Cilt: 20  Sayı: 1 - Mart 2022
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Tüple Enteral Beslenmede Post-Pilorik İlaç Uygulaması
Post-pyloric Drug Administration in Enteral Nutrition
Burcu Kelleci Çakır, Cansu Zeynep Doğan, Kutay Demirkan
Sayfalar 1 - 8
Enteral beslenme tedavisi planlanan hastaların pek çoğunda eş zamanlı olarak ilaç tedavisine de ihtiyaç duymaktadır. Bu derlemede, post-pilorik beslenen hastalara beslenme tüpünden ilaç uygulaması yapılırken klinisyenler tarafından göz önünde bulundurulması gereken hususların vurgulanması amaçlanarak ülkemizde bulunan ilaçlardan bazılarının post-pilorik beslenme tüpünden uygulanmasına ilişkin bilgilere yer verilmiştir.
Beslenme tüpünden ilaç uygulaması yapılacağı zaman öncelikle hastanın fonksiyonel barsak bölgesinin uzunluğu, tüpün iç çapı ve uzunluğu, beslenme tüpünün distal ucunun konumu gibi bilgiler göz önünde tutulmalıdır. Mide ve barsak ortamı arasındaki pH ve osmolarite farklılığı, ilaç absorbsiyonu açısından büyük önem taşımaktadır. Oral yoldan kullanılmak üzere tasarlanmış ilaçların doğrudan ince barsağa uygulanması durumunda, normal süreç (ilaçların midede çözünmesi ve ince barsaktan absorbsiyonu) gerçekleşemediğinden, ilacın biyoyararlanımını, gastrik şikayetler ve malabsorbsiyon durumları etkilenebilmektedir.
Sonuç olarak beslenme tedavisinin post-pilorik olarak sağlandığı hastalarda ilacın uygunsuz bir şekilde uygulanması ilaçtan beklenen etkinin görülmemesine veya advers reaksiyonların ya da toksisitenin görülmesine neden olabilmektedir. Bu nedenle, post-pilorik beslenme tedavisi ile eş zamanlı olarak ilaç tedavisi alan hastalarda optimum beslenme ve ilaç tedavisinin sağlanabilmesi için, klinik eczacının da yer aldığı multidisipliner bir ekip tarafından hastaların ilaçlarının uygunluğunun değerlendirilmesi önem taşımaktadır
Most of the patients who require enteral nutrition therapy also require concomitant medication administration. In this review, appropriate medication administration through the post-pyloric feeding tube and related issues that should be considered by clinicians has been focused and accordingly appropriateness of some medication available in our country were listed.
Before the drug administration via feeding tube, information such as length of the functional bowel, the inner diameter and length of the tube, the location of distal end of the feeding tube should be considered. The location of distal end of the feeding tube has an important role for drug absorption due to differences in pH and osmolarity between stomach and jejunum. While a medication designed for oral use administered directly to the jejunum, its bioavailability, gastric complaints and malabsorption may alter, since the expected process (dissolution in stomach and absorption from small intestine) cannot be pursued.
As a result, inappropriate medication administration in patients with post-pyloric feeding tube may lead to ineffectiveness, adverse reactions or toxicity of the medication. Therefore, to provide optimal pharmaceutical and nutritional treatment together, medications should be evaluated for appropriateness before administration via post-pyloric feeding tube by the multidisciplinary team, including clinical pharmacists.
Makale Özeti

ORJINAL ARAŞTIRMA
2.
Sepsis ve Septik Şok: Yaşlı ve Çok Yaşlı Yoğun Bakım Hastalarının Sonuçları
Sepsis and Septic Shock: Outcomes in Elderly and Very Elderly Critically Ill Patients
Burcu Candemir, Kamil İnci, Gulbin Aygencel, Melda Türkoğlu
Sayfalar 9 - 16
GİRİŞ ve AMAÇ: Sepsis-septik şok gelişimi ile yaşın ilişkisi özellikle erişkinlerde açık değildir. Yaşlı ve çok yaşlı hastalarda sepsis ve septik şokun insidans, prognoz ve mortalitesi ile ilgili az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma ile yaşlı ve çok yaşlı yoğun bakım ünitesi(YBÜ) hastalarında yaşın sepsis ve septik şokun sonuçları üzerine etkisini göstermeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma yoğun bakım ünitemizde yapılan retrospektif gözlemsel bir çalışma olup 200 yaşlı ve çok yaşlı sepsis-septik şok hastası çalışmaya alınmıştır.
BULGULAR: Sepsis-septik şok ilişkili mortalite oranı 61.5%(123 hasta)di. En sık enfeksiyon odağı akciğer(% 56.5, 113 hasta) ve üriner sistemdi(35%, 70 hasta). Yaşlı(61.2%, 82 hasta) ve çok yaşlı hastalar(62.1%, 41 hasta) arasında mortalite açısından anlamlı fark yoktu. YBÜ kabülünde Sıralı Organ Yetmezliği skoru(SOFA) (1.195 OR ve 1.052-1.358% 95 CI, p = 0.006) ve invazif mekanik ventilasyon gereksinimi (4.330 OR ve 1.529 -12.258% 95 CI, p = 0.006), YBÜ takibinin sonunda böbrek yetmezliği gelişmesi(6.457 OR ve 1.795-23.233% 95 CI, p = 0.004) ve oral yoldan beslenme yetersizliği (0.064 OR ve 0.018 - 0.226 95% CI, p = 0.0001) YB mortalitesi için bağımsız risk faktörleri olarak bulundu.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak,bu çalışmada yaşlı ve çok yaşlı hastalar arasında sepsis-septik şoka bağlı mortalite oranları açısından anlamlı fark yoktu. Ancak yoğun bakım ünitesine kabulu sırasında organ hasarı varlığı ve takipte komplikasyon gelişimi mortaliteyi etkilemekteydi.
INTRODUCTION: The relation between age and the development and outcome of sepsis and septic shock is unclear, especially in adults. There have only been a few studies about the incidence, prognosis and mortality rates of sepsis in elderly and very elderly patients. In this study, we aimed to determine the effect of age on the outcome of sepsis and septic shock in elderly and very elderly intensive care unit (ICU) patients.
METHODS: This study was a retrospective observational study conducted in our medical ICU. 200 elderly and very elderly patients who were diagnosed with sepsis and septic shock were included in this study.
RESULTS: The mortality rate related to sepsis and septic shock was identified as 61.5% (123 patients) in all patients. The most common site of infection was lungs (56.5%, 113 patients), followed by urinary tract (35%, 70 patients). There was no significant difference between the elderly (61.2%, 82 patients) and the very elderly (62.1%, 41 patients) patients in terms of ICU mortality related to sepsis and septic shock (p>0.05). Sequential Organ Failure Assessment (SOFA) score on ICU admission (1.195 OR and 1.052-1.358 95%CI, p=0.006), requirement of invasive mechanical ventilation on ICU admission (4.330 OR and 1.529 -12.258 95% CI, p=0.006), renal impairment at the end of the ICU follow-up (6.457 OR and 1.795-23.233 95% CI, p=0.004) and the disability to feed orally in ICU (0.064 OR and 0.018- 0.226 95% CI, p= 0.0001) were found as independent risk factors for ICU mortality.
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to our study, there was no difference in mortality rates between the elderly and the very elderly ICU patients with sepsis and septic shock. However, the presence of organ damage in ICU admission or the development of complications in ICU stay significantly affected mortality.
Makale Özeti

3.
Çocuk yoğun bakım ünitesinde yüksek akımlı nazal kanül oksijenizasyon tedavisi verilen hastaların değerlendirilmesi
Evaluation of patients receiving high-flow nasal cannula oxygenation therapy in a pediatric intensive care unit
Gülümay Vural, Orkun Tolunay, İlknur Tolunay
Sayfalar 17 - 24
GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuk yoğun bakım ünitelerine yatırılan hastalar çeşitli oranlarda solunum ve oksijen destek tedavilerine ihtiyaç duymaktadır. Solunum destek tedavisi olarak, invaziv ve non-invaziv tedavi yöntemleri kullanılmakta, oksijen iletim sistemlerinde de her geçen gün yeni teknolojiler kullanıma sokulmaktadır. Bu çalışmada çocuk yoğun bakım ünitesinde yüksek akımlı nazal kanül oksijenizasyon (YANKO) tedavisinin başarı ve komplikasyon oranlarının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada xxxxxxxxxxxxxxxxxx Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği çocuk yoğun bakım ünitesinde 01.02.2018-01.02.2019 tarihleri arasında YANKO tedavisi uygulanmış hastaların demografik özellikleri, tedavi süreçleri retrospektif olarak incelendi ve başarı/komplikasyon oranları değerlendirildi.


BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 131 hastanın, yaşları ortalama 41,82±46,88 ay idi. Çalışmaya alınan hastaların çocuk yoğun bakıma yatış tanıları ya da YANKO tedavisi başlanma nedenleri %59,5 pnömoni, %14,5 astım/bronşiolit, %6,9 sepsis, %16,8 ekstübasyon sonrası stridor/solunum sıkıntısı ve %2,3 diğer nedenlerdi. Yüksek akım nazal kanül oksijenizasyon tedavisi hastaların %90,8’inde başarılı olarak değerlendirilirken, %9’unda başarısız olarak değerlendirildi. Tedavisi sürecinde 5 hastada (%3,8) komplikasyon görülürken, 4 hastada pnömotoraks ve 1 hastada da karında distansiyon görülmüştü.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Yüksek akım nazal kanül oksijenizasyon tedavisi hakkında tedavi etkinliği, güvenliği ve kullanım endikasyonları açısından yapılan çalışmalar henüz sayı olarak ve bilimsel kanıt düzeyi açısından yeterli değildir. YANKO tedavisinin etkinliğini ve komplikasyonlarını değerlendirmek için değişik hasta gruplarında çok merkezli randomize kontrollü çalışmaların yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
INTRODUCTION: Patients hospitalized in pediatric intensive care units require various rates of respiratory and oxygen support therapies. Invasive and non-invasive treatment methods are used as respiratory support treatment and new technologies are being used in oxygen delivery systems. The aim of this study was to investigate the success and complication rates of high flow nasal cannula oxygen (HFNCO) therapy in the pediatric intensive care unit.

METHODS: In this study, demographic characteristics, treatment processes and success/complication rates oft the patients who were applied HFNCO treatment between the dates of 01.02.2018-01.02.2019 in the pediatric intensive care unit of the Pediatric Clinic of XXXXXXXXXX Hospital were evaluated retrospectively.

RESULTS: The mean age of the 131 patients included in the study was 41.82 ± 46.88 months. The indications for the hospitalization of the patients included in the study to pediatric intensive care unit or the reasons for starting YANKO treatment were as follows; 59.5% pneumonia, 14.5% asthma / bronchiolitis, 6.9% sepsis, 16.8% post-extubation stridor / respiratory distress and 2.3% other causes. High flow nasal cannula oxygenation treatment was evaluated as successful in 90.8% of the patients and unsuccessful in 9%. Complications were seen in 5 patients (3.8%), pneumothorax in 4 patients and abdominal distension in 1 patient.

DISCUSSION AND CONCLUSION: Studies on HFNCO therapy in terms of therapeutic efficacy, safety and indications for use are not yet sufficient in quantity and in terms of scientific evidence. To evaluate the efficacy and complications of HFNCO treatment, multicenter randomized controlled trials are needed in different patient groups.


Makale Özeti

4.
Dört Yıllık Süreçte Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Hastaların İdrar Kültürlerinde Üreyen Mikroorganizmaların Dağılımı ve İzole Edilen Gram Negatif Bakterilerin Antibiyotik Dirençleri
Distribution of Microorganisms and Antibiotic Resistance of Gram Negative Bacteria Isolated From Urine Cultures of Intensive Care Unit Patients During the Last Four Years
Hakan İgan, Hayrunisa Hancı
Sayfalar 25 - 30
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada son dört yıl içinde hastanemiz yoğun bakım ünitesinde yatan hastalardan gönderilen idrar kültürlerinde üreyen mikroorganizmaların dağılımının belirlenmesi ve izole edilen Gram negatif bakterilerin antibiyotiklere direnç durumlarının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada Temmuz 2014-Temmuz 2018 tarihleri arasında hastanemiz Mikrobiyoloji Laboratuvarı’na yoğun bakımda yatan hastalardan gönderilen idrar kültürlerinden izole edilen mikroorganizmaların dağılımı ve Gram negatif bakterilerin antibiyotiklere direnç profilleri geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Yoğun bakım ünitesinden gönderilen toplam 930 idrar örneğinin 692’sinde (%74.4) mikroorganizma üremesi olmadı. Mikroorganizma üremesi pozitif olan 238 (%25.6) kültürün 61’inde (%25.6) gram pozitif bakteriler, 64’ünde (%26.8) Candida cinsi mayalar ürerken 113 (%47.4) kültürde ise gram negatif bakteri üremesi saptandı. Escherichia coli ve Klebsiella pneumoniae suşlarında duyarlılığın en yüksek olduğu antibiyotiğin imipenem, Pseudomonas aeruginosa suşlarında tobramisin olduğu görüldü (%100). Proteus spp suşlarının antibiyotiklere genel olarak duyarlı olduğu gözlemlenirken Acinetobacter spp suşlarında ise yüksek oranda direnç belirlendi. GSBL üretimi açısından ise 28 E.coli (%53.8) ve 13 K.pneumoniae ( %46.4) suşu pozitif bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız, başta Acinetobacter suşları olmak üzere mikroorganizmalarda direnç artışını göstermektedir. Mikroorganizma dağılımları ve duyarlılık sonuçlarındaki değişkenlikler ampirik tedavide doğru tercih için her merkezin kendine ait verilerini gözden geçirmesinin önemini açıkça ortaya koymaktadır.
INTRODUCTION: This study aims to determine the distribution of microorganisms isolated form urine cultures belonging to patients who stayed in the intensive care unit of our hospital in the last four years and to conduct a research on the resistance of isolated Gram negative bacteria to antibiotics.
METHODS: In this study, the distribution of microorganisms in the urine cultures sent to the microbiology laboratory of our hospital, belonging to patients that have stayed in the ICU between July 2014 and July 2018 and the resistance profiles of Gram negative bacteria to antibiotics was retrospectively evaluated.
RESULTS: No microorganism growth was observed in 692 (%74.4) of 930 urine samples sent from the intensive care unit. Sixty-three (25.6%) of the cultures with positive microorganism were gram positive bacteria, 64 (26.8%) were Candida strains and 113 (47.4%) were gram negative bacteria. It is determined that in the strains of Escherichia coli and Klebsiella pneumoniae the antibiotic with the highest sensitivity was imipenem, whereas this antibiotic was tobramisin in Pseudomonas aeruginosa strains (100%). It was detected that Proteus spp strains are generally susceptible to antibiotics, however a high ratio of resistance was seen in Acinetobacter spp strains. In relation to GSBL production, 28 E.coli (53.8%) and 13 K.pneumoniae (46.4%) strains were found positive
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our results show the increase of resistance in microorganisms, especially Acinetobacter strains. Variations in the results of microorganism distribution and susception clearly show the importance of every center reviewing their own data for the right choice in empirical treatment.
Makale Özeti

5.
Yoğunbakımda Tedavi Edilen Kanser Hastalarının Prognozunun Değerlendirilmesi
Evaluation of the Prognosis of Cancer Patients Treated in Intensive Care Units
Gökhan Kılınç, Simay Serin, Hülya Sungurtekin
Sayfalar 31 - 37
GİRİŞ ve AMAÇ: Tanı ve tedavi seçeneklerinin artmasıyla kanser vakalarının sayısı ve ortalama yaşam beklentisi artmaktadır. Bu artış kanser hastaları için yoğun bakım ünitesine (YBÜ) duyulan ihtiyacı beraberinde getirmektedir. Bu çalışmada kanser hastalarının YBÜ’ne yatış risk faktörleri, yoğun bakım prognozu, ölüm oranları, mortaliteyi etkileyen risk faktörleri ve hasta başına maliyeti araştırmak amaçlanmıştır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada XXXX Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji Yoğun Bakım Ünitesinde izlenen kanser hastaları ile ilgili değişkenleri analiz ettik. Yoğun bakım prognozu, mortalite oranları, mortaliteyi etkileyen risk faktörleri ve hasta başına maliyet gibi değişkenler analiz edildi. XXX Üniversitesi Tıp Fakültesi Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı'na iki yıl süre ile başvuran katı veya sistemik malignitesi olan 251 hastanın yoğun bakım hasta dosyaları, epikriz raporları ve takip belgeleri incelendi.


BULGULAR: En sık başvuru nedeni solunum yetersizliği % 63,34 (n = 159), bunu sepsis % 16,33 (n = 41) ve kalp durması% 5,17 (n = 13) idi. Hastaların kanser evrelemesine göre % 58,5'i (n = 147) Evre 4, % 16,3'ü (n = 41) Evre 3 olarak sınıflandırıldı. Yoğun bakımda hasta başına günlük maliyet 186,86 TL-4407,39 TL ve ortalama maliyet 1628,49 ± 524,12 TL'dir. Bu kanser hastalarının mortalite oranı% 89.2 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kanser hastasının çoğu yüksek yoğun bakım giderleri ile yoğun bakımda ex oldu. Hastalar yoğun bakım ünitesine kabul için değerlendirildiğinde, hastanın birincil hekimi ve yoğun bakım doktoru, terminal olup olmadıkları ve onlara palyatif bakım verilmesi gerekip gerekmediği konusunda fikir birliğine varmalıdır
INTRODUCTION: The number of cancer cases and mean life expectancy are increasing with improvements of diagnosis and treatment options. This increase brings the need for an intensive care unit (ICU) for cancer patients. In this study, it was aimed to study the risk factors for admission to ICU of cancer patients, intensive care prognosis, mortality rates, risk factors that affecting mortality and cost of per patient.
METHODS: In this study, we analyzed variables about cancer patients followed in Pamukkale University Faculty of Medicine Anesthesiology Intensive Care Unit. The variables was analyzed such as intensive care prognosis, mortality rates, risk factors affecting mortality and cost per patient. ICU patient's folders, epicrisis reports and follow-up documents of 251 patients with solid or systemic malignancies who were admitted to ICU of Pamukkale University Faculty of Medicine, Anesthesiology Department for two year period were analyzed_
RESULTS: The most common reason for admission was respiratory failure 63,34% (n=159), followed by sepsis 16,33% (n=41) and cardiac arrest 5.17% (n=13). According to the cancer staging of the patients, 58.5% (n = 147) of the patients were classified as stage 4 and 16.3% (n = 41) as stage 3. Cost of per patient per day in ICU was between 186,86 TL-4407,39 TL and mean cost was 1628,49±524,12 TL. Mortality rate of these cancer patients was 89.2%.


DISCUSSION AND CONCLUSION: Most of the cancer patient died in the ICU with high medical expenses. When patients are evaluated for admission to ICU, the patient's primary physician and the ICU physician should reach consensus about whether they are terminal or not, and whether palliative care should be given to them.
Makale Özeti

6.
İstanbul Anadolu Kuzey Hizmet Bölgesindeki sekonder kan dolaşım enfeksiyonlarının karakteristik özellikleri
Characteristics of secondary bloodstream infections at the Region of İstanbul Northern Anatolian Association of Public Hospitals
Şölen Daldaban Dinçer, Sebahat Aksaray
Sayfalar 38 - 43
GİRİŞ ve AMAÇ: Kan dolaşım enfeksiyonu (KDE) başlamadan enfeksiyonun kaynağını saptayıp, uygun antibiyotik tedavisine yol göstermek amacıyla, sekonder KDE olan hastaların; epidemiyolojik özellikleri, enfeksiyon kaynakları, prognoz ve antibiyotik direnç durumlarının irdelenmesi amaçlanmıştır.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Yatan hastalara ait tüm kültür ve antibiyogram verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Sekonder KDE olduğuna karar verilen her bir hastanın yaş, cinsiyet, enfeksiyon odağı, enfeksiyona yol açan etken mikroorganizma ve antibiyogram sonuçları, primer enfeksiyon ile sekonder KDE gelişimi arasında geçen süre ve prognoz (sağlıkla taburcu/ ölüm) açısından bilgileri hastane otomasyon sisteminden alınarak değerlendirildi.
BULGULAR: Toplam 1584 hastanın;158’i (%79) Yoğun Bakım Ünitesi, 42’si (%21) yataklı servisler olmak üzere 200 hastada sekonder KDE saptanmıştır. Örnek türlerine göre primer enfeksiyon-sekonder KDE arasında geçen süre medyanları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (p=0,091). Enfeksiyonlar değerlendirildiğinde; ilk sırada idrar yolu enfeksiyonları (%37) yer alırken, bunu solunum yolu enfeksiyonları (%31), cilt ve yumuşak doku enfeksiyonları (%18), santral sinir sistemi enfeksiyonları (%10) ve diğer enfeksiyonlar (%4) takip etmiştir.
A.baumannii kompleks türlerinde aminoglikozit grubu dışında test edilen tüm antibiyotiklerde %95’in üzerinde direnç görülmüştür. E.coli’de karbapenem grubu antibiyotiklere %2 oranında direnç gözlenirken, K.pneumoniae izolatlarında oran %35 olarak bulunmuştur. S.aureus’ların %29’unda ve KNS’lerin %90’ında metisilin direnci saptanırken, Enterokoklar %25 oranında vankomisine dirençli bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sekonder KDE’lerde primer enfeksiyon kaynağının bilinmesi; enfeksiyona yönelik risk faktörlerinin belirlenmesine, enfeksiyon kontrol uygulamaların tanımlanmasına ve sağlık harcamalarını azaltırken, mortalite oranlarında da azalmaya yol açacaktır.
INTRODUCTION: This study aimed to detect infection sources before the bloodstream infection begins by evaluating the epidemiologic feature, infection localization, prognosis and antibiotic resistance profile of patients with secondary bloodstream infection.


METHODS: Culture and antibiotic susceptibility results of 1584 patients were evaluated retrospectively. Age, gender, localization of infection, causative microorganism, antibiotic susceptibilities, the time frame between primary and secondary bloodstream infections, and the prognosis of each patient with secondary bloodstream infection were investigated.
RESULTS: We found that 200 out of 1584 patients had secondary bloodstream infection. 158 (79%) patients were from the intensive care unit, whereas 42 (21%) were from clinical wards. Median of time between primary and secondary bloodstream infections did not differ significantly according to specimen types (p=0,091). The most common source was urinary tract infection( 37%) followed by respiratory tract (31%), skin and soft tissue (18%), central nervous system (10%), other infections (4%). A.baumannii complex species had 95% resistance rates for all tested antimicrobials except aminoglycosides. Carbapenem resistance rate of E.coli isolates was 2%, while the rate for K.pneumonia isolates was 35%. The rate of Vancomycin-resistance in Enterococci was 25%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Knowing the infection focus leading the secondary bloodstream infections may help to identify risk factors and to tailor appropriate infection control practices. This approach might result in reducing health expenditure as well as the mortality rate.
Makale Özeti

7.
Vankomisine Dirençli Enterekok Enfeksiyonlarının İrdelenmesi
Evaluation of Vancomycin Resistant Enterecoccal Infections
Fatma Kacar, Esma Eroğlu, Arzu Tarakçı, Fatma Derin Çolkesen, Şule Özdemir Armağan, Selver Can
Sayfalar 44 - 50
GİRİŞ ve AMAÇ: Son yıllarda VRE enfeksiyonları özellikle yoğun bakım ünitelerinde sık karşılaşılan nozokomiyal enfeksiyon etkenleri arasındadır. Çalışmamızda hastanemizde yatan hastalardan, hastane enfeksiyonu etkeni olarak izole edilen enterokokların direnç oranlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır
YÖNTEM ve GEREÇLER: …. Hastanesinde beş yıllık süreçte yatan hastalarda enterokoklara bağlı hastane enfeksiyonlarının kaynağı ve direnç oranları retrospektif olarak irdelenmiştir. Bu hastaların belirlenmesinde Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ) izlem formları, Ulusal Hastane Enfeksiyonları Sürveyans Sistemi (UHESA) verileri dikkate alınmıştır. Hastane enfeksiyonları (HE); “Centersfor Disease Control and Prevention” (CDC) tanı kriterlerine göre tanımlanmış, tüm örnekler konvansiyonel kültür yöntemleri ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Hastanemizde kayda alınan tüm nozokomiyal enfeksiyonlarda (2835) etkenlerin %6,24’ü (177) enterokok spp.’ye bağlı bulundu. Enfeksiyonların %54,8’i (97) YBÜ, %45,2’si (80) servislerde yatmakta idi. Enterokokların %57,63’ü (102) idrarda, %27,11’i (48) kanda, %13,56’sı (24) yaranın sürüntü kültürlerinde üredi. Enterokoklara bağlı nozokomiyal enfeksiyon kabul edilen hastaların 7 tanesinde etken VRE idi. VRE oranı tüm (2835) nozokomiyal enfeksiyonlar arasında % 0,24, enterokoklara bağlı nozokomiyal enfeksiyonlar içinde ise; % 3,4 olarak bulundu. VRE enfeksiyonlarının; 1’i kan dolaşımı, 6’sı idrar yolu enfeksiyonu olarak kaydedilmişti. VRE’lerin tümü E. feacium (%100) olarak saptandı. Hastalarda en sık rastlanan risk faktörleri ileri yaş, üriner ve santral venöz kateter kullanımı, ABY veya KBY idi.. VRE enfeksiyonu öncesinde glikopeptid kullanmı %42,85 olup, hastaların %100’ü önceden 3. kuşak sefalosporin kullanmıştı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Enterokokların yol açtığı enfeksiyonlarda etkenlerin izolasyonu, doğru tanımlanması ve antibiyotik duyarlılık¬larının belirlenmesi ne kadar öncelikliyse, bu bakterilere ilişkin antibiyotik duyarlılık profillerinin izlenmesi de o denli yaşamsal önem taşımaktadır.
INTRODUCTION: In recent years, VRE infections are among the common nosocomial infection factors, especially in intensive care units. In our study, it was aimed to evaluate the resistance rates of enterococci, which are isolated as a hospital infection.
METHODS: The source and resistance rates of hospital infections due to enterococci were investigated retrospectively in patients hospitalized in …. Hospital in five years. Intensive Care Unit (ICU) follow-up forms, National Hospital Infections Surveillance (NNIS) data were taken into consideration in determining these patients. Hospital infections (HI); “Centersfor Disease Control and Prevention” (CDC) was defined according to diagnostic criteria, all samples were evaluated by conventional culture methods.
RESULTS: 6.24% (177) of the factors in all nosocomial infections (2835) recorded in our hospital were linked to enterococcal spp. 54.8% (97) of the infections were in ICU and 45.2% (80) were in the services. 57.63% (102) of enterococci reproduced in the urine, 27.11% (48) in the blood, 13.56% (24) in the swab cultures of the wound. VRE was the cause of 7 of the patients who were accepted nosocomial infections due to enterococci. The VRE rate is 0.24% among all (2835) nosocomial infections and among nosocomial infections due to enterococci; It was found to be 3.4%. All VREs were detected as E. feacium (100%). The most common risk factors in patients were advanced age, urinary and central venous catheters, ABY or CKD. The use of glycopeptides before VRE infection was 42.85%, and 100% of patients had previously used 3rd generation cephalosporins.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The more important the isolation, correct identification and determination of antibiotic susceptibility in the infections caused by enterococci, the more vital it is to monitor the antibiotic susceptibility profiles for these bacteria.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
8.
Yoğun Bakım Ünitesinde Multipl Kot Fraktürlü İleri Yaşlı Kritik Travma Hastasının Ağrı Yönetimi
Pain Management of A Critically Ill Oldest-Old Trauma Patient with Multiple Rib Fractures in Intensive Care Unit
Çağla Yazar, Fatma İrem Yeşiler, Helin Şahintürk, Coşkun Araz, Pınar Zeyneloğlu
Sayfalar 51 - 55
Künt göğüs travmasına bağlı kot fraktürleri, yaşlılarda gençlere göre iki kat daha fazla morbidite ve mortaliteye sahip ağrılı klinik bir durumdur. Yeterli analjezi tedavisi sağlanmazsa solunum komplikasyonları, mekanik ventilasyon ihtiyacı ve yoğun bakım ünitesinde kalış süresi uzayabilir. Erektör spina alan (ESP) bloğu tek taraflı göğüs bölgesinde etkili analjezi sağlayabilen bölgesel bir anestezi yöntemidir. Burada, yoğun bakım ünitesinde multipl kot fraktürü olan, ileri yaşlı kritik hastanın ağrı yönetiminde başarıyla kullanılan ESP bloğu sunulmaktadır.
Rib fractures due to blunt chest trauma is a painful condition with high morbidity and mortality that is twice as high in the elderly compared to young people. If adequate analgesia treatment is not provided, respiratory complications, the need for mechanical ventilation and the length of stay in intensive care unit (ICU) may increase. Erector spinal plane (ESP) block is a regional anesthesia method that can provide effective analgesia in unilateral thoracic region. Here, ESP block, which is used successfully in pain management of a critically ill oldest-old patient with multiple rib fractures in ICU, is presented.
Makale Özeti

9.
OLGU SUNUMU: Yoğun Bakımda iskemik inmenin nadir bir nedeni: Venöz Sinüs Trombozu GİRİŞ
CASE REPORT: A rare cause of ischemic stroke in Intensive Care: Venous Sinus Thrombosis
Cem Ece, Şeyda Canlı, fatih balaban, Deniz aslan, Duygu Engin
Sayfalar 56 - 60
Baş ağrısı ve jeneralize tonik-klonik nöbet geçirmiş 36 yaşında kadın hastada; bulantı, yüzde seyirme, çenede kasılma ve yutma güçlüğü, Hb 7.3 g/dl olması üzerine çekilen Kraniyal BT ve Beyin MR Venografi sağ temporoparietal bölgede venöz enfakt, ensefalit ile uyumlu bulundu. Hastaya DMAH, antiepileptik, asiklovir ve seftriakson başlandı. İkinci gün uykuya meyili artan hastada sol üst ve alt ekstremitede hemiparezi gelişti. SVT'de en sık süperior sagital sinüs etkilenir. Semptomlar trombozun lokalizasyonuna bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Baş ağrısı, Artmış kafa içi basınç bulguları, epileptik nöbetler ve fokal nörolojik defisitler en sık karşılaşılan klinik semptom ve bulgulardır. SVT tanısında klinik bulgular yanında BT, Kontrastlı MRG ve MR venografi kullanılmaktadır. Tedavi altta yatan neden yanında kafa içi basıncın azaltılması ve antikoagülasyona yönelik olmalıdır. Olgumuzun Kraniyal BT ve MRG görüntülerinde sağda petrosal vende tromboz görüldü. Genetik risk taşıyan bireylerde oral kontraseptif kullanımı, doğum eylemi, yada penetran bir travma olayı indükleyebilir. Demir eksikliği anemisiyle SVT ilişkisinin olabileceği özellikle Hb değerinin 9 gr/dl altında olmasının SVT riskini artırdığı gösterilmiştir. Böbrek yetmezliği, hipotiroidizm, ve sigara kullanımı, homosistein yüksekliği suçlanan diğer faktörler arasındadır. SVT'de tedaviye acilen başlanmalıdır. Tedavi antikoagülasyona ve SVT kliniğine yol açan primer nedene yönelik olmalıdır. Venöz trombozların antikoagülan tedaviye yanıt verebilmeleri tedaviye erken başlanmasını önemli kılmaktadır. Özellikle gebelik, OKS kullanımı gibi predispozan faktörlerin olduğu durumlarda görüntüleme yöntemleriyle SVT araştırılmasının önemli olduğunu düşünüyoruz.
In a 36-year-old female patient who had headache and generalized tonic-clonic seizure; Cranial CT and Brain MR Venography taken on nausea, facial twitching, jaw contraction and difficulty in swallowing, Hb 7.3 g/dl were found to be compatible with venous infarction and encephalitis in the right temporoparietal region. The patient was started on LMWH, antiepileptic, acyclovir and ceftriaxone. On the second day, the patient's tendency to sleep increased and hemiparesis developed in the left upper and lower extremities. In SVT, the superior sagittal sinus is most commonly affected. Symptoms may vary depending on the localization of the thrombosis. Headache, signs of increased intracranial pressure, epileptic seizures and focal neurological deficits are the most common clinical symptoms and signs. In addition to clinical findings, CT, Contrast MRI and MR venography are used in the diagnosis of SVT. Treatment should focus on the underlying cause as well as reduction of intracranial pressure and anticoagulation. Cranial CT and MRI images of our case showed thrombosis in the right petrosal vein. Oral contraceptive use in individuals with genetic risk may induce labor or a penetrating trauma event. It has been shown that there may be a relationship between iron deficiency anemia and SVT, especially if the Hb value is below 9 g/dl, which increases the risk of SVT. Kidney failure, hypothyroidism, smoking and high homocysteine are among the other factors that are accused. In SVT, treatment should be started immediately. Treatment should be directed at the primary cause leading to anticoagulation and clinical SVT. The ability of venous thrombosis to respond to anticoagulant treatment makes it important to start treatment early. We think that it is important to investigate SVT with imaging methods, especially in cases where there are predisposing factors such as pregnancy and OCS use.
Makale Özeti

10.
COVID-19 Aşısı Sonrası Creutzfeldt-Jakob Hastalığı
Creutzfeldt-Jakob Disease After COVID-19 Vaccination
Anıl Kuvandık, Ecenur Özcan, Simay Karaduman, Hülya Sungurtekin
Sayfalar 61 - 64
COVID-19 hastalığının klinik seyrinde gelişen nörolojik problemlerle ilgili raporlar artmaktadır. Bu klinik tablo, sistemik hastalığın spesifik olmayan komplikasyonları, serebrovasküler sistem iltihabı veya doğrudan viral enfeksiyonun etkilerinin bir kombinasyonu gibi görünmektedir. Prionların neden olduğu süngerimsi bir ensefalopati olan Creutzfeldt-Jakob hastalığı, şiddetli nörolojik yıkım ile karakterizedir ve son derece yüksek bir ölüm oranına sahiptir.
Bu yayında, Pamukkale Üniversitesi Anesteziyoloji Yoğun Bakım Ünitelerine COVID-19 aşısı (CoronaVac, Sinovac Life Sciences, Beijing, China) sonrası gelişen nörolojik bulgularla başvuran bir hastayı sunduk. Hasta ilerleyici nörolojik bozukluklar nedeniyle öldü.
Hızla ilerleyen nörolojik bozuklukların görüldüğü durumlarda Creutzfeldt-Jakob hastalığı düşünülmeli ve bağışıklıkla ilgili durumların hastalığın ilerlemesindeki rolü araştırılmalıdır.
Reports of neurological problems are increasing for COVID-19 clinical presentation. This clinical presentation seems to be a combination of non-specific complications of systemic disease, inflammation of the cerebrovascular system or the effects of direct viral infection. Creutzfeldt-Jakob disease, a spongiform encephalopathy caused by prions, is characterized by severe neurological destruction and has an extremely high mortality.
In this publication, we presented a patient who was admitted to Pamukkale University Anesthesiology Intensive Care Units with neurological findings that developed after COVID-19 vaccine (CoronaVac, Sinovac Life Sciences, Beijing, China). The patient died due to progressive neurological disorders.
In cases where rapidly progressive neurological disorders are observed, Creutzfeldt-Jakob disease should be considered and the role of immunity-related conditions in the progression of the disease should be investigated.
Makale Özeti