Cilt: 15  Sayı: 1 - Nisan 2017
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Erişkin karaciğer transplantasyonunda yoğun bakım yönetimi
Intensive care management in adult liver transplantation
Mert Akan
Sayfalar 1 - 20
Karaciğer transplantasyonu uygulanan hastaların yoğun bakım yönetimi çok yönlü bir izlemi ve multidisipliner bir yaklaşımı gerektirir. Günümüzde ideal bir yoğun bakım tedavisi için deneyimli bir ekibe (doktor, hemşire, fizyoterapist, hastabakıcı, vb.) ve gelişmiş yoğun bakım/kurum olanaklarına gereksinim vardır. Karaciğer transplantasyonunun başlamasından günümüze kadar geçen süreçte transplantasyon olgularının postoperatif erken dönem yoğun bakım yönetimleri de hızlı bir şekilde gelişme göstermiştir. Preoperatif optimizasyon, cerrahi teknik, intraoperatif anestezi yönetimi, organ prezervasyonu, yoğun bakım ve immünosupresyon tedavilerindeki gelişmeler ile 1998'de %79 düzeyinde olan karaciğer transplantasyonu sonrası bir yıllık sağkalım 2008'de %90'a ve 1998'de %33 düzeyinde olan on yıllık sağkalım 2010'da %66'ya yükselmiştir. Karaciğer transplantasyonlu olguların yoğun bakım yönetiminde özellikle hızlı hemodinamik stabilizasyon, ağır koagülopatinin düzeltilmesi, solunum stabilizasyonu ve mekanik ventilasyondan erken ayırma, uygun sıvı-elektrolit tedavisi, böbrek fonksiyonlarının korunması, greft rejeksiyonun önlenmesi ve enfeksiyon profilaksisi/tedavisi büyük önem taşır. Erken postoperatif dönem çok hassas bir süreç olduğundan yakın monitörizasyon, kardiyorespiratuvar fonksiyonların stabilizasyonu ve idamesi, greft fonksiyonunun sık değerlendirilmesi, komplikasyonların erken tanınması ve ekstrahepatik organ yetersizliklerinin hızlı tedavisi mortalite/morbiditenin azaltılabilmesi için zorunludur.
Intensive care management of liver transplanted patients requires through monitoring and multi-disciplinary approach. For an ideal intensive care treatment today, an experienced team (doctor, nurse, physiotherapist etc.) and advanced intensive care/institution facilities are mandatory. Postoperative intensive care management of transplanted cases has shown a rapid development since the introduction of liver transplantation. While one-year survival rate after LT was 79% in 1998, it raised to 90% in 2008, and while ten-year survival rate was 33% in 1998, it raised to 66% in 2010 owing to improvements in preoperative optimization, surgical technique, intraoperative anesthesia management, organ preservation, intensive care and immunosuppressive treatment. Rapid hemodynamic stabilization, correction of severe coagulopathy, respiratory stabilization and early liberation from mechanical ventilation, appropriate fluid-electrolyte therapy, preservation of renal functions, prevention of graft rejection and prophylaxis/treatment of infection are particularly important in intensive care management of liver transplanted patients. Since early postoperative period is critical, close monitoring, stabilization and maintenance of cardiorespiratory functions, frequent examination of graft function, early identification of complications and prompt treatment of extrahepatic organ failure are mandatory in order to reduce mortality/morbidity.
Makale Özeti

ORJINAL ARAŞTIRMA
2.
Yoğun bakım ünitelerinde yatan hastaların çeşitli klinik örneklerinden izole edilen mikroorganizmalar ve antibiyotik duyarlılıkları
Microorganisms ısolated from various clinical samples and their antibiotic susceptibilities in ıntensive care units patients
Ayşe Barış, Mehmet Emin Bulut, Ahsen Öncül, Banu Bayraktar
Sayfalar 21 - 27
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım üniteleri, hastane enfeksiyonlarının ve dirençli mikroorganizmaların en yaygın görüldüğü hastane bölümleridir. Bu çalışmada; bir yıllık dönemde yoğun bakım ünitelerinde yatan hastalara ait çeşitli örneklerden izole edilen mikroorganizmalar ve antibiyotik duyarlılıklarının belirlenmesi amaçlanmıştır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bakterilerin tanımlanmasında MALDİ TOF MS ve BD Phoenix sistemi kullanılmış, antibiyotik duyarlılıkları Kirby Bauer disk difüzyon yöntemi ve BD Phoenix sistemi kullanılarak CLSI önerileri doğrultusunda değerlendirilmiştir.
BULGULAR: 575 (%49.4) gram negatif bakteri (GNB), 556 (%47.8) gram pozitif bakteri (GPB) ve 32 (%2.7) Candida spp. olmak üzere toplam 1163 mikroorganizma elde edilmiştir. Suşların 488’i kan, 233’ü idrar, 224’ü solunum yolu, 88’i steril vücut sıvısı, 68’i yara, 62’si kateter örneğinden üretilmiştir. En sık izole edilen GNB’ler sıklık sırasına göre; 131 (%11,2) Acinetobacter baumannii, 109 (%9.3) Klebsiella pneumoniae, 91 (%7.8) Escherichia coli olarak belirlenmiştir. Genişlemiş spektrumlu beta laktamaz üretimi 16 E.coli, 29 Klebsiella spp.’de saptanmıştır. Karbapenem direnci 132 Acinetobacter spp., 27 Pseudomonas spp., 14 K. Pneumoniae,bir E.coli suşunda saptanmıştır. Pseudomonas cinsine amikasin ve ciprofloksasin, Acinetobacter cinsine amikasin ve kolistin, Escherichia ve Klebsiella cinslerine ise amikasin ve imipenem en etkili antibiyotikler olarak tespit edilmiştir. En sık izole edilen GPB’ler sıklık sırasına göre; 351 (%30) Koagülaz negatif stafilokok (KNS) (192 S. epidermidis), 111 (%9.5) Enterococcus spp. (67 Enterococcus faecalis), 55 S. aureus olarak belirlenmiştir. Metisilin direnci yedi S. aureus, 191 KNS’de, vankomisin direnci ise üç Enterococcus faecium suşunda saptanmıştır. S. aureus ve Enterococcus suşlarına karşı en etkili antibiyotikler linezolid, vankomisin ve teikoplanin olarak belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Her merkezin kendi mikroorganizma dağılımı ve direnç durumlarını belirleyerek bu doğrultuda tedavi protokollerini düzenlemesi dirençli mikroorganizmalarla mücadelede fayda sağlayacaktır
INTRODUCTION: Hospital infections and resistant microorganisms are most commonly seen in intensive care units. In this study; the aim was to determine the microorganisms isolated from various clinical specimens of patients hospitalized in intensive care units in one year period and their antibiotic susceptibility.
METHODS: MALDI TOF MS and BD Phoenix system were used for the identification of bacteria. The antibiotic sensitivities were evaluated by Kirby-Bauer disk diffusion method and BD Phoenix system in accordance with the CLSI.
RESULTS: During the study, a total of 1163 microorganisms was obtained; 575 (49.4 %) gram-negative bacteria (GNB), 556 (47.8 %) gram-positive bacteria (GPB) and 32 Candida spp. (2.7 %). Isolates were obtained from blood (488), urine (233), respiratory tract (224), sterile body fluid (88), wounds (68) and catheter (62) samples.
The most frequently isolated GNBs were: 131 (11.2 %) Acinetobacter baumannii, 109 (9.3 %) Klebsiella pneumoniae, 91 (7.8 %) Escherichia coli in order of frequency. Extended-spectrum beta-lactamase production was observed in 16 E.coli, 29 Klebsiella spp.. Carbapenem resistance was identified in 132 Acinetobacter spp., 27 Pseudomonas spp., 14 K. pneumoniae, 1 E.coli. For Pseudomonas strains, ciprofloxacin and amikacin; for Acinetobacter strains, amikacin and colistin; for Escherichia and Klebsiella strains, amikacin and imipenem were determined as the most effective antibiotics. The most frequently isolated GPBs were: 351 (30%) coagulase-negative staphylococci (CNS) (192 S. epidermidis ), 111 (9.5%) Enterococcus spp. (67 Enterococcus faecalis), 55 S. aureus, in order of frequency. While Methicillin resistance was determined in 7 S. aureus and 191 KNS; vancomycin resistance was detected in 3 Enterococcus faecium strains. The most effective antibiotics against S. aureus and Enterococcus spp. isolates were identified as linezolid, vancomycin, and teicoplanin.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Arranging of the treatment protocols for every center according to their own microorganism distribution and resistance profiles will be useful in struggle with resistant microorganisms
Makale Özeti

3.
Çocuklarda Ev Tipi Mekanik Ventilasyon Uygulamaları: Erciyes Üniversitesi Deneyimi
Home Mechanical Ventilation In Children: Erciyes University Experience
Nazan Ulgen Tekerek, Adem Dursun, Başak Nur Akyıldız
Sayfalar 28 - 33
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada kronik solunum yetmezlikli hastaların tedavisinde tüm dünyada giderek yaygınlaşan EMV uygulaması hakkındaki deneyimleri paylaşmak ve karşılaşılan sorunlara dikkat çekmek amaçlanmıştır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2009- Mart 2016 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Yoğun Bakım ünitesinde kronik solunum yetmezliği nedeniyle EMV uygulanan hastalar geriye dönük olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya EMV uygulamasına başlama yaş ortalamaları 29 ay (8,5-127,5 ay) olan 14’ü (% 48,3) kız, 15’i (%51,7) erkek olmak üzere toplamda 29 hasta dahil edilmiştir. Hastaların ortalama yoğun bakım yatış süresi 75 gün (44-115 gün), taburculuk sonrasında ki ortalama takip süreleri ise 110 gün (52,5-510 gün) idi. Yirmibeş (%86,2) hasta nörolojik hastalıklar nedeniyle, 4 hasta (%13,8) ise akciğer hastalıkları nedeniyle takip edilmekteydi. Hastaların 25’ine (%86.2) İMV ( 13’ü erkek, 12’si kız), 4’üne (13.8) NİMV (2’si erkek, 2’si kız) uygulandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ülkemizde çocuk yoğun bakım yatak kapasitesinin sınırlıdır ve EMV kronik hasta yükünü hafifletme açısından iyi bir seçenektir
INTRODUCTION: The aim of this present study is to share experiences and to draw attention to the problems about home mechanical ventilation which is used in the treatment of patients with chronic respiratory failure and increasingly widespread all over the world
METHODS: We retrospectively analyzed the medical records of the patients with chronic respiratory failure in whom Home Mechanical Ventilation initiated between January 2009 and March 2016 at Erciyes Erciyes University Medical Faculty Pediatric Intensive Care Unit
RESULTS: Twenty nine patients (14 males, 15 females) with a median age of 29 month (8,5-127,5 ) were included in this study. The median hospitalization time was 75 day (44-115) and the follow up median time after discharge was 110 day (52,5-510). Twenty-five (86.2%) patients had been followed up due to neurologic diseases, 4 patients (13.8%) due to lung diseases. Twenty five (86.2%) patients (13 males, 12 females) with a median age of 17 month (8-93) received İMV and 4 (13.8%) patients (2 males, 2 females) with a median age of 162 month (73,5-189) received NİMV.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our country pediatric intensive care bed capacity is limited and HMV is a good option in terms of alleviating the burden of chronic patients.
Makale Özeti

4.
Ratlardaki difüz beyin travmasında hipertonik salin ve magnezyum sülfatın intraventriküler uygulamayla etkilerinin karşılaştırılması.
Comparative effects of intraventricular magnesium sulfate and hypertonic saline on cerebral injury in rats.
Nurcan Kızılcık, Erhan Çelikoğlu, Taha Keleştemur, Özge Köner, Merşh İş, Sevgi Bilgen, Ayçiçek Çeçen, Bayram Yılmaz
Sayfalar 34 - 38
GİRİŞ ve AMAÇ: Difüz beyin hasarı travmada en yaygın karşılaşılan sorunlardan biridir ve artmış kafa içi basıncı vasıtasıyla morbidite ve mortalite yol açar. Çalışmamızın amacı, sıçanlarda magnezyum sülfat ve hipertonik salinin difüz beyin hasarı üzerine etkisini karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda 250-300 gr ağırlığında on sekiz erkek Sprague-Dawley sıçan kullanıldı. Sıçanlar randomize olarak travma (kontrol), travma + magnezyum ve travma + hipertonik salin olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Travmatik beyin hasarı modifiye Feeney kafa travması modeli ile oluşturuldu. Sırasıyla gruplara 10 mcL izotonik, magnezyum sülfat ve hipertonik salin tek doz, intraventriküler uygulanmıştır. Sıçanlar travmadan 24 saat sonra dekapite edildi. Beyinleri hemen diseke edildi ve histopatolojik deneyler için -80ºC kuru buz ile saklandı.
BULGULAR: Hasarlı nöron sayısı hem kontrol hem de hipertonik salin grubunda anlamlı olarak yüksekti. (p = 0.001, p = 0.008) Ancak, hipertonik salin ve kontrol grupları arasında anlamlı bir fark yoktu, magnezyum grubunda anlamlı olarak daha düşüktü (p< 0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: İntraventriküler magnezyum uygulaması bu çalışmada sıçanlardaki travmatik beyin hasarı modelinde, hasarlı nöronların sayısını azaltmada etkili bulunmuştur. Bu sonuçlar ileri prospektif çalışmalarda travmatik beyin hasarı olan hastaların tedavisinde magnezyum kullanımının değerlendirilebileceğini düşündürmektedir.
INTRODUCTION: Traumatic brain injury is one of the most common problems encountered in, patients with trauma and it leads to morbidity and mortality via increased intracranial pressure. The aim of the study was to compare the of magnesium sulfate and hypertonic saline on cerebral injury in rats.
METHODS: Eighteen male Sprague-Dawley rats weighing 250–300 g were randomly and equally divided into trauma (control), trauma+magnesium, and trauma+hypertonic saline groups. Traumatic brain injury was induced by modified Feeney head trauma model. A single dose of 10 µL isotonic saline, magnesium sulphate or hypertonic saline was applied intraventricularly into the control, magnesium, and hypertonic saline groups, respectively. Rats were sacrificed and decapitated 24 hours after the head trauma. Brains were dissected immediately and were put on dry ice and stored at -80ºC for histopathological experiments.
RESULTS: The number of injured neurons was significantly lower in magnesium group than both control and hypertonic saline groups (p=0.001, p=0.008 respectively) However, the number of injured neurons did not show significant difference between hypertonic saline and control groups (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Intraventricular magnesium but not hypertonic saline, is effective in reducing the number of the injured neurons in rat traumatic brain injury model. On this basis, further clinical prospective studies are needed to evaluate the use of magnesium in the management of patients with traumatic brain injury.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
5.
Apne Testi Esnasında Gelişen Bilateral Pnömotoraks: Olgu Sunumu ve Literatür Taranması
Bilateral Pneumothorax During Apnea Test: A Case Report and Review of Literature
Ali Ahıskalıoğlu, Elif Oral Ahıskalıoğlu, Ahmet Murat Yayık, Ahmet Kacıroğlu, Bahadır Çiftçi, Nazım Doğan
Sayfalar 39 - 42
Beyin ölümü tüm beyin fonksiyonlarının geri dönüşümsüz kaybı ile karakterize intrakraniyal dolaşımın durduğu klinik bir durum olarak tanımlanmaktadır. Beyin ölümünün klinik teşhisinde, beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve ağrılı uyaranlara motor yanıt yokluğunun tamamlayıcısı olarak kullanılan testlerden birisi apne testidir. Apne testi komplikasyon oranı yüksek olan bir testtir. Apne testi esnasında hipoksi, hipotansiyon, asidoz, kardiak aritmi, asistol, pnömotoraks, pnömomediastinum ve pnömoperitonium gibi komplikasyonlar gelişebilir. Bu vakada oksijen kanülünün havayolunu tıkaması sonucu gelişen hava hapsine bağlı bilateral pnömotaraks olgusu sunulmuştur.
Brain death is a clinical condition in which characterized intracranial circulation stops because of the irreversible loss of all brain functions. Apnea test is one of the tests which are used in the clinical diagnosis of brain death and it is used as complement to absence of brain stem reflexes and absence of motor response to painful stimulants. Apnea test is one of the tests in which complication rate is high. Some possible complications of apnea test are hypoxia, hypotension, acidosis, cardiac arrhythmia, asystole, pneumothorax, pneumomediastinum and pneumoperitoneum. In this case, biletarel pneumothorax occurs as a result of air trapping which occurs because of the obstruction in the airway of oxygen cannula.
Makale Özeti

6.
Hemoperfüzyon ile tedavi edilen Amitriptilin kardiyak toksisitesi
Amitriptyline cardiac toxicity treated with hemoperfusion
Nurdan Ünlü, Gülbahar Çalışkan, Nermin Kelebek Girgin, Remzi İşçimen, Ferda Kahveci
Sayfalar 43 - 46
Trisiklik antidepresan intoksikasyonuna yaygın kullanımları nedeniyle çocuklarda ve erişkinlerde sıklıkla rastlanır. Amitriptilin majör trisiklik antidepresanlardandır. Kardiyovasküler, solunum ve santral sinir sistemini etkiler. Amitriptilin intoksikasyonununda gastrik lavaj, aktif kömür, bikarbonat infüzyonu, antiaritmik ve antikonvülzan ilaç kullanımı gibi çeşitli tedaviler uygulanmaktadır. Bu yazıda, uygulanan tedavilere yanıt vermeyen fakat hemoperfüzyon ile dramatik olarak klinik tablosu düzelen ciddi amitriptilin intoksikasyonu olan olguyu sunduk. Otuz üç yaşında kadın, suisid amacıyla 2000 mg amitriptilini oral yoldan aldıktan yarım saat sonra acil servise başvurdu. Başvuru anında Glasgow Koma Skoru (GKS) 10, kan basıncı 100/60 mmHg, kalp tepe atımı dakikada 160 idi. Elektrokardiyogramında (EKG) geniş QRS ve ventriküler taşikardi olduğu görüldü. GKS’si 7’ye gerileyen olgu entübe edilerek başlangıç tedavileri sonrası yoğun bakıma kabul edildi. Yarım saat içinde hemoperfüzyon uygulanmaya başlandı. Hemoperfüzyon devam ederken EKG’sinin sinüs taşikardisine döndüğü görüldü. Kardiyovasküler ve nörolojik muayenesi 2. günde normale dönen olgu yatışının 4. gününde yoğun bakımdan taburcu edildi. Yüksek oranda proteine bağlanması ve geniş dağılım hacmi nedeniyle amitriptilin doz aşımında klasik tedavide hemoperfüzyon rutin olarak önerilmemekle birlikte, son yıllarda hemoperfüzyonun etkinliğini gösteren güncel yayınlar da giderek artmaktadır. Oral alım sonrası trisiklik antidepresanlar hızla absorbe olur ve özellikle akciğer, kalp ve beyin gibi dokularda etkin konsantrasyona ulaşır. Bu nedenle, alımın erken evresinde uygulanan hemoperfüzyon etkin bir tedavidir ve klasik tedavilere cevap alınamayan durumlarda erken dönemde bu yöntemin kullanılabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Tricyclic antidepressant intoxication is frequent among children and adults owing to widespread use. Amitriptyline is one of the major tricyclic antidepressants. It affects the cardiovascular, respiratory and central nervous system. In the treatment of amitriptyline intoxication, there are various treatment modalities such as gastric lavage, activated charcoal, bicarbonate infusion, antiarrhythmic, and anticonvulsant drugs. Here, we report a case of severe amitriptyline intoxication who did not respond to these treatments but dramatically improved with hemoperfusion. A 33 year-old woman applied to the emergency department half an hour after ingesting 2000 mg of amitriptyline as a suicide attempt. On admission, her Glasgow Coma Score (GKS) was 10, blood pressure was 100/60 mmHg, heart rate was 160/min. Electrocardiography (ECG) showed arrhythmias characterized by ventricular tachycardia and wide QRS complexes. Her GKS regressed to 7 and she was immediately intubated. Having been performed the initial treatments she was admitted to intensive care unit. Hemoperfusion was commenced within half an hour. While hemoperfusion was continuing, ECG turned to sinus tachycardia. Her cardiovascular and neurological status returned to normal on the 2nd day and she was discharged from the intensive care unit on the 4th day. Besides hemoperfusion is not recommended due to high protein binding and large volume of distribution in classical treatment of amitriptyline overdose, current reports representing efficacy of HP are also accumulating. After ingestion, tricyclic antidepressants are absorbed rapidly and taken up by the tissues, especially by the lung, the brain and the heart. Hence, hemoperfusion performed in early stage of ingestion is an effective treatment and in cases that do not respond to conventional therapies it should be considered that this modality can be performed in the early period.
Makale Özeti