Volume: 7  Issue: 2 - 2017
Hide Abstracts | << Back
1.Cover

Page I
DOWNLOAD

2.Contents

Pages II - III
DOWNLOAD

REVIEW
3.A Physician and a Politician: Dr. Behcet Uz and His Health Policies
Hülya Öztürk, Ömür Şaylıgil
doi: 10.5222/buchd.2017.077  Pages 77 - 85
Tarihsel gidişat büyük şahsiyetlerle değişir. Yeniliğe açık devrimci kişilikler yaşadıkları dönemde çok fazla anlaşılamasalar da tarihin gidişatını değiştiren, yıllar sonra değerleri anlaşılan ve örnek alınan kişiler olarak tarih sayfalarında ve insanların zihinlerinde yer edinirler.
Tarihsel sürece bakıldığında toplumlarda hekim, cerrah, politikacılar toplumu derinden etkileyen kişilerdir. 1893 doğumlu Dr. Behçet Uz, gerek hekimlik vasıfları, gerek Belediye reisliği sırasında toplumla ortak hareket eden yapısı, gerekse Sağlık Bakanı iken ortaya koyduğu devrimci sağlık planları ile büyük takdir toplamış, günümüz açısından herkes tarafından kabul ve takdir edilen bir devlet adamıdır.
Bu çalışmada 1946-1948 yılları ile 1954-1955 yılları arasında iki dönem Sağlık Bakanlığı yapan Dr. Behçet Uz ve onun her iki bakanlık döneminde de gerçekleştirmeyi planladığı I.ve II. Milli Sağlık Planları ve Sağlık Bankası kurulması çabaları incelenmeye çalışılmıştır. Çalışma sırasında T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Arşivi, Dönemin Resmi ve Özel Gazeteleri ve Dr. Behçet Uz’un yakınları ile gerçekleştirilen yüz yüze görüşmelerin verileri dikkate alınmıştır.
The course of history is changed by the major figures. Even though the reformists and revolutionists were not always appreciated while they are alive, the pacemakers, whose value is appreciated after many years, carve out a niche in history and are recognized by the society. The physicians, surgeons, and politicians influence the society deeply in the historical process. Dr. Behcet Uz, born in 1893, has been greatly admired for his medical skills, his personality promoting common action with the community when he was a mayor, and his revolutionary health care plans executed when he was the Minister of Health. Dr. Uz has been a recognized and an appreciated statesman by many. In this study, Dr. Behcet Uz, who served as the Minister of Health for two terms between 1946 and 1948; and 1954 and 1955, and his efforts in establishing the first and second National Health Care Plans and the Health Bank, which were planned to be executed both in his ministerial terms, were analyzed. Data from the Republic Archives of the Republic of Turkey Prime Ministry, Archives of the Turkish Grand National Assembly, Official Gazettes and private newspapers of the period and face to face interviews performed with the relatives of Dr. Behcet Uz were taken into account.
Abstract | Full Text PDF

4.Midterm evaluation of echocardiographic examination, cardiac catheterization findings and surgical results of patients with congenitally corrected transposition of great arteries: A single center experience
Mustafa Orhan Bulut, İlker Kemal Yücel, Şevket Ballı, Emine Hekim Yılmaz, Ayhan Çevik, Ahmet Çelebi
doi: 10.5222/buchd.2017.086  Pages 86 - 94
Giriş: Kongenital düzeltilmiş büyük arter transpozisyonu, atriyoventriküler, ventriküloarteryal diskordans olarak tanımlanır.
Materyal ve metod: Aralık 1993- Ocak 2015 tarihleri arasında pediyatrik kardiyoloji bölümünde takip edilen 64 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
Sonuçlar: Çalışmamız 79 hastadan oluştu. 46 ( %58.2)’ si erkek, ortalama tanı yaşı 40±39.25 ay, ortalama takip süresi 56±39.4 ay idi. 13 ( %16.5) hasta atriyal sitüs inversus idi. En sık eşlik eden anomali ventriküler septal defekt (%29.1) idi. 45 hastada valvular ve/veya subpulmoner stenoz vardı. Hastaların %15.2 si pulmoner atrezik idi. Sistemik atriyoventriküler kapak yetersizliği 2 hastada ağır idi. 5 hastada ( %6,3) Ebstein benzeri triküspid kapak yapısı tespit edildi. 5 hastada ductal stent, 2 hastada sol ventrikül-pulmoner arter (PA) konduit anjioplasti, 1 hastada sağ ventrikül-PA konduit anjioplasti, 2 hastada pulmoner balon anjioplasti uygulandı. 16 hastaya Glenn anastomozu uygulandı. Hastaların %11.4’ ünde kalıcı pil implantasyonu gerektiren atriyoventriküler tam blok saptandı.
Sonuç: Bu hastalarda farklı derecelerde anomalilerin eşlik etmesi nedeniyle ömür boyu takip ve tedavi prognostik öneme haizdir.
Introduction: Congenitally corrected transposition of the great arteries (cc-TGA), also termed as double discordance and ventricular inversion.
Material and method: We conducted the retrospective evaluation of medical records of 79 patient diagnosed and followed-up with congenital transposition of great arteries between December 1993 and January 2014 at our pediatric cardiology department.
Results: Of 79 patients included in the study, 46 (58.2%) were male, mean age at diagnosis was 40±39.25 months and the mean follow-up time was 56 ± 39.4 months. Thirteen (16.5%) patients had atrial situs inversus. The most common concomitant abnormality was found to be ventricular septal defet (29.1%). Fourty five patient had pulmonary stenosis either in the form of valvular, subvalvular or both together. Twelve (15.2%) patients had pulmonary atresia. Systemic atrioventricular valve (AV) regurgitation was present in 51 (64.6%) patients, whereas 2 (2.5%) patients had severe systemic AV valve regurgitation. Ebstein-like AV valve was detected in 5 (6.3%) patients. The transcatheter interventions were ductal stent implantation (5 patients, 6.3%), left ventricule –pulmonary artery conduit angioplasty (2 patients, 2.5%), RV-PA conduit angioplasty (1 patients, 1.3%) and pulmonary balloon valvuloplasty (2 patients, 2.5%), respectively.

Eleven (13.9%) patients underwent interventional therapeutic cardiac catheterization. Glenn anastomosis was performed in 16 (20.3%) patients. Nine (11.4%) patients required a permanent pacemaker implantation.
Conclusion: Individualization of treatments and managements for the patients is of prognostic importance for these patients needing lifelong follow-up due to the large number of accompanying anomalies and different degrees of abnormalities in cc-TGA patients.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
5.Possible diagnostic markers for Mucopolysaccharidoses; Cathepsin-D, Galectin-3 and Chitotriosidase
Pelin Ergun, Mehtap Kağnıcı, Sema Kalkan Uçar, Mahmut Çoker, Yasemin Delen Akçay, Eser Yıldırım Sözmen
doi: 10.5222/buchd.2017.095  Pages 95 - 100
GİRİŞ ve AMAÇ: Mukopolisakkaridozlar dokulardaki glikozaminoglikanların birikimi nedeniyle çeşitli klinik belirti ve semptomlar (iskelet displazisi, seyir yüzü, ilerleyici psikomotor gerilik, kalp ve akciğer tutulumu) ile kendini gösteren kalıtsal lizozomal depolama hastalıkları grubudur. Son zamanlarda, mukopolisakaridoz hayvan modellerinde lökositlerdeki glikosaminoglikan birikimine verilen enflamatuvar yanıtın arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, çeşitli mukopolisakaridoz tipleri ile Gaucher ve Niemann Pick A/B hastalıklarında bazı inflamatuvar proteinleri (galektin-3, katepsin-D ve kitotriozidaz) tanısal belirteç olarak araştırmayı ve bu proteinlerin düzeylerini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Mukopolisakaridozlu 25 mukopolisakkaridoz, 16 Gaucher, 5 Niemann Pick A/B hastası ve 15 sağlıklı kontrolten plazma örnekleri alındı. Tüm denekler 18 yaşın altındaydı. Tüm hastalarda kitotriyozidaz enzim aktiviteleri florometrik olarak belirlendi. Kandaki katepsin-D ve galektin-3 seviyeleri, ELISA kiti kullanılarak belirlendi.
BULGULAR: MPS IV hastalarında kitotriyozidaz enzim aktiviteleri, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak daha yüksekti. MPS I, MPS III ve MPS IV hastalarında katepsin-D düzeyleri ve MPS I, MPS IV ve MPS VI hastalarında galektin-3 düzeyleri sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında daha yüksekti. Gaucher hastalığı ve Niemann Pick A/B hastalarında üç parametrenin hepsi kontrollere göre anlamlı olarak artış göstermişti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: MPS I, MPS IV ve MPS VI hastalarında yüksek seviyelerde galektin-3 seviyeleri ve MPS I, MPS III ve MPS VI hastalarında artmış kathepsin-D seviyeleri, mukopolisakaridoz patofizyolojisinde inflamatuvar sürecin etkisini desteklemekte ve yüksek duyarlılık ve özgünlük ile tanıda yeni biyolojik belirteç olarak kullanılmayı vaat edebilir.
INTRODUCTION: Mucopolysaccharidoses is a group of inherited lysosomal storage diseases that are manifested by various clinical signs and symptoms (skeletal dysplasia, course face, progressive psychomotor retardation, cardiac and lung involvement) due to the deposition of glycosaminoglycans in tissues. Recently it has been shown that the inflammatory response to glycosaminoglycan deposition in leucocytes in animal models of mucopolysaccaridoses has increased. Here, we aimed to investigate some inflammatory markers (Galectin-3, Cathepsin-D and chitotriosidase) as diagnostic markers in different types of mucopolysaccharidosis and in patients with Gaucher disease and Niemann Pick A/B disease.
METHODS: Plasma samples were collected from 25 patients with mucopolysaccharidosis, 16 of Gaucher Disease, 5 of Niemann Pick A/B and 15 healthy controls. All subjects were under the age of 18 years. Chitotriosidase enzyme activities were determined fluorometrically, Cathepsin-D and Galectin-3 levels were determined by using the ELISA kit.
RESULTS: Chitotriosidase enzyme activities were statistically significant higher in patients with MPS IV than the control group. Cathepsin-D levels were higher in patients with MPS I, MPS III and MPS IV, Galectin-3 levels were higher in patients with MPS I, MPS IV and MPS VI when compared to healthy controls. All three parameters were higher in patients with Gaucher disease and Niemann Pick A/B disease.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Elevated levels of Galectin-3 in MPS I, MPS IV and MPS VI and elevated levels of Cathepsin-D in MPS I, MPS III and MPS VI support the influence of inflammatory process in pathophysiology of mucopolysaccharidosis and might promise as new biomarkers in diagnosis with high sensitivity and specificity.
Abstract | Full Text PDF

6.Does mold sensitivity cause adenoid hypertrophy in children?
Emel Ataş Berksoy, Suna Asilsoy, Özlem Bağ, Gülcihan Özek, Demet Can
doi: 10.5222/buchd.2017.101  Pages 101 - 104
GİRİŞ ve AMAÇ: Adenoid hipertrofisine kronik adenoid infeksiyonları ve alerjik inflamasyon yol açmaktadır. Alerjik inflamasyon dolayısıyla alerjik rinitin önemli nedenlerinden biri başta ev tozu ve küf mantarı olmak üzere ev içi alerjenlerdir. Bu çalışmada adenoid hipertrofisi gelişen çocuklarda küf mantarı duyarlılığının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi Çocuk Allerji polikliniğine başvuranlardan öyküsünde adenoidektomi uygulanmış olan 34 hasta çalışmaya alınmıştır. Hastalara önce yakınmalarını ve risk faktörlerini sorgulayan bir anket yapılmış, daha sonra serum total IgE, serum sIgE(mold) düzeyleri ve alerji deri prick test istenmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya alınan hastaların yaşları 5 ile 9 yaş arasında değişmekte olup 7 (%21)’si kız, 27 (%79)’si erkektir. En sık yakınma; burun tıkanıklığı (%88), horlama (%82) ve terleme (%76), en sık saptanan risk faktörü ise çevresel sigara dumanı maruziyeti (%52), klima ile ısınma (%38) ve soğuk buhar cihazı kullanımı (%32) olarak bulunmuştur. Hastaların %12’sinde sIgE (Alternaria) pozitifliği, %18’inde alerji deri testinde küf mantarı (Alternaria) duyarlılığı saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Adenoid hipertrofisi olan çocuklarda küf mantarı duyarlılığı araştırılmalıdır.


INTRODUCTION: Allergic rhinitis and chronic adenoid infections are the leading cause of adenoid hypertrophy. One of the major causes of allergic rhinitis due to allergic inflammation is indoor allergens, mainly house dust mites and molds. In this study, ıt was aimed to investigate the frequency of mold fungi sensitivity in the etiology of allergic rhinitis caused by adenoid hypertrophy.
METHODS: Among the patients who had admitted to Pediatric Allergy Outpatient Clinic of Dr. Behçet uz Children Hospital 34 with adenoidectomy were recruited. First, a questionarre including the risk factors and the symptoms were applied to the patients. Later, total eosinophil counts, serum total IgE and spesific IgE(m6) levels of the patients were examined and finally skin prick test was applied.
RESULTS: The age of the patients included in the study varied between five and nine years of age, seven (21%) of the patients were female and 27 (79%) of them were male. The most frequent symptoms were nasal congestion (88%), snoring (82%), sweating (76 %); the most frequently identified risk factors were enviromental smoke exposure ( 52%), use of air conditioning for warming ( 38%), use of cold steam device ( 32%) respectively. Specific IgE ( Alternaria) positivity was detected in 12% of patients and mold sensitivity ( Alternaria) in allergy skin test was detected in 18% of patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In children with adenoid hypertrophy,mold sensitivity should be investigated
Abstract | Full Text PDF

7.BUÇH II Fall risk scale in children patients: comparison with Harizmi and BUÇH scale
Sibel Yöntem, Derya Gök, Hatice Yıldırım Sarı, Fatma Aydınlık Güntürkün
doi: 10.5222/buchd.2017.105  Pages 105 - 112
GİRİŞ ve AMAÇ: Düşmeler; hastanede tedavi olan bireylerin farklı sağlık sorunları yaşamasına yol açan bir
unsur olmasına rağmen, gerekli önlemlerin alınması ile önlenebilir bir durumdur. Bu
çalışmada, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
2011 yılında geliştirilmiş olan BUÇH Düşme Riski Tanılama Ölçeği’ nin HARİZMİ düşme
riski ölçeği ile karşılaştırılması ve revizyonla BUÇH II düşme riski ölçeğinin oluşturulması
amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma metodolojik türde tasarlanmıştır. Hastanede 2013-2014 yılları
arasında düşen 58 hastanın dosyasından veriler retrospektif olarak toplanmış, prospektif
veriler ise 2015 yılı Mart- Temmuz döneminde hastanede yatarak tedavi gören ve düşmeyen
148 hastadan yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. Verilerin toplanmasında
BUÇH Düşme Riski Tanılama Ölçeği ve HARİZMİ Düşme Riski Tanılama Ölçeği
maddelerinin yer aldığı, sosyo- demografik bilgileri de içeren 31 sorudan oluşan Bilgi
Toplama Formu kullanılmıştır.

BULGULAR: Buna göre; “metabolik-endokrin, solunum sistemi, yanık,
gastrointestinal sistem ve birden fazla hastalık tanısı” grubundaki hastaların “diğer” grubu
hastalara göre düşme şansının 11 kat, 1-4 yaş arası hastaların bir yaş altı hastalara göre düşme
şansı 13 kat, 5-8 yaş aralığındaki hastaların 10 kat, 9 ve üzeri yaş aralığında olan hastaların ise
iki kat daha fazla olduğu sonucu elde edilmiştir. Bakım ekipmanı kullanmayan hastaların
kullananlara göre düşme şansının 7 kat daha fazla olduğu istatistiksel olarak tespit edilmiştir

TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada tanı, bakım ekipmanı, yaş, cinsiyet ve tedavi-sedasyonun düşme açısından risk
faktörü olduğu, düşme ölçeğinin bu maddeleri kapsamasının uygun olduğu sonucuna
varılmıştır.

INTRODUCTION: Although the hospital falls is an issue that lead to different health problems for the people who are treated in the hospital, it can be avoided by taking the necessary precautions. In this study, it is aimed to compare the BUÇH Fall Risk Assessment Scale developed in 2011 for children with the data from the Behcet Uz Children's Diseases and Surgery Training and Research Hospital and to develop BUÇH II Fall Risk Scale by revising.
METHODS: The research is designed in methodological type. The data belongs to 58 fallers hospitalized between the years 2013-2014 is collected from patient’s history retrospectively whereas prospective data is collected using the face-to-face interview method from the 148 non-fallers hospitalized between the period March to July in 2015. Information collection form consisting of 31 questions including BUÇH and HARİZMİ fall risk assessment scales besides socio-demographic information is used when collecting the data.
RESULTS: According to this; the risk of falling in “metabolic-endocrine, respiratory system, burn, gastrointestinal system and multiple disease diagnosis" patients group is 11 times higher compared to the "other" patients group. The risk of falling between the ages 1-4 is 13 times; 10 times for patients between the ages 5-8 and twice for patients between the ages 9 or higher compared to the patients less than one year old. The risk of falling in patients who do not use care equipment is 7 times higher than those who use it.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Diagnosis, care equipment, age, sex and treatment-sedation is determined as risk factors for hospital falls, so it is appropriate for falling risk assessment scale covers these items.
Abstract | Full Text PDF

8.Kawasaki disease: An evaluation of children in Erzurum
Soner Sertan Kara, Ufuk Utku Güllü, İsmail Balaban
doi: 10.5222/buchd.2017.113  Pages 113 - 120
GİRİŞ ve AMAÇ: Kawasaki hastalığı (KH) çocukluk çağında kazanılmış kalp hastalıklarının en sık nedenlerindendir. Ülkemizdeki insidansı bilinmeyen hastalık multisistemik vaskülitik bir sendrom olup pek çok organı ve sistemi etkilemektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde KH tanısı konulan hastaların klinik ve laboratuvar bulguları retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 4.1±2.4 yıldı, 8’i (%66.6) erkek, 4’ü (%33.3) kızdı. Hastaların başvuruda ortalama 8.5±3.5 gündür semptomları mevcuttu. On (%83.3) hastaya akut, 2 (%16.6) hastaya subakut KH (12 ve 17 gün) tanısı konuldu. Hastaneye en sık başvuru üçer olguyla 4. ve 9. aylarda oldu. Tüm hastaların en az 5 günden beri süren ateşi ve oral mukoza değişiklikleri mevcuttu. Diğer sık bulgular, onbirer (%91.7) hastada konjunktivit ve polimorfik ekzantemdi. On (%83.3) hastanın komplet, 2(%16.6) hastanın inkomplet KH vardı. İkişer (%16.6) hastada safra kesesi hidropsu ve BCG aşısı reaktivasyonu saptandı. Çalışmada beyaz küre sayısı, C-reaktif protein ve eritrosit sedimentasyon hızı ortalama değerleri normal sınırların üzerindeydi. Trombositoz 4 (%33.3), hiponatremi 8 (%66.6), hipoalbüminemi 3(%25) ve steril piyüri 3(%25) hastada gözlendi. Dört (%33.3) hastada ekokardiyografide bulgu (2’sinde sol koroner arterde dilatasyon, 2’sindeyse intravenöz immünglobulin [IVIG] tedavisiyle gerilemiş olan hafif mitral yetmezlik ve sol ventrikül fonksiyonlarında azalma) saptandı. Tüm hastalara tanı anında IVIG, hastaların 9’una yüksek doz, 3’üne düşük doz asetil salisilat başlandı. Bir (%8.3) hastaya ikinci doz IVIG verildi. Koroner dilatasyonu bulgularının 3. ve 6. aydaki kontrollerde gerilese de devam ettiği görülerek asetil salisilat tedavilerine devam edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Nadir görülen ancak yüksek morbidite riskine sahip KH ülkemizde Doğu Anadolu Bölgesi’nde de görülmektedir. Hızlı tedaviyle komplikasyonlar önlenebileceği için hastalığın hakkında farkındalığın artması önemlidir.
INTRODUCTION: Kawasaki disease (KD) is a frequent acquired childhood heart disease. This multisystemic vasculitic syndrome involves most organs and systems. The incidence in Turkey is unknown.
METHODS: Patients with KD at the Erzurum Regional Training and Research Hospital were retrospectively evaluated.
RESULTS: Patients’ mean age was 4.1±2.4 years; eight (66.6%) were male and four (33.3%) female. Symptoms persisted for a mean 8.5±3.5 days. Ten (83.3%) patients were diagnosed with acute KD and two (16.6%) with subacute KD. Admission was most common in the 4th and 9th months, at three cases each. All patients had fever for at least five days, and oral mucosa changes. Other findings were conjunctivitis and polymorphic exanthems in 11 (91.7%) patients. Ten (83.3%) patients had complete KD and two 2 (16.6%) incomplete KD. Two (16.6%) patients had gallbladder hydrops and two (16.6%) had BCG vaccine reactivation. White blood cell count, CRP, and ESR were above normal limits. Thrombocytosis was present in four patients (33.3%), hyponatremia in eight (66.6%), hypoalbuminemia in three (25%), and sterile pyuria in three (25%). Four (33.3%) patients had echocardiography findings (two had left coronary artery dilation, and two had minimal mitral insufficiency and decrement in left ventricular functions that reversed with IVIG treatment). All patients received IVIG; nine received high-dose and three low-dose acetylsalicylate. One (8.3%) patient received a secondary dose of IVIG. Coronary findings persisted, although these regressed on check-ups on the 3rd and 6th months, and acetylsalicylate was continued.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is important to raise awareness of KD, as rapid treatment can prevent complications.
Abstract | Full Text PDF

EXPERIMENTAL WORK
9.The dose-dependent cardiovascular effects of intravenous grayanotoxin-III in rats
İsmail Yılmaz, Ertuğrul Kaya, Kürşat Oğuz Yaykaşlı, Yasin Türker
doi: 10.5222/buchd.2017.121  Pages 121 - 128
GİRİŞ ve AMAÇ: Deli bal zehirlenmelerin büyük bir kısmı ülkemizde görülmektedir. Deli bal içinde bulunan toksinlerin temel kaynağı Rhododendron türü bitkiler olup, bu bitkilerdeki toksinlerden en fazla grayanotoksin-III bulunur. Deli bal zehirlenmelerinde klinikte bradikardi, atriyoventriküler blok, asistoli, hipotansiyon, salivasyon gibi semptomlar görülür.
Bu çalışmada, sıçanlara farklı dozlarda intravenöz (i.v.) yolla verilen grayanotoksin-III’ün doza bağımlı kardiyovasküler etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 42 Wistar albino sıçan kullanılmış ve hayvanlar Kontrol, Grup1 (5 µg/kg), Grup2 (10 µg/kg), Grup3 (20 µg/kg), Grup4 (50 µg/kg) ve Grup5 (100 µg/kg) olmak üzere altı gruba ayrılmıştır. Elektrokardiyogram (EKG), tansiyon arteriyel ve solunum sayısı için bazal değerler elde edildikten sonra i.v. grayanotoksin uygulanmasının ardından 60 dakika boyunca bu parametreler kaydedilmiştir.
BULGULAR: 5 µg/kg grayanotoksin-III verilen grupta, tüm zamanlarda anlamlı bir değişiklik olmazken, 10 ve 20 µg/kg toksin verilen gruplarda 2. ve 5. dakikadan sonra anlamlı biçimde solunum sayıları ve kalp tepe atım sayıları azalmış, arteryel basınçlarda düşme görülmüştür. 25. dakikadan sonra ise tüm parametreler bazal değerlere yeniden geri dönmüştür. 50 ve 100 µg/kg grayanotoksin-III verilen gruplarda, 2. dakikadan itibaren tüm parametrelerde hızla düşme olmuş ve 5-10 dakika içinde sıçanlar ölmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sıçanlar için i.v. grayanotoksin-III’ün 50 µg/kg ve üzerindeki yüksek dozlarda lethal olabildiği, ölümün kardiyak arrest nedeniyle görüldüğü, 5 µg/kg ve altındaki düşük dozlarda toksik etkilerin görülmediği, i.v. uygulamada toksik etkilerin yaklaşık olarak 25 dakika sürdüğü görülmüştür.
INTRODUCTION: The mad honey poisonings commonly seem in our country. The source of the toxin in mad honey is Rhododendron species plants. Grayanotoxin-III type toxin is commonly found in these plants. Clinical effects of this toxin are bradycardia, atrioventricular block, asystole, hypotension and symptoms such as salivation. In this study; different doses of grayanotoxin-III were examined to rat intravenously (i.v) and the effect of grayanotoxin on cardiovascular system was investigated.
METHODS: This study was performed on 42 Wistar albino rats and the animals were divided into six groups. Control, Group1 (5 µg/kg), Group2 (10 µg/kg), Group3 (20 µg/kg), Group4 (50 µg/kg) and Group5 (100 µg/kg) groups were formed. Electrocardiography (ECG), arterial blood pressure and respiratory rate were recorded for 60 minutes after administration of i.v. grayanotoxin-III.
RESULTS: Group1 (5 µg/kg) was not significantly changed in all time periods. 10 and 20 µg/kg groups after 2 and 5 minutes and respiratory rate significantly decreased, peak heart rate and arterial pressure decreased was observed. 25 minutes after all the parameters returned to baseline values again. 50 and 100 µg/kg if all parameters in the group fell sharply from 2 minutes rats died between 5-10 minutes.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion, it was found that the lethal dose of grayanotoxin-III for rats is 50 µg/kg. In addition the death was developed due to cardiac arrest -. In case of the lower level of 5 µg/kg grayanotoxin-III, there is no any toxic effects. The effects of toxin seem nearly 25 minutes.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
10.Measles-Rubella-Mumps vaccination in cases with egg allergy: Is skin prick test necessary? Can vaccination be done safely?
Semiha Bahceci, Hikmet Tekin Nacaroğlu, Hatice Feray Arı, Sait Karaman, Canan Şule Karkıner, Esra Toprak Kanık, Demet Can
doi: 10.5222/buchd.2017.129  Pages 129 - 132
GİRİŞ ve AMAÇ: İçerisinde yumurta proteini bulunan Kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısının (KKK) yumurta alerjisi olan hastalarda doğrudan uygulanması önerilmesine karşın literatürde aşı uygulaması sırasında anaflaksi gözlenen olguların bulunması nedeniyle bu konu hem hekim hem de ailelerde sıkıntılara neden olmaktadır. Bu çalışmada kliniğimizde yumurta alerjisi nedeniyle izlenen, KKK aşı uygulanmış hastalarda aşı sonrası reaksiyon sıklığının ve aşı uygulaması öncesi aşı ile deri prick test uygulamasının gerekliliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif kesitsel çalışmamızda Eylül 2013-Mayıs 2015 tarihleri arasında yumurta alerjisi tanısı ile izlenip, KKK aşısı uygulanmış olan 82 hasta değerlendirildi.
BULGULAR: Tanı anında yaş ortalaması 8,34±7,1ay olan 82 hastanın %37,8'i (n=31) kız idi. Tanısal dağılımına göre hastalar değerlendirildiğinde %68,3'ü (n=56) atopik dermatit, %8,5’i (n=7) ürtiker/anjioödem, %18,3'ü (n=15) reaktif havayolu hastalığı, %4,9’u (n=4) anafilaksi olarak değerlendirilmişti. KKK aşı uygulaması öncesi %21'ine (n=17) aşı ile deri prick test uygulanmıştı. Anafilaksi tanısı ile izlenen 2 olgu dışında aşı tam doz yapılmış olup, olguların hiçbirinde KKK aşısı uygulaması sonrasında reaksiyon gözlenmemişti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yumurta alerjili hastalarda KKK aşısı sonrası herhangi bir reaksiyon gözlenmemiştir. Bu hastalarda diğer sağlıklı çocuklardan farklı reaksiyonlar gözlemediğimiz için KKK aşısının diğer aşıların yapıldığı merkezlerde, aşı ile teste ve bölünmüş dozlara gerek kalmadan uygulanmasında sakınca olmadığını düşünüyoruz.
INTRODUCTION: Measles mumps rubella vaccine is considered as a potential allergen in children with egg allergy and although it is suggested to administer the vaccine without any evaluation in egg allergic patients, due to the presence of reported cases of anaphylaxis during vaccination in the literature this issue causes distress to both families and doctors. In this study the frequency of reactions observed after MMR vaccination and the necessity of skin prick test in the patients followed up with egg allergy in our clinic were evaluated.
METHODS: In our study, 82 patients followed up with egg allergy diagnosis and administered MMR vaccine between September 2013 and May 2015 were included to retrospective cross-sectional study.
RESULTS: The average age was 8,34±7,1 months, 37.8% (n=31) of the cases female. According to their diagnostic distribution, 68.3% (n=56) had atopic dermatitis, 8.5% (n=7) urticaria/ angioedema, 18.3% (n=15) reactive airway disease, and 4.9% (n=4) evaluated as anaphylaxis. Skin prick test was administered to 21% (n=17) before MMR vaccination. A whole dose of vaccine was administered to all cases except in two cases with anaphylaxis diagnosis. There was no reaction observed after MMR vaccine administration in any of the cases.
DISCUSSION AND CONCLUSION: No reaction observed in any of egg allergy cases after MMR vaccination. Since we didn’t observed any different reaction in these patients from other children, we think that there is no obligation for administering MMR vaccines at the centers in which the other vaccines done, and no necessity to administer MMR vaccine with prick test or in divided doses.

Abstract | Full Text PDF

11.Weight Perception in Adolescents and Their Relationships with Quality of Life and Self-Efficacy
Demet Taş, Hande Ünlü, Ebru Öztürk Çopur, Zeynep Tüzün, Lütfiye Hilal Özcebe
doi: 10.5222/buchd.2017.133  Pages 133 - 140
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada ergenlerin vücut ağırlığı (VA) ile ilişkili beden algısının belirlenmesi, beden algısı ile yaşam kalitesi ve öz-yeterlilik arasındaki ilişkinin saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, ortalama yaşları 16.3±1.1 olan 779 (%55,3’ü kız, %44,7’si erkek) ergen ile yapılmıştır. Hesaplanan vücut kitle indeksinin (VKİ) yaş ve cinsiyet persentiline göre değerlendirilmesi ile ergenler çok zayıf, zayıf, normal, kilolu ve şişman olarak tanımlanmıştır. Ergenin vücut ağırlığına ilişkin beden algısı sorulmuş; çok zayıf, zayıf, normal, kilolu, çok kilolu seçeneklerden birini işaretlemeleri istenmiştir. Katılımcılar yaşam kalitesi ölçeği ve öz-yeterlilik ölçeğini doldurmuştur.
BULGULAR: Katılımcıların VKİ değerleri ile toplam yaşam kalitesi puanı arasında anlamlı bir ilişki görülmemiştir. Kızların %47,3‘ü, erkeklerin ise %36,5’inin kendilerini olduğundan farklı ağırlıkta gördüğü tespit edilmiştir. Normal VA’da olmalarına rağmen kızların %43’ü, erkeklerin ise %14,3’ü kendini olduğundan kilolu görmüştür. Normalin üstünde VA’da olan erkeklerin %34,8’i ise kendini olduğundan zayıf görmüştür. Kızların hiç biri kendini olduğundan zayıf görmemiştir. Kendini olduğundan kilolu gören tüm öğrencilerin, kendini normal görenlere göre yaşam kalitesi düşük bulunmuştur. Ergenlerin gerçek VA ve beden algısı ile öz-yeterlilik puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki görülmemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın neticesinde, ergenlerin vücut ağırlığından bağımsız olarak vücut ağırlığı ile ilgili beden algılarının sorgulanmasının önemi bir kez daha ortaya konmuştur. Kendini olduğundan kilolu hissedenlerin yaşam kalitesini artırmaya yönelik müdahalelerin gerekli olduğu düşünülmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to determine the body weight and weight perception of adolescents, examine the relationship with Pediatric-Quality-of-Life (PedsQL) and Self-Efficacy-Questionnaire-for-Children (SEQ-C).
METHODS: The study was conducted with 779 (55.3% girl, 44.7% boy) adolescents, with an average age of 16.3±1.1. The actual body weight declared by the adolescents was defined as “extremely underweight”, “underweight”, “normal”, “overweight” and “obese” according to gender and age specific body mass index (BMI) values. The students were asked about their perception of body weight, and told to identify with one of the above-mentioned weight definitions. All participants completed the PedsQL and SEQ-C scale.
RESULTS: There was no significant difference in total quality of life scores associated with BMI of participants. 47.3% of the girls and 36.5% of the boys perceived themselves at different weight than they were. 43% of girls and 14.3% of boys overestimated their weights where as most of them had normal BMI. While 34.8% of overweight and obese boys underestimated their weights, none of girls did. The total PedsQL was lower among those who perceived themselves overweight than those who perceived normal. There was no statistically significant relation between SEQ-C -scale and weight perception and BMI.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Results of our study indicate the importance of investigating adolescents’ perception of their body weight besides their actual weight. These results denote the necessity of actions aimed at raising the adolescents’ quality of life whose perceptions of body weight exceed their actual weight.
Abstract | Full Text PDF

12.The comparison of temporal temperature measurement method by non-contact infrared thermometer with other body temperature measurement methods
Nilay Hakan, Nurullah Okumuş, Mustafa Aydın, Tuncay Küçüközkan, Nilden Tuygun, Ayşegül Zenciroğlu
doi: 10.5222/buchd.2017.141  Pages 141 - 146
GİRİŞ ve AMAÇ: Temassız kızıl ötesi termometrenin (TKÖT) diğer termometreler ve / veya vücut sıcaklığı ölçüm yöntemleri ile karşılaştırılması suretiyle etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastalar 0-1 yaş arasındaki bebekler, >16 yaş kadınlar ve 1-16 yaş arasındaki çocuklar olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Tüm hastaların vücut sıcaklığı, TKÖT vasıtayla sağ ve sol temporal bölgelerden ve dijital termometre ile aksiller bölgeden ölçülmüştür. Ayrıca vücut sıcaklıkları tüm çocuklarda timpanik termometreyle ve yetişkinlerde ise oral yoldan dijital termometre ile ölçülmüştür.
BULGULAR: Diğer sıcaklık ölçüm yöntemlerine kıyasla, tüm hastalarda temporal sıcaklık rektal sıcaklıktan farklı değildi (p>0.05); aksiller sıcaklıktan 0.6°C daha yüksek (p<0.001), oral sıcaklıktan 0.3°C daha yüksek (p<0.001) ve timpanik sıcaklıktan ise 0.1°C daha yüksekti (p<0.001). Eğer ateş için ≥38°C rektal sıcaklık bir referans değer olarak alınırsa, ortalama temporal sıcaklık için duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif prediktif değerler sırasıyla %48.5, %99.5, %88.9 ve %96.3 idi. Bland-Altman alanlarının görsel incelemesine göre, TKÖT yüksek vücut sıcaklığında sıcaklığı olduğundan daha düşük tahmin etmekte ve bu nedenle düşük hassasiyet göstermektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız TKÖT’lerin çocuklarda ateşi dışlamak için hızlı, hijyenik ve invaziv olmayan bir yöntem olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Bununla birlikte, bu yöntem rektal ölçüm ve diğer invaziv olmayan tekniklerle karşılaştırıldığında ateş saptamada düşük hassasiyete sahiptir. Temporal sıcaklık rektal sıcaklığa yakın gibi görünse de, bu yöntem febril hastaların saptanması için henüz ideal değildir.
INTRODUCTION: To evaluate the effectiveness of non-contact infrared thermometer (NCIT) by comparing with other thermometers and/or body temperature measurement methods.
METHODS: The patients were divided to 3 groups: 0-1 year-old babies, female patients >16 years-old, and children between 1-16 years-old. The body temperature of all patients was measured by NCIT at the temporal region, and the digital thermometer through the axillary region. Moreover, body temperature of children was measured with by tympanic thermometer and of adults was measured by digital thermometer through oral route.
RESULTS: When compared to other temperature measurement methods, in all patients, the temporal temperature was not statistically different to that of rectal temperature (p>0.05); but it was 0.6°C higher than axillary temperature (p<0.001), 0.3°C higher than oral temperature (p<0.001), and 0.1°C higher than tympanic temperature (p<0.001). If the rectal temperature of ≥38°C has been taken as a reference value for fever; the sensitivity, specificity, positive and negative predictive values for average temporal temperature were as follows: 48.5%, 99.5%, 88.9%, and 96.3%, respectively. Based on visual inspection of the Bland-Altman plots, NCIT underestimated the temperature if a higher body temperature present, which resulted in a low sensitivity.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our findings indicate that NCITs can be used as a rapid, hygienic and non-invasive method of excluding fever in children. However, this method has low sensitivity for detecting fever compared to that of rectal measurement and other non-invasive techniques. Although temporal temperature seems to be close to rectal temperature, this method is not ideal for detecting febrile patients yet.
Abstract | Full Text PDF

13.Femoral vascular complication incidence and possible risk factors of pediatric patients after cardiac catheterization
Özge Pamukçu, Burcu Süreyya Görkem
doi: 10.5222/buchd.2017.147  Pages 147 - 151
GİRİŞ ve AMAÇ: Kardiyak kateterizasyon için femoral girişim uyguladığımız hastalarda vasküler komplikasyon sıklığını ölçmeyi, olası risk faktörlerini belirlemeyi ve gelecekte bunlara karşı tedbirler alarak komplikasyon sıklığını azaltmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bölümümüzde 2011-2015 yılları arasında anjiyografi yapılan 106 hasta çalışmaya alınmıştır. Hastaların yaşı, kilosu, prosedür tipi, süresi, kullanılan kılıf boyutu, işlemden sonra geçen süre, kateterizasyon sayısı, işlem sırasında karşılaşılan komplikasyon, hastanın ek sağlık problemleri hasta dosyalarından kaydedildi. Her hastanın bilateral eksternal iliak, yüzeyel femoral arter ve venleri ultrasonografi ile görüntülendi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 45 erkeğin ortalama yaşı 21, 61 kızın ortalama yaşı 42 aydı. Anjiyografi esnasındaki hastaların vücut ağırlığı; erkeklerde 10, kızlarda 13,5 kgdı. Son anjiyografiden sonra geçen ortalama süre 28,5(7,75-60,25) aydı. Anjiyografide kılıfın en sık ve en az yerleştirilen damar sırasıyla sağ femoral ven iken, sol femoral arterdi. En sık kullanılan kılıf 5 French çapında, kullanılan en büyük kılıf 10Fr (3kez sağ femoral vene, 1kez sol femoral vene), en küçük kılıf ise 4 Fr’ di (sağ femoral artere 4, sağ femoral vene 2, sol femoral artere 2 kez). Ortalama işlem süresi 44 (30-50) dakikaydı.
Toplam 106 femoral ven ve arter Doppler ultrasonografi incelemesi yapıldı. VSD tanısıyla takip edilen ve basınç ve saturasyon ölçümü için anjiyografi yapılan yapılan 18 aylık erkek hastada sağ inguinalde hematom tespit edildi. Anjiyografiden sonra geçen süre 3 aydı, izleminde kendiliğinden düzeldi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Gelişen teknoloji ile daha küçük çaplı kılıf ve taşıyıcı sistem geliştirilmesi, işlem esnasında ve sonrasında iyi anti-koagülasyon sağlanması, işlem süresinin kısa tutulması ile eskiye oranla komplikasyon riski azalmıştır.
INTRODUCTION: We aimed to find out the incidence of vascular complications, possible risk factors of having complication in the patients who had femoral access for cardiac catheterization. We planned to take precautions and decrease complication incidence.
METHODS: One hundred six patients who had catheterization in our center between dates 2011-2015 were included in the study. Age, weight, type of procedure, sheath size, duration after last angiography, complications, additional health problems of patients were recorded. Bilateral external iliac, femoral artery and veins are checked with Doppler ultrasonography.
RESULTS: Median age of 45 boys included was 21 months, median age of 42 girls included in the study was 42 months. Median bodyweight of boys and girls during angiography was 10kg and 13.5kg. Median time period after last angiography 28.5 months. Most common vessel that femoral sheath inserted was right femoral vein, least used femoral vessel was left femoral artery. Most common size was 5 French(Fr). Smallest sheath was 4 Fr, largest sheath was 10 Fr. Median duration of procedures was 44 minutes.
Doppler ultrasonography of total 106 patients was made. Inguinal hematoma was detected 3 months after angiography in an 18 months old boy who had VSD. It was resolved spontaneously in his follow-up.

DISCUSSION AND CONCLUSION: As technology improves; small sized sheaths and delivery catheters were brought to the market. Complication risks were decreased by providing better anti-coagulation and decreasing procedure duration.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
14.Alveolar Soft Part Sarcoma located at the upper extremity: a case report and reviev of the literature
Bahattin Erdoğan, Yusuf Özçelikörs, Kısmet Bildirici
doi: 10.5222/buchd.2017.152  Pages 152 - 156
Alveolar Soft Part Sarkoma, karakteristik histolojik özellikleri olan, tipik olarak çocuk ve adölesanlarda izlenen, kötü prognozlu, nadir görülen bir yumuşak doku tümörüdür. Bu tümörler sıklıkla alt ekstremite ve gövdenin derin yumuşak dokularında gelişim gösterirler. Her ne kadar yavaş bir klinik seyir izlense de geç metastazları ile kötü bir prognoza sahiptirler. 16 yaşında kız çocuğu sol kolunda şişlik ve ağrı şikayeti ile müracaat etti. Deltoid ve biseps braki lateralis kasları arasında gelişmiş tümöral gelişime cerrahi rezeksiyon uygulandı. Histopatolojik olarak, vaskulerize fibröz septalar ile ayrılmış, geniş eozinofilik/berrak sitoplazmalı poligonal biçimli hücrelerin kümelenmeler ve alveol benzeri yapılar oluşturduğu neoplastik gelişim izlendi. Tümöral hücrelerde MyoD1 ve CD10 immünohistokimyasal boyamaları pozitifti ve diastaz rezistan PAS pozitif sitoplazmik cisimcikler görüldü. Olgumuz seyrek görülmesi ve beklenmeyen lokalizasyonu nedeni ile histopatolojik ve immünohistokimyasal özellikleri ile sunulmuş ve literatür gözden geçirilmiştir. ASPS tanısı; klinik, morfolojik, arşitektürel bulguların yanı sıra immünohistokimyasal bulguların birlikte yorumlanması ile mümkündür.
Alveolar Soft Part Sarcoma is a rare soft tissue tumor with characteristic histological features, typically seen in children and adolescents, with bad prognosis. These tumors often develop in the deep soft tissues of the lower extremities and body. Although they have a slow clinical course, they have a bad prognosis with late metastases. A 16-year-old girl applied with a complaint of swelling and pain in her left arm. Surgical resection was performed on advanced tumor growth between deltoid and biceps brachio lateralis muscles. Neoplastic development which polygonal cells with wide eosinophilic / clear cytoplasm which are separated histopathologically by vascularized fibrous septa are formed clusters and alveolar like structures, is observed. MyoD1 and CD10 immunohistochemical stains were positive for tumor cells and diastase resident PAS positive cytoplasmic substances were observed in tumor cells. Our case is presented due to rare occurrence and unexpected localization with its’ histopathological and immunohistochemical characteristics and literature review conducted on this subject. ASPS’ diagnosis is possible by interpretation of immunohistochemical findings together with clinical, morphological and architectural findings.
Abstract | Full Text PDF

15.A case with atypical hand-mouth-foot disease accompanying with onicomadesis and a small-scale outbreak
Bilge Aldemir-Kocabaş, Adem Karbuz, Neslihan Doğulu, Tuğçe Tural Kara, Gökalp Bolkent, Ergin Çiftçi, Erdal İnce
doi: 10.5222/buchd.2017.157  Pages 157 - 160
El-ayak-ağız hastalığı enterovirüslerden sıklıkla Coxsackievirus A16 ve enterovirüs 71’in neden olduğu bir hastalık olup toplumda salgınlara yol açabilmektedir. Son zamanlarda klasik el-ayak-ağız hastalığından farklı özellikleri içeren bir atipik form tanımlanmıştır. Bu atipik formda klasik hastalıktan farklı olarak cilt lezyonlarının daha fazla dorsal yüzleri etkilemesi, gövde ve boyunda daha fazla yoğunlaşması, ülsere ve büllöz formda olması, kabuklanma ile soyulmanın tipik olması ve onikomadezis ile sık birliktelik görülmektedir. Burada, ekzema herpetikum kliniği ile başvuran ve izlemde kısa sürede küçük bir salgına yol açan ve onikomadezis ile iyileşen 17 aylık bir atipik el-ayak-ağız hastalığı olgusu sunulmuştur. Bu olgu sunumu ile ekzema herpetikum ön tanısı ile izlenen ve herpesvirüs için yapılan viral testleri negatif saptanan özellikle 2 yaş altındaki olgularda ayırıcı tanıda atipik enteroviral hastalığın düşünülmesi vurgulanmak istenmiştir. Atipik hastalık bulgularının iyi bilinmesi gereksiz asiklovir kullanımının önüne geçebilir. Ayrıca koruyucu önlemlerin alınması ile nozokomiyal ve toplumsal salgınların önlenmesi sağlanabilecektir.
Hand-mouth-foot disease is generally caused by Coxsackievirus A16 and Enterovirus 71, which are subtypes of enteroviruses, can lead to outbreaks in the people. Recently, an atypical form of disease has been described which consist of different characteristics from classical form. It was first reported in 2008 and differ from the classical form of disease in that widespread distribution of vesiculobullous skin lesions on the trunk and neck, high rate of ulcerate and bullous formation, crusted and scabbed lesions and onychomadesis. Herein, we reported a 17-month-old child with atypical hand-foot-mouth disease. He was firstly diagnosed with eczema herpeticum, lead to a small outbreak, and healed with onicomadesis. We pointed out atypical enteroviral diseases in infants especially presented with eczema herpeticum and negative tests for herpesviruses. Unnecessary use of acyclovir could be avoided if atypical manifestations of disease are well known. Also, hospital and community outbreaks can be prevented with taking the protective measures.
Abstract | Full Text PDF

16.Torsion of epiploic appendices: An uncommon cause of acute abdomen
Mehmet Mert, Ali Sayan, Yılmazcan Örnek, Tunç Özdemir, Gökhan Köylüoğlu
doi: 10.5222/buchd.2017.161  Pages 161 - 163
Yedi yaşındaki kız hasta sağ alt kadranda künt karın ağrısı ile hastanemiz çocuk acil servisine getirildi. Hasta çocuk acil servisinde pediatri hekimleri tarafından değerlendirildikten sonra akut batın ön tanısıyla kliniğimize konsülte edildi. Hastada akut batın bulgularının olması nedeniyle hasta servisimize yatırılarak opere edildi. Hastada operasyon esnasında apendiks vermiformisin normal olduğu görüldü. Ancak sürdürülen karın eksplorasyonunda sigmoid kolon yerleşimli apendiks epiploikanın torsiyonuna bağlı primer apendajitis epiploika olduğu saptandı. Nadir bir akut batın nedeni olan primer apendajitis epiploika; yerleşim yerine göre akut apandisit, akut divertikülit, akut kolesistit gibi cerrahi müdahale gerektiren patolojileri taklit edebilir. Bu nedenle akut batın ayırıcı tanısında akılda tutulması gereken bir patolojidir.
A 7-year-old girl, presented to the pediatric emergency service with dull pain, localized in the right lower quadrant of the abdomen. After she was examined by emergency pediatricians, she had been consulted to our department by an acute abdomen pre-diagnosis. After our examination, she was operated due to the symptoms of acute abdomen. During surgery, the appendix vermiformis appeared non-inflamed. But in detailed abdomen exploration, primary epiploic appendagitis diagnosis due to the torsion of appendices epiploicae localized at the sigmoid colon was made. Primary epiploic appendagitis, an uncommon cause of acute abdomen; mimics surgical pathologies like acute appendicitis, acute cholecystitis, acute diverticulitis etc. So primary epiploic appendagitis is a pathology that needs to be kept in mind in differential diagnosis of acute abdomen.
Abstract | Full Text PDF

17.Familial Mediterranean fever and prolonged febrile myalgia syndrome: Case report
Özlem Üzüm, Pınar Garipçin, Melis Bilen, Can Öztürk, Miray Karakoyun
doi: 10.5222/buchd.2017.164  Pages 164 - 166
Karın ağrısı, çocuklarda sık görülen bir yakınmadır, cerrahi ve cerrahi dışı nedenleri mevcuttur. Ailesel Akdeniz Ateşi, cerrahi dışı nedenler arasında yer almakta ve ateş yüksekliği, inflamatuar serozit ile seyretmektedir. Uzamış febril miyalji sendromu, Ailesel Akdeniz Ateşi ile birlikte görülebilmektedir ve ilk kez 1994 yılında tanımlanmıştır. Uzamış febril miyalji sendromunda yüksek ateş, miyalji, karın ağrısı, artrit/artralji ve döküntüler görülebilmektedir. Bu yazıda ateş yüksekliği ve karın ağrısı ile başvuran, takibinde eklenen kas ağrıları ile ilk atağı uzamış febril miyalji ve Ailesel Akdeniz Ateşi tanısı alan bir olgu sunulmuştur. Uzamış febril miyalji sendromunun, Ailesel Akdeniz Ateşinde atipik klinik belirtilerden biri olduğu ve ilk başvuruda görülebileceği vurgulanmak istenmiştir.
Abdominal pain is a common complain in children which is caused by surgical and non-surgical reasons. Familial meditterian fever is one of the common non-surgical reasons and the most common syptoms are fever and inflammatory serositis. But one of the rare form is protractal febrile myalgia defined fist time in 1944. This form coexistent with fever, myalgia, abdominal pain, athritis and athralgia. In this article, we presented a case with fever and abdominal pain, followed by muscular pain diagnosed as a prolonged febrile myalgia syndrome and Familial Mediterranean Fever. It is emphasized that the prolonged febrile myalgia syndrome is one of the atypical clinical manifestations in the Familial Mediterranean Fever and may be seen in the first application.
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR
18.Terra firma-forme dermatosis: A simple diagnosis if it is considered
Vildan Manav, Serap Karataş, Soysal Baş
doi: 10.5222/buchd.2017.167  Pages 167 - 168
Abstract | Full Text PDF