tanı yöntemleri, laboratuar bulguları, organ tutulumları ve diğer karekteristik özellikleri konusunda ki bulgularımızı aktardık.

YÖNTEMLER: Bu çalışmada merkezimizde 2002-2009 yılları arasında sarkoidoz tanısı konulan 58’si (% 82.9) kadın ve 12’ü (% 17.1) erkek toplam 70 hasta retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 43.94 (15-68) idi. Tanı Şekli: Klinik-radyolojik: 6, mediastinoskopi: 30, transbronşiyal biyopsi: 16, bronş mukoza biyopsisi: 6, cilt biyopsisi: 8, periferik LAP biyopsisi: 2, dalak biyopsisi (splenektomi): 1, torakotomi: 1 idi. Evre, akciğer grafi, bilgisayarlı tomografi, fiberoptik bronkoskopi ve HRCT bulguları, sedimantasyon, WBC, hemoglobin, CRP, ACE, kan kalsiyum ve 24 saatlik idrarda kalsiyum, EKG ve Holter bulgular, göz tutulumu, deri ve diğer akciğer dışı organ tutulumu ve solunum fonksiyon testi bulguları, DLCO, PPD ve patoloji sonuçları açısından değerlendirildi.
SONUÇ: Sarkoidoz multisistemik hastalıktır. Sarkoidoz şüphesi olan hastalarda tanıyı doğrulamak için biopsi gereklidir. Tanı klinik-radyolojik-laboratuvar bulguları yanında nonkazefiye granulomatöz lezyonların histopatolojik olarak gösterilmesi ve granülomatöz inflamasyon yapan diğer hastalıkların dışlanması ile konulur. Laboratuvar bulgular ile hastalığın radyolojik evresi veya hastalığı aktivitesi arasında direkt ilişki bulunmadı.
OBJECTIVE: Sarcoidosis is a systemic granulomatous disease of unknown cause. Although the lung is the most common organ affected with sarcoidosis, the disease may involve any part of the body. For an accurate diagnosis of sarcoidosis, the multimodality approach including clinical, radiological, and histopathological evaluation is recommended. Because of the varied clinical presentations of sarcoidosis, there is not a standard diagnostic algorithm. Sarcoidosis may resolve spontaneously or remain stable or progress. Its treatment is not standardized, and its prognosis can not be easily predicted. In this study, we aimed to highlight clinical and radiological features, laboratory findings, diagnostic procedures, organ involvement and other characteristics of sarcoidosis cases diagnosed during 7 years time interval.
METHODS: In this study 70 patients, 58 (82.9%) being female and 12 (17.1%) being male who had the diagnosis of sarcoidosis at our center from 2002 to 2009 were evaluated retrospectively.
RESULTS: The mean age of patients was 43.94 (15-68). Diagnostic methods were clinical radiological: 6, mediastinoscopy: 30, transbronchial biopsy: 16, bronchial mucosa biopsy: 6, skin biopsies: 8, peripheral LAP biopsy: 2, spleen biopsy (splenectomy): 1, thoracotomy: 1. Evaluation were done in terms of results of stage, chest radiography, computed tomography, fiberoptic bronchoscopy and HRCT findings, sedimentation, WBC,hemoglobin, CRP, ACE, blood calcium and 24-hour urine calcium, ECG and holter findings, eye involvement, skin and other extrapulmonary organ involvement, and pulmonary function test findings, DLCO, PPD and pathology of the patients.
CONCLUSION: Sarcoidosis is a multisystemic disease. In patients with suspected sarcoidosis, biopsy is needed to verify the diagnosis is established when clinical, laboratory and radiological findings are supported by histologic evidence of noncaseating epitheloid cell granulomas and by excluding other causes of granulomas. The direct relationship between laboratory findings and radiologic stage of disease or disease activity were not found.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Yoğun Bakımda İntoksikasyon Olgularının Değerlendirilmesi
Evaluating Intoxicated Patients In Intensive Care Unit
Ayşın Ersoy, Deniz Kara, Cihan Can Cangir, Elif Erdoğan, Achmet Ali, Aslıhan Büyükyıldırım
doi: 10.5222/otd.2013.072  Sayfalar 72 - 75
AMAÇ: Çalışmamızda, yoğun bakım ünitesinde takip edilen intoksikasyon olgularının; demografik özellikleri, intoksikasyon nedeni ve prognozu açısından retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Temmuz 2008- Şubat 2012 yılları arasında yoğun bakım ünitemizde takip edilen 22’si erkek, 59’u kadın toplam 81 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastalar; yaş, cinsiyet, zehirlenmeye neden olan ilaç ya da madde, yoğun bakımda yatış günü, mekanik ventilasyon desteği aldığı gün sayısı ve mortalite açısından değerlendirildi.
BULGULAR: İntoksikasyon nedenlerinin dağılımı: antidepresan; 38(%46.9), parasetamol; 3(%3.7), NSAİD; 7(% 8.6), kolşisin; 2 ( % 2.5) antihipertansif; 4(% 4.9), çoklu ilaç; 3(% 3.7), benzodiyazepin; 7(%8.7), Organofosfat 6( % 7.4), betabloker; 2(% 2.5 ), CO; 1(%1.2), botilium toksini; 2(% 2.5), nitrik asit; 1(%1.2), rodentisid; 4(%4.9), opioid; 1(%1.2) dır. 2(%2.5) hastaya hemodiyafiltrasyon uygulanmış, 77(%95.1)hasta yoğun bakım ünitesinden taburcu edilirken, 4(%4.9) hasta vefat etmiştir.
SONUÇ: İntoksikasyon olgularında; etkenin hızlı tesbiti, gerekli tedavinin zaman kaybetmeden yapılarak hastaların yoğun bakımda takip edilmesi mortalitenin azaltılmasında büyük önem taşımaktadır.
OBJECTIVE: In our study, we eveluated demographic characteristics, cause and prognosis of intoxication of intoxicated patients in intensive care unit retrospectively.
METHODS: 81 intoxicated patients (22 male, 59 female) who admitted intensive care unit between July 2008- February 2012 were analyzed retrospectively. The age, gender, drug or substance that causes intoxication, intensive care unit hospitalization days, the number of days of mechanical ventilation support, and mortality were evaluated.
RESULTS: The distribution of causes of intoxication were antidepressant; 38 (46.9%), paracetamol; 3 (3.7%), NSAIDs; 7 (8.6%), colchicine; 2 (2.5%), antihypertensive; 4 (4.9%), polypharmacy; 3 (3.7% ), benzodiazepine; 7 (8.7%), organophosphate; 6 (7.4%), beta blockers; 2 (2.5%), CO; 1 (1.2%), botilium toxin; 2 (2.5%), nitric acid; 1 (1.2%), rodentisid; 4 (4.9%), opioids; 1 (1.2%). 2(2.5%) patients treated with hemodiafiltration, 77 (95.1%) patients were discharged from the intensive care unit, 4 (4.9%) patients died.
CONCLUSION: In cases of intoxication: rapidly detect the agent of intoxication, making the corrective treatment without wasting time are very important to decreasing the mortality in intensive care unit.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Üst Gastrointestinal Sistem Kanamalı 99 Olgunun İncelenmesi
Assessment of 99 Cases with Upper Gastrointestinal System Bleeding
Edip Erkuş, Ayşen Helvacı, Özlem Bodur, Neslihan Özsoy
doi: 10.5222/otd.2013.076  Sayfalar 76 - 80
AMAÇ: Çalışmamızda; Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi acil polikliniğine üst gastrointestinal sistem kanaması nedeniyle başvuran ve iç hastalıkları kliniklerine yatırılarak takip ve tedavi edilen hastaları değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEMLER: Çalışmaya alınan 99 hastanın demografik bilgileri, başvuru şikayetleri, kaçıncı kez kanama geçirdikleri, kanamaya neden olan ilaç alımları, eşlik eden kronik hastalıkları kaydedildi. Endoskopi bulguları, tedaviye yanıtları, yatış süreleri, transfüzyon gereksinimleri ve tedavi maliyetleri değerlendirildi.
BULGULAR: Üst gastrointestinal sistem kanamasına yol açan nedenler peptik ülser (% 61,6), eritematöz gastrit (% 17,1) ve özofagus varisleri (% 6,05) olarak saptandı. Hastaların % 35,3’ü nonsteroid anti enflamatuar ilaç (NSAİİ) kullanmaktaydı. Her vaka için tetkik tedavi maliyeti 500 Türk Lirası olarak bulundu. Transfüzyon maliyeti ise tüm maliyetin % 50’si olarak saptandı.
SONUÇ: Kanamanın en sık sebepleri sırasıyla peptik ülser, eritematöz gastrit ve özofagus varis kanamasıdır.Hastanemiz acil polikliniğine üst gastrointestinal kanama ile başvuran hastalarda NSAİİ’lar önemli bir etkendir. Transfüzyon maliyeti tetkik ve tedavi maliyetlerinin yaklaşık olarak yarısını oluşturmaktadır.
OBJECTIVE: The aim of our study is to assess the patients admitted to Okmeydani Education and Research Hospital Emergency Clinic with upper gastrointestinal system (GIS) bleeding and referred to internal medicine department for inpatient treatment and follow-up.
METHODS: Demographic data, complaints on admission, number of previous upper GIS bleedings, medication given that could cause bleeding, co-morbidities of all 99 patients participated in the study were recorded. Endoscopy findings, response to therapy, duration of hospitalization, transfusion requirements and cost of therapy were evaluated.
RESULTS: Causes of upper GIS bleeding were peptic ulcer (61,6%), erythematous gastritis (17,1%) and esophageal varices (6,05%). 35,3% of patients were using non steroidal anti-inflammatory drug (NSAID). Cost of diagnosis and therapy per patient was 500 Turkish Liras. Cost of transfusion was calculated as %50 of all.
CONCLUSION: Most common causes of upper GIS bleeding in patients referred to our emergency clinic were peptic ulcer, erythematous gastritis and esophageal varices in order of frequency. NSAID is an important factor. Transfusion costs constitutes approximately half of all expenses.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Gebelik Yaşının Tayini İçin USG ya da SAT Eşliğinde Dubowitz, Yeni Ballard ve Eregie Yöntemlerinin Karşılaştırması ve Eregie Yönteminin Etkinliğinin Değerlendirilmesi
Comparison of the Efficiency of Dubowitz, New Ballard and Eregie Methods Together with last Mensturation Period and USG in the Identification of the Gestational Age and Determine the Efficiency of Eregie Method
Ufuk Yükselmiş, Servet Erdal Adal, Fatma Demir, Koray Yalçın, Ümit Sarıtaş, Yelda Türkmenoğlu
doi: 10.5222/otd.2013.081  Sayfalar 81 - 88
AMAÇ: Çalışmamızda, gebelik yaşının tayini için Ultrasonografi (USG) ya da Son adet tarihi (SAT) eşliğinde Dubowitz, Yeni Ballard ve Eregie metodlarının karşılaştırması ve Eregie metodunun etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Çalışma Okmeydanı EAH’sinde Çocuk Kliniğinde doğan toplam 500 bebek üzerinde yapılmıştır. Bebeklerin 246’sı kız, 254’ü erkekdir. Bebeklerin değerlendirilmesi doğumdan sonraki 1-96 saat aralığında yapılmıştır. Erken ve son dönem USG ya da SAT’ına göre belirlenen gebelik haftaları, Dubowitz, Yeni Ballard ve Eregie yöntemleri ile karşılaştırılmıştır. Gestasyonel haftayı belirlemede öncelikli olarak erken dönem USG kabul edilmiştir. Erken dönem USG’si olmayanlarda SAT, SAT’ını bilmeyen kişilerde ise son dönem USG’de bakılan femur uzunluğuna (FL) göre değerlendirilme yapılmıştır. Dubowitz metodunun 21 kriteri, Y.Ballard metodunun 12 kriteri ve Eregie metodunun 2 kriterine göre değerlendirme yapılmıştır. Metodlar için gerekli zaman kronometre kullanılarak belirlenmiştir. Çalışmada istatistiksel analizler için Student t test, Ki-Kare testi, Pearson ve Spearman’s korelasyon katsayısı kullanılmıştır. Anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Gestasyonel haftanın USG ya da SAT eşliğinde değerlendirildiği bu çalışmamızda; Dubowitz, Y. Ballard ve Eregie metodları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur (p<0.01). Tüm olgular değerlendirildiğinde en iyi sonuç Y. Ballard metodu ile sağlanmış olup bunu sırasıyla Dubowitz ve Eregie metodu izlemiştir. Erken dönem USG’si bilinen anneler arasında ise en iyi sonuç Dubowitz metodu sağlanmıştır. Dubowitz metodunu Y. Ballard ve Eregie metodu izlemiştir. Olgular süre açısından değerlendirildiğinde Eregie metodu 0.78 dk, Y. Ballard skorunun 3.03 dk ve Dubowitz skorunun 4.72 dk ortalamaları mevcuttur.
SONUÇ: Eregie metodu, gelişmekte olan ülkelerde, sağlık personelinin sayıca kısıtlı olup ağır işyükünün bulunduğu yerlerde basit, hızlı, kolay ve güvenilir olması nedeniyle kullanılabilir.
OBJECTIVE: In our research, in order to determine the gestational age, we compared the efficiency Dubowitz, New Ballard and Eregie with the last menstruation period (LMP) and ultrasonography (USG) to determine the effeciency of Eregie technique.
METHODS: 500 babies who were admitted to Istanbul Okmeydani Eduation and Research Hospital Pediatrics Department were enrolled in this research. 246 of babies were girls and 254 of the babies were boys. The evaluation of the babies were made between the 1 hour to 96 hours after the birth. Gestational weeks determined according to last menstruation date and late phase USG, were compared with Dubowitz, New Ballard and Eregie methods. Early phase USG was used primarily in the determination of gestational week. Evaluations were done according to LMP in patients who did not have early USG results; and according to femur length measured in late phase USG in patients who did not know their LMP. Evaluations were done with 21 criteria of Dubowitz, 12 criteria of New Ballard and 2 criteria of Eregie method. In order to measure the time, chronometer was used. For this study, statistical analysis was done with Student’s t test, Ki-square test, Pearson’s and Spearman’s correlation coefficient was used and p values <0.05 were considered significant.
RESULTS: In our study, in which the gestational age was determined according to USG and LMP results; significant correlation was found between Dubowitz, New Ballard and Eregie methods (p<0.01). When all the results were evaluated, New Ballard method had the highest corelation rate and Dubowitz, Eregie, as follows. Among the mothers whose early phase USG was available, Dubowitz method had the highest corelation rate and New Ballard and Eregie method as follows. When subjects were evaluated according to time, the average time, for Eregie score was 0.78 minute (mn), New Ballard score was 3.03 mn and Dubowitz score was 4.72 mn.
CONCLUSION: Eregie method can be used in developing countries, in departments with limited number of health personnel and heavy workload, since it is an easy, quick, simple to use and reliable method.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Popliteal Arter Anevrizmalarında Cerrahi Tecrübelerimiz
Popliteal Artery Aneurysms Surgical Experience
Bekir İnan, Melike Elif Teker, Yasin Ay, Cemalettin Aydın, Halil Başel, Rahmi Zeybek
doi: 10.5222/otd.2013.089  Sayfalar 89 - 93
AMAÇ: Popliteal arter anevrizmaları nadir görülmesine rağmen ekstremite kaybıyla sonuçlanan ciddi komplikasyonlara da sebep olmaktadır. Popliteal arter anevrizmalarının cerrahi tedavisinde; birinci hedef tromboembolizm ve onun neden olabileceği ekstremite iskemisi ve ekstremite kaybını ortadan kaldırmak, ikinci hedef ise anevrizmanın genişlemesini ve rüptürünü önlemektir. Bu çalışmamızda ki amacımız popliteal arter anevrizması tanısıyla cerrahi müdahale yapılan olguların postoperatif sonuçlarını sunmaktır.
YÖNTEMLER: Ocak 2000 - Ocak 2012 tarihleri arasında Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi kliniğinde popliteal arter anevrizması tanısıyla gelen 16 hasta çalışmaya alındı. 3 olguda acil, 13 olguda ise elektif cerrahi onarım yapıldı.
BULGULAR: Acil cerrahi girişim yapılan üç olgunun birinde akut ekstremite iskemisi düzelmedi ve sol alt ekstremite diz altı amputasyonu yapıldı. 2 olguda yara yeri enfeksiyonu görüldü, verilen yoğun medikal tedavi ile gerilediği görüldü. Bir olguda greft tıkanıklığı nedeniyle greft çıkarıldı.
SONUÇ: Popliteal arter anevrizmaları klinik olarak genellikle asemptomatik seyretmesine rağmen, ekstremite kaybıyla sonuçlanan ciddi komplikasyonlar da bulunmaktadır. Bu nedenle zamanında yapılan müdahale hayat kurtarıcı olmaktadır.
OBJECTIVE: Although rarely encountered, the popliteal artery aneurysms may cause serious complications resulting in loss of limb. The first goal of in the surgical treatment of popliteal artery aneurysms is to prevent venous thromboembolism and to eliminate limb ischemia and limb loss that could develop consequently; the second goal is to prevent the expansion of aneurysm and rupture. The aim of this study, is to present the postoperative results of patients who underwent surgical intervention with the diagnosis of popliteal artery aneurysms.
METHODS: 16 patients who were admitted to the Bezmi Alem Vakıf University School of Medicine and Cardiovascular Surgery between January 2000 - January 2012 with the diagnosis of aneurysm of the popliteal artery were included in the study. In three cases emergent and in 13 cases elective surgical repair was performed.
RESULTS: In one of the patients who underwent emergent surgical intervention acute limb ischemia did not improve and the patient underwent below-knee amputation of the left lower extremity. Wound infection was seen in 2 patients and improvement was detected with the intensive medical treatment. In one case, the graft was removed because of graft occlusion.
CONCLUSION: Although the popliteal artery aneurysms had usually asymptomatic clinical course, serious complications resulting in loss of limb can be seen. So early intervention might be life saving.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Erken Doğum Tehdidi Olan Gebelerde Maternal Magnezyum, Kalsiyum Ve C-reaktif Protein Seviyelerinin Değerlendirilmesi
Evaluation Of Maternal Magnesium,Calcium And C-reactive Protein Levels In Pregnants With Threatened Preterm Delivery
Gözde Toprakçı Şahin, Veli Mihmanlı, Nur Çetinkaya, Ali Emre Tahaoğlu, Soner Pul, Taner Mirza, Gülşen Karahisar
doi: 10.5222/otd.2013.094  Sayfalar 94 - 97
AMAÇ: Erken doğum tehdidi tanısı almış gebelerde, serum magnezyum, kalsiyum ve CRP seviyelerini, aynı gebelik haftasındaki normal gebelerin serum seviyeleri ile kıyaslayarak, Magnezyum, kalsiyum ve CRP değerleri ile erke
YÖNTEMLER: SB Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde, Eylül 2011-Ağustos 2012 tarihleri arasında erken doğum tehdidi tanısıyla yatarak tedavi gören, 20-36 gebelik haftaları arasında 40 gebe ile çalışma grubu, obstetrik herhangi bir şikayeti ve patolojisi olmayan 40 gebe ile de kontrol grubu oluşturuldu. Kan Magnezyum, Kalsiyum ve CRP değerleri karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışma grubundaki olguların magnezyum ve kalsiyum değerleri, kontrol grubuna göre, istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu (p<0.01). İki grubun CRP düzeylerinde anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). Erken doğum tehdidi nedeniyle başlanılan tokoliz tedavisi başarılı olan 25 gebede kalsiyum düzeyleri, tokoliz tedavisi başarılı olmayan 15 gebeye göre, istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek (p<0.01), CRP düzeyleri anlamlı düşük (p>0.05) olarak bulundu. Magnezyum düzeyleri arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmedi (p>0.05).
SONUÇ: Erken doğum tehdidi etyolojisinde serum kalsiyum ve magnezyum değerleri önemlidir. Tokoliz yapılan gebelerde tedaviye cevabın öngörülmesinde serum kalsiyum ve CRP değerleri yol gösterici olabilir.
OBJECTIVE: Comparison of serum magnesium, calcium and CRP levels in pregnants who were evaluated with the diagnosis of threatened preterm delivery with same gestational aged normal pregnants and to investigate the relationship between serum magnesium, calcium and CRP levels with preterm delivery.
METHODS: Study group consisted of 40 pregnants between 20-36 gestation weeks who were hospitalized with the diagnosis of threatened preterm delivery and control group consisted of 40 pregnants who have no obstetric pathology or complaint between September 2011-August 2012 in Okmeydanı Research and Training Hospital. Blood magnesium, calcium and CRP values were compared.
RESULTS: Magnesium and calcium values of patients in the study group were statiscally significantly lower than the control group (p< 0.01). There was no significant difference in CRP levels between both groups (p>0.05). Calcium levels were statistically significantly higher and CRP levels were significantly lower (p>0.05) in 25 pregnants who were successfully treated with tocolysis, in comparison with the 15 pregnants who had not successful results with tocolysis for threatened preterm delivery (p<0.01). There was no statistically significant difference between the levels of magnesium (p>0.05).
CONCLUSION: Serum calcium and magnesium levels are important in the etiology of threatened preterm delivery. Serum calcium and CRP can be useful for predicting the response of tocolysis treatment in pregnants.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
8.
İnterstisyel Ektopik Gebelik: Olgu Sunumu
Interstitial Ectopic Pregnancy: A Case Report
Veli Mihmanlı, Ali Emre Tahaoğlu, Nur Çetinkaya, Ahmet Kılıçkaya, Soner Pul
doi: 10.5222/otd.2013.098  Sayfalar 98 - 100
Gestasyonel kesenin uterin kavite dışına yerleşmesi olarak tanımlanan ektopik gebelik,erken gebelik döneminde yaşamı tehdit eden en sık görülen acil durumdur. İnterstisyel ektopik gebelik,ektopik gelişen gebeliğin fallop tüpünün uterin bölümüne yerleşmesi olarak tanımlanır ve tüm ektopik gebeliklerin %2-4 ünü oluşturur. Diğer tubal gebeliklere göre daha ileri gebelik haftalarında rüptür olur ve rüptür olduğunda genellikle aşırı kanama meydana gelir. Rüptüre interstisyel gebeliklerde maternal mortalite riski diğer tubal gebeliklere göre 2-5 kat fazladır. İnterstisyel ektopik gebelikte erken tanı ve tedavi, rüptüre bağlı morbidite çok yüksek olduğundan dolayı çok önemlidir.
Ectopic pregnancy, in which the gestational sac is outside the uterine cavity, is the most common life-threatening emergency in early pregnancy. Interstitial ectopic pregnancy defined as the ectopic gestation developing in the uterine part of the fallopian tube is rare, occuring in 2-4% of all ectopic pregnancies. It tends to rupture at a more advanced stage of gestation compared to tubal ectopic pregnancy; and when ruptured, hemorrhage is usually profound. The maternal mortality rate of ruptured interstitial pregnancy is 2-5 times higher than that of tubal ectopic pregnancy. Early diagnosis and treatment of interstitial ectopic pregnancy is particularly important because of the high morbidity associated with its rupture.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Hipofarenks Adenoid Kistik Karsinomu: Olgu Sunumu
Hypopharynx Adenoid Cystic Carcinoma: Case Report
Güven Yıldırım, Tolgar Lütfi Kumral, Mustafa Kuzdere, Yavuz Uyar, Chary Jorayev, Cemil Yurtseven, Mehmet Vefa Kılıç
doi: 10.5222/otd.2013.101  Sayfalar 101 - 104
Adenoid kistik karsinom (AKK) tükrük bezlerinden kaynaklanan malign bir tümördür. Hipofarinks yerleşimi oldukça nadir bir durumdur. AKK’ın tedavisi tümörün tamamen çıkartılması ve postoperatif radyoterapidir. Ancak baş boyun bölgesindeki AKK’da radyoterapinin rolü tartışmalıdır. Yutkunma güçlüğü ile başvuran 39 yaşında erkek hastadan yapılan biyopsi sonucu adenoid kistik karsinom olarak rapor edildi.
Biz bu olguda AKK’unda önemli prognostik faktörleri; hastanın yaşı, tümörün lokalizasyonu, semptomların süresi ve tipi, klinik evre, tedavi modalitesi, histolojik subtip, perinöral ve/veya vasküler invazyon ve pozitif cerrahi sınır açısından inceledik ve literatür eşliğinde sunduk.
Adenoid cystic carcinoma is a malignant tumor of the salivary glands. Hypopharynx is a rare localization. The treatment of adenoid cystic carcinoma is complete removal of the tumor and postoperative radiation therapy. However, the role of radiotherapy in head and neck is controversial. 39-year-old male patient’s biopsy who presented with difficulty in swallowing was reported as adenoid cystic carcinoma.
In this case report, the important prognostic factos of adenoid carcinoma; patients age, tumor location, type and duration of symptoms, clinical stage, treatment modality, histologic subtype, perineural and / or vascular invasion and positive surgical margin are analysed and presented in association with the literature.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Skleroderma ve Eklampsi: Olgu Sunumu
Scleroderma and eclampsia: Case report
Asime Ay, Fulya Baturay, Namigar Turgut, Murat Mehel, Özgül Kırbaş, Ahmet Kılıçkaya, Veli Mihmanlı
doi: 10.5222/otd.2013.105  Sayfalar 105 - 109
Skleroderma, deri ve iç organların yaygın fibrozu ile seyreden kronik otoimmün enflamatuar bir hastalıktır. Vasküler hasar, immün aktivasyon, enflamasyon ve fibroz ile karakterizedir. Günümüzde skleroderma patogenezine ilişkin tartışmalar sürmektedir. Skleroderma, romatizmal patolojiler arasında tedavisinde en başarısız olunan hastalıktır. Prognozu kötüdür; ölüm nedeni kalp, böbrek ve akciğer tutulumudur. Sklerodermada renal kriz, interstisyel akciğer fibrozu ve pulmoner arteryel hipertansiyon gibi organ tutulumlarının tedavisinde önemli gelişmeler olmasına karşın, halen mortal bir seyri vardır.
Scleroderma is a chronic autoimmune inflammatory disease with widespread fibrosis of the skin and internal organs. İt is characterized by vascular injury, immune activation, inflammation and fibrosis. Controversies on the pathogenesis of scleroderma still exist. Scleroderma is the most unsuccessfully treated disease among the rheumatic disorders. Prognosis is grave and mortality is due to cardiac, renal or pulmonary involvements. Despite prominent advances in the treatments of scleroderma related organ involvements like renal crisis, interstitial lung fibrosis and pulmonary arteriel hypertension, it has still mortal course.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
Takayasu Arteritli Bir Gebede Anestezi Uygulaması
Anesthetic Management in a Pregnant Woman with Takayasu Arteritis
İsmet Topçu, Serpil Canan, Yeşim Bülbül Baytur
doi: 10.5222/otd.2013.110  Sayfalar 110 - 112
Takayasu arteriti (TA); ender görülen, idiyopatik ve kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Bu olgu sunumunda TA’lı, sekonder hipertansiyon nedeniyle takip edilen, 29 yaşında ve 34 haftalık gebenin sezaryen operasyonunda uygulanan anestezik yöntem sunulmuştur. Medikal tedaviye rağmen, tansiyonunun regüle olmaması ve fetal distres gelişmesi üzerine genel anestezi uygulanarak acil sezaryen operasyonu planlandı. Bu sunumda TA’li ve yüksek riskli bir gebede anestezi uygulaması gözden geçirilmiştir.
Takayasu’s arteritis is a rare, idiopathic and chronic inflammatory disease. We report a successful anesthetic management of caesarean section of a 29-year-old pregnant woman diagnosed as secondary hypertension associated with TA. Pregnant woman was scheduled for emergency caesarean section when fetal distress and uncontrolled hypertension developed. In this case, we report the successful anesthesia management in a high-risk pregnanct woman with TA.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

12.
Postpartum Tanı Alan Metastatik Renal Hücreli Karsinom Olgusu
A Case of Metastatic Renal Cell Carsinoma Diagnosed in Postpartum Period
Funda Çınkıl, Mehmet Aliustaoğlu, Kemal Ekici, Seydahmet Akın, Alpaslan Mayadağlı, Ercan Ergin, Nimet Karadayı
doi: 10.5222/otd.2013.113  Sayfalar 113 - 116
Renal hücreli karsinom (RHK) sıklıkla 50-70 yaş arasında görülmesine rağmen gebelikte de tanı alabilmektedir. RHK gebelikte en sık görülen renal neoplazmdır. Çoğu olgu insidental olarak yakalanır. Bazen tanı gebelikte üriner semptomlar sık olduğu için gecikebilir. Kür oranı ve tedavi şekli tümör evresi ve yayılımı ile direkt ilişkilidir. Biz 35 yaşında postpartum bir metastatik RHK olgusunu tartışmaya çalıştık.
Renal cell carcinoma (RCC) is most frequently seen between the ages of 50-70, but occasionally diagnosed during pregnancy. RCC is the most commonly encountered renal neoplasm in pregnancy. Most cases are incidentally diagnosed in pregnancy. Sometimes diagnosis delays because of concomitant urinary semptoms which occurs frequently in gestation. The probability of cure and management of the disease is directly related to the stage and degree of tumor dissemination. We discussed a 35 years old postpartum metastatic RCC case.
Makale Özeti | Tam Metin PDF