Cilt: 13  Sayı: 2 - Ağustos 2015
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Sepsis ilişkili miyokardiyal depresyon ve takotsubo sendromu
Sepsis-induced myocardial depression and takotsubo syndrome
Mustafa Kemal Arslantaş, Gülbin Töre Altun, İsmail Cinel
Sayfalar 49 - 56
Sepsisin yol açtığı miyokardiyal kontraktilitede bozulma ile karakterize olan geçici miyokardiyal disfonksiyon yoğun bakımlardaki mortalite ve morbiditenin en önemli nedenlerindendir. Takotsubo sendromu (TS), koroner arterlerinde anlamlı darlık olmayan kişide, sol ventrikül apikal kısmının, geçici balonlaşması ve disfonksiyonu ile karakterize bir sendromdur. Son dönemde, sepsis kaynaklı TS’ye yol açan olası etkenler arasında, tıpkı TS’de görülene benzer şekilde, stres faktörleri ve kardiyak sempatik aşırı aktivasyon sonucunda bölgesel katekolamin dağılımında bozulma ön plana çıkmaktadır. Ek olarak etiyolojide sepsis tedavisinde daha sıklıkla kullanılan vazopressör ajanlar (noradrenalin gibi) tetikleyici olabilir. Günümüzde sepsis ilişkili TS ile ilgili olgu serileri sunulmaya başlanmış olsa da patofizyolojisi, tanısı ve tedavisinde henüz netlik olmayan iki sendromun bir arada görülmesi söz konusudur.
Sepsis induced transient myocardial dysfunction characterized as impairment of myocardial contraction is an important cause of mortality and morbidity in intensive care units. Takotsubo syndrome (TS) is transient ballooning and dysfunction of the apical part of left ventricle without significant stenosis of coronary arteries. Recently, it was suggested impairment in regional catecholamine distribution caused by stress factors and excessive cardiac sympathetic activity mechanism play roles in sepsis such as other causes of TS. Additionally, vasopressor agents (as noradrenaline) which are widely used in sepsis treatment may be triggering factor. Serial case reports of sepsis associated TS are reported, however pathophysiology, diagnosis and treatment strategies of these two different syndromes is not obvious.
Makale Özeti

ORJINAL ARAŞTIRMA
2.
Tek Merkez Kaynaklı Akut Zehirlenme Analizleri: Altı Yıllık Olgu Verisi
Single-Center Analysis Of Acute Intoxication: Six-Year Data Case
Mehtap Selçuk, Nahit Çakar
Sayfalar 57 - 61
Bu çalışmada Ocak 2005 ile Aralık 2011 tarihleri arasında Acıbadem Kadıköy Hastanesi'nde gözlenen verilere dayanılarak akut zehirlenme olgularının retrospektif olarak, zehirlenme tipi, sayısı, hastaların yaş ve cinsiyete göre dağılımları, kronolojisi, alınan toksik ajanın tipi, alınma nedeni, semptomlar, klinik gelişim, tedavi ve tanıda kullanılan toksik analizi detaylı incelenmiştir. Gözlenen değerlere göre, toplam 128 olgunun yaş ortalaması 30.29 ± 14.95 (%77si kadın) bulunmuştur. En yüksek zehirlenme olgusunun Aralık, Ocak ve Haziran aylarında olduğu gözlenmiştir. Toksik maddeler bazında yapılan incelemede 101 kişinin İlaç zehirlenmesi(%78) nedeniyle başvurduğu; yani en sık toksik ajanın tıbbi ilaçlar olduğu; 101 kişinin antidepresan zehirlenmesi (%78) ile başvurduğu görülmüştür. Bunu izleyen ikinci başvuru nedeni olarak alkol overdozu vakasının 18 vaka (%14), olduğu ve bu başvuruların erkek ve yüksek düzey bağımlılıkları olduğu görülmüştür. Olguların % 84’nün suisid amaçlı zehirlenme oldukları saptanmıştır. Mortalite hızı % 0,7 olan olgu analizinde genel yoğun bakım uygulamaları tartışılmıştır. Sosyal faktörlerin zehirlenmenin nedenlerini ve kaynaklarını etkilediği ve yapılan epidemiyolojik araştırmaların akut zehirlenme olgularını tedavi etmede önemli olduğu gösterilmiştir.
A retrospective study on the acute intoxication cases registered at the Acıbadem Kadıkoy Hospital between January 2005 and December 2011 was performed to find out the number and types of poisoning cases treated, their distribution according to patient's sex and age, chronology, type of toxic agents involved, intentionality, history, symptoms, clinical development, treatment and toxicological analysis used for diagnosis. Data from a total of 128 patients with a mean age of 30.29 ± 14.95 years (77% women) were included. The highest rates of poisoning were recorded on the months December, January, June. Based on the survey on toxic intakes, it is found that the most frequent toxic agent is antidepressants with 101 occurrences (78%). The Ethyl alcohol overdose counts as the second with 14% appearing at mostly high level alcohol addicted male patients. It has been observed that 84% of the incidents are suicidal. The implementation of general intensive care are discussed in the case study which indicates a mortality rate of 0.7%. The results illustrate that social factors have impact on the cause and source of poisoning and epidemiologic surveys are important to cure the acute poisoning cases.
Makale Özeti

3.
Yoğun Bakim Hastalarinin Beslenme Tedavisinde Anestezi Uzmanlarinin Tercihleri: Anket Çalışması
Anesthesiologists’ choice of nutritional therapy of intensive care patients: A survey study
Ahmet Şen, Başar Erdivanlı, Tolga Koyuncu, Abdullah Özdemir, Hızır Kazdal
Sayfalar 62 - 67
AMAÇ: Kritik hastaların yatıştan itibaren en erken zamanda yeterli beslenmesini sağlamak önemlidir. Hastanede yatırılarak takip edilen hastalar malnütrisyon gelişimi açısından en riskli gruplardandır.
YÖNTEMLER: Hekimlerin demografik verilerini ve yoğun bakımda nütrisyon tedavisi uygulamalarını değerlendirmeye yönelik 21 soruluk anket, e-posta yoluyla ve sadece Anesteziyoloji ve Reanimasyon uzmanlarına uygulandı. Tam doldurulmayan anketler değerlendirmeye katılmadı.
BULGULAR: Toplam 121 anket değerlendirmeye alındı. Her dört hekimden üçü yoğun bakım servisinde nütrisyon tedavisi uyguladığını ve klavuzları takip ettiğini belirtti. Klavuzları takip eden hekimlerin %75’i rutin nutrisyonel değerlendirme yaparken, klavuzları takip etmeyenlerde bu oran %19 idi (p=0.0003). Tüm hekimlerin ilk tercihi enteral nütrisyondu, parenteral nütrisyon için çoğunluk (90, %74.4) santral venöz katater kullanmayı tercih ediyordu. Parenteral nütrisyonda ürün seçiminde en önemli kriterler, tüm hekimler tarafından, hacim başına kalori ve ürünün hastanede bulunması olarak bildirildi. Klavuzları takip eden hekimlerin %70’i hastalarına balık yağı, %95’i glutamin vermekteydi. Klavuzları takip etmeyen hekimlerde ise bu oranlar sırasıyla %44 ve %80 idi (p=0.01 ve 0.02).
SONUÇ: Çalışmamız sonucunda klinisyenlerin nütrisyonel tedavilerini, bireysel öngörüleri yerine klavuzlardan yararlanarak düzenlemelerinin daha yararlı olabileceği kanaatine vardık.
OBJECTIVE: Providing adequate nutrition to critical patients as early as possible following internalization is important. Hospitalized patients are among the highest risk groups for malnutrition.
METHODS: A questionnaire including 21 questions about clinician’s demographics and nutritional therapies in intensive care units was e-mailed to anesthesiologists only. Partially answered questionnaires were not included in the analysis.
RESULTS: A total of 121 questionnaires were analyzed. Three out of four clinician reported application of nutritional therapy in intensive care unit, and according to the guidelines. While 75% of clinicians following the guidelines were routinely evaluating nutritional status of their patients, this ratio was only 19% in clinicians not following the guidelines (p=0.0003). Enteral nutrition was the first choice of all clinicians, and majority of clinicians (90, 74.4%) preferred central venous catheter for parenteral nutrition. Most important criterias for the choice of parenteral nutritional solution were reported as calories per volume and presence of the solution at the hospital by all clinicians. Among the clinicians following the guidelines, 70% were administering fish oil, 95% were administering glutamin to their patients. Among the clinicians not following the guidelines, these ratios were 44% and 80%, respectively (p=0.01 and 0.02).
CONCLUSION: We are in opinion that following the guidelines instead of the clinician’s individual forecasts may improve the nutritional therapy.
Makale Özeti

4.
Bir Numune Hastanesi Genel Yoğun Bakım Ünitesinde Travma Hastalarının Mortalite Analizi
Mortality Analysis of trauma patients in General Intensive Care Unit of a state hospital
İskender Kara, Savaş Altınsoy, Umut Gök, Ayhan Onur, Rıza Sarıbapıcçı
Sayfalar 68 - 74
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada bir Genel Yoğun Bakım Ünitesinde (GYBÜ) izlenen travma hastalarının genel özellikleri incelenmiş, bu hastalardaki mortalite oranı ve mortaliteye etki eden faktörler saptanmaya çalışılmıştır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Konya Numune Hastanesi’nde Ocak 2012- Mart 2013 tarihleri arasında GYBÜ’de takip edilen 108 travma hastasının verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri ve klinik verileri kaydedildi. Hastalar YBÜ sonuçlarına göre sağ kalanlar ve ölen hastalar olarak iki gruba ayrıldı. Mortalite oranı ve bu orana etki eden faktörler incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya 108 travma hastası dahil edildi. Mortalite oranı %19,4 tespit edildi. Hastaların median yaşları 44,5 ve %75,9’u erkek olarak tespit edildi. Median glasgow koma skorları ölen hasta grubunda sağ kalan hasta grubuna göre daha düşük (5[3-8] vs 15[13-15], p<0,0001), median APACHE II skorları daha yüksek (20[15-26] vs 10[8-13], p<0,0001) ve median yatış süreleri daha uzun (27[5-62,5] vs 2[1-5], p<0,0001) tespit edildi.
En sık görülen travma etiyolojisi %47,2 oranda trafik kazası olup, hastaların %52,7’sinde kafa travması mevcut idi. Herhangi bir nedenle vücudunda fraktür bulunan hastaların oranı sağ kalan hasta grubunda daha yüksek bulundu (%66,7 vs %33,3, p=0,007). Hastaların %38,9 Eritrosit Süspansiyonu, %27,8’i Taze Donmuş Plazma, %0,9’u trombosit süspansiyonu ve %8,3’ü albümin almıştır. İnvaziv mekanik ventilasyon, %27,8 oranda yapılmış olup, median IMV süresi 5[1,75-33,5] gün tespit edildi. Hastaların %42,6’sı opere edilmiştir. Trakeostomi, renal replasman tedavisi, bronkoskopi ve perkütan endoskopik gastrostomi uygulanan hastaların oranı ölen hasta grubunda daha yüksek tespit edildi. Logistic regresyon analizinde ileri yaş (p=0,016, OR: 1,054;%95 CI: 1,010-1100) ve düşük Glasgow koma skoru (p<0,001, OR: 0,583;%95 CI: 0,456-0,745) yoğun bakımdaki travma hastalarının mortalitesini etkileyen bağımsız risk faktörleri olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım ünitemizde travma hastalarının mortalitesini etkileyen bu faktörlerin belirlenmesi ile ülkemizdeki diğer yoğun bakımlarda travma hastalarının yönetimine olumlu katkıda bulunabileceğimizi düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: The aim of this study is to determine the mortality rate and factors affecting the mortality of trauma patients in general intensive care unit(GICU) of a state hospital.
METHODS: Data of trauma patients that were hospitalized between January2012 and March2013 in GICU of Konya Numune Hospital were retrospectively analyzed. Demographic charecteristics and clinical data of patients were recorded. Patients were divided into two groups as survivors and dead. Factors that may affect mortality of patients were examined.
RESULTS: Total 108 trauma patients were included to the study. The mortality rate of overall group was 19,4%. Median age of the patients was 44.5 years and 75,9%of them were male. Median GCS of dead group was lower (5[3-8]vs15[13-15], p<0.0001), median APACHE II score was higher (20[15-26]vs10[8-13], p<0.0001) and median duration of ICU stay was longer (27[5-62,5] vs 2[1-5], p<0.0001) than survived group. The most common etiology of trauma patients was traffic accidents (47.2%) and 52.7% of patients had head trauma. The rate of patients with any fracture was significantly higher in the survived group (66,7% vs 33,3%, p=0.007). The rate of erythrocyte suspension, fresh frozen plasma, trombocyte suspension and albumin were 38.9%, 27.8%, 0.9% and 8.3% respectively in all group. The number of patients invasive mechanically ventilated was 27,8% and median length of stay of these patients were 5[1,75-33,5] days. The rate of operated patients was 42.6%. The rate of tracheostomy, renal replacement therapy, bronchoscopy and percutaneous endoscopic gastrostomy enforcements were higher in the death group.
The advanced age (p=0.016, OR: 1,054;95%CI: 1,010-1100) and low GCS (p<0.001, OR: 0,583;95%CI: 0,456-0,745) were found to be independent risk factors the ICU mortality of trauma patients in logistic regression analysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We believe that the determination of these risk factors affecting the mortality of trauma patients in our ICU may help to management of trauma patients in other ICUs in our country
Makale Özeti

5.
Yoğun Bakım Ünitesi Hastalarında Hepatitis B, Hepatitis C And HIV Seroprevalansı
Seroprevalence Of Hepatitis B, Hepatitis C And HIV In Intensice Care Unit Patients
Hakan Bayır, İsa Yıldız, Esra Koçoğlu, Adem Deniz Kurt, Hasan Koçoğlu
Sayfalar 75 - 78
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım ünitesi çalışanları girişimsel işlemler, cerrahi müdahaleler, enjeksiyon gibi işlemler esnasında enfeksiyöz etkenlere maruziyet açısından yüksek risk altındadır. Hepatit B (HBV), hepatit C (HCV) ve insan immün yetmezlik virüsü (human immunodeficiency virus – HIV) en sık görülen etkenlerdir. Bu çalışmada YBÜ’nde yatan hastalarda HBsAg, anti-HCV ve anti-HIV seroprevalansının araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Anesteziyoloji ve Reanimasyon Yoğun Bakım Ünitemiz’de Ocak 2012-Aralık 2014 tarihleri arasında yatan hastaların kayıtları hasta dosyaları üzerinden HBsAg, anti-HCV ve anti-HIV açısından retrospektif olarak değerlendirildi. HBsAg, anti-HCV ve anti-HIV testleri makroELISA yöntemiyle (Axsym-Abbott; Architect i2000-Abbott, ABD) çalışıldı. İstatistiksel değerlendirme Mann-Whitney U testi ve Ki Kare testi ile yapıldı.
BULGULAR: YBÜ’ne yatan 426 hastanın verilerine ulaşılabildi. Hastaların 169 (% 39.7)’u kadın, 257 (% 60.3)’si erkek idi. Hastaların dokuzunda (% 2.1) HBsAg pozitif olarak bulundu ve hastaların hepsi erkekti. Anti-HCV pozitif 4 hasta (% 0.9) tespit edildi. Bu hastaların da üçü erkek ve biri kadındı. Anti-HCV pozitifliği sadece bir kadın hastada rastlandı. Anti-HIV pozitifliğine rastlanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızdaki HBV, HCV ve HIV sıklığı farklı branşlarda yapılan çalışmalardaki sonuçlarla benzerlik göstermektedir ve benzer oranlarda bulaşma riski taşımaktadır.
INTRODUCTION: Intensive care unit personnel are at high risk for infectious agents during interventional procedures, surgical procedures, and processes such as injection. Hepatitis B (HBV), hepatitis C (HCV) and human immunodeficiency virus (HIV) are the most common agents. In this study, we aimed to investigate the seroprevalence of HBsAg, anti-HCV and anti-HIV in ICU patients.
METHODS: HBsAg, antiHCV and antiHIV test results and demographical data of the patients admitted to the Reanimation ICU between January 2012 and December 2014 were evaluated retrospectively. HBsAg, antiHCVand antiHIV tests were assayed with a macro ELISA method (Axsym Abbott, Architect i2000; Abbott, USA). Statistical analysis was performed with the Mann-Whitney U test and chiquare test.
RESULTS: The records of 426 patients admitted to our ICU were reviewed. Among 426 patients, 169 (39.7%) were female and 257 (60.3%) were male. HBsAg was positive in nine (2.1%) patients; all of these nine were male. AntiHCV was positive in four (0.9%) patients; among these patients, three were male and one was female. No patients were positive for anti-HIV.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Incidence of HBV, HCV, and HIV in our study is similar to results of studies carried in different patient populations and has similar contamination risk rate.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
6.
Yüksek doz SSRI alımına bağlı gelişen Serotonin Sendromu.
Serotonin Syndrome Due to Overdose of SSRI
Yavuz Orak, Sevgi Akbulut
Sayfalar 79 - 82
Serotonin sendromu serotonerjik aşırı etkinlik sonucu oluşan bir ilaç yan etkisidir. Hafif şiddette olup gözden kaçabildiği gibi hayatı tehdit eden ciddi sonuçları olabilmektedir. Serotonerjik etkili bir veya daha fazla ilacın bir arada kullanılması bu sendroma yol açar (dokuz eylül). Bizim vakamız 25 yaşında kadın hasta olup intihar amaçlı yüksek doz 60 adet 100 mg Faver (Fluvoxamine), 20 adet 50 mg Setral (Setraline), 10 adet 20 mg Paxil (Paroxetine) almıştır.
Serotonin syndrome is a drug side effect resulting from serotonergic hyperactivity. The severity of its symptoms can be mild and overlooked and sometimes it may cause life-threatening serious consequences. The syndrome caused by the administration of one or more drugs having serotonergic activity.
Our case is a 25-year-old female patient who attempted suicide by ingesting an overdose of her prescription medications: 60 units of 100-mg Faver (Fluvoxamine), 20 ünits of 50-mg Setral (Setraline), and 10 ünits of 20-mg Paxil (Paroxetine).
Makale Özeti

7.
Alt Ekstremite Fraktürü Sonrası Gelişen İzole Serebral Yağ Embolisi: Olgu Sunumu
Isolated Cerebral Fat Embolism After Lower Extremity Fracture: Case Report
Canan Yılmaz, Derya Karasu, Seda Cansabuncu, Yılmaz Apaydın, Hasan Özal, Mine Aköz
Sayfalar 83 - 86
Yağ embolisi sendromu, genellikle alt ekstremite uzun kemik fraktürü veya ortopedik cerrahi sonrası 24-72 saat içinde peteşi, mental konfüzyon ve solunum yetmezliği İle karakterizedir. İzole serebral yağ embolisi ise %0.9-2.2 oranında görülen ölümcül bir tablodur. Nörolojik semptomların değişken olmasından dolayı izole serebral yağ embolisinin klinik tanısı zordur. Methemoglobinemi ise lokal anesteziklerin uygulamalarından sonra görülen nadir bir komplikasyondur.
Biz bu yazıda sol femur diafiz fraktürü nedeniyle ilk 24 saatte operasyona alınan, izole serebral yağ embolisi ve intraoperatif yüksek doz lokal anestezik maddeye bağlı methemoglobinemi gelişen olgumuzu sunmayı amaçladık.
Fat embolism syndrome; is characterized with petechiae, mental confusion, and respiratory failure occurs generally after lower extremity long bone fractures or orthopedic surgery within 24-72 hours. Isolated cerebral fat embolism occurs in only 0.9-2.2% that is an event presented with life-threatening. The clinical diagnosis of isolated cerebral fat embolism is difficult, because of neurological symptoms are variable. On the other hand methemoglobinemia is a rare complication after administration of local anesthetics.
We aimed to present case that isolated cerebral fat embolism and methemoglobinemia caused by intraoperative high dose of local anesthetic agents which was taken to operation in the first 24 hours because of the left femoral diaphysis fracture in this study.
Makale Özeti

8.
Yoğun Bakım Ünitesinde Diyabetik Ketoasidoz Sonrası Gelişen Kritik Hastalık Polinöropatisi
Critical Illness Polyneuromyopathy Developing After Diabetic Ketoacidosis In An Intensive Care Unit
Mehmet Salih Sevdi, Meltem Turkay, Tolga Totoz, Serdar Demirgan, Melahat Karatmanli Erol, Ali Ozalp, Kerem Erkalp, Aysin Alagol
Sayfalar 87 - 90
Kritik hastalık polinöromiyopatisi (KHPNM), kritik hastalık sonrası duyusal ve motor liflerde meydana gelen primer aksonal dejeneratif durumdur. Hipoksi/iskemiye bağlı oluşan doku hasarı nedeniyle geliştiği düşünülmektedir. 24 yaşında kadın hasta diabetik ketoasidoz nedeni ile yoğun bakım ünitesi (YBÜ)’nde takip edilirken 2. gün ekstübe edildi. 3. gün respiratuvar asidoz nedeniyle tekrar entübe edildi. Yatışının 5. günü sedasyonu kesilen hastanın bilinci 14. güne kadar açılmadı ve nörolojik muayenede tetrapleji tespit edildi. Yapılan iğne elektronöromiyografide üst ve alt ekstremite motor periferik sinir ileti yanıtları düşük amplitüdlü olarak değerlendirildi. Hasta 23. günde mekanik ventilasyondan ayrıldı. Kritik hastalıklara bağlı gelişen nöromusküler belirtiler kendisini YBÜ’sinde yatış süresinde uzama, mekanik ventilatörden ayrılmada güçlük ve uzamış rehabilitasyon olarak gösterebilir.
Critical illness polyneuromyopathy (CIPNM) is a primary axonal-degenerative
condition that occurs in sensory-motor fibers after the onset of a critical illness. It is thought that it develops due to tissue damage due to hypoxia/ischemia. When the 24-year-old female patient was followed in the intensive care unit (ICU) due to diabetic ketoacidosis, she was extubated on the second day. She was reintubated on the third day because of respiratory acidosis. Despite the application of without sedatives on the fifth day, the patient could not recover consciousness until the 14th day and tetraplegia was found during a neurological examination. Motor peripheral nerve-transmission response in the upper- and lower-extremity was evaluated to be of low amplitude in the conducted needle electroneuromyography. The patient was weaned from mechanical ventilation on the 23rd day. The neuromuscular symptoms developing as a result of critical illnesses reflect themselves as an increase in the hospitalization time in the ICU, a difficulty in separation from the mechanical ventilator and an extension of rehabilitation.
Makale Özeti

9.
Kritik Hastada Üst Ekstremite İskemik Dolaşım Bozukluğunun Tedavisinde Aksiller Yaklaşım ile Brakiyal Pleksus Bloğu: 2 Olgunun Sunumu
Axillary Brachial Plexus Blockage in Treatment of Upper Extremity Ischemic Disorder in Critically IIl Patient: A Report of Two Cases
İlkay Ceylan, Nermin Kelebek Girgin, Mehmet Ali Kopan, Alp Gurbet
Sayfalar 91 - 94
Kritik hastalarda arteriyel kataterizasyon, kullanılan vazoaktif ilaçlar, otonomik disfonksiyon veya septik embolilere bağlı olarak ekstremite distal uçlarında dolaşım bozukluğu gelişebilmektedir. Aksiller yoldan yapılan brakiyal pleksus bloğu uygun teknikle yapıldığında oldukça güvenilir bir girişim olup, lokal anestezik uygulaması sonrası oluşan sempatik blokaj üst ekstremite distalindeki dolaşım bozukluğunu giderebilmektedir.
Bu yazıda, üst ekstremite dolaşım bozukluğunda aksiller brakiyal pleksus bloğu uygulanan ve dolaşım bozukluğu gerileyen 2 olguyu sunmayı amaçladık.
Arterial cannulation, use of vasoactive agents, autonomic dysfunction and septic embolus may cause ischemia at distal ends of upper extremity in critically ill patients. Axillary plexus blockage is highly reliable intervention when appropriate technique is used. Sympathetic blockage occurs after administration of local anesthetic drug and can resolve the circulatory disorder of extremity.
We aimed to present two cases with ischemia of upper distal extremity that resolves after axillary sympathetic blockage.
Makale Özeti