Cilt: 20  Sayı: 4 - Aralık 2022
Özetleri Gizle | << Geri
ORJINAL ARAŞTIRMA
1.
Yoğun Bakım Hastalarında Ağrı Tedavisi ve Rejyonel Analjezi Uygulamaları; Bir Anket Çalışması
Pain Therapy and Regional Analgesia Applications in Intensive Care Patients; A Survey Study
Volkan Hancı, Sule Ozbilgin, Serhan Yurtlu, Dilek Ömür Arça, Necati Gökmen, Atalay Arkan
Sayfalar 172 - 185
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda ülkemizde yoğun bakım ünitelerinde uygulanan ağrı tedavisi yöntemleri ve özellikle rejyonel analjezi uygulanma sıklığı ile rejyonel analjezi uygulamalarına ilişkin tutum ve yaklaşımların bir anket aracılığı ile belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız anket niteliğinde kesitsel bir araştırma olarak düzenlendi. Yoğun bakımda çalışan uzman hekimlere 31 soru içeren web bazlı anket bilgisayar ortamında e-mail olarak gönderildi. Anket formu katılımcılara 4 hafta aralıklarla 4 defa yollandı. Dört ay içerisinde anketi doldurmamış kişi ankete katılmayı kabul etmemiş olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmamıza yoğun bakım ünitelerinde çalışan toplam 130 uzman hekim katıldı. Katılımcılarımızın %45.4’ü, yoğun bakımda analjezi için protokole sahip olduklarını belirtti. Ağrı tedavisi için en yüksek oranda opioidlerin ardından sırasıyla NSAID, diğer farmakolojik ajanlar ve rejyonel analjezi yöntemlerinin tercih edildiği belirlenmiştir. Rejyonel analjezi yöntemi olarak en sık lumbal epidural, torakal epidural, periferik sinir blokları ve lokal infiltrasyonu tercih edilmekte, ancak uygun endikasyonu olan olgularda bile rejyonel analjezi yöntemlerinin tercih edilme oranlarının düşük olduğu dikkati çekmektedir. Rejyonel analjezi yöntemlerini kullanmalarını engelleyen faktörler olgulardaki hemodinamik instabilite(%53.1), koagülasyon profili değişkenliği(%49.2) ve alternatif analjezi yöntemlerini kullanmalarının daha kolay olmasıdır(%44.6). Rejyonel analjezi yöntemlerinde, genel olarak komplikasyon görülme oranlarının da çok düşük olduğu dikkati çekmektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım ünitelerinde en sık opioidler ve NSAİ ilaçlar ağrı tedavisinde kullanılmaktadır. Katılımcı hekimler rejyonel analjezi yöntemlerinin hastalarda olumlu etkilerine büyük bir oranda inandıklarını ifade etmelerine karşın, bu yöntemler yoğun bakım ünitelerinde çok düşük oranlarda kullanılmaktadır.
INTRODUCTION: In our study, we aimed to determine the pain treatment methods applied in intensive care units in our country, specifically the frequency of regional analgesia, the attitudes and approaches to regional analgesia applications by means of a questionnaire.
METHODS: Our study was organized as a cross-sectional survey in the form of a questionnaire. A web-based questionnaire containing 31 questions was sent to the specialist physicians working in the intensive care unit as an e-mail. The questionnaire was sent to the participants 4 times at intervals of 4 weeks.
RESULTS: A total of 130 specialist physicians working in intensive care units participated in our study. 45.4% of our participants stated that they had a protocol for analgesia in the intensive care unit. It was determined that the highest rate of opioids, followed by NSAID, other pharmacological agents and regional analgesia methods were preferred for pain treatment, respectively. Lumbal epidural, thoracic epidural, peripheral nerve blocks and local infiltration are the most preferred regional analgesia methods, but it is noteworthy that the rate of regional analgesia methods is low even in cases with appropriate indications. The factors that prevent them from using regional analgesia methods are hemodynamic instability(53.1%), coagulation profile variability(49.2%) and it is easier to use alternative analgesia methods(44.6%). It is noteworthy that the incidence of complications in regional analgesia methods is very low in general.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Most commonly used drugs for pain management in intensive care units are opioids and NSAIDs. Although participant physicians express in majority that they believe in the useful effects of regional analgesia methods in the patients, these methods are used at a very low frequency in the intensive care units.
Makale Özeti

2.
Yoğun Bakım Ünitelerimizdeki Kateter İlişkili Üriner Enfeksiyon Sürveyans Sonuçları: Üç Yıllık Analiz
The Surveillance Results of Catheter-Associated Urinary Tract Infections in Intensive Care Units: A Three-Year Analysis
Merve Sefa Sayar, Esma Eroğlu, Dilek Bulut, Asli Haykir Solay
Sayfalar 186 - 192
GİRİŞ ve AMAÇ: Kateter ilişkili üriner enfeksiyon, sağlık tesislerinden hastalara geçen en yaygın enfeksiyonlardandır. Kateter ilişkili enfeksiyonlar hastane enfeksiyonlarının önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Üriner kateterlerin doğru yerleştirilmesi ve bakımı enfeksiyon kontrol uygulamalarında önemli bir konudur. Çalışmada yıllara göre CAUTI oranlarının değişimi, faktörlerin dağılımı ve eğitimin etkisinin vurgulanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak 2016–31 Aralık 2018 tarihleri arasında anestezi/reanimasyon YBÜ’den 3399 ve dahiliye YBÜ’den 1207 hasta dahil edilerek elde edilen veriler üzerinden retrospektif bir çalışma yapılmıştır. Kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonu tanısı, Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) tanımlarına göre belirlenmiştir. Tüm hastaların verileri hastane bilgi yönetim sistemi ve enfeksiyon kontrol komitesi hasta izlem formlarından elde edilmiştir. Bunun yanı sıra düzeltici önleyici faaliyetlerin, birim bazlı eğitimlerin, fiziki şartlardaki iyileştirmelerin, yatak sayılarının enfeksiyon hızının azalmasına etkisi irdelenmiştir.
BULGULAR: Çalışma sonucunda; birim bazlı eğitim saatlerinin arttırılması, el hijyeni uyumuna özen gösterilmesi, sertifikalı hemşire sayısının artırılması, temizlik personeli eğitimi, enfeksiyon kontrol ekibinin iyileştirilmesi ve birimlerde yatak düzenlemesi yapılması ile Kİ-İYE oranlarında gerileme olduğu saptanmıştır. Dahiliye YBÜ’de 2016 yılında Kİ-İYE hızı 12,77 iken 2018 yılında Kİ-İYE hızının 0,39’a gerilediği görülmüştür. Anestezi/reanimasyon YBÜ’de Kİ-İYE hızı 2016 da 7,29 iken 2018 yılında bu oranın 1,08’e düştüğü görülmüştür. Her iki YBÜ’de araç kullanım oranının Türkiye ortalamasının altında olduğu belirlenmiştir. Yoğun bakım ünitelerindeki üç yıllık etken dağılımı göz önüne alındığında; en sık etkenin E.coli olduğu ortaya çıkmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım ünitelerinde invaziv araç kullanımına bağlı gelişen enfeksiyonların önlenmesinde, hasta ve bakteri özelliklerin bilinmesinin yanı sıra; personel eğitimleri, denetimler ve enfeksiyon kontrol komitesinin yoğun bakım ekibi ile iş birliği içinde olması önem arz etmektedir.
INTRODUCTION: Catheter-associated urinary tract infections (CAUTI) are among the most common infections acquired by patients. Catheter-associated urinary tract infections constitute an important part of hospital-acquired infections. Proper placement and maintenance of urinary catheters is an important issue in infection control applications. In the study, it was aimed to emphasize the change in CAUTI rates according to years, the distribution of factors and the effect of education.
METHODS: This retrospective study was performed between 1st January 2016 and 31st December 2018. Data were collected from 3399 patients in anesthesia/reanimation intensive care unit (ICU) and 1207 patients in internal medicine ICU from hospital records and follow-up forms. CAUTI was diagnosed under the criteria of Center for Disease Control and Prevention (CDC). Effects of corrective preventive actions, unit-based trainings, improvements in physical conditions and number of beds on the infection rates were examined.
RESULTS: Increasing unit-based training sessions, attention to hand hygiene, the increase in number of certified nurses, in-service training of allied personnel, improvements in infection control team and arrangements of beds in ICUs were found to decrease CAUTI. While the rate was 12.77 in internal medicine ICU in 2016, CAUTI was observed to decrease to 0.39 in 2018. Additionally, while 7.29 in 2016 in anesthesia/reanimation ICU, CAUTI decreased to 1.08 in 2018. Instrumen utilization rates were determined to be below the average in Turkey in both ICUs. Considering the three-year distribution of factors in ICUs, E.coli was the most common infectious agent.
DISCUSSION AND CONCLUSION: To prevent infections due to use of invasive tools in ICUs, such factors as patients’ awareness, bacterial characteristics, trained staff, regular inspections and cooperation between research control committee and ICU team are of vital importance
Makale Özeti

3.
Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Cerrahi Hastalarının Algıladıkları Çevresel Stresörler
Environmental Stressors Perceived By The Surgical Patients In The Intensive Care Unit
Murat Can Mollaoğlu, OLGAY KARABULUT, YASEMİN BOY, Mukadder Mollaoğlu, Kursat Karadayı
Sayfalar 193 - 200
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, yoğun bakım ünitesinde yatan cerrahi hastaların algıladıkları çevresel stresörleri belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, tanımlayıcı ve kesitsel bir araştırmadır. Araştırmanın örneklemini Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesinde (CYBÜ) tedavi gören 83 hasta oluşturmuştur. Veriler Hasta Bilgi Formu (HBF) ve Yoğun Bakım Ünitesinde Çevresel Stresörler Ölçeği (YBÜÇSÖ) ile elde edilmiştir.
BULGULAR: Yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların algıladıkları en önemli stresörler sırasıyla; ağrı, uyuyamamak, mahremiyetin olmaması, sıkılmak ve aile ve arkadaş ziyaret süresinin az olması olarak en az stres oluşturan etmenleri ise sırasıyla telefon sesini duymak, hemşirelerin hastalardan çok hasta başında bulunan cihazlarla ilgili olmaları ve sürekli tavana bakmak olarak tanımlamışlardır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastaları etkileyen stresörleri belirlemek ve çözüm uygulamaları ile hastaların daha kaliteli bakım almaları sağlanacak ve stres kaynaklı yeni sağlık sorunlarının oluşması engellenecektir.
INTRODUCTION: The purpose of this study is to determine the environmental stressors perceived by the surgical patients hospitalized in the intensive care unit.
METHODS: This study is a descriptive and cross-sectional study. The sample of the study consisted of 83 patients hospitalized in the Surgical Intensive Care Unit (SICU). The data were obtained by the Patient Information Form (PIF) and the Intensive Care Unit Environmental Stressor Scale (ICUESS).
RESULTS: The patients hospitalized in the intensive care units identified the most important stressors they perceived as experiencing pain, not being able to sleep, the lack of privacy, getting bored, and having a short visit time of family and friends while identifying the least stressful factors as hearing phone sounds, nurses being more concerned with the devices that are at the bedside than the patients and constantly looking at the ceiling, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The patients will be provided with higher quality care and new stress-related health problems will be prevented by determining the stressors that affect the patients and applying solutions.
Makale Özeti

4.
Posttravmatik Nöbet Profilaksisinde Fenitoine karşı Levetirasetam
Phenytoin versus Levetiracetam for Posttraumatic Seizure Prophylaxis
Tuğçe Mengi, Barış Yılmaz, Uğur Koca, Necati Gokmen
Sayfalar 201 - 206
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, erken post-travmatik nöbeti önlenmede levetirasetamın ve fenitoinin etkinliğini karşılaştırmak ve klinik nöbet insidansını belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya orta-şiddetli travmatik beyin hasarı tanısı alan, nörogörüntülemede beyin hasarı ile uyumlu bulgusu olan erişkin hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastalar nöbet profilaksisi için uygulanan antiepileptik ilaca göre fenitoin grubu ve levetirasetam grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı.
BULGULAR: Bu çalışmada Ocak 2012 ile Haziran 2017 arasında 100 travmatik beyin hasarlı hasta dahil edilme kriterlerini karşıladı. Nöbet profilaksisi, bu hastaların 60'ında fenitoin ve 40'ında levetirasetam ile sağlandı. Erken post-travmatik nöbet insidansı ise % 8 idi. Gruplar arasında erken post-travmatik nöbet oranı açısından anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Travmatik beyin hasarı sonrası klinik nöbet insidansı % 10 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu rapor, post-travmatik nöbet profilaksisinde levetirasetamın ve fenitoinin benzer etkinliğe sahip olduğunu gösterdi. Çalışmamız retrospektif bir tasarımda olmasına rağmen iki grup yaş, cinsiyet, travma mekanizması, nörogörüntüleme bulguları, Glasgow koma skoru, Marshall skoru, APACHE II skorunu açısından benzer özelliklere sahipti. Bu bulgular, nöbet açısından fenitoin ve levetirasetamı karşılaştırılmayı güvenilir kılmaktadır.
INTRODUCTION: The objective of this study was to compare the efficacy of levetiracetam versus phenytoin for the prevention of early post-traumatic seizures and to ascertain the incidence of clinical seizures in traumatic brain injury.
METHODS: Adult patients were included in the study if they had moderate to severe traumatic brain injury in the presence of neuroimaging consistent with brain injury. Patients were categorized into two groups, phenytoin group or levetiracetam group, based on the administration of antiepileptic drugs for seizure prophylaxis.
RESULTS: In this study, 100 patients with traumatic brain injury met inclusion criteria between January 2012 and June 2017. Of those patients, 60 received seizure prophylaxis with phenytoin, and 40 received levetiracetam. The incidence of early post-traumatic seizure was 8%. There were no significant differences in early post-traumatic seizure rates between groups (p>0.05). The incidence of clinical seizures after traumatic brain injury was 10%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This report showed that levetiracetam and phenytoin had similar efficacy in post-traumatic seizure prophylaxis. Although our study was a retrospective design, the two groups had similar features in terms of age, sex, injury mechanism, neuroimaging findings, Glasgow coma score, Marshall score, APACHE II score, which improved the reliability of comparison between phenytoin and levetiracetam for seizures.
Makale Özeti

5.
Yoğun Bakım Ünitesinde Fiberoptik Bronkoskopik Örneklemenin Tedavi Değişimi ve Prognoza Etkisi
Treatment Change and Prognosis Effect of Fiberoptic Bronchoscopic Sampling in Intensive Care Unit
Yasin Levent Uğur, Murat Küçük, Mehmet Celal Öztürk, Bilgin Cömert, Necati Gokmen, Begüm Ergan
Sayfalar 214 - 219
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım hastalarında bronkoskopi özellikle enfeksiyöz durumlar başta olmak üzere tanı ve tedavi planlaması için önemlidir. Ancak son rehberlerde endotrakeal aspirat (ETA) ile karşılaştırıldığında bronkoskopik örneklemenin üstün olmadığına dair kanıtlar artmaktadır. Bu çalışmada bronkoskopik örneklemenin antibiyotik tedavisine katkısı ve yoğun bakım mortalitesi üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmamız retrospektif gözlemsel çalışma olup, yoğun bakım fiberoptik bronkoskopi (FB) veritabanı kullanılarak invaziv mekanik ventilasyon altında izlenen 75 hastanın verileri değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 66,0 ±15,4 yıl iken, %37,3 (n: 28) kadın, %62,7 (n: 47) erkekti. Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) ortalama skoru 23,1 ±6,2 idi. Ortanca FB zamanlaması yoğun bakım ünitesine kabulden sona 7,0 (2,0-15,0) gündü. FB endikasyonu 44 hastada enfeksiyon değerlendirmesi, 26 hastada havayolu değerlendirmesi, 3 hastada hemoptizi-alveolar hemoraji ve 2 hastada interstisyel akciğer hastalığı şüphesi ile idi. Hastaların %32’sinde (n: 24) aktif immunsupresyon mevcuttu. Hastaların ETA sonuçları değerlendirildiğinde 31 hastada (%41,3) bakteriyel ve fungal üreme olduğu görüldü. FB örnekleme sonrası 41 hastada (%54,6) bakteriyel ve fungal üreme olduğu saptandı ve FB örnekleme ile hastaların 16’sında (%21,3) tedavi değişikliği yapıldı. Ancak FB sonrası tedavi değişimi yapılmasıyla yoğun bakım mortalitesi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (p=0.250).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın iki önemli sonucu vardır. Birincisi ETA ve FB örnekleme sonuçları benzer bulunmuştur. İkincisi geç dönemde FB sonrası tedavi değişimi yapılmasıyla yoğun bakım mortalitesi arasında bir ilişki bulunmamıştır. İnvaziv bir işlem olan FB’in seçilmiş hastalarda uygulanması doğru bir yaklaşım olabilir.
INTRODUCTION: For intensive care patients, bronchoscopy is important for diagnosis and treatment planning, especially for infectious conditions. However, there is increasing evidence in recent guidelines that bronchoscopic sampling is not superior compared to endotracheal aspirate (EA). In this study, it was aimed to evaluate the contribution of bronchoscopic sampling to antibiotic treatment and its effect on intensive care mortality
METHODS: Our study is a retrospective observational study, and the data of 75 patients who were followed up under invasive mechanical ventilation using the intensive care fiberoptic bronchoscopy (FB) database were evaluated.
RESULTS: The mean age of the patients was 66.0 ±15.4 years, 37.32% (n: 28) female, 62.7% (n: 47) male. The mean Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) score was 23.1 ±6.2. Median FB timing was 7.0 (2.0-15.0) days after admission to the intensive care unit. Indications for FB were infection evaluation in 44 patients, airway evaluation in 26 patients, hemoptysis-alveolar hemorrhage in 3 patients, and suspicion of interstitial lung disease in 2 patients. Active immune suppression was present in 32% (n: 24) of the patients. When the EA results of the patients were evaluated, bacterial and fungal growth was observed in 31 patients (41.3%). After FB sampling, 41 patients (54.6%) were found to have bacterial and fungal growth, and treatment was changed in 16 (21.3%) of the patients with FB sampling. However, no significant relationship was found between the change of treatment after FB and mortality in the intensive care unit (p = 0.250).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study has two important results. First, ETA and FB sampling results were found to be similar. Second, there was no correlation between treatment change after FB in the late period and mortality in intensive care. The application of FB, which is an invasive procedure, in selected patients may be the right approach.
Makale Özeti

6.
Yoğun Bakım Literatüründe Nütrisyon ile İlişkili En Çok Atıf Alan 101 Çalışmanın Değerlendirilmesi
The Most Frequently Cited 101 Articles Related to Nutrition of the Critical Care Literature.
Volkan Hancı, Gözde Gürsoy, gözde altuntaş uzun, Yasemin Şişecioğlu, Sezen Korkut, Esra Kırova Özdemir, BusraManduz yavuz
Sayfalar 220 - 229
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada amacımız yoğun bakım literatüründe nütrisyon ile ilgili en çok atıf alan 101 yayının bibliyometrik özellikleri açısından değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel tanımlayıcı olan bu çalışmada, etik kurul onamının alınması ardından “Institute for Scientific Information Web of Science” arama motorunun “advanced mode” özelliğinde anahtar kelime olarak “WC=Critical Care Medicine AND TS=nutr* OR WC=Critical Care Medicine AND TI=nutr* OR WC=Nutrition & Dietetics AND TS=intensive care OR WC=Nutrition & Dietetics AND TI=intensive care OR WC=Nutrition & Dietetics AND TS=critical care OR WC=Nutrition & Dietetics AND TI=critical care” kullanılarak yoğun bakım literatüründe nütrisyon ile ilgili en çok atıf alan ilk 101 yayın belirlendi.
BULGULAR: Yoğun Bakımda Nütrisyon konusunda 1975-2021 yılları arasında 7093 yayın olduğu belirlendi. En çok atıf alan makale Journal of Parenteral and Enteral Nutrition dergisinde yer alan, McClave Stephen A ve ark.’nın “Guidelines for the Provision and Assessment of Nutrition Support Therapy in the Adult Critically Ill Patient: Society of Critical Care Medicine (SCCM) and American Society for Parenteral and Enteral Nutrition (ASPEN)” başlıklı çalışmasıydı ve 1011 atıf almıştı. En az atıf alan çalışmaların atıf sayısı ise 166 olarak belirlendi. En fazla atıf alan 101 makalenin %53.5’i 2000-2009 arasında yayınlanmış olup, toplam atıf ortalaması 287,77±178,57 ve yıllık atıf ortalaması 21,86±35,46 olarak belirlendi. Çalışmaların %20.8’i enteral nütrisyon, %20.8’i immün nütrisyon ile ilgiliydi. Çalışmaların yayınlandığı dergilerin %78.2’si Amerika Birleşik Devletleri, %7.9’u İngiltere, %7.9’u İskoçya kaynaklıydı. Çalışmaların en çok yayınlandığı ilk üç dergi Critical Care Medicine(%43.6), İntensive Care Medicine(%10.9), Clinical Nutrition(%7.9) ve Journal of Parenteral Enteral Nutrition(%7.9) olarak belirlendi. Makalenin yayınlanma yılı, yayınlandıkları dergi, yayınlandıkları derginin ülkesi, derginin kıtası, çalışma türü konu alanı ile yıllık atıf sayısı arasında, makalenin çalışma türü ile toplam atıf sayısı arasında anlamlı ilişki saptanmıştır(p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda 2015 yılından sonra yayınlanan yazıların, guidelineların ve enteral parenteral nütrisyon ile ilgili yazıların daha fazla atıf sayısına sahip oldukları dikkati çekmektedir.
INTRODUCTION: We investigated most highly cited 101 articles related to nutrition of the critical care literature.
METHODS: Using the advanced mode of the Web of Science (WOS), the words “WC=Critical Care Medicine AND TS=nutr* OR WC=Critical Care Medicine AND TI=nutr* OR WC=Nutrition & Dietetics AND TS=intensive care OR WC=Nutrition & Dietetics AND TI=intensive care OR WC=Nutrition & Dietetics AND TS=critical care OR WC=Nutrition & Dietetics AND TI=critical care” were used to scan articles on June 2021.
RESULTS: From 1975 to date, it appears a total of 7093 articles related to nutrition of critical care were published in the WOS. The most cited article had 1011 citations, the least cited articles had 166 citations. The mean citation number was 287,77±178,57. The mean annual citation number was 21,86±35,46. The most cited article was by McClave, Stephen et al. "Guidelines for the Provision and Assessment of Nutrition Support Therapy in the Adult Critically Ill Patient: Society of Critical Care Medicine(SCCM) and American Society for Parenteral and Enteral Nutrition(ASPEN)". Most three area’s of articles related to nutrition in critical care focused in; “Enteral Nutrition”, “Immün-nutrition”. The three journals that appeared most frequently in the top 101 were Critical Care Medicine(43.6%), Intensive Care Medicine(10.9%), and Clinical Nutrition (7.9%), Journal of Parenteral and Enteral Nutrition(7.9%).
A significant relationship was found between the year of publication of the article, the journal in which it was published, the country of the journal in which it was published, the continent of the journal, the type of study, the subject area and the number of citations per year, and between the type of study and the total number of citations of the article (p<0.05).

DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, it is noteworthy that the articles published after 2015, the guidelines and the articles about the enteral and parenteral diagnosis of sepsis have more citations.
Makale Özeti

7.
Hemşirelerin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışlarının Klinik Karar Vermeye Etkisi
The Effect of Nurses' Attitudes and Behaviors Towards End-of-Life Care on Clinical Decision Making
Saadet Erzincanlı, KADRİYE SAYIN KASAR
Sayfalar 230 - 237
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışma, hemşirelerin yaşam sonu bakıma yönelik tutum ve davranışlarının klinik karar vermeye etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu araştırma Nisan 2019 -Ağustos 2019 tarihleri arasında, bir eğitim ve araştırma hastanesinin yoğun bakım ünitelerinde çalışan 84 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, “Birey Tanıtım Formu", "Yoğun Bakım Hemşirelerinin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışları Ölçeği” ve “Hemşirelikte Klinik Karar Verme Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır.
BULGULAR: Araştırmaya katılan yoğun bakım hemşirelerinin yaş ortalaması 33.13±5.79 olup, %89.3’ünün kadın, %64.3’ün lisans mezunudur. Yoğun Bakım Hemşirelerinin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışları Ölçeği toplam puan ortalaması 57.91±10.53, Hemşirelikte Klinik Karar Verme Ölçeği toplam puan ortalaması 140.64±23.52 olarak belirlenmiştir. Yüksek lisans eğitim düzeyine sahip hemşirelerin Yoğun Bakım Hemşirelerinin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışları Ölçeği toplam puan ortalamasının istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrıca yaşam sonu bakıma yönelik eğitim alan hemşirelerin Hemşirelikte Klinik Karar Verme Ölçeği toplam puan ortalamasının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Yoğun bakım hemşirelerinin Yoğun Bakım Hemşirelerinin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışları Ölçeği puan ortalaması ile Hemşirelikte Klinik Karar Verme Ölçeği puan ortalaması arasında pozitif yönde düşük düzeyde ilişki olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hemşirelerin yaşam sonu bakıma yönelik tutum ve davranışları ile klinik karar verme düzeyi arasında düşük düzeyde ilişki olduğu ve hemşirelerin yaşam sonu bakıma yönelik tutum ve davranışlarının klinik karar verme düzeyini etkilediği söylenebilir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to determine the effect of nurses' attitudes and behaviors towards end-of-life care on clinical decision making.
METHODS: This descriptive and cross-sectional study was conducted between April 2019 and August 2019 with 84 nurses working in intensive care units of a training and research hospital. Data were collected using the “Individual Introduction Form”, “the Scale of the Attitudes and Behaviors of Intensive Care Nurses Intended for End of Life Care” and “Clinical Decision Making Scale in Nursing”.
RESULTS: The mean age of the intensive care nurses participating in the study was 33.13 ± 5.79. It was determined that 89.3% of them were female and 64.3% were undergraduate. It was determined that the total mean score of “the Scale of the Attitudes and Behaviors of Intensive Care Nurses Intended for End of Life Care” was 57.91±10.53 and the total mean score of “the Clinical Decision Making in Nursing Scale” was 140.64 ± 23.52. It was found that the total mean score of the Scale of the Attitudes and Behaviors of Intensive Care Nurses Intended for End of Life Care of the nurses with master’s education level was significantly higher. In addition, it was found that the total mean score of the Clinical Decision Making in Nursing Scale of nurses who received training for end-of-life care was higher. It was determined that there was a positive low level relationship between the Scale of The Attitudes and Behaviors of Intensive Care Nurses Intended for End of Life Care and the mean score of the Clinical Decision Making in Nursing Scale.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It can be said that there was a low level of relationship between nurses’ attitudes and behaviors towards end-of-life care and clinical decision-making level, and that as their attitudes and behaviors towards end-of-life care affect the clinical decision-making level.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
8.
V-V ECMO Vasküler Kanül Problemleri; 3 Olgu Raporu
V-V ECMO Vascular Cannula Problems; 3 Case Report
Murat Aslan, Rabia Yılmaz, Mehmet Süleyman Sabaz, Zafer Çukurova
Sayfalar 238 - 242
ECMO desteğinin etkin ve güvenli bir şekilde uygulanabilmesi için vasküler kanülasyon adımı büyük önem taşımaktadır. COVİD-19 ARDS gelişen ve V-V ECMO desteği alan 3 hastada ECMO damar kanülasyonu ile ilgili çeşitli sorunlar (malpozisyon, tromboz, rekanülasyon, kollaps) yaşadık ve bunların yönetimindeki deneyimlerimizi burada paylaşıyoruz. Uygun vasküler kanül boyutu, vasküler kanül yapısı, vasküler kanülasyon bölgesinin seçimi ve hassas vasküler kanülasyon, ECMO desteğini daha etkili ve güvenilir hale getirebilir.
The vascular cannulation step is of great importance for the effective and safe implementation of ECMO support. We experienced various problems associated with ECMO vascular cannulation (malposition, thrombosis, recannulation, collapse) in 3 patients who with developed COVİD-19 ARDS and received V-V ECMO support, and here we share our experience in their management. Appropriate vascular cannula size, vascular cannula structure, selection of vascular cannulation site, and precise vascular cannulation can make ECMO support more effective and reliable.
Makale Özeti