Cilt: 19  Ek: Supplement - 2021
Özetleri Gizle | << Geri
ORJINAL ARAŞTIRMA
1.
Yoğun Bakımda Şiddetli COVİD 19 Pnömonili Hastalarda, Toraks Ultrason ve Toraks Bilgisayarlı Tomografi Skorlamaları Arasındaki Korelasyonun Değerlendirilmesi.
Evaluation of the Correlation Between Thoracic Ultrasound and Thoracic Computed Tomography Scores of Patients with Severe COVID 19 Pneumonia in İntensive Care.
Ayşe Vahapoğlu, Döndü Genç Moralar, ferhat çengel, zuhal çavuş, Aygen Turkmen
Sayfalar 1 - 7
GİRİŞ ve AMAÇ: Coronavirus Disease 19 (COVID-19 ) pandemisi, yüksek enfeksiyon oranı ve artan mortalite nedeniyle kısa sürede küresel bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Yoğun bakımda takip edilen COVID-19 pnömonili hastaların sık sık toraks computed tomography ( CT ) çekilmesi ve transferi mümkün olmadığından,günümüzde teşhis ve takiplerinin lung ultrasound (LUS) ile yapılması büyük avantaj sağlamaktadır.Çalışmamızda,yoğun bakımda yatan, şiddetli COVID-19 pnömonili hastaların,toraks CT skoru ile LUS skoru arasındaki korelasyonu değerlendirip,mortalite ile ilişkisini saptamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada COVID-19 pnömoni tanısı ile yoğun bakıma yatışı yapılan, başlangıç toraks CT tetkiki bulunan ve yoğun bakım yatışında LUS yapılan hastalar dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, klinik parametreleri, prognozu, toraks CT ve LUS skorlarları, prospektif olarak kaydedildi. Hayatta kalan hastalar ile ex olan hastaların özellikleri kıyaslandı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 29 hastanın, yaş ortalaması 61.93±14.21, erkek / kadın oranı 18/11 (%62.1/%37.9) tesbit edildi. Toraks CT skoru ile LUS skoru arasında güçlü pozitif bir korelasyon saptandı (r=0.964; p<0.001). Sağ kalanların toraks CT skoru 15.5±2.7, LUS skoru 27.3±4.9; Ex olanların toraks CT skoru 14.1±3.4, LUS skoru 25.6±5.8 olup iki grup arasında anlamlı fark saptanamadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakıma yatışı yapılan, şiddetli COVID-19 pnömonili hastaların toraks CT skoru ile LUS skoru arasında güçlü pozitif bir korelasyon saptanmıştır. Bu sonuç yoğun bakım şartlarında teşhis ve takipte,görüntüleme gereken hastalarda LUS’un kolaylıkla tercih edilebileceğini göstermektedir. Ne toraks CT ne de LUS skoru ile COVID-19 pnömonili hastaların mortalitesi predikte edilememiştir.
INTRODUCTION: Coronavirus Disease 19 (COVID-19) pandemic has become a global health problem in a short time due to high infection rate and increasing mortality. Since it is not possible to perform thorax computed tomography (CT) and transfer of patients with COVID-19 pneumonia who are followed up in intensive care, diagnosis and follow-up by lung ultrasound (LUS) is a great advantage nowadays. We aimed to evaluate the correlation between thoracic CT score and LUS score and to determine its relationship with mortality.
METHODS: Patients who were admitted to intensive care with the diagnosis of COVID-19 pneumonia, who had an initial thorax CT examination and who underwent LUS during admission to the intensive care unit were included in the study. The demographic characteristics, clinical parameters, prognosis, thorax CT and LUS scores of the patients were recorded prospectively. The characteristics of the survived patients and the patients who died were compared.
RESULTS: The mean age of the 29 patients included in the study was 61.93 ± 14.21 years, the male to female ratio was 18/11 (62.1% / 37.9%). A strong positive correlation was found between thorax CT score and LUS score (r = 0.964; p <0.001). The thorax CT and LUS scores of the survivors were 15.5 ± 2.7 and 27.3 ± 4.9, respectively, while the thorax CT and LUS scores of those who died were 14.1 ± 3.4 and 25.6 ± 5.8, respectively, and there was no significant difference between the two groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: A strong positive correlation was found between the thorax CT score and the LUS score of the patients with severe COVID-19 pneumonia admitted to intensive care. This result shows that LUS can be easily preferred for patients who require imaging for diagnosis and follow-up in intensive care conditions. The mortality rates of the patients with COVID-19 pneumonia could not be predicted by either thorax CT or LUS score.
Makale Özeti

2.
Sedasyon, analjezi ve anestezi için kullanılan ilaçlar ile SARS-CoV-2, ACE-2 and SARS-CoV-2- ACE-2 kompleksi arasındaki etkileşimlerin moleküler Docking yöntemiyle incelenmesi
Investigation of interactions between drugs used for sedation, analgesia and anaesthesia with SARS-CoV-2, ACE-2 and SARS-CoV-2- ACE-2 Complex by molecular docking method
Evren Büyükfırat, Mustafa Durgun, Nuri Yorulmaz, ismail koyuncu, Mahmut Alp Karahan, ATAMAN GONEL, veli fahri pehlivan
Sayfalar 8 - 32
GİRİŞ ve AMAÇ: Koronavirus Hastalığı 2019 (COVID-19) tedavisi için moleküler docking (kenetlenme) yöntemi ile sedatif, analjezik ve anestezik ilaçların SARS-CoV-2, insan anjiyotensin dönüştürücü enzim-2 (ACE-2) ve SARS-CoV-2- ACE-2 Kompleksi üzerindeki inhibitör etkilerinin ve kullanım potansiyelinin araştırılması.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, COVID-19 tedavisi için klinik testlerde kullanılan ilaçlar (Klorokin, Hidroksiklorokin ve Nelfinavir) ve inhibitör olarak sedasyon, analjezi ve anestezi için en sık kullanılan ilaçlar (Desfluran, Deksmedetomidin, Fentanil, Ketamin, Midazolam, Propofol Remifentanil ve Sevoflurane) ile üç farklı enzim (6LU7, 1R4L ve 6LZG) arasında moleküler etkileşimi araştırmak için moleküler docking prosedürü uygulanmıştır. Autodock 4.2, Lamarckian Genetik Algoritması, moleküler etkileşim olasılığını analiz etmek için kullanılmıştır. Değerlendirme, Biovia Discovery Studio Visualizer 2020 programı ile yapılmıştır. Moleküler docking sonucunda enzim ile ilaçlar arasında hidrojen-elektrostatik ve van der Waals gibi etkileşim türleri ve şiddetleri tespit edilerek sonuçlar karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen ilaçlar arasında fentanil, SARS-CoV-2, ACE-2 ve SARS-CoV-2- ACE-2 Kompleksi üzerinde çok düşük enerjiyle (-8,75 ile - 7,64 kcal/mol) bağlandığı ve bu proteinleri düşük konsantrasyonlarda inhibe etme potansiyeline sahip olduğu görülmüştür. Fentanil'den sonra sırasıyla midazolam, ketamin, propofol ve remifentanil'in de proteinleri inhibe etme potansiyeline sahip olduğu görülmüştür. Ancak sevofluran ve desfluranın etkisiz olduğu görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 hastalarında uygulanacak sedasyon, analjezi ve anestezi işlemlerinde Fentanil'in tercih edilebileceğini ve genel anestezi için ise, total intravenöz anestezisinin tercih edilebileceğini düşünüyoruz. Bununla birlikte, bu maddeleri tedavide kullanmak için deneysel ve klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: To investigate the inhibitory effects of sedative, analgesic and anesthetic drugs on SARS-CoV-2, human angiotensin converting enzyme-2 (ACE-2) and SARS-CoV-2- ACE-2 Complex by molecular docking method and potential for use in Coronavirus Disease 2019 (COVID-19) treatment.
METHODS: In this study, Molecular docking procedure was applied to investigate the molecular interaction between the drugs under clinical tests (Chloroquine, Hydroxychloroquine and Nelfinavir) and the most commonly drugs used for the sedation, analgesia and anaesthesia as inhibitors (Desflurane, Dexmedetomidine, Fentanyl, Ketamine, Midazolam, Propofol, Remifentanil and Sevoflurane) with the three different enzymes (6LU7, 1R4L, and 6LZG). Autodock 4.2, Lamarckian Genetic Algorithm was used to analyse the probability of molecular docking. The evaluation was based on the docking points calculated by Biovia Discovery Studio Visualizer 2020. As a result of molecular docking, interaction types such as hydrogen-electrostatic and van der Waals between enzymes and drugs were determined and the results were compared.
RESULTS: Among the drugs included in the study, fentanyl was bound with very low energy (-8.75 to - 7.64 kcal / mol) on SARS-CoV-2, ACE-2 and SARS-CoV-2- ACE-2 complex and has the potential to inhibit these proteins at low concentrations. After fentanyl, midazolam, ketamine, propofol and remifentanil have also been shown to have the potential to inhibit proteins, respectively. However, sevoflurane and desflurane were found to be ineffective.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that Fentanyl can be preferred in sedation, analgesia and anaesthesia procedures to be applied in COVID-19 patients, and total intravenous anaesthesia can be preferred for general anaesthesia. However, experimental and clinical studies are required to use these substances in treatment.
Makale Özeti

3.
COVID-19 Tanısıyla Yoğun Bakıma Alınan Hastalarda Morbidite ve Mortalitenin Belirteçleri Olarak Laboratuar Parametrelerinin Etkinliği
The Effectiveness of Laboratory Parameters as Morbidity and Mortality Indicators in Patients Admitted to Intensive Care with the Diagnosis of COVID-19
Leyla Kazancioglu, Başar Erdivanlı, Hizir Kazdal, Abdullah Ozdemir, tolga koyuncu, AYSE HIZAL, Asiye Özdemir, İlkay Bahçeci, SULE BATCIK, tahir ersöz
Sayfalar 33 - 43
GİRİŞ ve AMAÇ: Laboratuar parametreleri COVID-19’un şiddet ve mortalitesini ön görebilir. Pnömoni teşhisiyle iki yoğun bakım ünitesinde tedavi edilen hastalarda ilk kabulde ve 72 saat sonra elde edilen laboratuar bulguları ile mortalite ve morbidite arasındaki ilişkiyi inceledik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Toplam 75 hastanın kayıtlarından (Mart-Mayıs 2020) gelen bilgiler geriye dönük incelendi. Hasta özellikleri ve laboratuar parametreleri COVID-19 ve mortalite varlığına göre karşılaştırıldı. COVID-19+ olan hastalar, mortalite ve cinsiyete göre de karşılaştırıldı.
BULGULAR: Ortalama yaş 74.7±11.3 yıl idi. COVID-19 pozitifliği laboratuar değerlerinde belirgin değişikliklerle ikişkili değildi. Akciğer hastalığı, yatağa bağımlılık, kötü böbrek fonksiyon skorları ve yüksek CRP eks hastalarda daha yaygın idi (p<0.05). D-dimerde azalma sağ kalanlarda daha belirgin idi; ferritin ve nötrofil/lenfosit oranı ölenlerde daha görünür idi (istatistiksel olarak anlamlı değil). COVID-19+ hastalar arasında ortalama platelet hacmi anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.033). Ferritin yüksekliği erkeklerde daha belirgin iken, nötrofil/lenfosit ve trombosit/lenfosit oranları kadınlarda daha yüksek saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu geriatrik kohortta kronik akciğer hastalığı ve yatağa bağımlılık mortalitenin temel belirleyicileri olarak saptandı. Ayrıca inflamatuar belirteçlerin farklı paternleri de COVID-19’da hastalık şiddetinin ön görülmesine yardımcı olabilir.
INTRODUCTION: Laboratory parameters may predict the severity and mortality of COVID-19 disease. We investigated the relationship of laboratory findings obtained at the admission and 72nd hour and mortality and morbidity of patients who were treated in two intensive care units with the diagnosis of pneumonia.
METHODS: Data from 75 patient charts (March-May 2020) were retrospectively analyzed. Patient characteristics and laboratory parameters were compared according to the presence of COVID-19 and mortality.COVID-19+ patients were compared according to mortality and gender.
RESULTS: Mean age was 74.7±11.3 years. COVID-19 positivity was not associated with marked differences in laboratory values. Lung disease, bedridden status, worse renal function scores and high CRP was more frequent in non-survivors (p<0.05). The fall in D-dimer was more apparent in survivors; the increase in ferritin and neutrophil-lymphocyte-ratio was more apparent in non-survivors (not significant). Among COVID-19+ patients, women had higher mean platelet volume (p=0.033). The rise in ferritin was more pronounced in men, whereas the rise in neutrophil-lymphocyte-ratio and platelet-lymphocyte-ratio was higher in women.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this geriatric cohort, chronic lung disease and bedridden status was the main determinants of mortality. Also, different patterns of inflammatory markers may help predict the disease severity in COVID19.
Makale Özeti

4.
Solunum Yetmezliği Olan COVID-19 Hastalarında Akciğer Ultrasonografisinin Takip ve Tedavide Yeri
The Significance of Lung Ultrasonography in the Follow-up and Treatment of COVID-19 Patients with Respiratory Failure
Döndü Genç Moralar, Aygen Ülkü Turkmen, Ayşe Vahapoğlu, Hüseyin Gökçenoğlu, Ayfer Kaya Gök
Sayfalar 44 - 53
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 hastalarında akciğer tutulumu sıklıkla görülmekte, mekanik ventilasyona ihtiyaç duyulmakta, oksijenasyonun artırılmasında pozisyon desteğinden de faydalanılmaktadır.
Çalışmamızda ultrasonografi rehberliğinde verilen pozisyon uygulamasının oksijenizasyon üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastalar akciğer ultrasonografisi yapılanlar ve yapılmayanlar olmak üzere iki gruba ayrıldı. Akciğer ultrasonografisi yapılan hastalara infiltrasyon alanı fazla olan bölge yukarıda olacak şekilde pozisyon verildi. Gruplar karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya katılan 103 hasta 2. ve 12. saatte arter kan gazı ile değerlendirilerek karşılaştırıldı.
Ultrasonografi rehberliğinde pozisyon verilen hastalarda pozisyon verilmesinden sonra 2. saat ve 12. saatte PaO2 değerlerindeki artışın istatiksel olarak anlamlı olduğu görüldü.Ultrasonografi yapılmayan grupta ise 12. saatte PaO2 değerlerinde artış görüldü.
Hastalar verilen pozisyonlara göre değerlendirildiğinde sağ lateral dekübit pozisyonunda PaO2 değerinde 2. ve 12. saatteki artış istatiksel olarak anlamlı idi. Pron pozisyonda ise PaO2 değerinde artış olmakla birlikte istatiksel olarak anlamlı değildi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda hastalara ultrasonografi rehberliğinde pozisyon verildiğinde, 2 saat gibi bir sürede oksijenizasyonda artış olduğu görüldü.
INTRODUCTION: Lung involvement is commonly seen in COVID-19 patients. In such cases, mechanical ventilation support and patient positioning are used to improve oxygenation. In this study, the effect of positioning performed under the guidance of ultrasound-guided patient positioning was evaluated.
METHODS: The patients were divided into two groups: those who underwent lung ultrasonography and those who did not. The patients who underwent lung ultrasonography were positioned in a way that the region with larger infiltration area was upwards. The groups were compared.
RESULTS: Results: Arterial blood gas values of 103 patients were evaluated. The increase in PaO2 values at 2 and 12 hours after positioning was statistically significant in the patients, who were positioned under ultrasound guidance. In the group who did not undergo ultrasonography, there was an increase in PaO2 values at 12 hours. When the patients were evaluated according to their positions, the increase in PaO2 values at 2 and 12 hours was statistically significant in the right lateral decubitus position. Although there was an increase in PaO2 values in the prone position, it was not statistically significant.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, there was an increase in oxygenation in a short time like 2 hours, when the patients were positioned under the guidance of ultrasound.
Makale Özeti

5.
Coronovirus 2019 nedeniyle yoğun bakım ünitesinde yatan kritik hastalarda mortaliteye etki eden faktörler
Factors affecting the mortality of critical patients with coronavirus disease 2019 in the intensive care unit
Osman Uzundere, Cem Kıvılcım Kaçar, Meral Erdal Erbatur, Mehmet Salih Gül, Mesut Akgündüz, Zeki Korhan, Ömer Can
Sayfalar 54 - 61
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada yoğun bakım ünitesinde yatan kritik coronavirus disease 2019 (COVID-19) hastalarını demografik, klinik ve laboratuvar özellikleri açısından karşılaştırıp mortaliteye etkili olan faktörleri saptamayı amaçladık.


YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 22 Mart 2020 ve 01 Eylül 2020 tarihleri arasında yoğun bakım ünitesinde COVID-19 nedeniyle yatan 445 hasta dahil edildi. Hastalar yoğun bakım ünitesinde takipleri sırasında mortalite gelişmeyenler ve mortalite gelişenler olarak iki gruba ayrılıp demografik, klinik ve laboratuvar özellikleri açısından karşılaştırıldı ve mortaliteye etki eden faktörler saptanmaya çalışıldı.
BULGULAR: İleri yaş, yoğun bakım ünitesine ilk yatıştaki yüksek Kidney Disease: Improving Global Outcome (KDIGO) evresi ve Sequential Organ Failure Assessment (SOFA) skorları, yüksek nötrofil lenfosit oranı, yüksek D-dimer düzeyleri düşük bikarbonat (HCO3) değerleri, yüksek laktat dehidrogenaz (LDH) düzeyleri ve yüksek kreatinin düzeyleri yoğun bakım ünitesinde yatan kritik COVID-19 hastalarında mortalite için bağımsız risk faktörleri olarak saptandı. Özellikle yoğun bakım ünitesine başvuru esnasındaki KDIGO evresiyle mortalite arasındaki ilişki dikkat çekiciydi. KDIGO Evre 1’de olan hastalar için 5.23 kat; Evre 2’ de olanlar için 7.07 kat; Evre 3’te olanlar için ise 33.98 kat artmış mortalite riski olduğu saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım ünitesinde yatan kritik COVID-19 hastalarında yaş, ilk yatıştaki KDIGO ve SOFA skorları, nötrofil lenfosit oranı, D-dimer, HCO3, LDH ve kreatinin mortalite için bağımsız risk faktörleridir.
INTRODUCTION: In this study, we tried to determine the factors that are effective for mortality in critical coronavirus disease 2019 (COVID-19) patients in intensive care unit.
METHODS: Overall, 445 patients hospitalized in intensive care unit due to COVID-19 were included. Patients were divided into two groups—those who survived and those who died during intensive care unit follow-up—and compared in terms of demographic, clinical, and laboratory characteristics; the factors affecting mortality were determined.
RESULTS: Older age, high Kidney Disease: Improving Global Outcome (KDIGO) stage and Sequential Organ Failure Assessment (SOFA) scores at first admission to intensive care unit, high neutrophil/lymphocyte ratio, high D-dimer levels, low bicarbonate (HCO3) values, and high lactate dehydrogenase (LDH) and creatinine levels were determined as independent risk factors for mortality in critical patients with COVID-19 hospitalized in intensive care unit. Particularly, a substantial relationship was observed between the KDIGO stage and mortality during admission to intensive care unit.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Age, KDIGO stage and SOFA scores at first admission, neutrophil/lymphocyte ratio, and D-dimer, HCO3, LDH, and creatinine levels were independent risk factors for mortality in critical patients with COVID-19 hospitalized in intensive care unit.
Makale Özeti

6.
Yoğun Bakım Ünitesinde Takip Edilen COVID-19 Olgularında Kısa Dönem Mortalitenin Prognostik Belirteci Olarak Laktat/Albumin Oranı
The Lactate/Albumin Ratio As A Prognostic Factor For Short Time Mortality In Critically Ill COVID-19 Patients
Abdullah Gök, Umut Sabri Kasapoğlu, Leman Acun Delen, Ferda Özmen, Süsen Banazılı
Sayfalar 62 - 72
GİRİŞ ve AMAÇ: Kritik COVID-19 hastalarında yoğun bakım ünitesine kabul sırasındaki laktat/albumin (LAR) oranının prognostik rolü bilinmemektedir. Bu çalışmada, kritik COVID-19 olgularında 30 günlük mortaliteyi öngörmede LAR'ın prognostik değerini araştırmayı ve mortalite tahmini için yoğun bakıma kabuldeki serum laktat ve albumin düzeyi ile karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tek merkezli retrospektif gözlemsel klinik çalışmaya Nisan 2020 ve Aralık 2020 tarihleri arasında yoğun bakım ünitesine kabul edilen olgular dahil edilmiştir. Çalışmada yoğun bakım ünitesine kabul edilen kritik COVID-19 hastalarının yatıştan sonraki ilk 24 saat içindeki klinik ve laboratuar değişkenleri değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya 282 kritik COVID-19 olgusu dahil edilmiştir. Hastaların yaş ortalaması 66.34±12.08 yıl olup, 179'u (%63.5) erkekti. 30 gün içinde ölen olguların daha yüksek laktat (p<0.001), düşük serum albümin (p<0.001) ve yüksek LAR (p<0.001) seviyelerine sahip olduğu saptanmıştır. Mortalite tahimini için yapılan ROC analizinde, LAR'ın (AUC: 0.824) serum albumin (AUC: 0.644) ve serum laktat (AUC: 0.795) düzeylerinden daha üstün olduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte yoğun bakım mortalitesinin LAR>0.60 olan olgularda daha yüksek olduğu saptanmıştır (%75.6 vs %13.1, p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: LAR kritik COVID-19 olgularının risk sınıflandırması için yararlı bir prognostik faktör olabilir.
INTRODUCTION: The prognostic role of the initial lactate/albumin ratio (LAR) in critically ill COVID-19 patients remains unknown. We aim to evaluate the prognostic value of the initial LAR in predicting 30-days mortality in critically ill COVID-19 patients and compare with the initial level of serum lactate and albumin for the prediction of mortality
METHODS: We performed a single-center retrospective and observational clinical study between April 2020 and December 2020. Patients’ clinical and laboratory variables that were evaluated in this study were collected within the first 24 hours following the ICU admission.
RESULTS: A total of 282 critically ill COVID-19 patients were included in the study. The mean age of the patients was 66.34±12.08 years and 179 (63.5%) of patients were male. Patients who died within 30 days had higher lactate levels (p<0.001), lower levels of serum albumin (p<0.001), and higher levels of LAR (p<0.001). ROC analysis showed that LAR (AUC=0.824) was superior to the serum albumin (AUC=0.644) and lactate levels (AUC=0.795) for the prediction of mortality. Overall ICU mortality rates (75.6% vs 13.1%, p<0.001) were significantly higher in patients with LAR >0.60.
DISCUSSION AND CONCLUSION: LAR can be a useful prognostic factor for risk stratification of critically ill COVID-19 patients.
Makale Özeti

7.
Yüksek Akışlı Nazal Kanül Oksijen Tedavisine Başarıyla Ekstübe Edilen COVID-19 ARDS Hastalarının Retrospektif Analizi
A Retrospective Analysis of COVID-19 ARDS Patients Successfully Extubated to High Flow Nasal Cannula Oxygen Therapy
Gülçin Hilal Alay, Perihan Ergin Özcan, Özlem Polat, İlkay Anaklı, Günseli Orhun, Verda Tuna, Emre Çeliksoy, Mehmet Kılıç, Mutlu Mercan, Figen Esen
Sayfalar 73 - 80
GİRİŞ ve AMAÇ: Son derece bulaşıcı SARS-CoV-2 yeni koronavirüsünün neden olduğu akut respiratuar distres sendromu (ARDS) ile ilişkili Coronavirus hastalığı- 2019 (COVID-19), pandemi döneminde önemli bir ölüm nedenidir. Burada COVID-19 ARDS hastalarında yüksek akımlı nazal oksijen tedavisine ekstübasyon başarısının retrospektif veri analizini sunmayı amaçlıyoruz.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) HFNO tedavisine ekstübe edilen, laboratuarca doğrulanmış 22 COVID-19 ARDS hastasının verileri analiz edildi. Solunumla ilgili değişkenler ve demografik özellikler başvuru sırasında toplandı. Entübasyon süresince mekanik ventilasyon hacimleri ve basınçları ile kan gazı ölçümleri kaydedildi. HFNO akış hızı, FiO2 ve oksijenasyon değişkenleri ekstübasyondan sonra 5 gün boyunca toplandı. Planlanan ekstübasyonu takip eden 5 gün içinde yeniden entübasyon oranı, yoğun bakımda kalış süresi ve mortalite kaydedildi.
BULGULAR: 22 hastanın 16'sı erkekti (%72.7) ve yaş ortalaması 69.9 ± 13,2 yıl olup, en yüksek komorbidite hipertansiyon (%59.1) idi. Semptom başlangıcı ile YBÜ'ye kabul arasındaki süre 6,5 ± 7,9 gündü ve hemen hemen tüm hastalar aynı gün entübe edildi. Yirmi hasta HFNO'ya başarıyla ekstübe edildi ve 2 hasta yeniden entübe edildi. Ortalama yüksek akımlı nazal oksijen tedavisi süresi 4.8 ± 3.6 gün ve yoğun bakımda kalış süresi 17,4 ± 6 gündü. YBÜ mortalite oranı %13.6 (3/22) idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ekstübasyon uygulanan yüksek riskli ARDS COVID-19 hastalarında yeniden entübasyon ve ekstübasyon sonrası solunum yetmezliğini önlemek için HFNO tedavisi düşünülmelidir.
INTRODUCTION: Coronavirus disease- 2019 (COVID-19) related to acute respiratory distress syndrome (ARDS) caused by the highly infectious SARS-CoV-2 novel coronavirus is a major cause of death during the pandemic period. Here we aim to present the retrospective data analysis of extubation success to HFNO in COVID-19 ARDS patients.
METHODS: The data of 22 laboratory-confirmed COVID-19 ARDS patients who were extubated to HFNO therapy at an intensive care unit (ICU) were analyzed. Respiratory variables as well as demographic characteristics were collected on admission. The mechanical ventilation volumes and pressures together with blood gas measurements were recorded during the intubation period. HFNO flow rate, FiO2, and oxygenation variables were collected 5 consecutive days after extubation. The reintubation rate within the 5 days following planned extubation, duration of ICU stay, and mortality were recorded.
RESULTS: Among 22 patients, 16 were male (72.7%) and the mean age was 69.9 ± 13,2 years with the highest comorbidity being hypertension (59.1%). The duration between symptom initiation to ICU admission was 6.5 ± 7,9 days where nearly all patients were intubated on the same day. Twenty patients were successfully extubated to HFNO and 2 patients experienced reintubation. The mean duration of HFNO treatment was 4.8 ± 3.6 days and the length of ICU stay was 17.4 ± 6 days. The ICU mortality ratio of this complete data was 13.6% (3/22).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Among high-risk ARDS COVID-19 patients who have undergone extubation, HFNO therapy should be considered for preventing reintubation and post-extubation respiratory failure.
Makale Özeti

8.
Kritik Hastalarda COVID-19 İlişkili Bilinç Bozukluğunun Potansiyel Prognostik Faktörlerinin Belirlenmesi
Potential Prognostic Predictors for COVID-19-Related Impaired Consciousness in Critically Ill Patients
Lerzan Dogan, Nazire Afsar, Dilaver Kaya, Zeynep Tuğçe Sarıkaya, Canan Akıncı, Şahika Bolsoy Deveci, Filiz Tüzüner, Fatma Elif Gülek, Bülent Güçyetmez, Alp Dincer, Sesin Kocagöz, Ibrahim Ozkan Akıncı
Sayfalar 81 - 86
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19’un neden olduğu merkezi sinir sistemi (CNS) tutulumu, artan morbidite ve mortalite ile ilişkili bulunmuştur. Derin sedatize ve mekanik ventilasyon desteği uygulanan yoğun bakım hastalarında nörolojik semptomları değerlendirmek ciddi bir zorluktur, bu nedenle ventilatörden ayırma aşamasına gelene kadar yoğun bakım hekimi bu semptomlardan habersiz kalabilmektedir. Çalışmanın amacı, kritik yoğun bakım hastalarında COVID-19 ilişkili bilinç bozukluğu için potansiyel prognostik prediktörlerin belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma retrospektif, çok merkezli ve gözlemsel olarak dizayn edilmiştir. İstanbul'da beş hastanenin yoğun bakım ünitelerine 11 Mart 2020 ile 18 Eylül 2020 tarihleri ​​arasında kabul edilen COVID-19 hastaları dahil edilmiştir. Hastalar iki grupta değerlendirilmiştir: bilinç bozukluğu olan ve bilinç bozukluğu olmayan hastalar.
BULGULAR: Bilinç bozukluğu olan hastaların yaş ortalaması daha düşük (p = 0,001) ve daha fazla laboratuvar anormalliğine sahip bulunmuştur; ferritin (p = 0.003*), CRP seviyeleri (p = 0.001*), prokalsitonin (p = 0,019*) ve d-dimer (p = 0,001*). Ayrıca bilinç bozukluğu olan 29 hastanın 14'ünde (%48) patolojik MR bulguları tespit edilmiştir.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakımda COVID-19 hastaları nörolojik komplikasyon riskini belirlemek için hiperenflamasyon belirtileri açısından taranmalıdır. Erken tanı ve spesifik tedavinin başlatılması ile daha iyi sonuçlar alınabilecektir.


INTRODUCTION: Central nervous system involvement in patients with COVID-19 is associated with increased morbidity and mortality. The assessment of neurological symptoms in critically ill patients who are mechanically ventilated and under deep sedation is challenging, which means doctors could be unaware of such symptoms until patients reach the weaning stage. Thus, the present study sought to identify potential prognostic predictors for COVID-19-related impaired consciousness in critically ill patients.

METHODS: This retrospective, multicenter, observational cohort study was conducted among COVID-19 patients admitted to the intensive care units of five hospitals between March 11, 2020 and September 18, 2020. The patient population was analyzed in two groups: cases with impaired consciousness and cases without impaired consciousness.

RESULTS: The patients with impaired consciousness were found to be significantly younger (p = 0.001) and to exhibit significantly more laboratory abnormalities, such as high ferritin (p = 0.003*), C-reactive protein (p = 0.001*), procalcitonin ( p = 0.019*), and D-dimer (p = 0.001*) levels. In addition, pathological magnetic resonance imaging findings were detected in 14 of the 29 (48%) patients with impaired consciousness.

DISCUSSION AND CONCLUSION: All patients with severe COVID-19 should be screened for signs of hyperinflammation due to the associated risk of neurological complications. The early detection of at-risk cases and the prompt initiation of specific treatment should result in better disease outcomes.


Makale Özeti

9.
Yeni Tip 2019 Covid (2019- Ncov) ve Covid Dışı Servislerde Çalışan Hekimlerde Anksiyetenin Değerlendirilmesi
Evaluation of Anxiety in Doctors Working in New Type 2019 Covid (2019- Ncov) and Non-Covid Services
Cem Erdoğan, Sibel Doğan, RUMEYSA CAKMAK, OKTAY OLMUSÇELIK, DENIZ KIZILASLAN, Bahadır Çiftçi
Sayfalar 87 - 94
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma İstanbul’da bir vakıf üniversitesi hastaneler kompleksinde Yeni Tip 2019 Covid (2019- Ncov) ve Covid dışı servislerde çalışan hekimlerde anksiyetenin değerlendirilmesi amacıyla yapılmış tanımlayıcı bir çalışmadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma kapsamına, Covid-19 servislerinde çalışan 50, Covid-19 dışındaki servislerde çalışan 52 hekim alınmıştır. Veri toplama aracı olarak hekimlerin sosyo- demografik ve mesleki bazı özelliklerini içeren anket formu ve durumluk-süreklilik kaygı ölçeği kullanılmıştır. Veriler online anket uygulaması yoluyla toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde verilerin normal dağılım gösterip göstermediğine Shapiro- Wilk normallik testi ile bakılmıştır. Verilerin normal dağılım göstermediği için iki grup karşılaştırmalarında Mann-Whitney U testi, ikiden fazla grup karşılaştırmalarında ise Kruskal- Wallis testi kullanılmıştır. Korelasyon analizinde ise Pearson Korelasyon analizi yapılmıştır.
BULGULAR: Çalışmamızda Covid servislerinde çalışan hekimlerin durumluluk kaygı puan ortalamalarının, Covid dışı servislerde çalışan hekimlerin kaygı puan ortalamalarından daha yüksek olduğu ve aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05) Cinsiyete göre COVİD-19 servisinde çalışan kadın hekimlerin durumluk kaygı puan ortalamalarının erkek hekimlerden daha yüksek ve farkın istatistiksel olarak önemli olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Yaş gruplarına göre COVİD-19 servislerinde çalışan 43 yaş ve üzerindeki hekimlerin süreklilik kaygı puan ortalamalarının diğer yaş gruplarındaki hekimlerden daha düşük ve farkın istatistiksel olarak önemli olduğu saptanmıştır (p<0.05). Hem COVİD-19 servislerinde çalışan hekimlerin, hem de COVİD-19 servisleri dışında çalışan hekimlerin durumluk ve süreklilik kaygı ölçeği puan ortalamaları arasında pozitif yönlü kuvvetli ilişki saptanmıştır (p<0.05). Yani durumluk kaygı arttıkça süreklilik kaygı, süreklilik kaygı arttıkça durumluk kaygı da artmaktadır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hekimlerin pandemi koşullarından psikolojik olarak daha fazla etkilenmemesi için, çalışma koşullarının ve özel yaşamlarının göz önünde bulundurularak iş planlamalarının yapılmasının ve psikososyal destek sağlanmasının gerekli olduğunu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: This is a descriptive study conducted in a foundation university hospital complex in Istanbul with the aim of evaluating anxiety in physicians working in New Type 2019 Covid (2019- Ncov) and non-Covid services.
METHODS: 50 physicians working in Covid-19 services and 52 physicians working in services other than Covid-19 were included in the study. A questionnaire containing some socio-demographic and occupational characteristics of physicians and a state-trait anxiety scale were used as data collection tools. Data were collected through an online survey application. In the evaluation of the data, it was checked whether the data showed normal distribution or not with the Shapiro-Wilk normality test. Since the data did not show normal distribution, the Mann-Whitney U test was used for comparisons of two groups, and the Kruskal-Wallis test was used for comparisons of more than two groups. In the correlation analysis, Pearson correlation analysis was performed.
RESULTS: In our study, it was determined that the mean state anxiety score of physicians working in Covid-19 services was higher than the mean anxiety score of physicians working in non-Covid services, and the difference was statistically significant (p<0.05). higher than physicians and the difference was statistically significant (p<0.05). According to age groups, the mean trait anxiety scores of physicians aged 43 and over working in COVID-19 services were lower than those of other age groups, and the difference was statistically significant (p<0.05). A strong positive correlation was found between the state and trait anxiety scale mean scores of both the physicians working in the COVID-19 services and the physicians working outside the COVID-19 services (p<0.05). In other words, as trait anxiety increases, trait anxiety increases, and as trait anxiety increases, state anxiety also increases.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We think that it is necessary to make business plans and provide psychosocial support, taking into account their working conditions and private lives, so that physicians are not psychologically affected by the pandemic conditions.
Makale Özeti

10.
COVID-19 tanılı yoğun bakım hastalarında pnömotoraks ve subkutan amfizem olgularının değerlendirilmesi
Evaluation of pneumothorax and subcutaneous emphysema cases in intensive care patients with COVID-19
Mehtap PEHLİVANLAR KÜÇÜK, Burcu Öksüz Güngör, Ahmet Oğuzhan KÜÇÜK, OLCAY AYÇIÇEK, Atila Turkyilmaz, Funda Öztuna, Yilmaz Bulbul, TEVFIK OZLÜ
Sayfalar 95 - 101
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID -19 ile takipli yoğun bakım hastalarında Pnömotorax (PNX)/cilt altı amfizem (SCE) pandeminin ilk zamanlarında yapılan tanımlamaların aksine sık ortaya çıkan bir komplikasyon olarak önemini arttırmaktadır. Bu çalışma ile 3. düzey yoğun bakım ünitemizde COVID 19 tanısı ile takip edilen PNX/SCE olgularının sıklığını, zamanlamasını ve olası risk faktörlerini ortaya koymak hedeflenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 16 yataklı 3. düzey yoğun bakım ünitesinde, 28 Ağustos 2020 ve 20 Şubat 2021 arasında ünitemizde takip ve tedavi edilmiş tüm teyidli COVID-19 hastalarından, yatışları sırasında pnömotoraks (PNX) ve subkutan amfizem (SCE) gelişen olgular dahil edilmiştir.
BULGULAR: Hedef tarih aralığında yoğun bakım ünitemizde COVID-19 nedeni ile 165 hasta takip edilmiş olup bu hastaların 16’sında (%9.6) PNX)/SCE gelişmiştir. Bu 16 hastanın 4’ü (25%) sağ kalmıştır. Hastaların medyan yaşı 66.5 (IQR: 58.5-75.5) idi. PNX/SCE gelişen hastalarda en sık komorbidite DM olarak tespit edildi. Hastaların 12 (75%)’sinin sigara kullanım öyküsü mevcuttu. Pnömotoraks gelişen 15 (93.8%) hastanın 4 (25%)’ü bilateraldi. Cilt altı amfizem ise 9 (56,3%) hastada gelişti. PNX/SCE saptanan 12 (75%) hasta IMV tedavisi altındayken, 3 (18.8%) hasta spontan solunumda, 1 (6.2%) hasta NIMV tedavisi altındaydı. PNX/SCE geliştiği ana kadar oksijen desteği verilen gün sayısı tüm grupta 9 (6.25-17) gün iken, survived grupta medyan değer 6 gün non-survived grupta 9 gün idi. Oksijen destek gün süresi non-survived grupta yüksek olsa da istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p=0.439).
TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 pandemisinde PNX/SCE gibi komplikasyonlar uzun süreli oksijen desteğini takiben genel yoğun bakım popülasyonundan daha sık (%9,5) ve yoğun bakım yatışının daha geç döneminde (median 9 gün) gözlenmektedir. Bu hastaların çoğunda bir risk faktörü olarak sigara tanımlansa da, pnömotoraks oranlarındaki bu artışın hem COVID-19 pnömonisi hem de sitokin fırtınasına bağlı oluşan parankimal hasar ile ilgili olduğunu düşünüyoruz.
INTRODUCTION: Pneumothorax (PNX)/subcutaneous emphysema (SCE) has increased in importance as a frequently occurring complication. In this study, we aimed to reveal the frequency, timing, and possible risk factors of PNX/SCE cases followed up with the diagnosis of COVID-19 in our tertiary intensive care unit.
METHODS: All confirmed COVID-19 patients who were followed up and treated in our unit between 28 August 2020 and 20 February 2021 in a 16-bed tertiary intensive care unit and who developed PNX and SCE during their hospitalization were included.
RESULTS: PNX/SCE developed in 16 (9.6%) of 165 patients who were followed up in our intensive care unit due to COVID-19. Of these 16 patients, 3 (18.8%) survived. The median age of the patients was 66.5 years (IQR: 58.5–75.5). Diabetes mellitus was the most common comorbidity in patients with PNX/SCE, and 12 (75%) of the patients had a smoking history. Four (25%) of 15 (93.8%) patients who developed pneumothorax were bilateral. Subcutaneous emphysema developed in 9 (56.3%) patients. While twelve (75%) patients with PNX/SCE were under invasive mechanical ventilation, three (18.8%) patients were under spontaneous breathing, and one (6.2%) was under non-invasive mechanical ventilation treatment. While the number of days of oxygen support until the time PNX/SCE developed was 9 (6.25–17) days in the whole group, the median time was 6 days in the survival group and 9 days in the non-survival group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the COVID-19 pandemic, complications such as PNX/SCE are observed more frequently (9.5%) than in the general intensive care population and in the later period of intensive care admission (median 9 days). Although smoking is defined as a risk factor in most of these patients, we think that this increase in pneumothorax rates is related to both COVID-19 pneumonia and parenchymal damage caused by cytokine storm.
Makale Özeti

11.
Covid ARDS ve ağır covid pnömonisi hastalarında favipiravir mortaliteyi azaltır mı?
Does favipiravir reduce mortality in patients with Covid-19 ards and severe pneumonia?
Khin Zar Li Aung, Rabia Yılmaz, Ezgi Güngördü, Sinan Aşar, Yasemin Tekdos Seker
Sayfalar 102 - 109
GİRİŞ ve AMAÇ: Virüse özgü antiviral tedavi olmamakla birlikte, favipiravir Mayıs 2020'de ülkemizde antiviral olarak tedavi rutinine girmiştir. Bu çalışmada yoğun bakım ünitesinde SARS-CoV-2 ARDS'li hastalarda; Favipiravir antiviral rejiminin mortalite ve morbidite üzerindeki etkileri değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yoğun bakım ünitesine kabul edilen hastalar, Favipiravir alanlar (Grup F; n: 208) ve almayanlar (Grup N; n: 101) olarak iki gruba ayrıldı. Vakaların tedavisi güncel ulusal kılavuzlara göre düzenlendi. Metavision / QlinICU Yoğun Bakım Ünitesinde Klinik Karar Destek Yazılımı; APACHE II, komorbidite, SOFAscore, AST, ALT, üre, kreatinin, LDH, ferritin, CRP, prokalsitonin, Pro-BNP, D dimer, fibrinojen, WBC, NEU, LYM, NEU / LYM, CRP, t1 kabulü (0. saat), Akut faz parametrelerinin t2 takip (24. saat) ve t3 (taburcu veya ex) değerleri, (SQL) sorguları ile elde edilir. Birincil sonuç mortalitedir; ikincil sonuçlar, ilaca bağlı olası organ toksisiteleri, akut faz reaktanlarının seviyesinde ani değişiklik, CRRT gereksinimi, hastanede kalış süresi, ventilatöre bağlı günlerdir.
BULGULAR: Çalışmada 108 kadın (% 35), 201 erkek (% 65), toplam 309 vaka değerlendirildi. Grupların demografik verilerinde komorbidite sıklığı, mortalite oranı, CRRT ihtiyacı ve sekonder enfeksiyon arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. F grubu olgularda t1 ve t3 ölçümleri arasında 107,66 ± 628,99 birimlik ortalama artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu. F grubunda takip süresince NLO (nötrofil / lenfosit oranı) ve son NLO başlangıç değerinden düşük bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: SARS Cov-2 ARDS tedavisinde kullanılan favipiravirin mortaliteyi önlemede üstünlüğü olmadığı belirlendi.
INTRODUCTION: Although there is no antiviral treatment specific to the virus, favipiravir has entered the treatment routine as an antiviral in our country in May 2020. In this study, in patients with SARS- CoV-2 ARDS in the intensive care unit; The effects of favipiravir antiviral regimen on mortality and morbidity were evaluated.
METHODS: Patients admitted to the intensive care unit were divided into two groups as those who received Favipiravir (Group F; n: 208) and those who did not (Group N; n: 101). The treatment of the cases is arranged according to current national guidelines. Metavision / QlinICU Clinical Decision Support Software, in Intensive Care Unit; APACHE II, SOFAscore, AST, ALT, urea, creatinine, LDH, ferritin, CRP, procalcitonin, Pro-BNP, D dimer, fibrinogen, WBC, NEU, LYM, NEU / LYM, CRP, t1 acceptance (0. hour), t2 follow-up (24. hour) and t3 (discharge or ex) values of acute phase parameters, and the comorbidity is obtained by Structured Query Language (SQL) queries. The primary outcome is mortality; secondary outcomes are possible drug-related organ toxicities, sudden change of the level of the acute phase reactants, requirement of CRRT, hospitalization time, ventilator dependent days.
RESULTS: 108 women (35%), 201 men (65%), a total of 309 cases were evaluated in the study. In the demographic data of the groups, no statistically significant difference was found between the frequency of comorbidity, mortality rate, CRRT need, and secondary infection. The mean increase of 107.66 ± 628.99 units between the t1 and t3 measurement was found to be statistically significant in F group cases. In the F group, the NLR (neutrophil / lymphocyte ratio) during the follow-up period and the last NLR were found to be lower than the initial value.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that favipiravir used in the treatment of SARS Cov-2 ARDS has no superiority in preventing mortality.
Makale Özeti