Cilt: 21  Sayı: 4 - Aralık 2023
Özetleri Gizle | << Geri
ORJINAL ARAŞTIRMA
1.
Çocuk Yoğun Bakımda Nozokomiyal Kandideminin Değerlendirilmesi: Tek Merkez Çalışması
The Evaluation of Nosocomial Candidemia in Pediatric Intensive Care: A Single-Center Study
Hatice Feray Arı, Murat Arı
Sayfalar 239 - 247
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuk yoğun bakımdaki hastaların komorbiditeleri, daha uzun ve invaziv prosedürel tedavilerin olması ve immunsupresyon gelişimi nedeniyle ciddi nozokomiyal enfeksiyonların gelişme olasılığı daha yüksektir. Çalışmamızda, üçüncü basamak hastanemizde kritik pediatrik hastalarda kan kültüründe kandida saptanan hastaların izlem süreci, morbidite ve mortalitesini tanımlamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif tek merkezli çalışmamızda, Ocak 2021-Aralık 2021 döneminde ünitemizde yatan 1 ay-18 yaş arası ve kan kültüründe Candida türleri üremesi olanlar dahil edilmiştir. Sadece endotrakeal aspirasyon ve/veya idrar örneklerinde Candida türleri enfeksiyonu üremesi olan hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışmamızda hastaların demografik özellikleri, tıbbi öyküsü, komorbiditeleri, hastane yatış süresi, mekanik ventilasyon ihtiyacı, laboratuvar değerleri, kateter kullanımı ve total parenteral beslenme ile ilişkisi, tedavi süreleri, antifungal tedaviye yanıt/direnç durumu ve yan etkiler morbidite/mortalite durumu incelenmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızda toplam ölüm oranı %40.7, kandidemiye bağlı ölüm oranı %44.4 olarak saptandı, ancak kandidemi ile ölüm arasındaki ilişki anlamlı değildi (p=0.975). Bunların %18.5'i nozokomiyal kandidemiden kaynaklandığı görüldü. Mortalite riski, kandida türleri arasında farklılık göstermemektedir (p=0,975). Parenteral beslenme kullanılmasının mortalite(p=0,07) ve santral venöz kateter enfeksiyonu(p=0,563) ile anlamlı bir ilişkisi saptanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastane kaynaklı kandidemi nedeniyle 27 hastanın takip edildiği çalışmamızda komorbidite, uzun süreli mekanik ventilasyon desteği, santral venöz kateter kullanımı, hastanede uzun süre kalma, parenteral beslenme desteği ve yüksek PRISM III puanı olanlarda daha yüksek oranda bulunmaktadır. C. parapsilosis en sık Candida alt tipi olarak ünitemizde %59.3 ile tespit edildi. Hastalara flukonazol 8 (%29.6), amfoterisin B 18 (%66.7) ve vorikonazol 1 (%3.7) başlanmıştı ve bu tedavi süresinde hastaların sadece 4'ünde (%14,8) organ yetmezliği gelişmiştir. Çalışmamızda toplam mortalite oranı %40.7 olarak tespit edildi. Öte yandan, bu ölümlerin %18.5'i hastane kaynaklı kandidemiden kaynaklanmıştır. Tüm bu nedenlerle kandidemi risk faktörleri, tanısı, tedavi, izlem ve yönetim sürecimizin literatüre katkıda bulunacağı düşüncesindeyiz.
INTRODUCTION: Patients in pediatric intensive care units are more likely to develop serious nosocomial infections due to comorbidities, longer and more invasive procedural treatments, and the development of immunosuppression. We aimed to describe Candida infections, management, morbidity and mortality in critically ill pediatric patients.
METHODS: A retrospective single-center study includes patients ages 1month-18years treated against candidemia from January to December2021. It included those who had blood cultures of Candida species growth. We excluded patients with infection of Candida in endotracheal aspiration and/or urinary specimens, etc. The demographic characteristics, medical histories,comorbidities, length of stay, need for mechanical ventilation supports, laboratories, relationship use of catheters and total parenteral nutrition,treatment periods,antifungal response/resistance,duration of treatment and adverse effects,morbidities/mortalities.
RESULTS: In this study,the total mortality rate was 40.7%,and the mortality rate due to candidemia was detected at 44.4%,but the correlation between candidemia and mortality was not significant(p=0.975).On the other hand, 18.5% of them are caused by nosocomial.The mortality risk did not change for subtypes(p=0.975).No significant correlation was found when mortality(p=0.07) and central venous catheter infection(p=0.563) were compared using total parenteral nutrition.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, in which 27 patients were followed up for nosocomial candidemia, the rate of candidemia was found to be higher in patients with comorbidity, long-term mechanical ventilation support, central venous catheter use, long hospital stay, parenteral nutritional support, and high PRISM III score. C.parapsilosis was detected most frequently in our Candida subtype unit with a rate of 59.3%.The fluconazole 8(29.6%), amphotericin B 18(66.7%) and voriconazole 1(3.7%) of the patients were initiated. At this treatment time, only 4(14.8%) of patients developed organ failure. In our study, we detected a total mortality rate of 40.7%.On the other hand, 18.5% of them were caused by nosocomial candidemia. Considering all these reasons, we believe that our risk factors, diagnosis, treatment, follow-up, and management process will contribute to the literature.
Makale Özeti

2.
Yoğun Bakımda İzlenen Son Dönem Hastaların Süreçlerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of the End Stage Patients in Intensive Care
Hülya Sungurtekin, Semiha Yalçın
Sayfalar 248 - 253
GİRİŞ ve AMAÇ: İyileşme umudu kalmayan ve ölümün yaklaştığı düşünülen terminal dönem hastalarda uygulanan tıbbi müdahalelerin hastaya yararı halen tartışılan bir konudur. Bu çalışmada Yoğun Bakım Ünitesi’nde yatan terminal dönem hastaların prospektif olarak analiz edilmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Üniversite hastanesi erişkin yoğun bakım ünitesine Aralık 2016 ile Mayıs 2017 tarihleri arasında yatan 61 son dönem hastanın, genel özellikleri ve laboratuvar sonuçları incelenmiştir. Burada hastaların palyatif prognostik indeks (PPI) ve bakım yatış skoruna (PCAS) göre beklenen yaşam süreleri, mortalite oranları ve mortaliteye etki eden faktörler, hasta başı maliyetler değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Ölen hastaların yoğun bakım kalış süresi ortalama 13.83 gün iken hayatta olan hastaların ortalama 30.69 gün idi (p_0.05). Palyatif bakım alış skoru ölen ve hayatta kalan hastalar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklı bulunmadı. Ölen hastaların PPI 6.48 ve hayatta olan hastaların PPI 3.73 olarak bulundu (p_0.05). Ölen hastaların palyatif beklenen yaşam süresi ortalama 3.78 gün iken hayatta olan hastaların palyatif beklenen yaşam süresi ortalama 71.42 gün olarak bulundu (p_0.05). Yoğun bakım kabulünde malinyite en sık görülen primer hastalıktı (33 hasta). Ölen hastaların tedavi maliyeti ortalama 3654.50 dolar iken hayatta olan hastaların tedavi maliyeti ortalama 7053.38 dolar olarak bulundu (p_0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Gerekli prognostik skorlama sistemleri kullanılarak son dönem hastalar palyatif bakım ünitesine veya hospise alınmalıdır. Yoğun bakımlardaki yatak kapasitesi tedavi edilme şansı olan hastalar için kullanılması sağlanmalıdır. Terminal dönem hastaların palyatif bakım ünitelerine ve hospislere yatışı ile gereksiz sağlık harcamalarından kaçınılabileceği düşünülmektedir.

INTRODUCTION: The benefit of medical interventions applied in terminal patients who have no hope of recovery and whose death is thought to be approaching is still a controversial issue. In this study, it was aimed to analyze the terminal stage patients hospitalized in the Intensive Care Unit.
METHODS: The general characteristics and laboratory results of 61 end-stage patients admitted to the adult intensive care unit of university hospital between december 2016 and may 2017 were examined. Life expectancy, mortality rates, factors affecting mortality, and costs per patient were evaluated according to the palliative prognostic index (PPI) and palliative admission (PCAS) score of the patients.
RESULTS: Exitus patients had an average of 13.83 days of intensive care stay and patients who survived had a mean 30.69 days (p<0.05). Palliative care admission score was not statistically significant between ex and alive patients. Exitus patients had a PPI of 6.48, while survivors had a PPI of 3.73, (p<0.05). Exitus patients had a mean palliative life expectancy of 3.78 days, while the palliative life expectancy of surviving patients was 71.42 days (p<0.05). The most common primary disease for intensive care admission is malignancy with 33 patients. The average cost of treatment for exitus patients was $ 3654.50, while the cost of treatment for surviving patients was $ 7053.38 (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: End-stage patients should be admitted to the palliative care unit or hospice using prognostic scoring systems. Bed capacity in intensive care units should be used for patients who have a chance to be treated. It is thought that unnecessary health expenditures can be avoided by hospitalizing terminal patients in palliative care units and hospices.
Makale Özeti

3.
Gebelikte Kritik ve Ağır SARS-CoV-2 Enfeksiyonunun Yoğun Bakım Yönetimi: Retrospektif Gözlemsel Çalışma
Intensive Care Management of Critical and Severe SARS-CoV-2 Infection in Pregnancy: A Retrospective Observational Study
Ahmet Oğuzhan Küçük, Mehtap Pehlivanlar Küçük, Ayşegül Pehlivanlar, Olcay Ayçıçek, Omer Demir, Funda Öztuna, Yilmaz Bulbul, Tevfik Özlü
Sayfalar 254 - 262
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma ile yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) SARS-CoV-2 enfeksiyonu ile gebelik birlikteliğinin klinik sonuçlarının incelenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma retrospektif gözlemsel bir çalışma olarak tasarlandı. Yerel etik kurulun etik onayının ardından ülkemizde genç COVID-19 vaka sayısının arttığı bir dönemde çalışma yürütüldü. Çalışmaya alınan hastalar üçüncü basamak yoğun bakım ünitemizde takip edilen gebe/lohusa hastalardır.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 35 gebenin yaş ortalaması 29,57±4,36 idi. Doğumların 21'i (%80,8) erken doğumdu. On iki (%34,3) hastaya invaziv mekanik ventilasyon (IMV) uygulandı ve bu hastaların 5'i (%41,7) kaybedildi. Yirmi altı (%74,3) hastaya sezaryen (C/S) uygulandı. Ekstrakorporeal membran oksijenasyonu (ECMO) ihtiyacı olan 5 (%14,3) hasta ve sürekli renal replasman tedavisi (CRRT) ihtiyacı olan 3 (%8,5) hasta vardı. 26 doğum için 28 günlük yenidoğan ölüm oranı %3,8'di. Yoğun bakımda anne ölüm oranı %14,3 oldu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 tanısı ile yoğun bakımda izlenen gebe hastalarımızda erken doğum oranı yüksekti. Gebe kadınlarda klinik ve radyolojik progresyon nedeniyle, C/S yaptırmak için maternal sonuçların daha iyi olduğu herhangi bir gebelik haftasını belirtmek zordur. İnvaziv mekanik ventilasyon mortalitesi gebe olmayan hastalara göre daha yüksek olmadığı için uygun hastalarda gebelik devam etse de etmese de endotrakeal entübasyondan kaçınılmamalıdır. Çalışma grubunda aşıları tam olan hastaların bulunmaması gebelikte aşılamanın koruyucu etkisini ortaya koymaktadır.
INTRODUCTION: This study aimed to examine the clinical consequences of pregnancy coexisting with SARS-CoV-2 in the intensive care unit (ICU).
METHODS: Study was designed as a retrospective observational study.After ethical approval of local ethics committee the study was conducted for a period when the number of young COVID-19 cases increased in our country. The patients were enrolled in the study are pregnant/puerperal patients followed up in our third level intensive care unit.
RESULTS: The mean age of 35 pregnant women included in the study was 29.57±4.36 years.Twenty-one of births (80.8%) were preterm births.Twelve (34.3%) patients received invasive mechanical ventilation (IMV) and 5 (41.7%) of these patients deceased. Twenty-six (74.3%) of them were underwent cesarean section (C/S).There were 5 (14.3%) patients who needed extracorporeal membrane oxygenation (ECMO) and 3 (8.5%) patients who needed continuous renal replacement therapy (CRRT). The 28-day neonatal mortality rate for 26 births was 3.8%. Maternal mortality rate in ICU was 14.3%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The rate of preterm birth was high in our pregnant patients followed-up in ICU with a diagnosis of COVID-19. It is difficult to indicate any gestational week in which maternal outcomes are better to underwent C/S due to clinical and radiological progression in pregnant women. Invasive mechanic ventilation mortality is not higher than non-pregnant patients, so endotracheal intubation should not be avoided in appropriate patients, whether pregnancy continues or not. The absence of fully vaccinated patients among the study group, reveals the protective effect of the vaccination in pregnancy.
Makale Özeti

4.
Yoğun Bakımda Yatan Hastaların Aile Üyelerinin Umut ve Kaygı Düzeyi Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi
Evaluation of the Relationship between the Levels of Hope and Anxiety in Family Caregivers of Patients in Intensive Care Units
Rabia Seher Keser, Elif Ateş, Esra Uğur
Sayfalar 263 - 271
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım sürecinin aile üyeleri tarafından yönetilmesi ve umudun yüksek olması, yoğun bakım hastalarının iyileşme sürecine olumlu etki edebilir. Bu araştırma, yoğun bakımda yatan hastaların aile üyelerinin umut ve kaygı düzeyi arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın evrenini yedi farklı yoğun bakım ünitesinde tedavi gören hastaların aile üyeleri oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemi ise araştırmaya katılmaya gönüllü olan 99 kişiden oluşmaktadır. Araştırmanın verileri tanımlayıcı bilgiler formu, Sürekli Umut Ölçeği, Durumluk ve Sürekli kaygı ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Araştırma verilerinin analizinde, tek yönlü varyans analizi, bağımsız örneklemlerde t testi, Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Araştırmada katılımcıların umut düzeyleri “yüksek”, kaygı düzeyleri ise “orta” düzeyde bulunmuştur. Hastanın yaşının, medeni durumunun, eğitim ve gelir düzeyinin umut ve kaygı düzeylerini etkilemediği saptanmıştır. Aile üyelerinin yaşının, evlerinde ve aile ilişkilerinde değişiklik yaşanmasının, yeterli bilgilendirilme durumunun ise umut ve kaygı düzeyinde farklı şekillerde değişikliğe sebep olduğu belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada yoğun bakımda yatan hastaların aile üyelerinin umut düzeyi yükseldikçe, kaygı düzeyinin azaldığı tespit edilmiştir.
INTRODUCTION: Management of the intensive care process by family members and high levels of hope may have positive effects on the recovery process of the ICU patients. This study aims to analyze the relationship between the levels of hope and anxiety in family caregivers of patients in intensive care units.
METHODS: Family caregivers of the patients, who were hospitalized at seven intensive care units, constituted the universe of the study. Sample of the study comprised 99 voluntary family caregivers. Descriptive information form, Dispositional Hope Scale, and State-Trait Anxiety Scale were used for data collection. One-way analysis of variance, independent sample t-test and Pearson’s correlation were used for data analysis.
RESULTS: The levels of hope and anxiety in family caregivers were high and moderate, respectively. Patients’ age, and the participants’ marital status, and levels of education and income did not have an effect on the levels of hope and anxiety. On the other hand, age, the changes in family relations and life at home and being well-informed about the patient’s condition influenced the levels of anxiety and hope in family caregivers.
DISCUSSION AND CONCLUSION: There was a negative relationship between the levels of hope and anxiety in family caregivers of the intensive care unit patients.
Makale Özeti

5.
Dolaşım Ölümü Sonrası Organ Bağışı Hakkında Türk Hekimlerinin Bilgi ve Tutumları
Knowledge and Attitudes of Turkish Physicians About Organ Donation After Circulatory Death
Pınar Ayvat
Sayfalar 272 - 279
GİRİŞ ve AMAÇ: Organ bağışı ülkemizde hala istenen seviyeye ulaşamamaktadır. Dünyada yeni bir organ bağışı şekli daha uygulanmaktadır. Dolaşım ölümü gerçekleşmiş hastalardan aile onamı ile organ bağışı olabilmektedir. Türk hekimlerin dolaşım ölümü sonrası organ bağışıyla ilgili tutumlarını ve bilgi düzeylerini ölçmek için bu çalışma yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Üç kısımdan oluşan anket soruları mail yoluyla uzman hekimlere ulaştırıldı. Birinci bölümde sosyodemografik özellikleri, ikinci bölümde organ bağışı ile ilgili tutum ve davranışları, üçüncü bölümde dolaşım ölümü sonrası organ bağışıyla ilgili bilgi düzeyleri ölçülmüştür.
BULGULAR: 258 katılımcının %51,9’u kadın, %48,1’i erkekti. %52,3’ü cerrahi branşta, %47,7’si dahili branşta uzmanlaşmıştı. %39,1’i yoğun bakımda, %25,9’u acil serviste, %21,3’ü ameliyathanede çalışmaktaydı. Tüm hekimler organ bağışının önemi konusunda hemfikirdi. Organ bağışında bulunma oranları düşük olsa da cerrahi branşlarda, dahili branşa göre anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü(p=0,02). Organ bağışında bulunanların çoğu bu durumu ailesi ile paylaşmıştı (sırasıyla cerrahi hekimler %83,3, dahili hekimler %66,6). Cerrahi branşların beyin ölümü veya organ nakliyle ilgili eğitim alma yüzdesi yüksekti. Ancak her iki grup da dolaşım ölümü sonrası organ bağışı tanımı çok az bilinmekteydi (sırasıyla %2,9, %0,8). Bilgi düzeyleri incelendiğinde, yalnızca beş soruda (bunlar organ bağışı ve dönor bakımı ile ilgili önermelerdi) cerrahi branş hekimlerinin doğru yanıt verme oranı daha yüksekti. Dolaşım ölümü ile ilgili teorik bilgi önermeleri, her iki grupta da yanlış yanıtlandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: 1995 yılından beri bilinen dolaşım ölümü sonrası organ bağışının Türk hekimler tarafından bilinirliğini arttırmak için yeni araştırmalar yapılmasına ve tıp eğitiminin güncel konuları içermesine ihtiyaç vardır. Ülkemizde yasalaşma gerçekleştiği anda, hekimlerin farkındalığının da oluşmuş olması, organ bağışı sayılarını arttıracaktır.
INTRODUCTION: Organ donation (OD) still cannot reach the desired level in our country. A new form of organ donation is being implemented in the world. OD can be made with family consent from patients with circulatory death (CD). This study was conducted to measure the attitudes and knowledge levels of Turkish physicians about organ donation after circulatory death (DCD).
METHODS: Three-part survey questions were sent to specialist physicians via e-mail. In the first part, their sociodemographic characteristics, in the second part their attitudes and behaviors about organ donation, and in the third part their knowledge levels about DCD were measured.
RESULTS: 51.9% of the 258 participants were female and 48.1% were male. 52.3% specialized in surgery, 47.7% specialized in internal medicine. 39.1% were working in the intensive care unit, 25.9% were working in the emergency room, and 21.3% were working in the operating room. Physicians agreed on the importance of organ donation. Although OD rates were low, this rate was found to be significantly higher in surgical branches compared to internal branches (p=0.02). Most organ donors shared this situation with their families (respectively, surgical physicians 83.3%, internal physicians 66.6%). The percentage of surgical branches receiving education on brain death or organ transplantation was high. However, the definition of DCD in both groups was little known (2.9%, 0.8%, respectively). When their knowledge levels were examined, only five questions (these were propositions about OD and donor care) were higher for the surgical physicians to answer correctly. Theoretical knowledge propositions about CD were answered incorrectly in both groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In order to increase the awareness of Turkish physicians about DCD, which has been known since 1995, there is a need for new research and medical education to include current issues. Therefore as soon as the legislation is enacted in our country, the number of OD will increase.
Makale Özeti

6.
COVID-19 pandemisi sırasında çalışan yoğun bakım hemşirelerinin iş yükü algısı ile iş-yaşam dengesi arasındaki ilişkinin incelenmesi: Web tabanlı kesitsel bir çalışma
Investigation of the relationship between workload perception and the work-life balance of intensive care nurses working during the COVID-19 pandemic: A web-based cross-sectional study
Banu Terzi, Fatma Azizoğlu
Sayfalar 280 - 287
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma, pandemi döneminde çalışan yoğun bakım hemşirelerinin iş yükü algısı ile iş-yaşam dengesi arasındaki ilişkileri araştırmak amacıyla yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Türkiye Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği üyesi toplam 325 yoğun bakım hemşiresi ile tanımlayıcı ve kesitsel tipte yapıldı. Veriler, Google Anketi ile Hemşire Bilgi Formu, Bireysel İş Yükü Algısı Ölçeği ve İş-Yaşam Dengesi Ölçeği kullanılarak WhatsApp aracılığıyla toplandı. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiklere ek olarak Pearson korelasyon ve regresyon analizleri kullanıldı.
BULGULAR: Yoğun bakım hemşirelerinin Kişisel İş Yükü Ölçeği toplam puan ortalaması 3,26±0,60 (Min=1,71; Max=4,87), İş-Yaşam Dengesi Ölçeği toplam ortalama puanı 2,79±0,710 (Min=1,3; Maks=4.9). İş Yükü Ölçeği toplam ortalama puanı, İş-Yaşam Dengesi toplam ortalama puanını önemli ölçüde artırdı (ß=0,658). Yoğun bakımda günlük çalışma süresi İş-Yaşam Dengesi toplam ortalama puanını (ß= -0.160) önemli ölçüde azalttı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım hemşirelerinin iş yükü algısı ve iş-yaşam dengesi orta düzeydeydi. İş yükü ve uzun çalışma saatleri yoğun bakım hemşirelerinin iş-yaşam dengesini bozmaktadır. Yoğun bakım hemşirelerinin iş yükünü azaltarak iş-yaşam dengesini geliştirmeye yönelik idari ve organizasyonel düzenlemeler, istenilen hasta bakımı sonuçlarına ulaşmada etkili olabilir.
INTRODUCTION: This study was conducted to investigate the relationships between workload perception and the work-life balance of intensive care nurses working during the pandemic.
METHODS: The descriptive and cross-sectional research was conducted with a total of 325 intensive care nurses who were members of the Turkish Intensive Care Nurses Association. Data were collected via WhatsApp using Google Surveys for a Nurse Information Form, the Individual Workload Perception Scale, and the Work-Life Balance Scale. Pearson’s correlation and regression analyses were used for the data analysis in addition to descriptive statistics.
RESULTS: The total average score of the Personal Workload Scale of the intensive care nurses was 3.26±0.60 (Min=1.71; Max=4.87) and the total average score of the Work-life Balance Scale was 2.79±0.710 (Min=1.3; Max=4.9). The Workload Scale total average score significantly increased the Work-life Balance total average score (ß=0.658). Daily work time in the intensive care unit significantly decreased the Work-life Balance total average score (ß= -0.160).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Intensive care nurses’ workload perception and work-life balance were at a moderate level. Workload and long working hours deteriorate the work-life balance of intensive care nurses. Administrative and organizational regulations to enhance the work-life balance of the intensive care nurses by decreasing the workload can be effective in reaching the desired patient care results.
Makale Özeti

7.
Türkiye’deki yoğun bakım yan dal eğitimine güncel bir bakış: eğitim görevlileri, yan dal araştırma görevlileri ve yan dal uzmanları ne düşünüyor?
A current overview of intensive care subspeciality education in Turkey: what do educational staff, subspecialty residents and specialists think?
Hüseyin Arıkan, Seval Urkmez, Güleren Yartaş Dumanlı, HULYA BASAR, ışıl özkoçak turan, Oktay DEMIRKIRAN
Sayfalar 288 - 296
GİRİŞ ve AMAÇ: Ülkemizde birçok tıp fakültesi ve eğitim-araştırma hastanesinde yoğun bakım yan dal programları açılmıştır ve sahada mezun olan yoğun bakım uzmanları çalışmaktadır. Bu çalışmanın amacı, yoğun bakım yandal uzmanlık eğitiminin durumu ve sahada çalışan yoğun bakım uzmanlarının çalışma koşulları hakkında bilgi toplamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Etik kurul izni alındıktan sonra yoğun bakım yan dal eğiticileri (E), araştırma görevlileri (AG) ve mezun olmuş uzmanlara (U) yönelik üç anket Google Survey aracılığıyla hazırlanarak sosyal medya üzerinden yayınlanmıştır. Anketlerde eğitimin durumu eğitici ve yan dal asistanlarına yöneltilmiş, mezuniyet sonrası sahadaki çalışma koşulları da yan dal uzmanlarına sorulmuştur. Gelen cevaplar için tanımlayıcı istatistik yöntemi kullanılmıştır.
BULGULAR: Anketler 38 E, 99 AG ve 46 U tarafından cevaplandı. E'lerin %54'ü 51-60 yaşları arasındaydı ve %65,8'i kadındı. E'in %51'i bir üniversite hastanesinde çalışıyordu. Tam zamanlı E'lerin yüzde 47'si tam zamanlı olarak anesteziyoloji ve reanimasyon kliniğinin yoğun bakım bilim dalına bağlı olarak çalışıyorken ve tüm paydaş kliniklerin programa katılım oranı %86,5 idi. E'lerin 27'si (%71,1) TUKMOS temel eğitim programının değiştirilmesi gerektiğini düşünmektedir.
AG'nin %54,5'inin ana uzmanlık alanı anesteziyoloji ve reanimasyon olup, %52'si devlet üniversitesinde çalışıyordu. Hastanede nöbet tutanların oranı %87,8, rotasyon eğitimini “orta” olarak tanımlayanların oranı ise %36,5 oldu.
Yoğun bakım uzmanlarının %65'i anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanı olup, %64,4'ü verimlilik ve kalite açısından öncelikli olarak eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışmak istediğini, %87'si yoğun bakım uzmanının herhangi bir yoğun bakım ünitesinde çalışabilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yoğun bakım uzmanı olanların %69,6'sı aldıkları eğitimin yeterli olduğunu düşünmektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın verilerinin değerlendirilmesi ve paylaşılmasının yoğun bakım yandal uzmanlık eğitimi ve mezuniyet sonrası çalışma koşullarında olumlu değişikliklere neden olabileceğine inanıyoruz.
INTRODUCTION: Intensive care subspeciality programs have been opened in many medical faculties and training-research hospitals in our country and intensivists who have graduated are working in the field. The aim of this study is to collect information about the status of intensive care subspeciality education and the working conditions of intensive care specialists working in the field.
METHODS: After obtaining the ethics committee approval, three questionnaires for intensive care subspeciality educational staff (ES), research assistants (RA) and graduated specialists (PG) were prepared through Google Survey and published on social media. In the questionnaires, the status of education and working conditions in the field after graduation were questioned. Descriptive statistics method was used for analysis.
RESULTS: The questionnaires were answered by 38 ES, 99 RA, and 46 PG. 54% of the ES were between the ages of 51 and 60 and 65.8% were women. 41% of ES were working in university hospital. 47% of full-time ES were working in department of anesthesiology and reanimation (A&R) subdepartment of Intensive Care, and the rate of participation of all partner clinics in the program was 86.5%. 27 (71.1%) of the ES thought that the TUKMOS core training program should be changed. The main specialty of 54.5% of RAs were A&R, and 52% of them were studying at state university. The rate of those who were on duty at the hospital was 87.8%, and the rate of those who described the rotation training as "medium" was 36.5%. 67% of the PGs were A&R specialists and 64.4% said that they would like to primarily work in training and research hospitals in terms of efficiency and quality, 69.6% thinks that the education they receive is sufficient.

DISCUSSION AND CONCLUSION: We believe that evaluating and sharing the data of this study may cause positive changes in intensive care subspeciality education and post-graduate working conditions.
Makale Özeti

8.
Yoğun Bakım Hemşirelerinin Koronafobi, İş Doyumu ve Bitkinlik Düzeyleri: Kesitsel ve Korelasyonel Bir Çalışma
Coronaphobia, Job Satisfaction, and Languishing Levels of Intensive Care Nurses: A Cross-Sectional and Correlational Study
Azime Bulut, Emel Bahadır Yılmaz, Arzu Yüksel
Sayfalar 297 - 305
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, yoğun bakım hemşirelerinin koronafobi, iş doyumu ve bitkinlik düzeyleri arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçlamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel ve ilişkisel araştırma, 106 yoğun bakım hemşiresi ile yürütülmüştür. Veri toplama aracı olarak COVID-19 Fobi Ölçeği, Ruh Sağlığı Sürekliliği-Kısa Formu ve Hemşire İş Doyumu Ölçeği kullanılmıştır.
BULGULAR: Koronafobi toplam puanı 49,41±12,39, ruh sağlığı sürekliliği toplam puanı 36,57±13,60 ve hemşire iş doyumu toplam puanı 94,28±12,82 bulunmuştur. Koronafobi ile duygusal iyi oluş arasında zayıf bir ilişki bulunmuştur. Koronafobi ile hemşire iş doyumu arasında bir ilişki saptanmamıştır. Bununla birlikte, ruh sağlığı sürekliliği ile hemşire iş tatmini arasında orta düzeyde pozitif bir ilişki olduğu belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım hemşirelerinin, bitkinlik açısından orta düzeyde bir ruh sağlığı sürekliliğine sahip oldukları belirlenmiştir. Yoğun bakım hemşirelerine boşluk hissini gidermek, konsantrasyon ve motivasyonlarını artırmak, çalışma kapasitelerini geliştirmek için psikososyal destek ve psikolojik danışmanlık verilmelidir.
INTRODUCTION: This study aimed to investigate the association between coronaphobia, job satisfaction, and the languishing levels of intensive care nurses.
METHODS: This cross-sectional and correlational study was conducted with 106 intensive care nurses. The COVID-19 Phobia Scale, Mental Health Continuum-Short Form, and Nurse Job Satisfaction Scale were used for data collection.
RESULTS: The total score of coronaphobia was 49.41±12.39, 36.57±13.60 for the mental health continuum, and 94.28±12.82 for nurse job satisfaction. There was a weak correlation between coronaphobia and emotional well-being. There was no relationship between coronaphobia and nurse job satisfaction. However, there was a moderate positive relationship between the mental health continuum and nurse job satisfaction.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Intensive care nurses had a moderate mental health continuum in languishing. Psychosocial support and psychological counseling should be given to intensive care nurses to eliminate the feeling of emptiness, improve their concentration and motivation, and increase their working capacity.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
9.
HSV ve SARS-CoV-2 ensefaliti
HSV and SARS-CoV-2 encephalitis “Or to take arms against a sea of troubles(W.Shakespeare)”
Reyhan Akkurt, Ebru Karakoç, Birgül Yelken
Sayfalar 313 - 317
Yayınlanan veriler, ensefalitin, hem yetişkin hem de pediatrik hastaları kapsayan, COVID-19'un en ölümcül nörolojik belirtilerinden biri olduğunu öne sürmektedir. HSV ensefaliti, sporadik ensefalitin en yaygın nedenlerinden biridir. COVID-19 enfeksiyonunu takiben immün düzensizlik nedeniyle HSV'nin sistemik ve pulmoner reaktivasyonunu bildiren vakalar olmuştur.
Alzheimer tanısı alan 88 yaşındaki kadın, ateş ve genel durum bozukluğu şikayetiyle yoğun bakım ünitesine kabul edildi. Başvuru sırasında ateşi ve ense sertliği olan hastanın LP ile çalışılan BOS örneğinde HSV DNA pozitifliği, birlikte alınan nazofaringeal sürüntü örneğinde ise COVİD PCR pozitifliği belirlendi.
Yoğun bakıma yatışının 9. gününde yapılan LP ile çalışılan BOS örneğinde COVİD PCR testi pozitif çıkarken, asiklovir tedavisine devam edilen hastanın HSV DNA'sı negatif olduğu belirlendi. Aynı anda alınan nazofaringeal sürüntü örneğinde de COVİD PCR testi pozitif çıktı. Ani desatürasyon sonrası kardiyak arest gelişen ve CPR uygulanan hasta resüsitasyona yanıt verdi.Yatak başı EEG'de sol frontotemporal epileptik aktivite ve fokal dezorganizasyon lehine değerlendirildi.
HSV ve COVİD-19 ensefalitinde frontotemporal lob tutulumunun yaygın olmasının yanı sıra bu iki virüsün bir arada varlığını da bildirmek istiyoruz. Bu vaka raporunun, profesyonellerin HSV ve SARS-COV2'nin birlikte enfeksiyonlarını, morbiditeyi uygun şekilde tedavi etmek için hatırlatmalarına yardımcı olacağını düşünüyoruz.
Published data have been suggesting that encephalitis is one of the most fatal neurologic manifestations of COVID-19 involving both adult and pediatric patients HSV encephalitis is one of the most common causes of sporadic encephalitis. There have been cases reporting systemic and pulmonary reactivation of HSV due to immune dysregulation following COVID-19 infection.
A 88-year-old woman diagnosed with Alzheimer's was admitted to the ICU with fever and general condition disorder. On admission, the patient with fever and neck stiffness was found to be positive for HSV DNA in the CSF sample studied with LP, and positive for COVID PCR in the nasopharyngeal swab sample taken together.
While COVID PCR test was positive in the CSF sample studied with LP performed on the 9th day of intensive care hospitalization, HSV DNA was found to be negative in the patient whose acyclovir treatment was continued. The COVID PCR test was also positive in the nasopharyngeal swab sample taken at the same time. Cardiac arrest occurred after sudden desaturation and the patient was resuscitated for 6 minutes on the 11th day of the ICU. Left frontotemporal epileptic activity in the bedside EEG and was evaluated in favor of focal disorganization.
Besides frontotemporal lobe involvement is common in HSV and COVID-19 encephalitis we want to report coexistence of these two viruses. We guess this case report should help professionals to remind co-infections of HSV and SARS-COV2 to cure the morbidity appropriately.
Makale Özeti