Volume: 6  Issue: 2 - 2016
Hide Abstracts | << Back
1.Cover

Page I
DOWNLOAD

EXPERIMENTAL WORK
2.Presentation and management of classical urea cycle disorders: lessons from our experience
Sema Kalkan Uçar, Ebru Canda, Melis Köse, Mehtap Kağınıcı, Özge Altun Köroğlu, Şebnem Çalkavur, Sara Habif, Mahmut Çoker
doi: 10.5222/buchd.2016.089  Pages 89 - 96
GİRİŞ ve AMAÇ: Doğumsal metabolik hastalıklardan olan üre döngüsü hastalıkları (ÜDH), proteinlerin yıkımı sonucu oluşan amonyağın hücresel atılımında görevli enzim ve taşıyıcı moleküllerinin eksikliği sonucu oluşmaktadır. Bu çalışmanın amacı çocukluk çağında görülen ÜDH klinik özelliklerini ve uzun dönem izlem sonuçlarını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Klasik ÜDH (Karbamoil fosfat sentetaz I eksikliği (n=4), Arjininosüksinat liyaz eksikliği (n=4), Arjninosüksinat sentetaz eksikliği (n=3), Arjinaz eksikliği eksikliği (n=1), Ornitin transkarbamilaz eksikliği (n=1)) olan 13 hastanın klinik özellikleri belirlenmiştir. Semptomların 28 günden küçük hastalarda ortaya çıkması durumunda yenidoğan-başlangıçlı ÜDH, 28 günden sonra ortaya çıkan ÜDH için geç-başlangıçlı ifadesi kullanılmıştır.
BULGULAR: Hastaların büyük bir çoğunluğu (n=9) yenidoğan döneminde akut metabolik kriz ile ortaya çıkmıştır. Yenidoğan-başlangıçlı ÜDH sepsis benzeri bir tablo ile kendilerini ortaya koyarken, geç-başlangıçlı olanlarda ise mental retardasyon ön planda saptanmıştır. Kusma ve hipotoni yenidoğan başlangıçlı hastalarda bildirilirken, hareket bozukluğun eşlik ettiği veya etmediği epilepsi geç başlangıçlı ÜDH rapor edilmiştir. Yenidoğan-başlangıçlı ÜDH hiperamoniyemi hastalığın ilk tanısında oldukça yüksek olmakla birlikte, izlem süresinde üst sınırlara yakın olma eğilimini korumuştur. Buna karşın semptomlu geç başlangıçlı hastalarda metabolik kriz ve hiperamonyemi daha az bildirilmiştir. ÜDH akut ve kronik tedavisinde protein kısıtlı yüksek enerjili diyet ve azot “toplayıcı” ilaçların birlikte verilmiştir. Gelişen tedavi olanaklarına rağmen yenidoğan- başlangıçlı ÜDH da hala ölüm oranı oldukça yüksek bulunmuştur ( 44% (4/9)).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yenidoğan başlangıçlı ÜDH genellikle yenidoğan döneminde hiperamoniyemi ile kendini ortaya koymuştur. Geç-başlangıçlı ÜDH da nörolojik bulgulardan tanıya gitmek daha sık bildirilmiştir. Bu hastalıkların tanınması ve izlem sonuçlarının iyileştirilmesi amacı ile temel tanı ve tedavi prensiplerinin güncellenip yeniden yapılandırılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: The urea cycle disorders (UCD) are inherited deficiencies of the enzymes or transport molecules involved in the cellular excretion of excess ammonia produced during protein metabolism. The aim of this study was to evaluate the clinical phenotype and long-term outcome of pediatric patients with UCD presented at different ages.
METHODS: Clinical characteristics in 13 patients with classical UCD (Carbamoyl phosphate synthetase I deficiency(n=4), Argininosuccinate lyase deficiency(n=4), Argininosuccinate synthetase deficiency(n=3), Arginase deficiency(n=1), Ornithine transcarbamylase deficiency(n=1)) were defined. The term “neonatal-onset” UCD was used if symptoms occurred within 28 days of life, and “late-onset” if symptoms started after that period.
RESULTS: The majority of patients (n=9) presented with acute metabolic crisis during newborn period. Core clinical phenotype in neonatal-onset UCD included sepsis-like neonatal crisis, whereas mental retardation was predominant peculiarity in late-onset UCD. Vomiting and hypotonia were frequently reported in neonatal-onset UCD, and epilepsy with/without movement disorder was found in late-onset UCD patients. For patients with neonatal-onset UCD hyperammonemia was more severe during presentation. However, symptomatic patients with late-onset UCD were often presented without hyperammonemia and metabolic crisis. A cardinal principal of UCD acute and long-term management was restriction of protein intake with appropriate titration of nitrogen scavenging medications and energy intake. Despite these treatment opportunities no improvement of survival was observed in neonatal-onset UCD survival rate (44%(4/9)).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Neonatal-onset UCD were generally presented as acute onset hyperammonemia during the newborn period. However, neurological impairment was the most common presentation in the late-onset UCD. The basic principles of diagnosis and treatment need to be reorganizing to improve recognition and outcome in these diseases.
Abstract | Full Text PDF

3.Ethical Sensitivity Levels of Pediatric Nurses and The Factors Affecting This Sensitivity
Arzu Tazegün, Ayda Çelebioğlu
doi: 10.5222/buchd.2016.097  Pages 97 - 102
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırma, Çocuk hemşirelerinin etik duyarlılık düzeylerini ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Evrenden örneklem seçme yöntemine gidilmeden, Erzurumda araştırmaya katılmayı kabul eden 120 çocuk hemşiresi ile yürütülmüştür. Veriler; araştırmacılar tarafından hazırlanan Sosyo-Demografik Veri Formu ve Etik Duyarlılık Ölçeği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; Yüzdelik dağılım, ortalama, Kruskal-Wallis, Mann-Whitney U, t testi ve Dunn testi kullanılmıştır.
BULGULAR: Hemşirelerin, etik duyarlılık ölçeğinden aldıkları toplam puan ortalamalarının 93.80±19.10 olduğu belirlendi. Hemşirelerin yaşlarının “Otonomi” ve “Oryantasyon” alt boyutları ile “Etik Duyarlılık Toplam Puanı”nı etkilediği saptandı. Medeni durumun ölçek alt boyutlarından “yarar sağlama” ve “uygulama” puan ortalamaları üzerinde, öğrenim durumunun da “otonomi” ve “yarar sağlama” puan ortalamaları üzerinde etkili olduğu bulundu. Hemşirelerin mezuniyetten sonra etik ile ilgili bir eğitim alma durumunun “uygulama” alt boyutu, çalıştıkları kurumlarda etik komite bulunma durumunun ise “yarar sağlama” ve “çatışma” alt boyutu üzerinde etkili olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgular, hemşirelerin etik duyarlılık düzeylerinin bundan önce yapılmış olan çoğu çalışmada saptanan etik duyarlılık düzeylerinden daha düşük olduğunu ve bazı faktörlerin etik duyarlılık düzeyini etkilediğini göstermiştir.
INTRODUCTION: This study aims to identify the ethical sensitivity levels of pediatric nurses and the factors affecting this sensitivity
METHODS: Without choosing a sample group from the population, the study was carried out with 120 pediatric nurses who accepted to participate in the study in Erzurum. The data is collected via the Socio-Demographic Data Form prepared by the researchers and Ethical Sensitivity Scale. Percentage distribution, average, Kruskal-Wallis, Mann Whitney U tests, t-test and Dunn test were used in evaluating the data.
RESULTS: The average of the total points that nurses got from ethical sensitivity scale was found as 93.80±19.10. It was also found that the age of the nurses affected the “Autonomy” and “Orientation” sub-dimensions and “Ethical Sensitivity Total Point” in the perception of ethical sensitivity. It was revealed that marital status had an impact on “providing benefit” and “application” sub-dimension points of the scale while educational background had an impact on “autonomy” and “providing benefit” points. It was found that the ethical training of nurses after graduation had an impact on “application” sub-dimension while the existence of an ethical committee in the institution they work for had an impact on “providing benefit” and “conflict” sub-dimensions.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The findings of this study revealed that the ethical sensitivity levels of nurses were lower than the ethical sensitivity levels in many previous studies and some factors were effective.
Abstract | Full Text PDF

4.Clinical and Laboratory Evaluation of Cases with Egg Allergy
Hikmet Tekin Nacaroğlu, Semiha Bahçeci Erdem, Cansu Çetin Şentürk, Sait Karaman, Canan Şule Ünsal Karkıner, Esra Toprak, Demet Can
doi: 10.5222/buchd.2016.103  Pages 103 - 108
GİRİŞ ve AMAÇ: Yumurta alerjisi, çocukluk yaş grubunda inek sütü alerjisinden sonra ikinci sıklıkta (%0.5-2.5) görülür. Hastalar süt çocukluğu döneminde sıklıkla ürtiker ve atopik dermatit şikayetleri ile başvurmakla birlikte bazı olgular anafilaktik reaksiyonlar ile başvurabilmektedir. Çalışmamızda yumurta alerjisi tanısı ile izlediğimiz hastaların klinik özelliklerinin belirlenmesi ve yaş grubunun klinik bulgulara etkisinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif kesitsel çalışmamızda Eylül 2013-Eylül 2015 tarihleri arasında IgE aracılı yumurta allerjisi tanısı ile izlenen 59 hasta alındı. Tanı için yumurta ile anaflaksi öyküsü ya da besin provokasyon test pozitifliği şartı arandı. Hastalar yaşa göre 2 yaş altı (Grup I) ile 2 yaş üstü (Grup II) olarak ayrıldı ve iki grubun demografik, klinik ve laboratuvar bulguları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Olguların yaş ortalaması 27,1±13,8 ay, yakınmaların başlangıç yaşı 7,8±8,2 ay olup %33,9 kız, %66,1 erkek idi. Olgular öksürük %28,8 (n=17), solunum sıkıntısı %28,8 (n=17), ürtiker %18,6 (n=11), huzursuzluk %16,9 (n=10), kusma %10,1 (n=7), ishal %8,4 (n=5) şikayeti ile başvurmuşlardı. Hastaların %72,8’i (n=43) atopik dermatit, %28,8’i (n=17) astım, %18,6’sı (n=11) ürtiker/anjiödem, %10,1’i (n=6) kolit, %3,3’ ü (n=2) anafilaksi tanısı almıştı. Tanı ve semptom dağılımı açısından bakıldığında da 2 yaş üstü olgularda tanı olarak astım, semptom olarak öksürük ve solunum sıkıntısının anlamlı olarak yüksek olduğu saptandı (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yumurta alerjisinde klinik bulgular ve laboratuvar bulguları yaşa göre değişim gösterebilir. Daha geç yaş da hastalarda solunum yolu bulguları ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle klinik bulgular ve tüm tanısal testler yaş grubu dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
INTRODUCTION: Egg allergy is the second frequently seen childhood allergy after cow milk allergy (0.5-2.5%). During infancy it presents frequently with urticaria and atopic dermatitis, however, in some cases with anaphylactic reactions as well. Herein it is aimed to examine the clinical features of children with egg allergy and impact of age group to clinical features.
METHODS: This is a retrospective, cross-sectional study consisting of 59 IgE-mediated egg allergy patients during September 2013-2015. Diagnosis was done by positive food provacation test or by a history of anaphylaxis with egg. Patients under 2 years of age were enrolled as Group I and those over 2 years as Group II, and the demographic, clinical and biochemical findings were compared.
RESULTS: Mean age was 27.1±13.8 months, beginning of symptoms were at mean age of 7.8±8.2 months. Of the patients 33.9% were girls and 66.1% were boys. Patients presented with cough 28.8% (n=17), dyspnea 28.8% (n=17), urticaria 18.6% (n=11), restlessness 16.9% (n=10), vomiting 10.1% (n=7), diarrhea 8.4% (n=5). Patients were diagnosed as atopic dermatitis in 72.8% (n=43), asthma in 28.8% (n=17), urticaria/angioedema in 18.6% (n=11), colitis in 10.1% (n=6), anaphylaxis in 3.3% (n=2). Regarding the distribution of symptoms and diagnosis, diagnosis of asthma and symptoms of cough and dyspnea were recorded significantly higher over 2 years of age (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Clinical features and laboratory findings of egg allergy can vary according to age. Respiratory symptoms outstand in patients over 2 years. So, clinical features and diagnostic tests should be evaluated according to age groups.
Abstract | Full Text PDF

5.Documentation of Our Neuroblastoma Cases ( 49 Cases, Retrospective Study)
Zübeyde Yıldırım Ekin, Hülya Tosun Yıldırım, Bengü Demirağ, Ceren Sayar, Rahmi Gökhan Ekin, Safiye Aktaş, Gülden Diniz, Canan Vergin
doi: 10.5222/buchd.2016.109  Pages 109 - 112
GİRİŞ ve AMAÇ: Nöroblastom çocukluk çağında en sık görülen ekstakraniel solid tümör ve infantlarda görülen en sık tümördür. Vakaların yaklaşık yarısı 2 yaşından önce görülmektedir. Nöroblastom nöral krestten köken alan nöroendokrin bir tümördür. En sık görüldüğü yer adrenal medulla olmakla birlikte boyun gövde abdomen ve pelvisteki nöral dokulardan da gelişebilir. Bu çalışmada Shimada sınıflaması temeline dayanarak nöroblastom olgularının tekrar gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 2004-2015 yılları arasında nöroblastom tanısı konulan 49 hasta alındı. Tümör boyutu, yerleşimi, diferansiasyon, mitotik karyotik indeks (MKİ) ve yaş parametreleri değerlendirildi. Shimada sınıflamasına göre iyi ve kötü prognostik olarak sınıflandırıldı. Shimada sınıflaması ile sağkalım arasındaki ilişki log-rank testi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 49 hasta ortalama 62,9 ± 7,8 ay takip edildi. Hastaların 13’ü (%26,5) öldü. Shimada sınıflamasına göre 33 (%67,3) hasta kötü prognostik, 16 (%32,7) hasta iyi prognostik grupta yer aldı. İyi ve kötü prognostik grupta sağkalım oranları sırası ile %87,5 ve %66,7 olarak bulundu (p=0.011).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Shimada sınıflaması ile sağkalım ilişkili bulunmuştur.
INTRODUCTION: Neuroblastoma (NB) is the most common extracranial solid cancer in childhood and the most common cancer in infancy. Nearly half of neuroblastoma cases occur in children younger than two years. It is a neuroendocrine tumor, arising from neural crest. It most frequently originates in one of the adrenal glands, but can also develop in nerve tissues in the neck, chest, abdomen, or pelvis. In this study, neuroblastoma cases were reviewed and classified occording to the Shimada classification.
METHODS: 49 patients who diagnosed neuroblastoma from 2004 to 2015 were included the study. Tumor size, location, differenation, mitotic caryorrhrtic index and age were evaluated. Tumors were classified to favourable and unfavourable prognostic groups according to the Shimada classification. Log-rank test were used to assess interaction between the Shimada classification and survival.
RESULTS: Of 49 patients in this study, were followed mean 62,9 ± 7,8 months. Thirteen (%26,5) patients were died. According to the Shimada classification, 33 (%67,3) patients were in unfavourable prognostic group, while 16 (%32,7) patients were favourable prognostic group. Survival rate in favourable and unfavourable prognostic groups were %87,5 and %66,7, respectively (p=0.011).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Shimada classification was found to be associated with survival.
Abstract | Full Text PDF

6.Determination of Mothers’ The Ideas And Practices Related to Sing Lullabies Among 0-3 Aged Children in Konya, Selcuklu
Ayşe Sonay Türkmen, Güley Arslan
doi: 10.5222/buchd.2016.113  Pages 113 - 118
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı 0-3 yaş grubu çocuğa sahip annelerin bebeklerine ninni söylemeye yönelik görüş ve uygulamalarını belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Konya İli Selçuklu ilçesine bağlı bir aile sağlığı merkezine kayıtlı 0-3 yaş çocuğu olan annelerde gerçekleştirildi. Toplam 145 anne araştırma kapsamına alındı. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu ile toplandı. Araştırma öncesinde etik izin, kurum izni ve annelerin sözlü onamları alındı. Araştırmadan elde edilen veriler bilgisayar ortamında sayı ve yüzde dağılımından yararlanılarak değerlendirildi.
BULGULAR: Araştırmaya katılan annelerin yaş ortalaması 29,6 ± 6,0 yıl idi. Annelerin %88,3’ü ninni söylediğini belirtirken tamamı ninni söylemenin olumlu etkileri olduğunu düşünmekte idi. Annelerin çoğunluğu ninnilerin çocuğun ruh sağlığını olumlu yönde etkilediğini (%86,9) ve erken konuşmasında etkili olduğunu (%83,4) belirtti. Ninnilerin yararları konusunda annelerin en az bildikleri konu ise beslenme üzerine etkileri (%16,6) idi. Çocukların uykuya hazırlanması esnasında yaptıkları işlemler sorulduğunda annelerin sadece %66,2’si ninni söylediklerini belirtti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Annelerin çoğunluğunun ninnilerin önemi ile ilgili yüksek oranda bilgiye sahip oldukları, ancak uygulama oranlarının düşük düzeyde olduğu belirlendi.
INTRODUCTION: The aim of this study is to determine the ideas and practices of mothers with a child aged 0-3 related to sing lullabies.
METHODS: This study was done in a family health center. 145 mothers were interviewed. Data were collected by questionnaire. Before starting the study, ethics, institutions approval and verbal consent of the mothers were taken. Data is evaluated by the computer environment using number and percentage distributions.
RESULTS: The average age of mothers who participated in the study was 29.6 + 6.0 years. While 88.3% of the mothers were singing lullaby, all of the mothers were thinking that singing lullabies are positive effects. The majority of the mothers said that lullabies positively affect the mental health of children (86.9%) and in early speech (83.4%). The least known about the benefits of lullabies was that lullaby effects on nutrition (16.6%). When asked about the actions they take children to sleep during the preparation, 66.2% of mothers said they told lullaby.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although mother knew the importance of lullabies, they were moderate in the application.
Abstract | Full Text PDF

7.Assosiation of Cranial Magnetic Resonance Imaging and Clinical Findings of Children with Cerebral Palsy
Mustafa Kartal, Gürkan Gürbüz, Ünsal Yılmaz, Aycan Ünalp
doi: 10.5222/buchd.2016.119  Pages 119 - 126
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı serebral palsili (SP) çocuklarda hastalığa eşlik eden epilepsi, zeka geriliği, işitme, görme problemleri ile motor kısıtlılık (KMSS seviyesi) gibi bozuklukların hastaların beyin MRG bulgularıyla ilişkisini saptamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastane etik kurulundan izin alındıktan sonra İzmir Dr Behçet Uz Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi Pediatrik Nöroloji Polikliniğine Ocak 2012 ile Kasım 2013 tarihleri arasında başvurmuş serebral palsi tanılı hastaların kayıtları (yaş, cinsiyet, doğum haftası, doğum ağırlığı, doğum şekli, intrauterin presentasyon, akraba evliliği varlığı, ailede benzer öykü varlığı, beyin MRG bulguları, SP klinik alt tipi, motor kısıtlılık düzeyleri (KMSS), zeka geriliği, görme bozukluğu, işitme bozukluğu, epilepsi) retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Bu çalışmada73 erkek (%57) ve 55 kız (%43,1) olmak üzere toplam 128 hasta incelendi. Hastaların 68 inde periventriküler lökomalazi (%53.1), 15 inde serebral malformasyon (%11.7), 15 inde unda gri cevher hastalığı (%11.7), 14 ünde serebrovasküler olay (%10.9), 2 sinde bazal ganglion tutulumu (%1.6), 1 inde (%0.8) tanısal olmayan bulgular saptandı. En sık görülen SP alt tipi kuadriplejik SP idi. SP’ye eşlik eden bozukluklar zeka geriliği (%81.4), epilepsi (%55.5), görme bozukluğu (%29.7) işitme bozukluğu (%8.6) olarak saptandı. Beyin MRG sinde GCH saptanmasının işitme bozukluğu görülmesi ve motor fonksiyon kısıtlılığı (kmss) ile anlamlı bir ilişkisinin olduğunu saptadık. (p<0.05)
TARTIŞMA ve SONUÇ: SP daha çok motor işlevlerle ilgili bir hastalık olarak algılansa da zeka geriliği, görme ve işitme problemleri ve epilepsi gibi ikincil sorunlar sıklıkla hastalığa eşlik etmektedir. Bu bozuklukların erken tanı ve tedavisi hastaların hayat kalitesini olumlu yönde etkileyecektir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the assosiation with kranial magnetic resonance imaging (MRI) findings and clinic comorbities of cerebral palsy (CP) like gross motor classification system(GMFCS) level, mental retardation, hearing disabilities, visuel disabilities, epilepsy.
METHODS: The medical records (ages, genders gestational age, gestational weight, the delivery method, intrauterine presentation, relationship of parents, similar medical history of family members, cranial MRI findigs, and clinical subtype of CP, motor impairment level, mental retardation, visuel and hearing disabilities, epilepsy) of the patients who were followed up in Pediatric Neurology Department at Izmir Dr Behçet Uz Children’s Hospital between January 2012 and November 2013 were examined retrospectively.
RESULTS: In this study totally 128 patients of which 73 male (57%) and55 female (43%) were included. 115 patients (89.8% had documented cranial MRI abnormalities; the most common which were periventricular white matter injury PVWMI(53.1%), cerebral malformation (11.7%), gray matter injury (11.7%), cerebrovascular event (10.9%). Also 0.8% of the patients had non-spesific radiolojic findings. The most coexisiting disorder with cerebral palsy was mental retardation (81.4%), also epilepsy (55.5%), visuel diasabilities (27.9%), hearing disabilities (8.6%) were the other comorbidies. The relationship between MRI findings and subtype of CP, mental retardation, visuel disabilities, epilepsy was insignificant (p>0.05). We found only grey matter injury as a MRI finding was significiantly linked with hearing disability and motor impairment severity (GMFCS).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although CP is known as a disease with motor disability early diagnosis and treatment of theese comorbidities will affect positively quality of life of these childeren.
Abstract | Full Text PDF

8.Determination of Fatherhood Role Perception of Fathers with Children Aged 3-6 years and the Affecting Factors
Ayberk Asena Telli, Hava Özkan
doi: 10.5222/buchd.2016.127  Pages 127 - 134
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışma, 3-6 yaş grubu çocuğu olan babaların babalık rolü algılarını ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Eylül 2013/Aralık 2014 tarihleri arasında tanımlayıcı tipte yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, Giresun ili merkez ve ilçelerine bağlı 20 adet anaokulunda 3-6 yaş grubu çocuğu bulunan babalar oluşturmuştur. Bu anaokullarından araştırmacıların ulaşabileceği 8 anaokulu örnekleme alınmıştır. Araştırmada örnekleme alınan anaokullarında 3-6 yaş çocuğu bulunan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 482 babadan veri toplanmıştır. Veriler, ‘Kişisel Bilgi Formu’, ‘Babalık Rolü Algı Ölçeği’ kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik dağılımlar, ortalama, t-testi, ANOVA, Mann Whitney U ve Kruskal Wallis analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Babaların; eğitimi, çalışma durumu, mesleği, gelir durumu algısı, aile tipi, şu an eğitim alan çocuğu isteme, ilk kez baba olma yaşı, sahip olduğu çocuk sayısı ve babalığa ilişkin bilgi alma durumlarının babalık rolü algısını etkilediği belirlenmiştir. Babaların, Babalık Rolü Algı Ölçeği’den aldıkları toplam puan ortalamasının 99.49±11.10 olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Babaların bazı sosyodemografik özelliklerinin babalık rolü puan ortalamalarını etkilediği saptanmıştır. Babalık Rolü Algı Ölçeği’den aldıkları toplam puan ortalamasına göre babalık rolü algısının iyi düzeyde olduğu bulunmuştur.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to determine the fatherhood role perceptions of fathers with children aged 3-6 years and the affecting factors.
METHODS: This descriptive study was conducted between 2013 and December 2014. The population of the study consisted of fathers with children in the age group of 3-6 years in 20 kindergartens located in city center of Giresun and its districts. 8 kindergartens the researchers could reach among these kindergartens were included in the sample. The data of the study were collected from 482 fathers who had 3-6 year-old children in the kindergartens included in the sample and agreed to participate in the study. The data were collected by using the ‘Personal Information Form’ and the ‘Fatherhood Role Perception Scale’. Percentage distributions, mean, t-test, ANOVA, Mann Whitney U, and Kruskal Wallis analyses were used to assess the data.
RESULTS: It was determined that fathers’ education, working condition, occupation, income status perception, family type, requesting the child receiving education currently, age of becoming a father for the first time, the number of children and state of receiving information about fatherhood affected the fatherhood role perception. Total mean score obtained by fathers from the Fatherhood Role Perception Scale was determined to be 99.49±11.10.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was also determined some socio-demographic characteristics of fathers affected mean scores of the fatherhood role. According to total mean score obtained by fathers from the Fatherhood Role Perception Scale, it was found that the fatherhood role perception was at a good level.
Abstract | Full Text PDF

9.Family functioning, psychopathology and quality of life in children and adolescents with alopecia areata
Ayşe Kutlu, Selcen Kundak
doi: 10.5222/buchd.2016.135  Pages 135 - 142
GİRİŞ ve AMAÇ: Alopesi areata (AA)tanılı çocuk ve ergenlerde aile işlevselliği, psikopatoloji ve yaşam kalitesini belirlemek sosyodemografik ve hastalık ile ilgili değişkenlerle ilişkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2-18 yaş arasındaki 45 hasta retrospektif olarak incelendi. Aile Değerlendirme Ölçeği(ADÖ), Çocuklar ve Gençler İçin Yaşam Kalitesi Ölçeği(ÇYKÖ), Çocuklar için Depresyon Ölçeği(ÇDÖ) ile Sosyodemografik veri formu kullanılmıştır. İstatistiksel analizde SPSS 18.0 programı kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışma grubunun yaş ortalaması 9.22±3.79 yıldır ve %55.6' sı kadındır. Tüm olgu grubunda ADÖ gereken ilgiyi gösterme ve davranış kontrolü alt ölçeklerinde sorun olduğu belirlenmiştir(>2). Olguların %42.2' si en az bir psikiyatrik tanı almıştır. Psikiyatrik komorbidite varlığı; depresyon, ADÖ genel işlevler, Ebeveyn yaşam kalitesi psikososyal sağlık, çocuk yaşam kalitesinde de tüm alanlarda bozulmaya neden olmuştur. Olguların %51.1 'inde psikososyal tetikleyici olay tespit edilmiştir. Ama tetikleyici olay saptanmayan vakalarda ÇDÖ ve ÇYKÖ tüm alanlarda anlamlı düzeyde bozulmuştur (p<0.05). Lezyon yaygınlığı sadece, atak sayısı ve hastalık süresi ile pozitif yönde ilişkili bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: AA hastalarında aile işlevselliği gereken ilgiyi gösterme ve davranış kontrolü alanlarında bozuktur. Psikososyal tetikleyici olaylar AA'da sık olmasına rağmen psikopatoloji, yaşam kalitesi ve aile işlevselliği ile ilişkili olmayabilir. Psikiyatrik komorbidite yaşam kalitesini en fazla bozan faktör olmuştur.
INTRODUCTION: To examine family functioning, psychopathology, quality of life in children and adolescents diagnosed with alopecia areata (AA), and to investigate the relationship between sociodemographic and disease-related variables.
METHODS: 45 patients from 2 to 18 years of age were examined retrospectively. The Family Assessment Device (FAD), the Pediatric Quality of Life Inventory (PedsQL), the Children Depression Inventory (CDI) and the sociodemographic data sheet were used. Statistical analyses were performed using SPSS 18.0 software.
RESULTS: Of the subjects assessed, the mean age was 9.22±3.79 and 55.6% were female. The FAD affective involvement and behaviour control subscales demonstrated impairment in the entire case group (>2). 42.2% of the cases received at least one psychiatric diagnosis. Presence of psychiatric comorbidity caused impairment in all the subscales of depression, FAD general functioning, parental quality of life psychosocial health, and pediatric quality of life. A psychosocial trigger incident was detected in 51.1% of the cases. In cases, however, where no trigger incident was detected, CDI and PedsQL showed significant impairment in all the subscales (p<0.05). Lesion intensity was found positively associated only with the number of attacks and duration of the disease.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Family functioning in AA patients is impaired in the subscales of affective involvement and behaviour control. Although psychosocial trigger incidents are common in AA, they may not be associated with psychopathology, quality of life and family functioning. Psychiatric comorbidity emerged as the factor which impaired the quality of life most.
Keywords: Alopecia areata, family functioning, quality of life, psychopathology, child and adolescent

Abstract | Full Text PDF

10.Evaluating the correlation between maternal role and parenting behavior
Özlem Koç, Hava Özkan, Hediye Bekmezci
doi: 10.5222/buchd.2016.143  Pages 143 - 150
GİRİŞ ve AMAÇ: Doğum sonu erken dönemde annelik rolü ve ebeveynlik davranışı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla tanımlayıcı ve ilişki arayıcı nitelikte yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma Erzurum’da bir Kadın Doğum Hastanesi’nde Obstetri-Postpartum Servislerine 1 Mayıs 2015/18 Eylül 2015 tarihleri arasında başvuran 291 anne ile yürütülmüştür. Veriler, kişisel bilgi formu, Anne Olarak Ben Ölçeği ve Doğum Sonrası Ebeveynlik Davranışı Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Veriler, tanımlayıcı istatistikler, t-testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Kruskall Wallis, Mann Whitney-U, Pearson Korelasyon Analizi ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Annelerin Anne Olarak Ben ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 52.16±6.63 ve Doğum Sonrası Ebeveynlik Davranışı Ölçeği’den aldıkları puan ortalaması 4.68±1.34 olarak bulunmuştur. Annelerin yaş, eğitim durumu, yerleşim yeri, gelir durumu algısı, çalışma durumu, aile tipi, gebelik ve yaşayan çocuk sayısı, gebeliğin planlı olma durumu, doğum öncesi bakım alma durumu annelik rolünü etkilemektedir. Annelerin yaş, eğitim durumu, yerleşim yeri, gelir durumu algısı, çalışma durumu, gebelik, yaşayan çocuk ve ölü doğum sayısı, gebeliğin planlı olma durumu, doğum öncesi bakım alma durumu, doğum şekli ebeveynlik davranışını üzerinde etkili bulunmuştur. Anne Olarak Ben ölçeği puan ortalaması ile Doğum Sonrası Ebeveynlik Davranışı Ölçeği puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı çok zayıf düzeyde ilişki olduğu saptanmıştır ( r=0.142, p=0.015).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Doğum sonu erken dönemde annelik rol kazanımı arttıkça çok zayıf düzeyde ebeveynlik davranışı başarısının da arttığı saptanmıştır.
INTRODUCTION: The descriptive and correlational study was conducted to evaluate the correlation between the maternal role and parenting behavior in the early postpartum period.
METHODS: The study was conducted with 291 mothers, who applied to the Obstetric-Postpartum services of Maternity Hospital in Erzurum between 1 May 2015 and 18 September 2015. The data was collected by using the personal information form, Myself as Mother Scale and Postpartum Parenting Behavior Scale. The data was evaluated by using the descriptive statistics, t-test, one way analysis of variance, Kruskal Wallis, Mann Whitney-U, and Pearson Correlation Analysis.
RESULTS: While the mean score obtained by the mothers from the Myself as Mother Scale was 52.16±6.63, their Postpartum Parenting Behavior Scale mean score was 4.68±1.34. The mothers' age, educational status, place of residence, income level perception, working status, type of family, number of pregnancy and living children, status of planning the pregnancy, status of receiving antenatal care, and delivery method affected the maternal role. The mothers' age, educational status, place of residence, income level perception, working status, number of pregnancy, living children, and stillbirths, status of planning the pregnancy, status of receiving antenatal care, and delivery method were effective on the parenting behavior. It was found that there was a statistically significant and very weak correlation between the mean scores of Myself as Mother Scale and Postpartum Parenting Behavior Scale (r=0.142, p=0.015).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that as gaining maternal role in early postpartum period increased, the success of the parenting behavior also increased at very weak level.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
11.Trichosporon asteroides: A novel ethiological agent of Kerion celsi in a child
Bilge Aldemir Kocabaş, Adem Karbuz, Ergin Çiftçi, Fırat Beğde, Selver Ametoglou, Ali Adil Fouad, Ayşe Kalkancı, Zeynep Ceren Karahan, Derya Aysev, Erdal İnce
doi: 10.5222/buchd.2016.151  Pages 151 - 154
Kerion celsi, genellikle inflamatuar tipte tinea capitis olarak bilinen ve vücudun fungal etkenlere karşı geliştirdiği geç tip bir hipersensitivite reaksiyonudur. Saçlı deride ağrı ve enflamasyonun eşlik ettiği krutlu bir tabaka gelişimine neden olur ve sıklıkla akıntı ve bölgesel lenfadenopati ile birliktedir. Hastalık 3-7 yaş arasında ve erkek çocuklarda daha sık olarak bildirilmektedir. Saçlı deride saç kaybı, püstüler ve nodüler lezyon üzerinde akıntılı ve kurutlu bir tabaka gelişmesi, lezyon üzerine basıldığında pü gelmesi ve saçların kolaylıkla çekilince kayarak kopması durumunda akla gelmelidir. Tedavi edilmediği takdirde saçlı deride alopesik skar dokusu gelişimi kaçınılmazdır. Gereksiz ve uygun olmayan cerrahi drenaj işleminin önlenebilmesi için bakteriyel piyodermi ve abseler ile ayırıcı tanısı önem taşımaktadır. Etiyolojik ajanlar bölgelere göre farklılık göstermekle birlikte Microsporum canis, Trichophyton verrucosum and Trichophyton interdigitale kompleks gibi zoofilik dermatofitler sıklıkla izole edilir. Burada, kliniğimize antibiyotik tedavisine yanıtsız bakteriyel piyodermi ve abse ön tanısı ile yönlendirilen ve Trichosporon asteroides’e bağlı kerion celsi tanısı konularak 8 haftalık flukanozol ile başarılı şekilde tedavi edilen 10 yaşında bir erkek çocuk olgu sunulmaktadır. Hastamızı T. asteroides’in etken olduğu ilk kerion celsi olgusu olarak sunmaktayız.
Kerion celsi is generally known as an inflammatory form of tinea capitis and is the result of delayed type hypersensitivity reaction of the body to fungal agents. It causes a painful, inflamed, crusty mass on the scalp and is often associated with purulent drainage and regional lymphadenopathy. Kerion celsi is often reported in children between three to seven years of age and has a male predominance. This diagnosis should be kept in mind in patients with scalp scaling and alopecia, especially if they have pustular, crusted and nodular lesions and easily breaking hairs on the scalp. If untreated, alopecic scar tissue formation can develop on the scalp. Differential diagnosis with bacterial pyoderma or abscess is important and may avoid unnecessary and inappropriate surgical drainage. Although causative species show variations between regions, zoophilic dermatophytes such as Microsporum canis, Trichophyton verrucosum and Trichophyton interdigitale complex are usually isolated. Herein, we report a ten year-old boy who was referred to our clinic because of pyodermic skin lesion and abscess formation which did not respond to antibacterial treatment. He was diagnosed as kerion celsi related to Trichosporon asteroides and successfully treated with systemic fluconazole within eight weeks. To our knowledge this is the first case in the literature due to T. asteroides.
Abstract | Full Text PDF

12.Noninvoluting congenital hemangioma in a term neonate: Case report
Zübeyde Kılınç, Şahin Hamilçıkan, Abdurrahman Özel, Feyza Coşkun, Emrah Can
doi: 10.5222/buchd.2016.155  Pages 155 - 156
Kongenital hemanjiomlar nadir görülen benign vasküler tümörlerdir. Konjenital Hemanjiomlarda tedavi yaklaşımı tümörün yeri,boyutu,kendiliğinden gerilemesi ve sistemik veya local komplikasyonların varlığına gore yapılmalıdır.Burada sağ dirsek hemen altında gerilemeyen bir konjenital hemanjiom olgusu sunulmuştur.
Congenital hemangiomas are rare benign vascular tumor. The approach to the management of congenital hemangiomas (CH) must be based upon the tumor size and location, tendency to spontaneous involution, and presence of local or systemic complications. We presented this report noninvoluting congenital hemangiomas right arm just below the elbow.
Abstract | Full Text PDF

13.Kawasakı Dısease Complıcated By Facıal Nerve Palsy: A Case Report And Revıew Of Lıterature
Adem Karbuz, Bilge Aldemir Kocabaş, Halil Özdemir, Murat Tanyıldız, Cem Karadeniz, Metehan Özen, Ergin Çiftçi, Ercan Tutar, Erdal İnce
doi: 10.5222/buchd.2016.157  Pages 157 - 161
Fasiyal sinir paralizisi, Kawasaki hastalığının nadir görülen nörolojik bir bulgusudur. Fasiyal sinir paralizisinin oluşumu ile ilgili birkaç mekanizmadan bahsedilmektedir. Genellikle geçici olup 1-90 gün sürer. Normal şartlar altında kendiliğinden tamamen iyileşir. Fasiyal sinir paralizisi saptanması halinde, artmış koroner arter anevrizma riskinin olduğundan bahsedilir. Bu yazıda, uzamış ateş, aseptic menenjit ve fasiyal paralizisi olan ve sonradan Kawasaki hastalığı tanısı konan 10 aylık kız çocuğu, literaturde sunulan vakalar ile birlikte derlenerek bildirilmiştir.
Facial nerve palsy is a rare neurologic manifestation of Kawasaki disease. There are several mechanisms in occurrence of facial nerve palsy. It is usually transient and lasting from 1 to 90 days. The palsy normally resolves spontaneously and completely. It may indicate an increased risk of coronary artery aneurism. In this report, a ten month old girl with prolong fever, aseptic meningitis and facial palsy who later diagnosed as Kawasaki disease is described and also the clinical features of 37 cases in the literature are reviewed.
Abstract | Full Text PDF

14.Human metapneumovirus pneumonia: Case report
Murat Özcan, Yüksel Yurdugül, Melis Akpınar, Demet Altun, Semra Tunçbilek, Serdar Ümit Sarıcı
doi: 10.5222/buchd.2016.162  Pages 162 - 164
İlk kez 2001’de tanımlanan human metapneumovirus (hMPV), 10 yaş altı çocuklarda üst ve alt solunum yolu enfeksiyonlarında izole edilebilen bir virus olsa da ülkemizde bu virusla ilgili olarak yayınlanmış fazla sayıda çalışmaya rastlanmamıştır. Human metapneumovirus tanısında altın standart yöntem RT-PCR yöntemidir. Pnömoni kliniği ve laboratuvar bulguları ile başvuran hastalarda viral/bakteriyel pnömoni ayırıcı tanısında PCR gibi ileri tanı yöntemlerinin hızlı ve etkili bir şekilde kullanılması, hastalara gereksiz antibiyotik tedavisi uygulanmasının önüne geçilmesi ve gerekli durumlarda uygun antiviral tedavinin verilebilmesi açısından önemli katkı sağlayacaktır. Bu yazıda solunum sıkıntısı bulguları ve oksijen ihtiyacı ile başvuran ve enfeksiyon etkeninin human metapneumovirus olarak tespit edildiği 18 aylık hasta sunulmuş ve 2 yaş altı çocuklarda solunum yolu enfeksiyonlarında klasik solunum yolu viruslarına göre çok daha nadir rastlanan ve son yıllarda tanımlanmış bir virus olan human metapneumovirus ile etken olarak karşılaşılabileceği vurgulanmak istenmiştir.
Although human metapneumovirus (hMPV), which was first described in 2001, may be isolated in upper and lower airway infections of children less than 10 years of age, there are to our knowledge, not a lot of studies about this virus in our country. Real time – polimerase chain reaction (RT-PCR) method is the gold standart diagnostic test for hMPV. Rapid and effective use of advanced diagnostic methods; such as PCR in the differential diagnosis of viral/bacterial pneumonia in patients admitted with the clinical and laboratory findings of pneumonia would help reduce the inappropriate use of antibiotics and thus start appropriate antiviral treatment in selected cases. In this article, a 18-month-old patient admitted with the findings of respiratory distress and oxygen requirement and in whom hMPV was detected as infectious agent is presented, and it is emphasized that hMPV, as a rarely isolated and relatively recently described virus in comprasion to classical airway viruses, may be the etiologic agent in respiratory infections of children less than 2 years of age.
Abstract | Full Text PDF