Cilt: 20  Sayı: 3 - Eylül 2022
Özetleri Gizle | << Geri
ORJINAL ARAŞTIRMA
1.
Investigating the impact of airway management training on the moral distress and compassion fatigue of nurses working in intensive care units
Mohamad Golitaleb, behnam masmouei, ali jadidi, mehdi harorani, mehdi harorani
Sayfalar 110 - 115
INTRODUCTION: In the intensive care unit (ICU) due to specific conditions of patients, nurses experienced high prevalence of compassion fatigue and moral distress that can reduce job satisfaction and impact on quality of care so identify the factors affecting on compassion fatigue and moral distress are very important. The present study aimed to investigate the impact of airway management training on the quality of care delivery, and the moral distress and compassion fatigue of nurses.
METHODS: The study was conducted on 50 nurses working in intensive care units. The data collection tools included Moral Distress Scale and Multidimensional Fatigue Inventory, along with an airway care checklist that it was prepared according to nursing standards. Before the intervention, subjects completed the questionnaires and their function of airway care was investigated through the checklist. Then nurses were trained face to face. After training, assessors evaluated the nurses by observing the quality of airway care through the standard checklist. Then, the moral distress and fatigue questionnaires were filled again and the results of training before and after were analyzed.
RESULTS: The rate of moral distress and fatigue among nurses was significantly reduced before and after training (p< 0.001). In addition, the quality of airway management increased from 70% to 86% (p< 0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Airway management training can result in decreasing the nurses’ moral distress and compassion fatigue and improving the quality of airway care
Makale Özeti

2.
Yoğun Bakım Ünitesinde Eldiven Kullanımı
Use of Gloves in the Intensive Care Unit
Nimet Ates, Semra Yurdakul
Sayfalar 116 - 123
GİRİŞ ve AMAÇ: Eldiven kullanımı, sağlık çalışanlarının kendilerini korumaları ve yanı sıra ellerine bulaşan biyolojik vücut sıvılarını hastaya veya hastadan diğer hastaya bulaştırma riskini azaltmak için önerilmektedir. Eldivenlerin gereksiz ve yanlış kullanımı çapraz bulaş riskini arttırabilir. Bu çalışmada daha önce eldiven giyme gözlemi yapılmayan bir yoğun bakım ünitesinde, eldivenlerin doğru ve gerekli kullanımının değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif, kesitsel, gözlemsel bir çalışmadır. Çalışma, bir üniversite hastanesinin 3. düzey genel yoğun bakım ünitesinde yapıldı. Yoğun bakım ünitesinde çalışan hekim, hemşire, hasta bakıcıların eldiven kullanım eylemleri gözlem yöntemi ile belirlendi. Doğru eldiven kullanımında “5 gerekli durum” gözlendi. Gerekli olmayan durumlarda eldiven giyilmesi “gereksiz eldiven kullanımı” olarak değerlendirildi. Gözlemler, yoğun bakım ünitesi sorumlu hemşiresi, enfeksiyon kontrol hemşiresi tarafından yapıldı.
BULGULAR: Eldiven kullanımında toplam 395 gözlem yapıldı. Doğru eldiven kullanımı %67,8, yanlış eldiven kullanımı %32,2'dir. Kan ve/veya vücut sıvıları ile temas olasılığı durumunda %86,1 (n: 101) en yüksek oranda eldiven doğru kullanıldı. Aynı hastada kirli işlemler/farklı bölgeler arasında eldiven değişimi hiç (n: 68) yapılmadı. Gereksiz eldiven kullanımı ise, %85,1 (n: 74) oranında gözlemlendi. Eldiven kullanımının mesleklere göre dağılımı istatiksel olarak anlamlı iken (Ki-kare: 44,15, p<0.001 ), cinsiyete göre anlamlı olmadığı (Ki-Kare: 2,13, p<0.144 ) bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Eldiven kullanımının sistematik olarak gözlemlenmesi, doğru ve gerekli eldiven kullanımının değerlendirilmesini sağlamıştır. Sağlık çalışanlarının, eldiven kullanma konusundaki davranış nedenlerini belirleyen, doğru eldiven kullanımını iyileştiren, gereksiz eldiven kullanımını önleyen çalışmalar yapılmalıdır.
INTRODUCTION: The use of gloves is recommended for healthcare professionals to protect themselves and as well as to biological body fluids that get on their hands reduce the risk of transmissioned to the patient or from one patient to another. Unnecessary and incorrect use of gloves may increases the risk of cross contamination. In this study, it was aimed to evaluate the correct and necessary use of gloves in an intensive care unit where there was no observation of wearing gloves.
METHODS: This is a prospective, cross-sectional, observational study. The study was made in a third level general intensive care unit of a university hospital. The glove usage actions of the physicians, nurses and caregivers working in the Intensive Care Unit were determined by the observation method. “5 necessary moments” were observed in the appropriate glove use. Wearing gloves when unnecessary was evaluated as “unnecessary use of gloves”. The observations were made by the intensive care unit responsible nurse and the infection control nurse.
RESULTS: A total of 395 observations were made on the use of gloves. The rate of appropriate glove use is 67.8%, misused use of gloves is 32.2%. The highest rate of correct use of gloves was observed in the event of contact with blood and/or body fluids 86.1% (n: 101). In the same patient, dirty procedures/changing gloves between different regions (n: 68) were not performed. Unnecessary use of gloves was observed at a rate of 85.1% (n: 74). While the distribution of glove use by profession was statistically significant (Chi-square: 44.15, p <0.001), it was found that not significant according to gender (Chi-square: 2.13, p<0.144).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Systematic observation of the use of gloves provided the evaluation appropriate and necessary use of gloves Studies should be carried out to determined the reasons for healthcare professionals' behavior in using gloves, to improve the correct use of gloves, and to prevent unnecessary glove use.
Makale Özeti

3.
Yeni kurulan üçüncü basamak bir hastanede hızlı müdahale sistem aktivasyonu sonrası mortalite prediktörleri
Predictors of mortality after rapid response system activation in a newly established tertiary hospital
Büşra Tezcan, Müçteba Can, Çilem Bayındır Dicle, İbrahim Mungan, Derya Ademoğlu
Sayfalar 124 - 131
GİRİŞ ve AMAÇ: Amacı kardiyak arrest ve beklenmeyen ölümleri engellemek olan Hızlı Müdahale Sistemleri (RRS) dünya hastanelerinde genellikle kullanılmaktadır. RRS ile ilgili çalışmaların çoğu kullanımlarının hastane mortalitesine etkilerini araştırmıştır. Bu çalışmada Türkiye’deki yeni kurulan majör bir hastanede, RRS aktivasyonu yapılan hastalardaki hastane içi mortalite için prediktif faktörleri değerlendirdik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Mart 2019 ve Şubat 2020 arasındaki RRS aktivasyonları, basılı ve medikal elektronik kayıtlardan incelendi.Hastaların demografik özellikleri, RRS aktivasyon zamanı, aktivasyon nedeni, ilk kardiyak ritm, kalp hızı, ortalama arteriyel basınç, puls oksimetre ile ölçülen kan oksijen saturasyonu, Hızlı Müdahale Ekibi’nin varış süresi, ilk kan gazı ve hemogram analizindeki glukoz, sodyum, potasyum, pH, laktat, nötrofil, lenfosit, kırmızı hücre dağılım genişliği(RDW), platelet dağılım genişliği kaydedildi. Bağımsız hastane içi mortalite prediktörlerini belirlemek için univariate ve multivariate lojistik regresyon analizleri yapıldı.
BULGULAR: Toplamda 531 hasta analize dahil edildi.Bunlardan 189’u(35,6%) hastane yatışı sırasında öldü.Ölenler yaşayanlarla kıyaslandığında; daha yaşlı(medyan yaş 64 ve 52), daha çok erkek(65,6% ve 34,4), daha fazla kardiyovasküler, solunumsal ve onkolojik nedenle yatışı yapılmış ve gündüz saatleriyle karşılaştırıldığında RRS’nin daha çok gece saatleri ve haftasonunda aktive edildiği hastalardan oluşmaktaydı.RRS’nin solunumsal ve hemodinamik nedenlerle, gece ve haftasonu, onkolojik nedenlerle yatışı yapılan hastalarda aktivasyonu, düşük SpO2 düzeyleri, yüksek nötrofil-lenfosit oranı(NLR), potasyum ve laktat düzeyleri hastane içi mortalite prediktörleriydi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız hastanemiz RRS sisteminde bazı zayıflıklar olduğunu göstermiştir.Haftasonu ve gece personeli eğitilmeli ve güçlendirilmelidir. Ayrıca SpO2, potasyum, laktat ve NLR düzeyleri hastane içi mortalite prediktörleri olarak genellikle zor ve stresli olan triyaj kararlarını yönlendirebilir.
INTRODUCTION: Rapid Response Systems (RRS) which aim to prevent cardiac arrests and unexpected deaths have been widely implemented across world hospitals.Most of the studies about RRS evaluate the effects of its implementation on hospital mortality. In this study we evaluated the predictive factors of in-hospital mortality for patients who were the subjects of a RRS activation in a newly established major hospital in Turkey.
METHODS: The records of RRS activations were reviewed from paper charts and electronic medical records between March 2019 and February 2020. Demographic characteristics of patients, time of RRS activation, reasons for activation, initial cardiac rhythm, heart rate, mean arterial pressure, pulse oximetry measured blood oxygen saturation (SpO2), arrival time of the rapid response team (RRT), glucose, sodium, potassium, pH, lactate, neutrophil, lymphocyte levels, red cell distribution width (RDW), platelet distribution width obtained from first blood gas analysis and hemogram test were recorded. Univariate and multivariate logistic regression analysis were conducted to determine the independent predictors of in-hospital mortality.
RESULTS: Total of 531 patients were included in the analysis.Of these, 189 (35,6%) died during hospital admission.Nonsurvivors were older (median age 64 years vs.52 years), more likely to be male (65,6% vs.34,4%), more likely to be admitted for cardiovascular,pulmonary and oncologic diseases and were more likely to trigger RRS during nighttime and weekend hours (NWH) than daytime hours compared to survivors.Activation of RRS by respiratory and haemodynamic triggers and during NWH,oncologic reasons for hospital admission, low SpO2 levels, high neutrophil-to lymphocyte ratio, potassium and lactate levels were predictive of in-hospital mortality.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our findings demonstrate some weakness in the current RRS of our hospital. Overnight and weekend hospital staff should be trained and empowered.We also demonstrated that; SpO2,potassium,lactate and NLR levels are predictors of in-hospital mortality and can guide triage decisions which is usually a challenging and stressful duty.
Makale Özeti

4.
Sepsis ve fibroblast growth factor 21: Yeni bir akut faz reaktanı mı?
Sepsis and fibroblast growth factor 21: A new acute phase reactant?
Selcen Deveci, Arzu Or Koca, Derun Taner Ertugrul, Tolga Akkan, Esin Beyan
Sayfalar 132 - 137
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada akut metabolik dekompanzasyon olan sepsisli ve nonenfeksiyöz inflamatuar durumlu hastaların Fibroblast growth faktör 21 (FGF 21) düzeylerini enfeksiyon parametreleri ve skorlama sistemleri ile karşılaştırmak amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel olarak dizayn edilen çalışmaya, Vaka grubuna 46 sepsis tanısı olan hasta, 29 nonenfeksiyöz inflamatuar durum tanısı olan hasta ve kontrol grubuna da 39 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Tüm hastaların C reaktif protein (CRP), prokalsitonin (PCT), sedimentasyon ve FGF21 düzey ölçümleri yapıldı. Acute Physiology And Chronic Heath Evaluation II (APACHE II), Sequential Organ Failure Assessment (SOFA) skorlamaları hesaplandı.
BULGULAR: Sepsis ve nonenfeksiyöz inflamatuar durum gruplarındaki FGF 21 düzeyleri, kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p˂0,001). FGF 21 düzeyi ile sadece PCT düzeyi arasında zayıf pozitif korelasyon olduğu görüldü (r: 0,292 p: 0,011). FGF 21 ölçümlerinin 492,4 pg/ml ve üzerinde olması; %82,4 sensivite ve %80 spesifisite ile sepsis ve nonenfeksiyöz inflamatuar durum tanılarını öngörebildiği gösterildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, FGF 21 enfeksiyöz tablolarda PCT gibi yükselen, ancak her akut tabloda artmaması nedeni ile akut faz reaktanı olarak kabul edilmesi şüpheli bir parametre olarak değerlendirilebilir.
INTRODUCTION: In this study, it was aimed to compare the fibroblast growth factor 21 (FGF 21) levels of patients with acute metabolic decompensation, sepsis, and noninfectious inflammatory status with infection parameters and scoring systems.
METHODS: This cross-sectional study included 46 patients with sepsis, 29 patients with noninfectious inflammatory conditions in the case group, and 39 healthy volunteers in the control group. C-reactive protein (CRP), procalcitonin (PCT), sedimentation, and FGF 21 levels were measured in all patients. Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) and Sequential Organ Failure Assessment (SOFA) scores were also calculated.
RESULTS: FGF 21 levels in the sepsis and noninfectious inflammatory status groups were significantly higher than in the control group (p˂0.001). There was a weak positive correlation between only FGF 21 level and PCT level (r: 0.292, p: 0.011). It was shown that FGF 21 measurements of 492.4 pg/mL and above could predict the diagnosis of sepsis and noninfectious inflammatory status with 82.4% sensitivity and 80% specificity.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The use of FGF 21 as an acute phase reactant in cases of infection, rising like PCT but not increasing in every acute condition, can be considered as a suspected parameter.
Makale Özeti

5.
Cerrahi Yoğun Bakım Ünitelerinde Kateter İlişkili Kan Dolaşımı İnfeksiyonlarını Önlemede Bakım Paketi Yaklaşımının Etkisi
The Impact of Care Bundle Approach in Preventing Central Line-Associated Bloodstream Infections in Surgical Intensive Care Units
Eda Akyol, İkbal Çavdar
Sayfalar 138 - 147
GİRİŞ ve AMAÇ: Hasta güvenliği için önemli bir tehdit olan sağlık hizmeti ilişkili infeksiyon oranları hastaneye yatan hastaların en sık karşı karşıya kaldığı komplikasyonlardan biridir. Sağlık hizmetlerinde sağlık hizmeti ilişkili infeksiyonlar için büyüyen kaygı, kanıta dayalı rehberlerin geliştirilmesinde uyarıcı etken olmuştur. Bu çalışma cerrahi yoğun bakım ünitelerinde santral venöz kateter ilişkili kan dolaşımı infeksiyonlarının önlenmesinde bakım paketi yaklaşımının etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yarı deneysel kontrol gruplu bir çalışma olarak planlanan araştırma, Eylül 2017-Ekim 2018 tarihleri arasında cerrahi yoğun bakım ünitelerinde yatan, santral venöz kateteri bulunan ve örneklem özelliklerini karşılayan 163 hasta (83 deney, 80 kontrol) ile gerçekleştirildi. Deney grubuna SVK bakımında CDC tarafından önerilen bakım paketi uygulandı.
BULGULAR: Hastaların %23.3’ünde hastane infeksiyonu belirti ve bulguları gözlendiği, kateter ucu kültürlerinin %25.2’sinde üreme olduğu, en fazla üreyen mikroorganizmanın Staphylococcus epidermidis (%58.5) olduğu, %4.9’unda santral venöz kateter ilişkili kan dolaşımı infeksiyonu geliştiği, infeksiyon gelişen hastaların tamamının bakım paketi uygulanmayan hastalar olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bakım paketi yaklaşımının santral venöz kateter ilişkili kan dolaşımı infeksiyonunu önlemede etkili olduğu bulundu.
INTRODUCTION: Healthcare-associated infections (HAI), which possess a great threat for patient safety, is one of the most frequent complications that inpatients encounter. The increasing concern over healthcare-associated infections has been a triggering factor for developing evidence-based guidelines for prevention. This study aims to determine the impact of care bundle approach in preventing central line-associated bloodstream infections (CLABSI) in surgical intensive care units.
METHODS: This study, designed as a semi-experimental controlled study, was conducted with 163 subjects (83 patients, 80 controls) who were admitted to surgical intensive care units between September 2017 and October 2018, had a central venous catheter (CVC) and met the inclusion criteria. For CVC care, care bundle recommended by the US Centers for Disease Control and Prevention (CDC) was applied to the study group.
RESULTS: Signs and symptoms of hospital infections were observed in 23.3% of patients. 25.2% of catheter-tip cultures were positive and the most frequently isolated microorganism was Staphylococcus epidermidis (58.5%). Patients were evaluated according to the diagnostic criteria for CLABSI. There was no CLABSI observed in the intervention group while 10% (n=8) of the patients in the control group were diagnosed with CLABSI.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Care bundle approach is effective in preventing central line-associated bloodstream infections.
Makale Özeti

6.
Pandemi Sürecinde Non-COVID 19 Yoğun Bakım Ünitesinde Mortalite
Mortality in Non-COVID 19 Intensive Care Unit During the Pandemic Process
Ozgur Komurcu, Müzeyyen Beldağlı, Fatma Ülger
Sayfalar 148 - 153
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 pandemisi tüm sağlık hizmetlerini olumsuz etkilemekte. Merkezimizde pandemi döneminde, yoğun bakım ünitelerinin önemli kalite göstergesi olan yoğun bakım mortalite oranının nasıl etkilendiğini araştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif tek merkez dahili cerrahi non-covid 19 hastaların kabul edildiği yirmi yataklı yoğun bakım ünitesi mortalite oranları; pandemi öncesi ve sonrası altı aylık zaman periyotlarında karşılaştırıldı.
BULGULAR: Pandemi döneminde yoğun bakım ünitemizde takip edilen hastalarda mortalite oranı artmıştır. Mortalite ile yoğun bakım ünitesine kabul endikasyonu (Cerrahi nedenle kabul sonrası, medikal nedenle kabul sonrası, travma sonrası) ve yoğun bakım ünitesine kabul yeri (Acil servis, Farklı hastane ) arasında anlamlı ilişki olduğu görülmüştür (P<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Rutin sağlık hizmetlerindeki aksamalar, pandemi döneminde Covid-19 enfeksiyonu taşımayan hastalarda önemli sağlık sorunlarını beraberinde getirecektir.
INTRODUCTION: The COVID-19 pandemic adversely affects all healthcare services. We investigated how the intensive care mortality rate, an important quality indicator of intensive care units, was affected during the pandemic period in our center.
METHODS: Twenty-bed intensive care unit mortality rates in which retrospective single-center internal surgery non-covid 19 patients were admitted; Pre- and post-pandemic 6-month time periods were compared.
RESULTS: The mortality rate has increased in patients followed in our intensive care unit during the pandemic period. It was observed that there was a significant relationship between mortality and the indication for admission to the intensive care unit (post-surgical admission, post-admission for medical reasons, post-traumatic) and the place of admission to the intensive care unit (Emergency department, Different hospital ) (P<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Disruptions in routine health services will bring important health problems in patients who do not carry Covid-19 infection during the pandemic period.
Makale Özeti

7.
Türkiye'de yoğun bakım ünitelerinde disfaji: Kesitsel bir anket çalışması
Dysphagia in intensive care units in Turkey: A cross-sectional survey study
Selen Serel Arslan, Numan Demir
Sayfalar 154 - 160
GİRİŞ ve AMAÇ: Amaç: Bu çalışma, Türkiye'deki Yoğun Bakım Üniteleri (YBÜ)’nde mevcut disfaji uygulamalarını araştırmış ve disfajiye ilişkin farkındalığı tanımlamıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Gereç ve yöntem: Çalışma, Yoğun Bakım Değerlendirmesinde Disfaji (YBDD) adı verilen uluslararası, çok merkezli bir anket çalışmasının bir parçasıdır. Anket, açıklayıcı bilgilerle ilgili soruları ve mevcut uygulama, farkındalık ve algılanan en iyi uygulamayı içeren üç alt grup altındaki soruları içermektedir. Anket, YBÜ’ler adına yanıtlamaları için yoğun bakım departmanı yöneticilerine Google formları aracılığıyla gönderildi.

BULGULAR: Bulgular: Toplam 39 yanıt alındı. YBÜ'lerin hiçbirinde, hangi hastaların disfaji için taranması gerektiğini belirten standart bir protokol yoktu. Öksürük refleksi testi ve su yutma testi, disfajiyi doğrulamak için kullanılan en yaygın yöntemlerdendi. Ağız hijyeni, postür ayarlamaları, modifikasyonlar ve beslemeyi geciktirme ve ertesi gün yeniden deneme, aspirasyon için en yaygın kullanılan önlemler olarak rapor edildi ve tekrarlayan yutma egzersizleri/manevraları, kas güçlendirme egzersizleri ve solunum egzersizleri, disfajiyi tedavi etmek için en yaygın kullanılan müdahalelerdi. Farkındalıkla ilgili anket maddelerinden alınan ortalama puan 7 seviyeli Likert ölçeğinde 5'in üzerindeydi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Sonuç olarak, Türkiye'de yoğun bakım ünitelerinde disfaji uygulamasının iyileştirilmesi ve standart bir yönetim protokolü oluşturulması gerekmektedir.

INTRODUCTION: Objective: The study investigated the current dysphagia practices, and define awareness regarding dysphagia in Intensive Care Units(ICUs) in Turkey.

METHODS: Materials and methods: The study was a part of an international, multi-center survey study which is called Dysphagia in Intensive Care Evaluation(DICE). The survey included questions related to descriptive information, and questions under three subgroups including current practice, awareness, and perceived best practice. It was sent to ICU department managers via Google forms to answer the survey on behalf of their ICU.

RESULTS: Results: A total of 39 responses was received. None of the ICUs had a standard protocol that indicates which patients should be screened for dysphagia. Cough reflex testing and water swallow test were the most common methods to confirm dysphagia. Oral hygiene, postural adjustments, modifications, and delay feeding and retry the next day were reported as the most common preventions for aspiration, and repetitive swallowing exercises/maneuvers, muscle strengthening exercises and respiratory exercises were the most common interventions to treat dysphagia. The mean score from survey items related to awareness were all above 5 in a 7-level Likert scale.

DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusions: In conclusion, dysphagia practice in ICUs needs to be improved, and a standardized management protocol should be established in Turkey.

Makale Özeti

OLGU SUNUMU
8.
Antihipertansif ilaç zehirlenmesi olan bir çocuktaki kardiyojenik şok
The cardiogenic shock with antihypertensive drugs intoxication in a child
Hatice Feray Arı, Fatih Eren, Dorukhan Besin, İbrahim Altun
Sayfalar 161 - 164
Günlük yaşamda genellikle kombine antihipertansif ilaçlar kullanılmaktadır ve kazara veya intihar amaçlı olarak aşırı dozda kullanılması hayati tehlike taşıyabilir. Kalsiyum kanal blokerinin kardiyovasküler sistemler üzerindeki etkileri; negatif kronotropi, miyokardiyal depresyon, atriyoventriküler sinyallerde azalma ve vazodilatasyondur. Beta bloker ilaçlar ise katekolaminlerin beta reseptörlerine yarışmalı inhibisyonu ile etki eder. Hipotansiyon ve bradikardi en sık görülen kardiyak belirtiler olup aritmiler, pulmoner ödem, merkezi sinir sisteminin depresyonu da görülür. Daha önce sağlıklı olan 4 yaşında erkek çocuk, kazara iki adet 240 mg verapamil/4 mg trandolapril ve bir adet 5 mg nebivolol kullanmıştı. Başvuru anında hastanın klinik durumu kardiyojenik şok idi. İnsülin-öglisemi/glukagon tedavisi, kalsiyum ve lipit infüzyon tedavisi, plazmaferez ve sürekli venovenöz hemodiyafiltrasyon tedavileri ile başarılı bir şekilde herhangi bir sekel gelişmeden hastayı tedavi ettik. Kalsiyum kanal blokeri ve beta bloker ilaç intoksikasyonu nadir fakat hayatı tehdit edici olması nedeniyle ciddi vakalardır.
The combination antihypertensive treatments are usually used in everyday life which have a life-threatening risk for using an overdose accidentally or suicidally. The effects of calcium channel blocker on cardiovascular systems are negative chronotropic, myocardial depression, decreasing atrioventricular signals, and vasodilatation. Beta blocker drugs are effected to beta receptors of catecholamines with competetively inhibition. Hypotension and bradycardia are the most common cardiac manifestations, and others are arrhythmias, pulmonary edema, depression of the central nervous system. A previously healthy 4-year-old boy used accidentally 240mg verapamil/4mg trandolapril two pieces and 5mg nebivolol one, at the time of admission his clinical condition was in cardiogenic shock. We successfully treated him with insulin-euglycemia/glucagon treatment, calcium, and lipit infusion therapy, plasmapheresis, and continuous venovenous hemodiafiltration without any sequels. The intoxication of calcium channel blocker and beta blocker drugs are rare but severe cases because of life-threatening.
Makale Özeti

9.
Covid 19 ile İlişkili ARDS Hastalarında Ekstrakorporeal Membran Oksijenasyonun Başarıyla Uygulaması Sonrası Erken Kombine Rehabilitasyonun Etkinliği: İki Vaka Raporu
Effectiveness of Early Combined Rehabilitation in Covid 19 Related ARDS Patients After the Successfull Application of Extracorporeal Membrane Oxygenation: Two Case Reports
Nurel Ertürk, Ahmet Oğuzhan Küçük, Merve Ozdogan Algin, Mehtap PEHLİVANLAR KÜÇÜK
Sayfalar 165 - 171
Yoğun bakım ünitelerinde yatan ECMO (Ekstra-Korporeal Membran Oksijenasyonu) uygulanan COVID-19 hastalarında uzun süreli yatak istirahati, enfeksiyon ve kritik hastalık nöropatisi/miyopatisi nedeniyle birçok kardiyak, pulmoner ve psikiyatrik komplikasyon ortaya çıkmaktadır. Fizyoterapi, ECMO dekanülasyonunu takiben subakut fazda fiziksel fonksiyonların eski haline getirilmesinde önemli bir rol oynar. Taburcu olduktan sonra, kombine rehabilitasyon ile bu hastalar daha hızlı iyileşmekte ve yaşam kaliteleri artmaktadır. Bu yazıda, ECMO tedavisi gören ve yoğun bakım ünitesinden taburcu olan COVID-19'lu iki hastaya uygulanan kombine fizyoterapi programının etkileri tartışılmaktadır. Kombine rehabilitasyon programının taburcu olduktan sonra erken uygulanması olumlu sonuçlanmıştır.
Many cardiac, pulmonary, and psychiatric complications occur due to long-term bed rest, infection, and critical illness neuropathy/myopathy in ECMO (Extra-corporeal Membrane Oxygenation) applied COVID-19 inpatients in intensive care units. Physiotherapy plays an important role in restoring physical functions in the subacute phase following ECMO decannulation. After being discharged, and with combined rehabilitation, these patients experience a faster recovery and their life quality increases. In this article, the effects of the combined physiotherapy program which was applied to two patients with COVID-19 who received ECMO treatment and discharged from the intensive care unit, is discussed. The early application of the combined rehabilitation program after discharge resulted with a positive outcome.
Makale Özeti