Cilt: 14  Sayı: 2 - Ağustos 2016
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Kritik hastalıkta akut beyin disfonksiyonunun monitorizasyonu
Monitorization of acute brain dysfunction in critical illness
Günseli Orhun, Figen Esen
Sayfalar 47 - 53
Akut beyin disfonksiyonu, yoğun bakım ünitesinde yaygın olarak görülen ve deliryumdan komaya kadar değişen nörolojik değişikliklerin izlendiği klinik bir tablodur. Kritik hastalarda genellikle sepsis sırasında ortaya çıkan bu sendrom “sepsis ilişkili ensefalopati” olarak da adlandırılır ve bu durum, mortalite, morbidite artışı ve uzun dönem kognitif bozukluk gelişmesi ile ilişkili olduğu için önemlidir. Kritik hastalarda beyin fonksiyonlarının monitorizasyonu, ayrıntılı nörolojik muayene ile başlamalıdır ve değerlendirme sırasında nörolojik yanıtları değiştirebilecek sedatif ilaçların etkileri dikkate alınmalıdır. Beyin görüntüleme yöntemleri ve elektrofizyolojik incelemeler ise nörolojik muayeneyi tamamlayan tanı yöntemleridir. Bilgisayarlı tomografi, yapısal intraserebral lezyonların tanısını sağlarken, manyetik rezonans görüntüleme, sepsis ilişkili ensefalopatinin primer patolojik mekanizmalarına ve beyinde gelişen yapısal değişikliklere ilişkin önemli bilgiler sağlar. Elektroensefalografi kullanımı ile akut beyin disfonksiyonunun tanısı ve prognozu hakkında kanıtlar elde edilebilir. Nörolojik biyomarkırların tanıda ve prognozun tayin edilmesinde yararlı olabileceği düşünülmekle beraber bu konuda daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
Acute brain dysfunction is a clinical condition which is commonly observed in intensive care units and exhibits neurological changes ranging from delirium to coma. Typically manifesting during sepsis in critical patients, this syndrome is also named as "sepsis-associated encephalopathy" and this situation is of significance since it is related to mortality, increase of morbidity and long-term cognitive impairment. Monitorization of brain functions in critically ill patients should be commenced with detailed neurological examination and effects of sedative drugs, which can alter neurological responses during evaluation, should be taken into consideration. Brain imaging methods and electrophysiological examinations are diagnostic procedures which complement neurological examination. While computed tomography enables diagnosis of structural intracerebral lesions, magnetic resonance imaging provides important information on primary pathological mechanisms of sepsis-associated encephalopathy and structural alterations developing in the brain. Evidence can be acquired as to diagnosis and prognosis of acute brain dysfunction, through use of electroencephalography. While it is believed that neurological biomarkers can prove useful in diagnosis and prognosis determination, more studies are needed in this subject.
Makale Özeti

ORJINAL ARAŞTIRMA
2.
Yoğun Bakıma Hasta Transferinde Doğru Bilgilendiriliyor Muyuz?
Are We Being Informed Truly During The Patient Transfer To The Intensive Care Units?
Münire Babayigit, Zehra Baykal Tutal, Necla Derelı, Handan Güleç, Mustafa Alparslan Babayigit, Eyüp Horasanlı
Sayfalar 54 - 58
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım endikasyonu nedeniyle hastaların hastaneler arası transferinde ne derecede doğru bilgilendirme yapıldığını ortaya koymayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz genel yoğun bakım ünitesine hastane dışından kabul ettiğimiz 38 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik verileri, yoğun bakıma kabul öncesi bildirilen ve kabul sonrası tespit edilen tanıları, transfer nedeni ve doğruluğu, yoğun bakım kalış süresi ile yapılan tedaviler kaydedildi
BULGULAR: Hastalarımızın 17’si (%44,7) erkek, 21 ‘i (%55,3) kadındı. Hasta hakkında bilgilendirmeyi yapan kişilerin %50’si araştırma görevlisi,% 34,2’si uzman doktor, %15,8’si 112 sağlık personeli idi. En sık transfer nedenlerinin, invaziv hemodinamik monitörizasyon (% 52,6), mekanik ventilasyon (% 36,8) ve diyaliz gereksinimi (% 10,5) olduğu saptandı. Yoğun bakıma kabul sonrası hastalar değerlendirildiğinde; hastalar hakkında %71,1 oranında eksik ve/veya yanıltıcı bilgi verildiği saptandı. Kabul esnasında bildirilmediği saptanan en sık sağlık problemleri sırasıyla kronik sistemik hastalıklar (% 25,8), acil kardiyak patoloji (% 16,1), malignite (% 12,9), aktif enfeksiyon (% 12,9), psikiyatrik hastalık (% 12,9) ve nörolojik defisit (% 9,7) idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız sonucunda çoğu hasta transferinin eksik yada yanıltıcı bilgilendirme ile 3. basamak yoğun bakım endikasyonu olmadan uygunsuz bir şekilde yapıldığı tespit edilmiştir. Yoğun bakım ünitelerini efektif kullanmak için hastaneler arası hasta transferlerinde doğru bilgi edinmeyi sağlayıcı etkin bir sistem kullanılması gerektiği kanısındayız.
INTRODUCTION: We aimed to demonstrate to what extent do the right information in patients’ inter-hospital transfers due to the intensive care indications
METHODS: In this study,38 patients who were approved from the other hospitals to our general intensive care unit (ICU)were included. The demographic data of patients, ICU pre-admission and post-admission determined diagnosis, the reason and accuracy of the transfer, the overall staytime and the treatments in ICU were recorded.
RESULTS: Of all the patients, 44.7% (17 person) were male and 55.3%(21 person) were female. 50% of the people who informed patientswere research assistants, 34.2% of them were specialist doctors, and 15.8%were 112 medical personnel. The most common causesof the transfer were found to beinvasive hemodynamic monitoring (52.6%), mechanical ventilation (36.8%) and the need for dialysis (10.5%).When the patients were evaluated after admission to intensive care unit, the 71.1% for patients was foundto be incomplete and / or misleading information.The most frequently reported health problems not detected during acceptance were chronic systemic diseases (25.8%), emergency cardiac pathologies (16.1%), malignancy (12.9%), active infection (12.9%), psychiatric disorders (12.9%) and neurological (% 9,7)respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study results revealedthat the most of the patient transfers were made improperly with incomplete or misleading information and without the tertiary care indication of intensive careunit. In order to use the ICU effectively, we believe that effective inter-hospital patient transfer system which must give correct information should be established.
Makale Özeti

3.
Nütrisyon timi yoğun bakımda neleri değiştirir
What does change with nutrıtıon team in intensive care unıt
Ahmet Fatih Yılmaz, Ertuğrul Kilic, Sema Gürsel, Nazlı Tiryaki
Sayfalar 59 - 62
GİRİŞ ve AMAÇ: Klinik Nütrisyon; hastaların hastanede veya evlerinde hekim kontrolünde beslenme desteği tedavisi almalarıdır. Hekim, diyetisyen, eczacı ve hemşire kontrolünde multidisipliner çalışmalar yapılır. Çalışmamızda nütrisyon Timi’nin aktif olduğuilk yıl içinde, bir önceki yıla göre Genel Yoğun Bakım Ünitesinde (GYBU) gözlemlenen hasta yatış oranları, exitus oranları, bası yarası oluşum oranları, albumin kullanım oranları, hasta yatış süreleri, APACHE II skorları, parenteral enteral ürün kullanım oranları ve hasta başı maliyetlerindeki değişiklikleri sunmak istedik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 6 yataklı GYBU dahil edilmiştir. Retrospektif olarak dosya taraması yöntemi ile 1 ocak 2012 ile 31 aralık 2012 tarihleri arasında yatışı yapılan hasta grubu ile 1 ocak 2013 ile 31 aralık 2013 tarihleri arasında yatışı yapılan hastalar karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Yatışı kabul edilen hasta sayısı 2012 yılında 341, 2013 yılında 369 dur. Exitus olan hasta sayısı 2012 de 86 (%25.2) 2013 de 106 (%28.7) dır. Bası yarası oluşan hasta sayısı 2012’de 122 (%35.7) 2013’ de 92 (%24.7) dir. Human Albümin kullanımları (100 ml) %23 (2012 kullanımı 225, 2013 kullanımı 175 adet) 50 ml de %33 (2012 kullanımı 122, 2013 yılı kullanımı 82 adet) azalmıştır. Hasta yatış süreleri [6.3±0,9; 5.8±0,9 (gün) (p=0,06)] olarak gözlenmiştir. APACHE II skoru ortalamaları [24,7±6,9; 30,5±11,4 (p=0,03)] olarak gözlenmiştir. Ürün tiplerine göre dağılım incelendiğinde 2012’de parenteral ürünlerin enteral ürünlere kullanım oranı 2 ye 1 iken, 2013 yılında enteral ürünlerin parenterallere kullanım oranı 2 ye 1 olmuştur. Hasta başı maliyet ise günlük 100 Türk Lirasından 55 Türk Lirasına gerilemiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Nutrisyon Timi, yoğun bakım ünitesinde takip edilen hastalarda, klinik süreci doğrudan etkiler. Uygun beslenme ürünleri ve doğal beslenme yollarının kullanımının, albumin gibi ek ürün kullanımını azaltabildiği gibi maliyetleri de azaltacağı kanatindeyiz.
INTRODUCTION: Clinical nutrition defines the nutrition support therapy provided to patients under medical supervision at the hospital or home setting. It is a multidisciplinary task performed under the control of the physician, dietician, pharmacist and nurse. In our study, we would like to present the changes in the patient admission statistics to the General Intensive Care Unit (GICU), the exitus ratios, decubitus ulcers, albumin use, duration of the hospital stay, APACHE II scores, use of parenteral and enteral products, and the cost per patient within the first year of activity of the nutrition team in comparison to the previous year.
METHODS: For the purposes of the study, the files of the patients admitted to the 6-bed GICU between 1 January 2012 and 31 December 2012 were retrospectively compared with those admitted between 1 January 2013 and 31 December 2013.
RESULTS: The number of the patients admitted to the GICU was 341 in 2012 and 369 in 2013. The number of the patients lost in 2012 was 86 (25.2%), while it was 106 in 2013 (28.7%). In 2012, 122 patients (35.7%) had decubitus ulcers, while this number was 92 (24.7%) in 2013. Human albumin use was reduced by 23% for the 100 ml (225 in 2012, 175 in 2013) and by 33% for the 50 ml doses (122 in 2012, 82 in 2013). Duration of the hospital stay was 6.3±0.9 vs. 5.8±0.9 (days) (p=0.06). The mean APACHE II scores were 24.7±6.9 vs. 30.5±11.4 (p=0.03). When the distribution according to the product types were evaluated, it was observed that the ratio of parenteral products to enteral products was 2 to 1 in 2012, in 2013, the ratio of enteral products to parenterals was 2 to 1. The cost per patient diminished from 100 TL per day to 55 TL per day.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The nutrition team directly influences the outcome in patients under treatment in the intensive care unit. Using appropriate nutritional products and natural routes of nutrition may reduce the need for additional products including albumin and consequently decrease the treatment costs.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
4.
Postoperatif Deliryum Etyolojisinde Tiroid Fırtınası: Olgu Sunumu
Postoperative delirium caused by thyroid storm: Case report
Nermin Kelebek Girgin, Remzi İşçimen, İrem Aydoğmuş, Sinan Bora, Ayşen Akkurt Kocaeli, Ferda Kahveci
Sayfalar 63 - 67
Deliryum; farklı fiziksel veya fizyopatolojik nedenler ile beynin etkilenmesine bağlı bilinç ve yönelim bozukluğu ile karakterize, davranışın ileri derecede bozulduğu bir akut organik beyin sendromudur. Deliryum hastane ve yoğun bakım yatış süresinde uzamaya, morbidite ve mortalitede artışa neden olmaktadır.
Tiroid fırtınası hayatı tehdit eden ağır bir tirotoksikoz tablosu olup, deliryuma neden olan endokrinolojik bozukluklardan birisidir. Çoğunlukla akut enfeksiyon, cerrahi stres veya travma sonrasında ani olarak ortaya çıkar. Tiroid hormonlarının fazla salgılanması sonucu ortaya çıkan bu tablonun erken tanı ve tedaviye bağlı olarak mortalitesi %20-50 arasında değişmektedir.
Bu yazıda genel anestezi altında süspansiyon laringoskopi sonrası akciğer ödemi tanısıyla yoğun bakıma alınan bir olguda, hiperaktif deliryum ile ortaya çıkan tirotoksikoz tablosunun tanı ve tedavi sürecini sunmayı amaçladık.
Delirium is an acute organic brain syndrome of different physical and pathophysiological etiologies characterized by a disturbance of consciousness with accompanying change in cognition. Delirium is associated with prolonged hospital and intensive care unit (ICU) length of stay, and increased morbidity and mortality.
Thyroid storm is a severe, life-threatening type of thyrotoxicosis and is one of a few endocrine disorders that cause delirium. It may be precipitated by acute infection, surgical stress or trauma. This condition occurred with excess production of thyroid hormone, and its mortality rate of 20-50% depends on early diagnosis and treatment.
We present the case of a previously unknown hyperthyroid patient who underwent suspension laryngoscopy under general anesthesia. The patients was post-operatively admitted to the ICU because of pulmonary edema and proceeded to develop severe delirium caused by thyrotoxicosis.
Makale Özeti