Cilt: 19  Sayı: 1 - Mart 2021
Özetleri Gizle | << Geri
ORJINAL ARAŞTIRMA
1.
Yoğun Bakımda Normokalorik veya Hipokalorik Nütrisyonun Renal Fonksiyonlar ve Hasta Sonlanımı Üzerine Etkileri
Effects of Hypocaloric versus Normocaloric Nutrition on Renal Functions and Outcomes in ICU Patients
Ahmet Oğuzhan Küçük, Mehtap PEHLİVANLAR KÜÇÜK, Hülya ULUSOY
Sayfalar 1 - 8
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakımda güncel veriler, hastaların enerji ihtiyacının en azından %70-100’ünün karşılanması yönünde öneri sunarken, hipokalorik nütrisyonun hasta sonuçları üzerine olan etkileri sorgulanmaktadır. Çalışmamızın amacı normokalorik veya hipokalorik nütrisyon sağlanan hastalarda özellikle renal replasman ihtiyacı ve diğer organ yetmezlikleri ile hasta sonlanımları arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yoğun bakım ünitesi’nde 2003–2012 yılları arasında takip edilmiş hasta kayıtları retrospektif incelenmiştir. Normokalorik nütrisyon (NN) grubu; günlük enerji gereksiniminin %70 ile %110’una ulaşılan hastalar, hipokalorik nütrisyon (HN) grubu ise; günlük enerji gereksiniminin <%70 ‘inin altında kalınan hastalar olarak belirlenmiştir. Hasta verileri 14 gün süre ile kaydedilmiştir.
BULGULAR: Toplam 1955 hastanın verileri gözden geçirilerek NN grubuna 92 hasta, HN grubuna 199 hasta dahil edilmiştir. Gruplar takipte organ yetmezliği skoruna göre değerlendirildiğinde NB grubunda SOFA skorunda ilk güne göre anlamlı değişiklik saptanmazken (p>0,05), HN grubunda ise yatış gününe göre belirgin düşüş olduğu görülmüştür (p<0,005). NN grubunda 19 (%20,7) hastada renal replasman tedavisi ihtiyacı duyulurken, HN grubunda ise 35 (%17,6) hastaya renal replasman uygulanmıştır (p= 0,643). HN grubunda RIFLE Evre-3 gün sayısı 460 (%25) iken NN) grubunda 157 (%15.1) gün olarak saptanmıştır (p<0.001). Yoğun bakımda kalış süresi NN grubunda 16,88±10,88 gün iken HN grubunda 11,42±9,11 gün olarak bulunmuştur (p<0,001). Yoğun bakım mortalitesi ve 28. gün mortaliteleri açısından her iki grupta anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakımda takipli kritik hastalarda normokalorik ve hipokalorik nutrisyon arasında renal replasman ihtiyacı arasında fark saptanmamıştır. Yoğun bakım yatış süresi hipokalorik grupta daha az olsa da düşük kalori alımı ile 28. gün ve hastane mortalitesi arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Halen bu konuda prospektif, randomize kontrollü çalışma ihtiyacının olduğu aşikardır.
INTRODUCTION: Current data in intensive care unit (ICU) suggest that at least 70-100% of patients' energy have to met, while the effects of hypocaloric nutrition on patient outcomes are questioned. This study aimed to determine the relationship between renal replacement requirement and other organ failure and patient outcomes in normocaloric and hypocaloric fed patients.
METHODS: The data of patients followed up in the intensive care unit between 2003 and 2012 were retrospectively evaluated. Normocaloric nutrition (NN) group is determined as patients with 70%-110% of the daily energy requirement was reached, hypocaloric feeding (HN) group is determined as patients with less than 70% of their daily energy requirement. Patient data were recorded for 14 days.
RESULTS: Data of 1955 patients were evaluated and 92 patients were included to NN group, 199 patients were included to HN group. There was a significant decrease in SOFA score in the HN group compared to the hospitalization day(p <0.005). Renal replacement therapy was needed in 19 (20.7%) patients in the NN group, whereas renal replacement was performed in 35(17.6%) patients in the HN group (p = 0.643). In the HN group, the number of RIFLE Stage-3 days was 460(25%), and in the NN group it was 157(15.1%) days (p <0.001).The length of stay in ICU was 16.88±10.88 days in NN group and 11.42±9.11 days in the HN group(p <0.001).There was no significant difference in ICU mortality and 28th-day mortality in both groups (p> 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: There was no difference between normocaloric and hypocaloric nutrition in critically ill patients in ICU. Although the duration of ICU stay was less in the hypocaloric group, no significant difference was found between low-calorie intake and 28th day and hospital mortality. There is still a need for a prospective, randomized controlled trial on this subject.
Makale Özeti

2.
Yoğun bakım ünitesi hastalarında izole edilen mikroorganizmalar ve antibiyotik direnç profilinin değerlendirilmesi
Evaluation of microorganisms and antibiotic resistance profile isolated in intensive care unit patients
Serife Cetin, Ilhami Celik, Cem Artan
Sayfalar 9 - 17
GİRİŞ ve AMAÇ: Enfeksiyon kontrol komitesi üyeleri tarafından sürveyansın iyi bir şekilde uygulanması yoğun bakım ünitelerinde enfeksiyon hızını ve antibiyotik kullanımını azaltabilir. Bu çalışma kan, solunum yolları ve idrar kültürü sonuçlarını ve bu sonuçların yıllar içerisindeki değişiminin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2017-Aralık 2018 tarihlerinde hastalardan alınan 21632 kültür örneği çalışmanın evrenini, sağlık hizmeti ilişkili enfeksiyon tanısı konulmuş 953 kültür örneği ise örneklemi oluşturmaktadır. Verilerin analizinde SPSS programı ve insidans formülü kullanılmıştır.
BULGULAR: Genel enfeksiyon insidansı bin hasta gününde 21.9’dur. Hastaların %43.2’si üriner kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonu tanısı almıştır. İki yıl boyunca en çok izole edilen mikroorganizmalar sırasıyla Acinetobacter baumanni (%35.6), Candida spp. (%16.8), Klebsiella spp. (%14.4) idi. Bir önceki yıla göre çoğu mikroorganizma daha az görülmektedir ancak KNS’lerin yaklaşık 2 kat, Serratia marcescens ve Proteus mirabilis’in yaklaşık 3’er kat artmıştır. Gram pozitif bakteriler meticilin, gentamisin ve siprofloksasine; gram negatif bakteriler penisilin, beta-laktam ve sefalosporin grubu antibiyotiklere dirençli idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Enfeksiyon insidansı, üniteye özgü mikroorganizmaların sıklığı ve bu mikroorganizmaların direnç profilinin bilinmesi, tedavi ve bakım kalitesini artırabilir, gereksiz ve hatalı antibiyotik kullanımının önüne geçebilir ve maliyeti azaltabilir.
INTRODUCTION: Good surveillance administer by infection control committee members may reduce infection rate and antibiotic use in intensive care units. The aim of this study was to evaluate the results of blood, respiratory and urine cultures and their changes over the years.
METHODS: In January 2017 and December 2018 between, 21632 culture taken from patients, the universe of the study, 953 culture diagnosed with health care related infections constitute the sample. SPSS program and incidence formula were used to analyze the data.
RESULTS: The overall incidence of infection is 21.9 per in thousand patient days. 43.2% of the patients were diagnosed with urinary catheter related urinary tract infection. The most isolated microorganisms were Acinetobacter baumannii (35.6%), Candida spp. (16.8%), Klebsiella spp. (14.4%). Compared to the previous year, most microorganisms are less, but have increased by about 2-fold KNS and about 3-fold Serratia marcescens and Proteus mirabilis. Gram-positive bacteria methicillin, gentamicin and ciprofloxacin; Gram negative bacteria were resistant to penicillin, beta-lactam and cephalosporin group antibiotics.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Knowledge of the incidence of infection, the frequency of unit-specific microorganisms, and the resistance profile of these microorganisms can improve treatment and care quality, avoid unnecessary and incorrect antibiotic use, and reduce costs.
Makale Özeti

3.
Alt Ekstremitede Doku Defekti Nedeniyle Flep Rekonstrüksiyonu Uygulanan Hastalarda Postoperatif Flep Komplikasyonunu Etkileyen Faktörler
Predicting Factors Affecting Postoperative Flap Complications in Patients Undergoing Flap Reconstruction Due To Tissue Defect in Lower Extremity
Arzu Karaveli, Asım Uslu
Sayfalar 18 - 23
GİRİŞ ve AMAÇ: 2014-2018 yılları arasında alt ekstremitede doku defekti nedeni ile flep rekonstrüksiyonu uygulanan ve yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) takip edilen hastalarda postoperatif serbest doku flep komplikasyonlarını etkileyen faktörleri değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastaların demografik verileri, doku defektinin boyutu, hemoglobin düzeyi, anestezi ve cerrahi süreleri, kan transfüzyon miktarları, postoperatif komplikasyon varlığı, hastanede yatış süreleri, doku kültür sonuçları ve YBÜ'de yatış süreleri retrospektif olarak kayıt altına alındı. İstatistiksel analiz SPSS'de yapıldı.
BULGULAR: Doku defektinin en sık nedeni trafik kazasıydı ve defekt boyutu 118.35±74.74 cm2'di. Postoperatif komplikasyonun 12 (%42.9) hastada geliştiği gözlemlendi. En sık gelişen komplikasyonlar; hematom ve parsiyel flep nekrozuydu. 10 hastanın (%35.7) kültür sonuçlarında üreme olduğu saptandı. Flep komplikasyonu gelişen hastalarda, gelişmeyenlerle karşılaştırıldığında, sigara kullanımı, ASA skoru ve yaş anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). YBÜ'de yatış süreleri benzerdi. Postoperatif hastanede yatış süreleri bu hastalarda daha uzundu (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda, postoperatif flep komplikasyon gelişimi açısından sigara kullanımı, yaş ve ASA skorunun önemli birer risk faktörü olduğu görüldü. Bu hastalarda postoperatif hastanede yatış süresinin daha uzun olduğu belirlendi.
INTRODUCTION: To evaluate the predicting factors affecting postoperative free tissue flap complications in patients who underwent flap reconstruction due to tissue defect in the lower extremity and who were followed up in the intensive care unit (ICU) between 2014-2018.
METHODS: Demographic data, size of tissue defect, haemoglobin level, duration of anaesthesia and surgery, amount of blood transfusion, presence of postoperative complications, length of hospital stay, tissue culture results, and length of ICU stay were recorded, retrospectively. Statistical analysis was performed on SPSS.
RESULTS: The most common cause of tissue defect was traffic accidents and defect size was 118.35±74.74 cm2. Postoperative complications were observed in 12 (42.9%) patients. The most common complications were hematoma and partial flap necrosis. The culture results in 10 patients (35.7%) were found to be positive. Smoking, ASA score and age were significantly higher in patients who developed postoperative flap complications (p<0.05), compared with those who did not. Length of ICU stay was similar. Postoperative length of hospital stay was longer in these patients (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, smoking, age and ASA score were important risk factors for the development of postoperative flap complications. The length of hospital stay was longer in these patients.
Makale Özeti

4.
COVID-19'un Erken Döneminde Yoğun Bakım Ünitesi ve Ameliyathane Çalışanlarının Bilgi Düzeyi: Türkiye'den Kesitsel Anket
Knowledge Level Of Intensive Care Unit and Operating Room Employees during the Early Days of COVID-19: A Cross-sectional Survey from Turkey
Canan Yılmaz, AYŞE NESLİHAN BALKAYA, Filiz Ata, Halil Erkan Sayan, ÜMRAN KARACA, Sami Yılmaz, Çağdaş Baytar
Sayfalar 24 - 32
GİRİŞ ve AMAÇ: Koronavirüs çok bulaşıcı olduğu için COVID-19 ile mücadelede önleyici tedbirler ön plandadır. Yüksek hastalık prevalansı, hasta sayısındaki hızlı artış ve artan ek iş yükü, sağlık çalışanlarına bulaşma riskini artırır. Bu çalışmada, Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ) ve ameliyathane çalışanlarının COVID-19 hakkındaki bilgi düzeylerini değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada YBÜ ve/veya ameliyathanede 480 gönüllü sağlık çalışanlarının cevapladığı sorular analiz edildi. Katılımcılar COVID-19'da sağlık çalışanlarının bilgi düzeyini ölçen, 29 sorudan oluşan anketi elle veya internet üzerinden tamamladılar.
BULGULAR: Anketimize hemşire (% 38.2), doktor (% 27.7), anestezi teknisyeni (% 18.1) ve temizlik personeli (% 15.8) olmak üzere toplam 480 sağlık çalışanı katıldı. "Koronavirüsün bulaşma riskleri nelerdir?" sorusu: 61-80 yaş arasında olmak (% 90.6), ek hastalıklara sahip olmak (% 89.2) ve sağlık çalışanı olmak (% 85.6) olarak yanıtlandı. Tüm katılımcıların sadece % 46.9'una COVID-19 hakkında kurum içi eğitim verildiği belirlenmiştir. Katılımcıların% 61,6'sı COVID-19'da hastane prosedürü olduğunu belirtmiştir. Sosyal medya (% 81.9) bilgi almanın en yaygın yoluydu. Katılımcıların % 74,8'i COVID-19 konusunda endişeliydi. Katılımcıların% 63,4'ü sadece hasta ile temas ettiklerinde cerrahi maske taktıklarını söylemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sağlık hizmetlerinde sürekliliği sağlamak için, şüpheli/kesin COVID-19 ile temas halinde olan sağlık çalışanlarının özellikle de temizlik personellerinin kişisel koruyucu ekipmanları etkin bir şekilde kullanmaları, pandemi hakkında düzenli aralıklarla kurum içi eğitim programlarına katılmaları ve rutin olarak taranmaları gerektiğini düşünüyoruz.
INTRODUCTION: Since the coronavirus is very infectious, preventive measures are at the forefront in the fight against COVID-19. High disease prevalence, the rapid increase in the number of patients, and increased additional workload increase the risk of transmission for health care workers (HCWs). In this study, we purposed to evaluate the knowledge level of intensive care units (ICUs), and operating rooms (ORs) employees about COVID-19
METHODS: Questionnaires of 480 volunteer HCW in the ICU and/or OR were analyzed in the study. The participants completed a survey consisting of 29 questions, measuring the level of knowledge of HCW on COVID-19 by hand or via the internet.
RESULTS: Our survey involved a total of 480 HCW who comprised nurses (38.2%), doctors (27.7%), anesthesia technicians (18.1%),and cleaning personnel (15.8%). For the question "What are the high-risks of contagion of coronavirus? "the answers were: age 61-80 (90.6%), having additional diseases (89.2%), and being a HCW (85.6%). It was determined that on-the-job training on COVID-19 was given to only 46.9% of all participants. 61.6% of the participants stated that they had hospital procedures on COVID-19. Social media (81.9%) was the most common way of getting information.74.8% of the participants were anxious about COVID-19. 63.4% of the participants said that they wear a surgical mask only when they contact patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In order to ensure continuity in health care, we think that HCW especially cleaning personnel who are in contact with suspect/definitive COVID-19 frequently should use PPE effectively, have on-the-job training programs on the pandemic at regular intervals, and be screened routinely.
Makale Özeti

5.
Yoğun bakım ünitesinde takip edilen COVID-19 hastalarında Charlson komorbidite indeksi ve pnömoni şiddet indeksinin mortalite ile ilişkisi
Association of Charlson comorbidity index and pneumonia severity index with mortality in COVID-19 patients followed in the intensive care unit
Mehmet Süleyman Sabaz, Sinan Aşar
Sayfalar 33 - 41
GİRİŞ ve AMAÇ: Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) pandemisinde mortaliteyi etkileyen risk faktörleri henüz açıkça belirlenmemiştir. Mortalite riski yüksek olan hastaların belirlenmesinde Charlson Komorbidite İndeksi (CCI) ve Pnömoni Şiddet İndeksi (PSI) değerlendirmesi klinisyenlere yardımcı olabilir. Bu çalışmanın amacı, COVID-19 enfeksiyonunda comorbidite yükünü gösteren CCI ile hastalık şiddetini gösteren PSI arasındaki ilişkinin ve mortalite ile ilişkisinin belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma, 10 Mart 2020-1 Haziran 2020 tarihleri arasında Bakırköy Doktor Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Yoğun Bakım Ünitesinde takip edilen COVID-19 tanısı almış 214 hastanın elektronik medikal kayıtlardan demografik, klinik ve laboratuvar verilerine ulaşılarak değerlendirilmesi ile retrospektif kohort olarak gerçekleştirilmiştir.
BULGULAR: Hastalar; hayatta kalan (n=109; %50.9) ve mortalite gelişenler (n=105; %49.1) olmak üzere iki gruba ayrıldı. CCI’de bir puanlık artışın mortalite olasılığını %32 arttırdığı belirlendi (OR=1.324 95% CI=1.178-1.488). PSI’de bir puanlık artışın mortalite olasılığını %2 arttırdığı belirlendi (OR=1.020; 95% CI=1.012-1.0.27). CCI ve PSI arasındaki ilişkiyi belirlemek için yapılan korelasyon analizinde CCI ile PSI arasında çift yönlü ve kuvvetli bir korelasyon olduğu belirlendi (p<0.001; r: 0.667).
TARTIŞMA ve SONUÇ: CCI, yaş ve komorbiditelerin toplamını özetleyen bir model olarak COVID-19 pandemisinde mortalite riski yüksek hastaların belirlenmesinde yardımcı olabilir. PSI'nın COVID-19 hastalarında mortaliteyi tahmin etmek için düşük CCI puanına sahip hastalarda faydalı olabilir fakat CCI skoru yüksek olan hastalarda güvenilir bulunmamıştır.
INTRODUCTION: The risk factors affecting mortality in the Coronavirus disease-2019 (COVID-19) pandemic, which emerged in Wuhan, China and affected the whole world, have not been clearly determined yet. Assessment of Charlson Comorbidity Index (CCI) and Pneumonia Severity Index (PSI) can assist clinicians in identifying patients at high risk of mortality. The aim of this study is to determine the relation between CCI, which indicates the comorbidity burden in COVID-19 infection, and PSI, which indicates disease severity, and its relationship with mortality.
METHODS: This study was conducted as a retrospective cohort by accessing demographic, clinical and laboratory data from the electronic medical records of 214 patients diagnosed with COVID-19 who were followed up in the Intensive Care Unit of Bakırköy Doctor Sadi Konuk Training and Research Hospital between March 10, 2020 and June 1, 2020.
RESULTS: Patients divided into two groups as survivors (n = 109; 50.9%) and those with mortality (n = 105; 49.1%). It was determined that a one point increase in CCI increased the mortality probability by 32% (OR = 1.324 95% CI = 1.178-1.488). It was determined that a one-point increase in PSI increased the mortality possibility by 2% (OR = 1.020; 95% CI = 1.012-1.0.27). In the correlation analysis performed to determine the relationship between CCI and PSI, a bidirectional and strong correlation was found between CCI and PSI (p <0.001; r: 0.667).
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a model summarizing the sum of age and comorbidities, CCI can help identify patients at high mortality risk in the COVID-19 pandemic. PSI may be useful in patients with low CCI scores for predicting mortality in COVID-19 patients, but has not been found reliable in patients with high CCI scores.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
6.
Yaşlı Bir Hastada Aşırı Doz Rivastigmin Transdermal Flaster Sonrası Ölümcül Bir Sonuç
A Lethal Outcome After Overdose of Rivastigmine Transdermal Patch in An Elderly Patient
Ökkeş Hakan Miniksar, Umut Sabri Kasapoglu, Ferda Özmen
Sayfalar 42 - 45
Rivastigmin demans tedavisinde kullanılan, oral veya transdermal formları bulunan bir kolinesteraz inhibitörüdür. Bu çalışmada Alzheimer tipi demansı olan 92 yaşında erkek hastada görülen ve mortal seyreden rivastigmin toksisite olgusunu sunuyoruz. Hasta yakını tarafından sekiz adet rivastigmin yamanın yanlışlıkla çoklu uygulanması sonrası akut kolinerjik sendrom düşünülen hasta yoğun bakım ünitesine kabul edildi. Pralidoksim tedavisi sonrası klinik bulgularda düzelme gözlenmeyen hastada bilinç kaybı ve solunum depresyonu gelişmesi sonrası endotrakeal entübe edilerek mekanik ventilatör desteği sağlandı. Çoklu organ yetmezliği gelişen hasta yatışının 20. gününde kaybedildi. Hatalı transdermal ilaç uygulamalarının ölümcül sonuçlara yol açabileceği göz önünde bulundurulmalı, hasta ve yakını bu ilaçların doğru uygulanması konusunda eğitilmeli ve tedavi sürecinde uygun hasta danışmanlığı sağlanmalıdır.
Rivastigmine is a cholinesterase inhibitor with oral or transdermal forms used in the treatment of dementia. In this study, we present the case of rivastigmine toxicity in a 92-year-old male with Alzheimer's type dementia. The patient who was considered to have acute cholinergic syndrome after accidental multiple administration of eight rivastigmine patches by the relative of the patient, was admitted to the intensive care unit. In the patient who did not improve in clinical findings after pralidoxime treatment, after the development of unconsciousness and respiratory depression, endotracheal intubation was provided and mechanical ventilator support was provided. The patient who developed multiple organ failure died on the 20th day of hospitalization. It should be taken into consideration that incorrect transdermal drug applications can lead to fatal results, the patient and his/her relatives should be trained in the correct application of these drugs and appropriate patient counseling should be provided during the treatment process.
Makale Özeti

7.
Yoğun Bakım İzlemi Gerektiren Nöroleptik Malign Sendrom Olgusu: Covid-19 Salgınından Sonra Ateş Yüksekliği Ayırıcı Tanısına Yeni Bir Bakış
A Case of Neuroleptic Malignant Syndrome Requiring Intensive Care Follow-up: A New Perspective on Fever Diagnosis After the Covid-19 Outbreak
Burçin Durmuş, Sefer Özkaya, Ali Avcı, Muhammet Korkusuz
Sayfalar 46 - 49
Nöroleptik malign sendrom nöroloji pratiğinde az rastlanılan, antipsikotiklerin yüksek doz kullanımına bağlı ortaya çıkabilen, ciddi komplikasyonlarla seyretmesi nedeniyle yoğun bakım izlemi gerektiren ve yüksek mortaliteye sahip bir tablodur. Hastada ateş, rijidite, konfüzyon, solunum sıkıntısı görülebilecek önemli semptomlardır. Özellikle 2019-2020 yılında ortaya çıkan ve önemli bir belirtisi de düşmeyen ateş yüksekliği olan Covid-19 hastalığından sonra ateş yüksekliği ile başvuran, anamnezi uygun olan hastaların ayırıcı tanısında akılda bulundurulması gereken bir hastalık olduğu konusunda farkındalığın olması önemlidir. Bu amaçlardan yola çıkarak bu olgunun sunumunun yararlı olacağını düşünmekteyiz.
Neuroleptic malignant syndrome (NMS) is rare in neurology practice, may occur due to high dose use of antipsychotics, requires intensive care follow-up due to its severe complications, and has high mortality. Fever, rigidity, confusion, and respiratory distress are important symptoms. It is important to be aware of the fact that it is a disease that should be kept in mind in the differential diagnosis of patients with fever, especially after the Covid-19 disease, which emerged in 2019-2020 and whose fever does not decrease as an important symptom. Based on these purposes, we think that the presentation of this phenomenon will be useful
Makale Özeti

8.
Açık Kalp Cerrahisi Uygulanan Hastada Laringeal Granüloma ve Subglottik Darlığa Bağlı Postoperatif Solunum Sıkıntısı
Postoperative Respiratory Distress due to Laryngeal Granuloma and Subglottic Stenosis in a Patient Undergoing Open Heart Surgery
Çağla Yazar, Manat Aitakhanova, Aykan Gülleroğlu, aynur camkiran firat, Pinar Zeyneloglu
Sayfalar 50 - 53
Açık kalp cerrahisi sonrasında solunum fonksiyonlarında bozulmanın nedeni multifaktöriyeldir.
Olgu: 67 yaşında kadın hasta mitral kapak replasmanı ve triküspit annuloplasti sonrasında entübe olarak yoğun bakım ünitesine (ybü) kabul edildi. Hastanın torakotomi ile mitral komissurotomi öyküsü vardı. Postoperatif ilk gün sorunsuz ekstübe edildi. Postoperatif 3. gün ateşi olan hastaya ampirik olarak antibiyoterapi başlandı ve servise alındı. Postoperatif 5. gün hasta solunum sıkıntısı ve takipne nedeni ile ybüye yeniden kabul edilerek, noninvaziv mekanik ventilasyon (NIMV) desteği ve dobutamin 5mcg/kg/dk başlandı. Mostcare ile ileri hemodinamik monitorizasyon yapıldı, kardiyak indeksin düşük ve laktat artışı olması nedeni sıvı replasmanı yapıldı. Transtorasik ekokardiyografi takibi yapıldı. Septik şok ön tanısyla tazocin 3x4,5 gram başlandı. Postoperatif 6.gün solunum sıkıntısının artması ve yardımcı solunum kaslarını kullanması nedeni ile hasta entübe edildi. Postoperatif 7. gün ekstübe edildi, NIMV 30 dk/2 saat başlandı. Postoperatif 8. gün boğaz ağrısı olduğu için kulak burun boğaz (KBB) bölümüne konsülte edildi. Yapılan görüntülemede uvula, yumuşak ve sert damak, mandibula iç mukoza alveolar processde yaygın mukozal aftöz lezyonlar görüldü. Bronkoalveoler lavajda Galaktomannan pozitif gelmesi üzerine flukanozol tedavisi başlandı. Postoperatif 15.gün hasta taburcu oldu. Aynı gece ani gelişen solunum sıkıntısı nedeni ile yeniden ybüye kabul edildi ve NIMV desteği başlandı ancak solunum sıkınıtısı artan ve bilinci kapanan hasta entübe edildi. Ertesi gün KBB bölümü tarafından ameliyathane şartlarında direkt laringoskopi yapıldı ve vokal kord hizasından 3x4 cm boyutlarında polipoid lezyon çıkarıldı. Ancak 2 gün sonra hastada yeniden solunum sıkıntısı gelişmesi nedeniyle tekrar direkt laringoskopi (DL) ile bakıldı, subglottik bölgede posteriorda krikoid kartilaj altında nekroze krutlar temizlendi, postoperatif solunum sıkıntısı düzelen hasta postoperatif 18. gün ekstübe edildi ve NIMV ile desteği devam etti. Hasta postoperatif 33. gün taburcu edildi.
Sonuç: Postoperatif solunum sıkıntısı gelişen hastalarda entübe kalınan süre ne kadar kısa olursa olsun laringeal granüloma ve subglottik darlıklar akılda tutulmalıdır.
The cause of impairment in respiratory functions after open heart surgery is multifactorial.Case: A 67-year-old female patient was admitted to the intensive care unit (ICU) as intubated after mitral valve replacement and tricuspid annuloplasty. She was extubated on the first postoperative day. On the postoperative 5th day, the patient was re-admitted to the ICU due to respiratory distress and tachypnea. Noninvasive mechanical ventilation (NIMV) support and dobutamine 5mcg/kg/min were started. Tazocin 3x4.5 grams started with prediagnosis of septic shock. The patient was intubated on the 6th postoperative day because of the increase in respiratory distress. She was extubated on the postoperative 7th day, and NIMV was started. On the 8th postoperative day, she was consulted to the ENT department because of sore throat. Widespread mucosal aphthous lesions were observed in the uvula, soft and hard palate, mandible inner mucosa and alveolar process. When Galactomannan was positive in bronchoalveolar lavage, fluconozole treatment was started. The patient was discharged on the postoperative 15th day. On the same night, she was admitted to the ICU again due to sudden respiratory distress and NIMV support was started, but the patient whose respiratory distress increased and was unconscious was intubated. The next day, direct laryngoscopy was performed by the ENT department under operating room conditions, and a 3x4 cm polypoid lesion was removed from the vocal cord level. However, after 2 days, the patient was re-examined by direct laryngoscopy, necrotic crusts were removed under the cricoid cartilage posteriorly in the subglottic region, the patient recovered from postoperative respiratory distress, was extubated on the 18th postoperative day and his support with NIMV continued. The patient was discharged on the 33rd postoperative day.Conclusion: Laryngeal granuloma and subglottic strictures should be kept in mind in patients with postoperative respiratory distress, no matter how short the intubation period is.
Makale Özeti