Volume: 49  Issue: 2 - 2019
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH ARTICLE
1.The Results of Therapeutic and Tectonic Penetrating Keratoplasty in Eyes with Perforated Infectious Corneal Ulcer
Cezmi Doğan, Osman Şevki Arslan
Pages 55 - 60
AMAÇ: Perfore enfeksiyöz korneal ülserli gözlerde terapötik-tektonik amaçlı uyguladığımız penetran keratoplasti (PK) sonuçlarımızı değerlendirmek.

GEREÇ VE YÖNTEM: Retrospektif bir çalışma olup Haziran 2008 – Ocak 2018 tarihleri arasında, çeşitli etyolojik nedenlere bağlı enfeksiyöz perfore kornea ülseri gelişen 43 hastanın 43 gözü çalışmaya alındı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, takip süresi, korneal perforasyon varlığı, preoperatif görme keskinliği, postoperatif görme keskinliği ve postoperatif dönemde greft saydamlığı, komplikasyonlar, enfeksiyon rekürrensi varlığı değerlendirildi.

BULGULAR: Çalışmamıza 43 hastanın 43 gözü dahil edilmiştir. Ortalama yaş 52.9±13.8’di. Ortalama takip süresi 2,7 ±1,3 yıl (en az 7ay, en fazla 7 yıl). Hastaların preoperatif görme keskinliği el hareketi ve parmak sayma düzeyinde olup postoperatif düzeltilmiş en iyi görme keskinliği el hareketi ve 0,7 arasında değişmekteydi. Postoperatif dönemde 8 (%18,6) olguda ön kamarada hifema, 14 (%32,5) vakada göz tansiyonunda yükselme, 18 (%41,8) olguda sineşi posterior, 22 (%51) olguda katarakt gelişmiştir. 42 (%97,6) hastada terapötik ve tektonik başarıya ulaşıldı. Postoperatif greft saydamlığı bir yıllık takip süresinde 35 (%83,3), 2. yıl 27 (%71,0) vakada saptanmıştır. 2. yıl sonunda grefti saydam olan 27 olgunun 23’ü bakteriyel 4’ü ise viral etyolojiye sahip iken (p=0,52), aynı 27 olgunun 16’sının perforasyon çapının 1 mm’den küçük 11’inin ise 1-3 mm arası olduğu saptanmıştır (p=0.2).

SONUÇ: Perfore kornea absesi nedeniyle uygulanan terapötik tektonik penetran keratoplasti ile %97,6 oranında glob bütünlüğünün sağlanmasında ve enfeksiyona neden olan ajan yükünün azaltılması ve uzaklaştırılmasında başarı sağlanmış olup 2 yıl sonunda ulaşılan %71’lik greft saydamlık oranına perforasyon çapının ve etyolojik ajanın etkisinin olmayabileceği saptanmıştır.
PURPOSE: To evaluate the outcomes of penetrating keratoplasty performed for therapeutic and tectonic purposes in eyes with perforated infectious corneal ulcer.

MATERIALS AND METHODS: This retrospective study included 43 eyes of 43 patients who developed microbial perforated infectious corneal ulcer of various etiological causes between June 2008 and January 2018. The patients were evaluated based on age and sex, follow-up time, presence of corneal perforation, pre- and postoperative visual acuity, postoperative graft transparency, complications, and infection recurrence.

RESULTS: The mean age of the 43 patients was 52.9±13.8 years. The mean follow-up time was 2.7±1.3 years. Preoperatively, the visual acuity of the eyes was at the level of hand motions or counting fingers; postoperative best corrected visual acuity ranged from hand motions to 0.7. Postoperative complications included hyphema in 8 patients (18.6%), elevated intraocular pressure in 14 (32.5%), posterior synechiae in 18 (41.8%), and cataract in 22 patients (51%). Therapeutic and tectonic success was achieved in 42 patients (97.6%). Postoperative graft transparency was observed in 35 patients (83.3%) within the 1-year follow-up period and in 27 patients (71.0%) at 2 years. Among 27 patients with graft transparency, 23 had bacterial and 4 had viral etiology (p=0.52); 16 patients had perforation size below 1 mm and 11 had perforation size between 1-3 mm (p=0.2).

CONCLUSION: Therapeutic-tectonic keratoplasty for perforation infectious corneal ulcer successfully restored globe integrity in 97.6% of cases, and the rate of graft transparency was 71.0% at 2 years without any effect of etiological agent or perforation size.
Abstract

2.Role of Oxidative Stress in Pseudoexfoliation Syndrome and Pseudoexfoliation Glaucoma
Yasemin Aydın Yaz, Nilgün Yıldırım, Yetkin Yaz, Neslihan Tekin, Mine İnal, Fezan Mutlu Şahin
Pages 61 - 67
Amaç: Oksidatif stresin psödoeksfoliyasyon oluşumundaki ve psödoeksfoliyasyon sendromundan (XFS) psödoeksfoliyasyon glokomuna (XFG) progresyonu üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlamıştır.
Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada XFG’lu 58 hastanın, XFS’lu 47 hastanın ve yaş ve cinsiyet bakımından uyumlu 134 sağlıklı kontrol grubunun oksidatif stres belirteçleri kan örneklerinde incelendi.
Bulgular: En yüksek serum malondialdehit (MDA) düzeyleri XFG hastalarında ölçüldü (p<0.001) ve ayrıca MDA XFS hastalarında kontrollere göre daha yüksek saptandı (p<0.001). Süperoksit dismutaz (SOD) ve katalaz (CAT) enzim aktiviteleri XFS ve XFG hastalarında kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde düşük saptanmasına rağmen aksine glutatyon (GSH) düzeylerinde anlamlı bir artış gözlendi (p<0.001, p<0.001, p <0.001 sırasıyla) ancak XFS ve XFG hastaları arasında fark görülmedi (p=0.188, p=0.185, p=0.733 sırasıyla). Nitrik oksit (NO) konsantrasyonları XFG hastalarında XFS ve kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı düzeyde düşük bulundu (p<0.001) ancak XFS ve kontrol grubu arasında fark görülmedi (p=0.476).
Sonuç: MDA düzeylerindeki yükseklik lipit peroksidasyonunun XFS ve XFG gelişiminde ve XFS’dan XFG ilerlemede önemli olduğunu göstermektedir. Ayrıca XFS ve XFG’da SOD ve CAT enzim aktivitesindeki düşüklük enzimatik antioksidan koruyucu sistemlerdeki yetersizlik ile ilişkili olarak düşünülmüştür. Bunun yanında GSH düzeylerindeki yükselme ise oksidatif strese karşı kompansatuar bir yanıt olarak değerlendirilmiştir. NO değerlerindeki değişiklikler ise XFS’dan glokoma progresyonda vasküler regülatör faktörlerin rolü olduğunu göstermektedir.
Purpose: To investigate the role of oxidative stress on pseudoexfoliation formation and progression from pseudoexfoliation syndrome (XFS) to pseudoexfoliation glaucoma (XFG).
Methods: This study investigated oxidative stress biomarkers in blood samples from 58 patients with XFG, 47 patients with XFS and 134 healthy age- and sex-matched controls.
Results: The highest serum malondialdehyde (MDA) levels was measured in XFG patients among the groups (p<0.001), and also MDA was higher in XFS patients than controls (p<0.001). Superoxide dismutase (SOD) and catalase (CAT) enzyme activities were significantly lower in XFS and XFG patients than control group, but in contrast a significant increase was observed in glutathione (GSH) levels (p<0.001, p<0.001, p<0.001 respectively) however there were no differences between XFS and XFG patients (p=0.188, p=0.185, p=0.733 respectively). Nitric oxide (NO) concentrations was found significantly lower in XFG patients compared with XFS patients and controls (p<0.001) but did not differ between XFS patients and controls (p=0.476).
Conclusions: Elevated MDA levels suggest that lipid peroxidation is important in XFS and XFG development and progression from XFS to XFG. In addition, reduction in SOD and CAT enzyme activities is considered as a deficiency in enzymatic antioxidant protection system. Furthermore increased GSH values is evaluated as a compansatory response to oxidative stress in XFS and XFG. Alterations in NO indicates the role of a vascular regulatory factor in the progression from XFS to glaucoma.
Abstract

3.The Preventive Effect Of Oxytocin on Retinopathy in Streptozotocin Induced Diabetic Rats
Cumali Değirmenci, Filiz Afrashi, Oytun Erbaş, Hüseyin Aktuğ, Dilek Taşkıran
Pages 68 - 72
Amaç: Bu çalışmada amaç intravitreal ve intraperitoneal olarak uygulanan oksitosinin (OT) streptozotosin ile diabet oluşturulmuş sıçanlarda retinopati üzerine olan etkilerini araştırmaktır.
Metod: Çalışmada 6-8 haftalık erkek ve dişi Sprague Dawley sıçanları kullanıldı. Sıçanlarda diabet tek doz intraperitoneal streptozotocin uygulanarak oluşturuldu. Uygulamadan 48 saat sonar ölçülen kan şekerleri 260 mg/dl(14.4 mmol/L) ve üzeri olan sıçanların diabet tanısı doğrulandı. 24 adet sıçan gruplara şu şekilde ayrıldı: intravitreal serum fizyolojik grubu, intravitreal OT grubu, intraperitoneal serum fizyolojik grubu ve intraperitoneal OT grubu. Sıçanlar günlük 1 ml serum fizyolojik veya 100 IU/kg OT ile intraperitoneal olarak; 0.01 ml serum fizyolojik veya 10 μU/μl OT ile intravitreal olarak tedavi edildi. Hamilton enjektörlerine yerleştirilmiş 27 G iğneler ile intraperitoneal tedaviler yapılırken 31 G iğneler ile intravitreal enjeksiyonlar yapıldı. Tedaviden 4 hafta sonar sıçanlarda dış nükleer tabaka kalınlığı (ONL) ve vasküler endotelyal büyüme faktörünün (VEGF) immunoekspresyonuna bakmak için ötenazi yapıldı ve plazma VEGF düzeylerine bakmak için kalpten kan örnekleri alındı.
Bulgular: Retinal kesitlerin morfometrik analizlerinde intravitreal ve intraperitoneal OT verilen sıçan gruplarında fizyolojik salin grubu ile karşılaştırılınca ONL kalınlığın belirgin olarak daha yüksekti. Ayrıca OT tedavisi VEGF protein ekspresyonunu fizyolojik salin grubuna göre belirgin olarak azalttı. Fizyolojik salin grubunun plazma VEGF seviyesi belirgin olarak OT tedavi grubundan daha yüksekti. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı.
Sonuç: OT tedavisi özellikle intravitreal olarak uygulandığında diabetic retinopathy progresyonunu azaltmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla, bu çalışma OT tedavisinin diabetic retinopati üzerine olan etkinin araştırılmasında ilk çalışmadır ve araştırmacılara daha ileri araştırmalar için yeni bir alan yaratabilir.
Purpose: The aim of this study was to investigate the impact of intravitreal and intraperitoneal use of oxytocin (OT) on retinopathy in streptozotocin induced diabetic rats.
Methods: Six to eight week old adult male and female Sprague Dawley rats were used in the study. Diabetes was induced in the rats with a single dose of intraperitoneal injection of streptozotocin. Diabetes was verified after 48 hours measuring blood glucose levels of 260 mg/dl(14.4 mmol/L) or higher in diabetic rats. Twenty-four rats were divided into 4 groups as follows: intravitreal physiological saline group, intravitreal OT group, intraperitoneal physiological saline group and intraperitoneal OT group. The rats were treated daily with either 1 ml physiological saline, or 100 IU/kg OT intraperitoneally; or injected weekly 0.01 ml physiological saline or 10 μU/μl OT intravitreally. Hamilton syringes fitted with 27 Gauge needles were used for intraperitoneal injections while 31 Gauge needles were used for intravitreal injection. After 4 weeks of treatment the rats were euthanized to evaluate outer nuclear layer (ONL), vascular endothelial growth factor (VEGF) immunoexpression and blood samples were collected by cardiac puncture for plasma VEGF levels.
Results: Morphometric analysis of retinal cross sections of rats showed that intravitreal and intraperitoneal OT significantly had ONL thickness compared to physiological saline-treated groups. Also, OT treatment were significantly decreased VEGF protein expression compared with physiological saline group. Plasma VEGF level of physiological saline treatment group was higher than OT treatment groups. There was statistically significant difference between groups.
Conclusion: OT reduces diabetic retinopathy progression particularly with intravitreal route. To our knowledge, this is the first attempt to investigate the impact of OT on diabetic retinopathy and this give researchers a new area for further investigations.
Abstract

4.Dexamethasone implant in patients with diabetic macular edema resistant to anti-VEGF therapy
Serhad Nalçacı, Cezmi Akkın, Filiz Afrashi
Pages 73 - 77
Amaç: Anti-VEGF tedaviye dirençli diyabetik makula ödemi (DMÖ) olgularında tek doz intravitreal dexametazon implantın etkinliğinin araştırılması.
Gereç ve Yöntem: İntravitreal ranibizumab tedavisine dirençli diyabetik makula ödemi olan 14 hastanın 20 gözü çalışmaya dahil edildi. Her bir göze tek doz intravitreal dexametazon implant enjeksiyonu uygulandı ve hastalar altı ay süreyle izlendi. Tedavi yanıtı aylık göz içi basıncı (GİB), en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK) ve santral foveal kalınlık (SFK) ölçümleri ile değerlendirildi.
Bulgular: Tedavi öncesi GİB 14.9±2.7 mmHg’dı ve enjeksiyon sonrası altı aylık dönemde anlamlı değişim göstermedi. Tedavi öncesi EİDGK 1.04±0.35 logMAR düzeyindeydi ve birinci ayda istatistiksel olarak anlamlıklık göstermeksizin 0.86±0.31logMAR düzeyine yükseldi (p=0.056). SFK, tedavi öncesi 682.2±229.2 µm’luk değere göre tedavi sonrası tüm aylarda istatistiksel olarak anlamlı derecede daha inceydi. İzlem süresince endoftalmi, anlamlı katarakt veya regmatojen retina dekolmanı görülmedi.
Sonuç: İntravitreal dexametazon implant, altı aylık dönem içersinde herhangi bir komplikasyona yol açmaksızın SFK’da anlamlı derecede incelme sağlamaktadır. SFK’daki incelmeye parallel olarak EİDGK artışı sağlanamamış olsa da intravitreal dexametazon implant anti-VEGF enjeksiyonlarına dirençli DMÖ olgularının tedavisinde etkili ve güvenilir bir tedavi yöntemi olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
Purpose: To investigate the efficacy of single dose intravitreal dexamethasone implant in patients with diabetic macular edema (DME) resistant to anti-VEGF therapy.
Methods: Twenty eyes of 14 patients (8 male, 6 female; mean age, 65±5.7 years) with DME resistant to intravitreal ranibizumab injections were studied. One dose of intravitreal dexamethasone implant injection was applied to each eye and patients were followed up for six months. The response to therapy was assessed monthly by measuring intraocular pressure (IOP), the best-corrected visual acuity (BCVA), and central foveal thickness (CFT).
Results: Baseline (before injection) IOP was 14.9±2.7 mmHg and did not change significantly in six months following the injection. Baseline BCVA was 1.04±0.35 logMAR and improved to 0.86±0.31 at month one without statistical significance (p=0.056). CFT was significantly lower in all monthly measurements compared to its baseline value of 682.2±229.2 µm. During the follow-up period, endophthalmitis, significant cataract or regmatogenous retinal detachment were not detected.
Conclusions: Intravitreal dexamethasone implant injection is associated with significant CFT reduction for up to six months without causing any complications. Although the BCVA did not improve in parallel with the CFT reduction, intravitreal dexamethasone implant should be considered as an effective and safe treatment option in the management of DME patients resistant to anti-VEGF injections.
Abstract

5.Repeatability and agreement of macular thickness measurements obtained with two different scan modes of Optovue RTVue optical coherence tomography device
Mehmet Kola, Mehmet Önal, Adem Türk, Hidayet Erdöl
Pages 78 - 83
Amaç: Optovue RTVue optik koherens tomografi (OKT) cihazının iki farklı retina tarama modu olan E-MM5 ve MM6 ile elde edilen makula kalınlık ölçümlerinin tekrarlanabilirliğini ve uyumunu değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya dâhil edilen 30 sağlıklı gönüllü üzerinde OKT cihazının E-MM5 ve MM6 tarama modları kullanılarak üçer kez olmak üzere ardışık maküla kalınlık ölçümleri yapıldı. İki farklı tarama modundan elde edilen ve ETDRS'ye göre dokuz anatomik bölgeye ayrılan bu ölçümlerin tekrarlanabilirliği ve birbirleriyle olan uyumları istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen katılımcıların yaş ortalaması 29.7±6.39 idi. Makulanın dokuz anatomik bölgesinde de gerek E-MM5 ve gerekse de MM6 tarama modlarında elde edilen ardışık OKT ölçümlerinin sınıf içi korelasyon (tüm ICC değerleri ≥0.86) ve varyasyon katsayısı (tüm varyasyon katsayısı değerleri ≤%2) değerlendirmeleri yüksek tekrarlanabilirlik oranları ile netice vermişti. Katılımcıların foveal bölgedeki maküler kalınlık ortalamaları E-MM5 tarama modunda 243.76±21.79 µm, MM6 tarama modunda 247.04±19.83µm idi (p=0.543). Ayrıca parafoveal maküler bölgelerde E-MM5 ve MM6 tarama modlarında elde edilen ölçümlere ait değerlerin de istatistiksel olarak benzer olduğu görüldü (hepsi için p>0.05). Ancak superior bölge haricinde perifoveal makula ölçümlerinin iki mod arasında istatiksel olarak farklı olduğu müşahede edildi.
Sonuç: Optovue RTVue OKT cihazının gerek E-MM5 ve gerekse de MM6 tarama modlarıyla yapılan maküla kalınlık ölçümlerinin yüksek tekrarlanabilir ölçüm neticeleri verdiği görülmüştür. Ancak perifoveal bölgelerde E-MM5 ve MM6 modları ile gerçekleştirilen ölçümlerin farklı neticeler verdiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Purpose: To evaluate the repeatability and agreement of macular thickness measurements obtained with E-MM5 and MM6, two different scan modes, on the Optovue RTVue optic coherence tomography (OCT) device.
Material and Method: Three consecutive macular thickness measurements in 30 healthy volunteers were taken using the OCT device E-MM5 and MM6 scan modes. The repeatability and agreement of these measurements obtained from the two scan modes and divided into nine anatomical regions based on ETDRS were subjected to statistical analysis.
Results: The mean age of the participants was 29.7±6.39 years. Intraclass correlation (all ICC values ≥0.86) and coefficient or variation (all coefficient of variation values ≤2%) analyses of consecutive OCT measurements in the nine regions of the macula obtained in both E-MM5 and MM6 scan modes gave high repeatability rates. Mean macular thickness values in the foveal region were 243.76±21.79 µm in E-MM5 mode and 247.04±19.83 µm in MM6 mode (p=0.543). Values for measurements obtained in E-MM5 and MM6 scan modes in parafoveal macular regions were also statistically similar (p>0.05 for all). However, a statistically significant difference was observed between the two modes in perifoveal macular measurements, apart from the superior region.
Conclusion: The Optovue RTVue OCT device gives highly repeatable measurement results for macular thicknesses in both E-MM5 and MM6 scan modes. However, it should be considered that measurements performed in E-MM5 and MM6 modes give different results in perifoveal regions.
Abstract

6.Optical Coherence Tomography Characteristics of Quiescent Type 1 Neovascularizations In Eyes With Nonexudative Age-Related Macular Degeneration
Jale Menteş, Şeyda Yıldırım
Pages 84 - 88
Amaç: Noneksudatif tip yaşa bağlı makula dejeneresansı (YBMD) olan gözlerde eksudatif belirtiler göstermeyen, sessiz ve asemptomatik tip 1 neovaskülarizasyonların (nv) B-scan ve en face spektral domain optik koherens tomografi (SD-OKT) görüntüleme ile karekteristik lezyon özelliklerini sunmak.

Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif, gözlemsel klinik seride, bir gözlerinde nvYBMD tanısıyla takip ve tedavi edilmekte iken noneksudatif tip YBMD’li diğer gözlerinde eksudatif bulgular gelişen 27 hastanın 27 gözü çalışmaya dahil edilmiştir. Bu gözlerin geriye dönük olarak başlangıç B-scan ve en face SD-OKT, fluoresein anjiografi (FA) ve indosiyanin yeşili anjiografi (İSYA) görüntüleri incelenmiştir. Tip 1 nv’lerin sessiz ve asemptomatik oldukları döneme ait B-scan SD-OKT görüntülerde lezyon özellikleri tanımlanmıştır.

Bulgular: Yaş ortalaması 69,5±8,2 olan 27 hastanın (13 erkek, 14 kadın) noneksudatif tip YBMD’li 27 gözlerinde en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri (EİDGK) ortalama 0,6±0,3 Snellen olarak saptanmıştır. B-scan SD-OKT’de gözlerin hepsinde (%100), retina pigment epitel (RPE) altı yerleşimli, orta reflektivitede bir materyalin sebep olduğu belirgin RPE düzensizlikleri ve ondülasyonları olmasına rağmen subretinal, intraretinal ya da subRPE herhangi bir sıvının eşlik etmediği tespit edilmiştir. En face OKT’de 24 (%88,8) gözde subRPE yerleşimli tip 1 nv ile uyumlu hiperreflektan lezyonlar saptanmıştır. FA’da gözlerin tamamında (%100) tip 1 nv’ye ait bulgu saptanmazken, İSYA’da 8 gözde (%29,6) maküler plak varlığı gözlenmiştir. Eksudatif bulguların ortaya çıkış süresi ortalama 8,3±4,03 ay olarak tespit edilmiştir.

Sonuç: Noneksudatif YBMD‘li gözlerde henüz eksüdatif değişiklikler göstermeyen sessiz ve asemptomatik tip 1 nv lezyonları var olabilir. B-scan SD-OKT’de karekteristik özelliklere sahip olan ve en face OKT ile de saptanabilen bu sessiz ve inaktif bir dönem geçirmekte olan tip 1 nv lezyonlarının henüz eksudatif belirtiler ortaya çıkmadan asemptomatik dönemde tespit edilip yakından izlenmelerinin, erken tedavi için oldukça önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Purpose: To describe the lesion characteristics of nonexudative, quiescent, asemptomatic type 1 neovascularizations with B-scan and en face spectral domain optic coherence tomography (SD-OKT) seen in eyes with nonexudative age-related macular degeneration (AMD).

Methods: In this retrospective, observational, consecutive case series; 27 patients who were already being followed and treated for their exudative AMD in one eye are enrolled study for their fellow eyes which were initially nonexudative but developed exudative findings in the following period. These 27 eyes’ initial B-scan and en face SD-OCT, fluorescein angiography (FA) and indocyanine green angiography (ICGA) images were examined retrospectively. Lesions characteristics of type 1 neovascularisations in this silent and asymptomatic period were described with B-scan OCT.

Results: 27 eyes of 27 patients (13 males and 14 females; mean age 69,5±8,2 years) with nonexudative type AMD, the mean best corrected visual acuity (BCVA) was 0,6 ± 0,3 Snellen. Initial B-scan OCT images of all these eyes (%100) showed RPE elevations and irregularities caused by a moderately reflective material in the sub-RPE space without fluid accumulation in the intraretinal/subretinal or subRPE space. 24 (88,8%) eyes showed subRPE hyperreflective lesions on the en face OCT images which are corresponding with type 1 nv. While no findings of type 1 nv were found in FA in all eyes (100%), macular plaque was observed in 8 eyes (29,6%) in ICGA. The mean duration of developing exudative findings was 8,3 ± 4,03 months.

Conclusions: In eyes with nonexudative AMD, there may be quiescent and asymptomatic type 1 nv lesions which are not showing exudative changes yet. These neovascularizations have characteristic features on B-scan SD-OCT and can also be detected with en face OCT. Detection and close monitorisation of these quiescent and inactive type 1 neovascularisations during the asymptomatic period without exudative symptoms are important for early treatment.
Abstract

REVIEW
7.Common approach to low vision; examination and rehabilitation of the patient with low vision
Esra Şahlı, Aysun İdil
Pages 89 - 98
Dünyada nüfusun giderek yaşlanması nedeniyle görsel yeti yitimi oranları giderek artmaktadır. Önleme ve tedavinin olanaklı olmadığı az görme ve körlük durumlarında görsel rehabilitasyon kişinin yaşam kalitesini artıran etkili bir yöntemdir. Az görme rehabilitasyonunda amaç, kişileri yaşamda bağımsız, ekonomik olarak gelir sağlayabilecek bir meslek ya da becerisi olan ve yaşamdan zevk alabilen bireyler haline getirmektir. Modern az görme rehabilitasyonunda aşamalar tanışma, rezidüel görsel işlevlerin değerlendirilmesi, rezidüel işlevsel görmenin değerlendirilmesi, girişim ve öneriler ile görme rehabilitasyonu tedavilerinden oluşur.
Due to the increasing age of the population in the world, the rates of visual disability are increasing. Visual rehabilitation is an effective method to increase the quality of life of the person in cases of low vision and blindness in which prevention and treatment is not possible. In low vision rehabilitation, the aim is to make people who are independent in life, who have economically viable profession or skill and be able to enjoy their lives. The stages in modern low vision rehabilitation includes introduction, assessment of residual visual functions, assessment of residual functional vision, interventions and recommendations, and vision rehabilitation therapies.
Abstract

CASE REPORT
8.Bilateral Anterior Uveitis Revealing Relapsing Polychondritis
Murat Hasanreisoğlu, Hüseyin Baran Özdemir, Fulya Yaylacıoğlu, Mestan Ertop, Zeynep Aktaş
Pages 99 - 101
Tekrarlayan polikondrit, ölümcül sonuçlara yol açabilen fakat nadir görülen sistemik otoimmün bir hastalıktır. Major inflamasyon alanı bağ doku olup, sıklıkla kulak, burun, gırtlak, trakeobronşiyal ağaç ve kardiyovaslüler sistemi tutmaktadır. En sık göz komplikasyonları episklerit ve sklerit olsa da, üveit görülen olgular bildirilmiştir. Bu vaka takdiminde, her iki gözde ağrı ve kızarıklığa sebep olan ön üveit nedeniyle konsülte edilen 22 yaşında genç kadın hasta sunulmaktadır. Hastada ayrıca ağrılı ve kırmızı kulak farkedilmesi üzerine kartilijinöz inflamasyonun da birlikte olduğu düşünülmüştür. İki taraflı ön üveit ve kulak kondriti ile birlikte tekrarlayan polikondrit tanısı romatoloji işbirliği ile konulmuştur. Tekrarlayan polikondritli hastalarda iki taraflı ön üveit dikkatli değerlendirilmeli ve takip edilmelidir.
Relapsing polychondritis is a potentially lethal, but rare, systemic autoimmune disease, in which the major inflammation site is the connective tissue, including ears, nose, larynx, tracheobronchial tree and cardiovascular system. Although scleritis and episcleritis are known to be the most probable ocular manifestation, it may also present with uveitis. We present a case of 22-year-old young lady, who initially referred with bilateral red and painful eyes which caused by anterior uveitis. The patient also had red and aching right ear compatible with cartilaginous inflammation. Relapsing polychondritis was diagnosed with bilateral anterior uveitis and chondritis of the ear in the cooperation with rheumatology department. Bilateral anterior uveitis should be taken into consideration and followed-up carefully in a patient with relapsing polichondritis.
Abstract

9.Pediatric canaliculitis: case report
Elif Eraslan Yusufoğlu, Sabiha Güngör Kobat
Pages 102 - 105
Kanalikülit, doğru tanı konulup tedavi edilmediği zaman nükslerle seyreden nadir görülen bir hastalıktır. Genellikle orta ve ileri yaşlarda görülür. Ancak nadiren çocuklarda ve infantlarda da karşımıza çıkabilmektedir.
On iki yaşında sağlıklı kız çocuk sağ göz alt kapakta şişlik ve çapaklanma şikayeti ile bize başvurdu. Son iki yıldır aynı şikayetlerle çok kez muayene olmuş fakat tedaviye rağmen bir iyileşme olmamıştı. Muayenede alt punktumda balık ağzı görünümü mevcuttu ve lakrimal kese bölgesine basmakla pürülan sekresyon geliyordu. Lavaj ile lakrimal pasajın açık olduğu görüldü. Klinik bulgulara dayanarak hastaya kanalikilit tanısı konuldu. Punktoplasti ile dakriyolitler cerrahi olarak kürete edildi. Cerrahi sonrası topikal antibiyotik uygulandı. Dakriyolitlerin histopatolojik incelemesinde enfeksiyon nedeninin actinomyces olduğu belirlendi Hastanın 12 aylık takibinde herhangi bir komplikasyon ve nüks izlenmedi.
Canaliculitis is a rare disease with relapses when not properly diagnosed and treated. Mostly, it occurs in middle-age and advanced age. It is extremely rare in children and infants.
A healthy 12 years-old female patient presented with lower eyelid swelling and watery discharge in her right eye. During the last 2 years, the patient had been examined several times with same complaints but there was no improvement despite treatment. The examination showed that the lower punctum had an appearance of pouting punctum and with applying pressure on lacrimal sac purulent discharged occurred. Lavage showed that the lacrimal passage was not occluded. In ligt of all the clinical findings, the patient was diagnosed with canaliculitis. Punctoplasty with surgical curettage of the dacryoliths were performed. After the surgical procedure, a topical antibiotic was prescripted. The histopathological examination of dacryoliths revealed that the infective cause was actinomyces. No recurrence and complication were observed during 12 months follow-up.
Abstract

10.Swept-source optical coherence tomography angiography in patients with Bietti crystalline distrophy followed-up 10 years
Şefik Can İpek, Ziya Ayhan, Sibel Kadayıfçılar, Ali Osman Saatci
Pages 106 - 108
İlk kez, 27 yaşında muayene edilen ve 10 yıllık izlemi olan Bietti kristalin distrofili (BKD) kadın hastanın, takipleri spektral domain optik koherans tomografi (SD-OKT) ve sonrasında da swept source optik koherans tomografi anjiyografiyle (SS-OKTA) değerlendirildi. SS-OKTA incelendiğinde, dış retina izdüşümlü kesitte, retina pigment epiteli atrofisi nedeniyle koroid damarlarının izlendiği ve koryokapillaris izdüşümlü kesitte ise koryokapillaris akımının belirgin azaldığı saptandı. OKTA, BKD'li hastaların izleminde koryoid atrofisi gelişim miktarının saptanmasında önemli bir rol oynayabilecektir
A woman with Bietti’s crystalline dystrophy (BCD) was first examined when she was 27 years of age and has been followed-up for ten more years. The disease course was monitorized initially with spectral domain-optical coherence tomography and then with swept source optical coherence tomography angiography (OCTA). OCTA analysis showed that choroidal vessels could be visualised at the outer retinal layer segmentation due to retinal pigment epithelial atrophy and blood flow was reduced at the level of choroidal segmentation. OCTA can play a major role in the follow-up of BCD patients by analysing the choroidal flow changes
Abstract

11.Vitreomacular traction and outer retinal structural changes
Şeyda Yıldırım, Jale Menteş, Mine Barış
Pages 109 - 113
Bu yazıda, vitreomaküler traksiyon (VMT) sonrasında retina dış katlarında oluşan yapısal değişiklikleri sunmak amaçlanmıştır. İnkomplet posterior vitreus dekolmanı (PVD) sürecinde ortaya çıkan VMT nedeniyle retina dış katlarında yapısal değişiklikler gelişen 3 hastanın 3 gözüne ait spektral domain optik koherens tomografi (SD-OKT) bulguları retrospektif olarak tanımlanmıştır. Yaşları 58-65 yıl arasında değişen 3 hastanın 3 gözünde en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri (EİDGK) sırası ile 4/10, 8/10 ve 9/10 olup, hepsi de semptomatik olan hastalarda VMT’nin spontan olarak gerilemesini takiben maküla üzerindeki posterior hyaloid trasesinde bir operkulumun belirdiği ve foveada retina pigment epiteli (RPE) iç sınırından, dış limitan membrana (DLM) kadar uzanan dış retina tabakalarında bir mikro defektin oluştuğu saptanmıştır. Ortalama 32 aylık izlem sürecinde bu defektlerin küçüldüğü ancak tamamen kapanmadığı tesbit edilmiştir. Olgularımızda da görüldüğü üzere; VMT, tam-kat maküla deliği bulgusu olmaksızın dış retina katlarında mikro defektlere neden olabilir. Semptomatik olan ve görsel fonksiyonları etkileyen bu defektlerin kalıcı yapısal değişiklikler olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
In this case report we aimed to present the outer retinal structural changes secondary to vitreomacular traction (VMT). Outer retinal structural changes which are secondary to VMT due to incomplete posterior vitreous detachment are described retrospectively with spectral-domain optical coherence tomography in 3 eyes of 3 patients. Outer retinal micro defects which lay from the retina pigment epithelium (RPE) to outer limitan membrane (OLM) with an overlying operculum on the detached posterior hyaloid membrane over the fovea were detected after spontaneous resolution of VMT in 3 eyes of 3 symptomatic patients whose best corrected visual acuities (BCVA) were 4/10, 8/10 and 9/10 respectively and ages between 58 and 65 years old. In the mean follow-up period of 32 months, although the outer retinal micro defect diameters decreased minimally, total closure of the defects are not seen. As we showed in our cases; VMT can cause outer retinal layer micro defects without signs of full- thickness macular hole. These lesions can cause symptoms and effect visual functions. Persistancy of these structural changes are possible.
Abstract

12.Synthetic cannabinoid (Bonzai) related Purtscher-like retinopathy
Zafer Onaran, Yaprak Akbulut, Serkan Tursun, Tevfik Oğurel, Nesrin Gökçınar, Ayşegül Alpcan
Pages 114 - 116
Purtscher retinopati ilk olarak ciddi kafa travmasını takiben gelişen retinal ödem, atılmış pamuk benzeri eksudalar ve kanama tablosuyla tarif edilmiş mikrovasküler tıkayıcı bir hastalıktır. Benzer klinik görünümün travmayla ilgili olmaksızın sistemik hastalıklarla birlikte görülmesi Purtscher benzeri retinopati olarak adlandırılmaktadır.Madde kullanımı (Bonzai) neticesinde gelişen görme azlığı şikayeti olan hastanın muayenesinde her iki arka kutupta yaygın atılmış pamuk manzarası izlenmiş, yapılan floresein anjiografi ve optik koherens tomografi tetkikleri ile Purtscher benzeri retinopati tanısı konulmuştur. Bonzai kullanımı sonrası tanımlanan ilk olgu olması açısından hastanın sunulması amaçlanmıştır.
Purtscher's retinopathy is a microvascular obstructive disease initially described as retinal edema, cotton wool like exudation and hemorrhages occurring after severe head trauma.A similar clinical appearance is called Purtscher-like retinopathy associated with systemic diseases, regardless of trauma. Ophthalmic examination of the patient with complaints of blurred vision due to substance (Bonzai) use revealed bilateral cotton-wool spots.Flourescein angiography and optic coherence tomography were carried out and Purtscher-like retinopathy diagnosis was made. We aimed to present the patient in terms of the first case described after Bonzai use.
Abstract