Cilt: 24  Sayı: 3 - 2018
Özetleri Gizle | << Geri
KAPAK - İÇİNDEKİLER
1.
Kapak-İçindekiler
Cover-Contents
Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Dergisi
Sayfalar I - VII
DOWNLOAD

2.
Yapıların plastik iş-enerji dengesine göre sismik tasarımı
Seismic design of structures based on plastic work-energy balance
Onur Merter, Taner Uçar
doi: 10.5505/pajes.2017.28566  Sayfalar 350 - 361
Yapı sistemlerinin doğrusal olmayan analizi ve tasarımında enerji kavramına dayalı hesaplamalar, yer değiştirme esaslı yöntemlere bir alternatif olarak gelişmektedir. Enerjiye dayalı yapı tasarımı aynı zamanda yer değiştirme kavramını da içermekte ve diğer analizlere kıyasla daha rasyonel bir yöntem olarak anılmaktadır. Çalışmada kullanılan yöntemde, deprem etkisi yapıya bir enerji girişi olarak ele alınmakta ve yapı sistemi için genel enerji denge denklemi yazılmaktadır. Plastik mafsalların kiriş uçlarında ve kolon diplerinde oluştuğu ideal göçme mekanizması esas alınmaktadır. Yapı için bir göreli kat ötelemesi oranının hedeflenmesi ile tasarım yatay kuvvetlerinin sistem üzerinde yaptığı dış işin genel enerji dengesinden elde edilen plastik enerji ile eşitlenmesi sonucunda taban kesme kuvveti ifadesi türetilmektedir. Enerji esaslı taban kesme kuvvetinin seçilen 3 ve 5 katlı çelik çerçeve yapıların kat seviyelerine eşdeğer statik yük olarak etkitilmesinin ardından, belirli bir yönetmeliğe göre önceden boyutlandırılmış yapı taşıyıcı sisteminin plastik tasarımı belirlenen yeni taban kesme kuvvetine göre tekrarlanmaktadır. İteratif bir yaklaşım sunan tasarım yönteminde, bir önceki iterasyonun kesit boyutları elde edilene dek tasarım devam etmektedir. Tasarım sonucunda belirlenen taşıyıcı sistemin, enerji esaslı taban kesme kuvveti ile doğrusal olmayan statik itme analizinden belirlenen göreli kat ötelemesi oranları ile tasarımda hedeflenen göreli kat ötelemesi oranı karşılaştırılmaktadır. Esas alınan ideal göçme mekanizması durumunun oluşup-oluşmadığı kontrol edilmektedir. Sonuçlar ölçekli gerçek deprem ivme kayıtları ile gerçekleştirilen zaman tanım alanında doğrusal olmayan dinamik analizlerin verdiği sonuçlarla karşılaştırılıp, yorumlanmaktadır.
Energy-based approaches are developed as an alternative to displacement-based methods in nonlinear analysis and design of structures. The structural design methodology based on energy concepts incorporates the displacement concept simultaneously and it may be mentioned more rational by comparison with the other existing methods. Earthquake is considered as an energy input to the structure within the study and then the general energy-balance equation is written for the structure system. Ideal collapse mechanism, where plastic hinges are assumed to be located on beam ends and column bases, is considered. An admissible interstory drift ratio is targeted for the design and base shear force expression is derived by equating the plastic energy from general energy-balance with the external work done by the design lateral forces. The new energy-based base shear force is distributed to story levels of 3- and 5-story steel structures as equivalent static lateral forces and then plastic design of structural system, which is predesigned that comply with a seismic code at the beginning of the methodology, is implemented. The structural design method involves an iterative technique and it is continued until the same sections of the former iteration are obtained. The interstory drift ratios obtained from pushover analysis using the inverted triangular distribution of energy-based base shear force are compared with the target drift of the design. The accepted ideal collapse mechanism is checked whether it occurs or not. The results are interpreted and compared to the results of nonlinear time history analyses performed by using the time histories of real earthquakes scaled in time domain.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Hafif çelik yapı tasarımında yaklaşımlar, mevcut kontrol şartları ve olası bir hafif çelik yapı yönetmeliğinde vurgulanması önerilen konular
Approaches for design of lightweight steel structures, current controlling conditions, and the issues recommended to be emphasized in a prospective lightweight steel building code
Selma Ayşegül Güneş, Seyit Çeribaşı
doi: 10.5505/pajes.2017.00821  Sayfalar 362 - 375
Türkiye’de hafif çelik yapılarla ilgili kapsamlı bir yönetmelik olmamasından dolayı, inşa edilen soğuk büküm hafif çelik yapılarda genel kabullerin haricinde kesit, kapasite, tasarım, üretim ve montaj kontrolleri tam olarak yapılamamaktadır. Pazar talebinin özellikle fazla olduğu dönemlerde standart olarak kabul edilen, piyasa şartlarına uygun ekonomik yapılar üretilip, inşa edilmektedir. Mevcut tasarım ve üretim kabulleri her firma için farklılık gösterse de deneyime dayalı kabuller ile tasarım, üretim ve montaj yapılmaktadır. Kesinlikle kontrol talep edilen büyük ölçekli ve çoğunlıkla devlet destekli projelerde ise üretim yapan çoğu firma farklı yurtiçi ve yurtdışı yönetmeliklerinden yararlanarak soğuk büküm hafif çelik yapıları incelemektedirler. Bu makale kapsamında hafif çelik yapılarla ilgi kısa bir tanıtım, günümüzdeki kullanım şekilleri, Türkiye’de genel olarak kullanılan tasarım ve üretim şekilleri hakkında bilgi verilmiş ve örnek bir hafif çelik yerinde kaplama yapının tasarımı yapılmıştır. Tasarımda kullanılan kabuller ve eleman özellikleri dünyada kullanılan iki genel yönetmeliğe göre incelenmiş ve kontrolleri yapılarak Türkiye’deki mevcut yönetmeliklerden de yararlanılarak SAP 2000’de oluşturulan model ile yapının analizi yapılmıştır. Yapılan çalışma sonucunda, soğuk büküm profillerden oluşan bir hafif çelik yapının tasarım ve kontrolü için genel bir yol oluşturulmaya çalışılmıştır.
Because of the absence of a comprehensive code for cold-formed steel constructions in Turkey sections, capacity, design, production and assembly of cold-formed lightweight steel buildings cannot be fully controlled. Especially during periods of high market demand, economic structures which are considered as standard in accordance with the market conditions are produced and built. Even though current design and manufacturing assumptions might differ for each company the design and manufacturing are done by experience-based assumptions. For the projects for which strict controls are requested, and which are mostly supported by the state, all examining of cold-formed lightweight steel buildings is done with various national and international regulations. In the scope of this article a brief introduction of lightweight steel structures, current usage patterns and common design and manufacturing details in Turkey are presented and an example of in-situ lightweight steel structure is designed. Design assumptions and element properties are investigated according to two widely-used international codes, and additionally including the current Turkish regulations, the controls are performed, and the model and analysis of the structure are achieved by using SAP2000. As a result of the study, a general way of overall inspection and control of cold formed lightweight structures has been tried to be reached according to national and international regulations.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Osmangazi Köprüsüne etkiyen rüzgâr yüklerinin sayısal modelleme ile incelenmesi
Investigation of wind loads on the Osmangazi Bridge with numerical modeling
Ahmet Ozan Çelik, Volkan Kiriççi
doi: 10.5505/pajes.2017.82160  Sayfalar 376 - 383
Rüzgâr yükleri, çeşitli yapıların tasarımında önemli dinamik yüklerdir. Özellikle, ulaştırma, yapı ve akışkanlar mekaniği gibi farklı disiplinlerin bir arada değerlendirilmesini gerektirdiği için özel bir mühendislik problemi olarak gösterilebilir. Gelişen teknikler ile birlikte, artan ihtiyaçlara cevap vermek adına köprü ve köprüyol tasarımları daha geniş ve daha yüksek açıklıkları aşmak için sınırları zorlamaktadır. Bu özelliklerdeki yapıların aerodinamik açıdan değerlendirilebilmesi için hazırlanmış yönetmelikler ve rüzgâr tüneli testleri kullanılmaktadır. Ancak, söz konusu yöntemlerin içerdiği kısıtlamalar ve dezavantajlar, sayısal model çalışmalarını daha önemli bir hale getirmiştir. Geliştirilen sonlu elemanlar uygulamaları, başarılı sınır koşulu ve türbülans modelleri ile birlikte yüksek performanslı bilgisayarlar kullanılarak her türlü geometrik yapı için yüksek hassasiyette hesaplamalı akışkanlar dinamiği analizleri yapabilmek mümkün hale gelmiştir. Bu çalışmada, Osmangazi Köprüsü tabliyesinin, farklı rüzgar hızları ve farklı türbülans modelleri için aerodinamik analizi sayısal olarak gerçekleştirilmiştir. Köprüye etki eden rüzgâr yükleri, aerodinamik kuvvetler olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, köprü tabliyesinin geometrik olarak akıma uyumlu bir yapıda tasarlandığı ve bu nedenle oluşan rüzgâr direncinin oldukça düşük olduğu tespit edilmiştir.
Wind loads are crucial dynamic load for various structures. It is a unique engineering problem particularly because it requires the combined expertise of transportation, structure and fluid mechanics engineers. With the advancing techniques and technologies, also to answer the increasing demand, the design of bridges and bridge-ways tends to move towards wider structures with longer spans. Typically, standards and widn tunnel tests are used to evaluate the design of structures with such characteristics aerodynamically. However, the limitations and disadvantages of these methods make numerical modeling efforts more important. The developed finite element methods, applications of successful boundary conditions and tubulence models together with high performance computing power makes is possible to analyze structures with various geometries with computational fluid dynamics method. In this study, anerodynamic analysis of The Osmangazi Bridge deck slab under a number of wind speeds and tubulence models were performed numerically. The wind loads acting on the bridge were evaluated as the aerodynamic loads. The results show that the deck slab cross section is well streamlined and the wind resistance of the structure is quite low.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Betonarme elemanlarda donatı burkulmasının kafes kiriş analojisi ile sayısal modellenmesi
Numerical modeling of rebar buckling in reinforced concrete members using truss analogy
Sadık Can Girgin
doi: 10.5505/pajes.2017.13549  Sayfalar 384 - 389
Deprem kuşağında yer alan bölgelerdeki betonarme yapılar, sismik performans hedeflerini sağlamak üzere tasarlanır. Betonarme elemanların uç bölgelerinde, boyuna donatılarda burkulmaya bağlı yanal şekildeğiştirmeler gelişebilir. Betonarme yapıların performansa dayalı değerlendirilmesi doğrusal olmayan davranış üzerinde donatı burkulma etkilerini hesaba katan analitik modellere dayalı olmalıdır. Bu çalışmada, literatürde yer alan doğrusal olmayan kafes modelleme yaklaşımı donatı burkulmasından etkilenen betonarme elemanlar için genişletilmiştir. Doğrusal olmayan kafes kiriş modeli basınç etkisi altında diyagonal elemanlarda çift eksenli etkileri, yatay ve düşey beton elemanlarda ise çekme güçlenmesini dikkate almaktadır. Donatıları temsil eden kafes elemanlar, elastik olmayan burkulma ve kopmayı açık şekilde hesaba katan tek eksenli bir malzeme modeli ile tanımlanmıştır. Sunulan çalışmada, modelleme yaklaşımı bir betonarme kiriş testi sonuçları ile doğrulanmış ve sonlu eleman boyut değişiminin modeldeki etkileri araştırılmıştır. Sayısal model moment-ötelenme oranı ilişkisindeki dayanım azalmasını deney sonuçlarıyla uyumlu olarak hesaplamıştır.
Reinforced concrete (RC) structures in earthquake prone regions are designed to achieve the seismic performance objectives. In end regions of RC members, longitudinal reinforcing bars may develop buckling due to high compressive strains under reversed cyclic loadings. The performance based assessment for RC structures should rely on analytical models which can account for the effect of rebar buckling on the nonlinear response. This study extends a previously proposed nonlinear truss modeling approach for modeling RC elements whose response is affected by rebar buckling. Nonlinear truss model includes diagonal truss elements accounting for biaxial effects in compression and tension stiffening for concrete elements in the horizontal and vertical directions. The truss elements representing reinforcing steel are provided with a uniaxial material model which can explicitly account for inelastic buckling and fracture of rebars. The modeling approach is validated with experimental test results on one RC beam considering mesh size effects on the response. Numerical model computed strength degradation in moment-drift ratio response of the beam in accordance with the experimental results.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Yanal yüklere maruz kalan betonarme bacalarda boşluk köşe donatılarının farklı yerleşimlerinin sayısal olarak incelenmesi
Numerical investigation of different opening corner rebar configurations in RC chimneys subjected to lateral loads
Sami And Kılıç
doi: 10.5505/pajes.2017.81488  Sayfalar 390 - 396
Betonarme bacaların duman gazı girişlerinin köşelerinde oluşabilecek çatlakları önlemek için, Amerikan ACI 307 tasarım yönetmeliği geleneksel çapraz donatı kullanımını şart koşmaktadır. Ülkemizde ulusal bir betonarme baca yönetmeliği henüz mevcut değildir ve baca inşaatında genellikle kayar kalıp sistemi kullanılmaktadır. Çapraz köşe donatıları yerleştirildiğinde, kayar kalıp sisteminin düşey destek elemanları ile kesişebilir ve bu sebeple baca inşaatında güçlükler meydana gelebilir. Bu çalışmada boşluk köşelerinde çapraz donatı kullanmak yerine, aynı uzunluk ve çapta düşey ve yatay köşe donatılarının kullanılması alternatifi irdelenmiştir. 115 metre yüksekliğinde ve kesitinde 3.7 metre genişliğinde, 5.2 metre yükseliğinde bir boşluğa sahip betonarme bir bacanın detaylı bir sonlu elemanlar modeli meydana getirilmiştir. Sayısal analizlerde beton ve donatı malzeme özellikleri doğrusal olmayan modeller kullanılarak temsil edilmiştir. Bacanın beton cidarı altı yüzlü hacimsel elemanlarla, donatılar ise iki düğüm noktalı çubuk elemanlar ile modellenmiştir. Bacanın tasarım rüzgâr yükleri yanal yük olarak kullanılarak, üç farklı yönde uygulanmıştır. Baca boşluğunun çekme, basınç ve kesme bölgelerinde yer alması durumları ayrı ayrı incelenmiştir. En yüksek çekme birim uzamaları ve çatlak oluşumları baca boşluğunun çekme bölgesinde yer aldığı durumda gözlemlenmiştir. Boşluğun çekme ve basınç bölgelerinde yer aldığı analizlerde köşe donatılarında akma sınırı aşılmıştır. Bütün analizlerde alternatif köşe donatı düzeneği, boşluk deformasyonları, çatlak oluşumları ve köşe donatı birim uzamaları açısından geleneksel çapraz donatı düzeneğine yakın sonuçlar vermiştir. Önerilen alternatif köşe donatı düzeneğinin kayar kalıp betonarme baca inşaatında kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.
The American ACI 307 design code imposes the use of diagonal rebars at the corners of flue gas inlet regions of reinforced concrete chimneys for mitigating cracks. There is currently no Turkish reinforced concrete design code in effect and the most commonly used chimney construction method is the slip form system. The diagonal rebars impose a difficulty in the construction of the slip form system due to the fact that they cross the line of action of the vertical support elements. In this study, the use of vertical and horizontal corner rebars with similar length and diameter was proposed as an alternative to using diagonal rebars. A detailed finite element model was constructed for a reinforced concrete chimney with a height of 115 meters and an opening with a width of 3.7 meters and a height of 5.2 meters. Nonlinear material models were used for the concrete and rebars. The concrete shell was modeled with hexahedral elements and the rebars were modeled with 2-node bar elements. The design wind loads of the chimney were applied as lateral loads in three different directions. Separate analyses were conducted such that the opening region was located in the tension, compression, and shear zones. The highest tension strains and crack formations were obtained for the case of the opening region in the tension zone. Yield strain limits of the corner rebars were exceeded for the cases of the opening region in the tension and compression zones. The alternative corner reinforcement configuration led to similar results in terms of the opening deformations, crack formations, and corner rebar strains when compared with the original diagonal rebars in all the analyses. It was concluded that the proposed alternative corner rebar configuration can be used in the slip form construction of reinforced concrete chimneys.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Çelik fiber ilaveli etriyesiz betonarme kirişlerin eğilme etkisi altındaki davranışlarının doğrusal olmayan sonlu elemanlar analizi ile belirlenmesi
Determination of the behavior of steel fiber reinforced concrete beams without stirrups under bending by nonlinear finite element analysis
Sena Tayfur, Selçuk Saatcı, Ninel Alver
doi: 10.5505/pajes.2017.98700  Sayfalar 397 - 402
Çelik fiber katkılı betonarme elemanların kullanımı son yıllarda artmakla birlikte bu elemanların yapısal davranışlarının modellenmesinde mevcut analitik yöntemler yetersiz kalmakta ve doğrusal olmayan sonlu elemanlar yöntemi gibi sayısal yöntemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada üç noktalı statik yükleme altında davranışı deneysel olarak belirlenmiş çelik fiber katkılı iki kiriş ile çelik fiber katkısı olmayan bir kiriş Değiştirilmiş Basınç Alanı Teorisi'ne dayanan bir doğrusal olmayan sonlu elemanlar yöntemi ile analiz edilmiş ve sonuçlar irdelenmiştir Kullanılan yöntemde çatlamış betonda çatlak yüzeyleri arasında çelik fiberlerin ilettiği çekme gerilmelerinin modellenmesinde Basitleştirilmiş Kapsamlı Gömülme Modeli seçilmiştir. Analiz sonuçları deney sonuçlarıyla karşılaştırıldığında kullanılan sonlu elemanlar yönteminin kirişlerin eğilme kapasitelerini ve oluşan ana çatlakları yüksek hassasiyetle belirlediği, ancak kirişlerin deplasman kapasitelerini olduğundan çok daha düşük bulduğu görülmüştür. Modelin ana çatlakları doğru tespit etmekle birlikte oluşan çok sayıda küçük çatlakları doğru tespit edememesi ve bunun sonucu olarak ana çatlaklarda donatı kopmasının olduğundan erken gerçekleşmesi sonucu kirişin düşük deplasmanlarda göçtüğü değerlendirilmiştir. Daha hassas çözümler için çelik fiber katkısının modellenmesinde daha gelişmiş modellere ihtiyaç olduğu görülmüştür.
Although the use of steel fiber reinforced concrete elements is on the rise in recent years, present analytical models to determine the structural behavior of these members are inadequate, requiring numerical methods such as nonlinear finite element method. In this study, two steel fiber reinforced concrete beam and one ordinary reinforced concrete beam tested under static three-point bending were modeled with a Modified Compression Field Theory based nonlinear finite element method and results were investigated. In the method, Simplified Diverse Embedment Model was selected to model the tensile stresses transmitted between crack faces in cracked concrete. When analysis results were compared with experimental results, it was observed that the bending capacities and major cracks were captured with high accuracy, whereas displacement capacities were highly underpredicted. Although the major cracks were predicted with high accuracy, the fact that the model could not predict smaller cracks accurately and, as a result, the occurrence of a premature reinforcing bar failure at major cracks is believed to be the major reason for earlier failure of beams. More advanced models are needed for modeling the steel fiber reinforcement in order to obtain more accurate solutions.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Statik ve dinamik yüklere maruz betonarme konsol istinat duvarlarının diferansiyel gelişim algoritması ile optimum tasarımı
Optimum design of RC cantilever retaining walls subjected to static and dynamic loadings by differential evolution algorithm
Ali Haydar Kayhan, Ahmet Demir
doi: 10.5505/pajes.2017.04834  Sayfalar 403 - 412
Bu çalışmada, betonarme konsol istinat duvarlarının minimum maliyetle tasarımında diferansiyel gelişim algoritması tekniğine dayalı bir yöntem kullanılmıştır. Düşey yüklerin yanı sıra hem statik hem de depremli durumdaki dinamik zemin itkileri gözönüne alınmıştır. TS-500’de tanımlanan betonarme tasarım kriterleri ve TS-7994’te tanımlanan devrilme, kayma ve zeminin taşıma gücü ile ilgili kriterler, optimum tasarım probleminin kısıtları olarak ele alınmıştır. Farklı zemin özellikleri için, istinat duvarının kesit ölçüleri ve betonarme donatı düzeni, dikkate alınan tüm kriterler sağlanacak biçimde elde edilmiştir. Duyarlılık analizi sonuçları, optimum tasarımın diferansiyel gelişim algoritması parametrelerinin seçiminden etkilenmediğini göstermiştir. Dolayısıyla, diferansiyel gelişim algoritmasının, betonarme konsol istinat duvarlarının tasarımının optimum şekilde yapılabilmesi için etkin şekilde kullanılabileceği söylenebilir.
In this study, a solution algorithm based on the differential evolution algorithm is used to optimally design the reinforced concrete cantilever retaining walls. Beside vertical loads, static and earthquake induced dynamic lateral soil pressure are taken into account for designing of the retaining walls. Requirements for reinforced concrete design given in TS-500 and requirements for sliding, overturning and soil bearing capacity evaluation given in TS-7994 are considered as constraints of the optimum design problem. For different combinations of soil properties, section dimensions and reinforcement of the retaining walls are obtained cost of the wall to be minimum and all the considered constraints to be satisfied. Results of sensitivity analysis show that optimum design is insensitive to the selection of differential evolution algorithm parameters. Therefore, differential evolution algorithm can be used as an effective way for optimally designing the reinforced concrete cantilever walls.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Uçucu kül, kireç ve cam tozu kullanarak blok üretimi
Production of block by using fly ash, lime and glass powder
Paki Turgut
doi: 10.5505/pajes.2016.70048  Sayfalar 413 - 418
Ülkemizde bulunan Kangal Termik Santrali’nde çok miktarda uçucu kül birikmektedir. Bu santralde üretilen uçucu küller depolama alanlarına dökülmekte, ciddi çevre problemleri ve sağlık sorunlarına sebep olmaktadır. Atık cam da bazı problemler doğurmaktadır. Geri dönüşümü olmayan camların çoğu, çevre dostu bir çözüm olmayan depolama alanına gönderilir. Dolayısıyla, atık cam biyolojik olarak ayrışmadığından, yapı sektöründe kullanılmasına kuvvetle ihtiyaç vardır. Bu çalışmada, uçucu kül, kireç ve cam tozu kullanılarak yapı blokları üretildi. Bloklar 70oC sıcaklıkta 24, 48, 72 ve 96 saatlik sürelerde kür edildi. Blokların basınç ve yarmada çekme dayanımları, su emme, kılcal su emme ve yoğunluk değerleri belirlendi. Kür süresinin yanında, blok içerisindeki kireç ve atık cam tozu gibi ilave malzemelerin miktarlarının da sonuçlar üzerinde direk etkili olduğu bulundu. Elde edilen sonuçlar, bu atık malzemeler kullanılarak blok üretilebileceğini gösterdi.
A large amount of fly ash is accumulating in Kangal Thermal Power Plant in our country. Fly ash produced in this plant is abandoned to the landfills and causes certain serious environmental problems and health hazards. Waste glass also constitutes some problems. The most of non-recyclable glass is sent to landfill that is not an environment-friendly solution. Therefore, there is a strong need to be utilized it in building sector because it is not biodegradable. In this study, masonry blocks were produced by using fly ash, lime and waste glass powder. Blocks were cured for periods of 24, 48, 72 and 96 hours at 70 oC. The compressive and flexural strengths, water absorption, sorptivity and density values of blocks were determined. It was found that curing time and amounts of additional materials that were lime and waste glass powder in the block were directly effective on the results. The results obtained showed that block could be produced by using these waste materials.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Polinaftalin sülfonat esaslı süperakışkanlaştıcıların farklı inceliklere sahip Bayburt Taşı ikame edilmiş kompoze çimentoların mekanik ve fiziksel özelliklerine etkisi
Effect of the polynaphtalene sulfonate based superplasticizer on mechanichal and physical properties of blended cement repaced by Bayburt Stone with different fineness
İlker Tekin, Duygu Tekin
doi: 10.5505/pajes.2017.33410  Sayfalar 419 - 425
Bu çalışmada, puzolanik özelliğe sahip 45 µm ve 125 µm incelikte öğütülmüş Bayburt taşı PÇ 42.5R (CEM I) çimentoda sırasıyla ağırlıkça %0, 10, 20 ve %30 ikame edilmiştir. Çalışmanın amacı iki aşamada oluşturuldu: birincisi farklı inceliklere sahip zeolit içeren Bayburt taşı atıklarının CEM I tip çimentoya ikame edildikten sonra elde edilen çimentonun basınç dayanımı ve fiziksel özelliklerine etkilerini değerlendirmek, diğeri üretilen çimentoların farklı firmalara ait aynı tip süperakışkanlaştırıcılarla davranışını incelemektir. Hazırlanan hamur numuneler üzerinde standart kıvam, priz süreleri ve hacim sabitliği gibi standart çimento deneyleri, harç numuneler üzerinde yayılma ve basınç dayanımı deneyleri gerçekleştirilmiştir. Harç numuneler 28 gün standart küre bırakılmış ve ardından 2, 7 ve 28 gün yaşlarında basınç dayanımı deneyi yapılmıştır. Sonuç olarak özgül yüzeye bağlı olarak değişen incelik fiziksel, mekanik ve reolojik özellikleri önemli derecede etkilemiştir. Bu çalışmada farklı firmalara ait polinaftalin sülfonat tipi süperakışkanlaştırıcıların beyaz Bayburt taşı ikameli çimentolarda kullanılabileceği belirlenmiştir.
In this study, grinded Bayburt Stone has pozzolanic property with 45 µm and 125 µm fineness was replaced with PC 42.5R (CEM-I) type cement at ratio of 0%, 10%, 20%, and 30% by weight. The aim of this study was made up in two phase, one of them was to investigate the effects of Bayburt Stone waste contain zeolite with different fineness on physical and mechanical properties of composite cements and the other one was to investigate behavior of same superplasticizer belong to two different company. Standard consistency, setting time and volume expansion tests are performed on the cement pastes and compression strength and flow tests are performed on the cement mortars. Mortar specimens are kept in standard curing for 28 days, than compressive strength test are performed at the ages of 2, 7 and 28 days. As a result, changes in specific surface area depending on the particle size distribution of mineral additives makes significant different on the physical, mechanical and rheological properties of cement mortars. In this study, it was determined that same type of superplasticizers which had different companies could be used in blended cement replaced with Bayburt stone.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
Klinoptilolit ile hazırlanan bitümlü karışımların Marshall karışım tasarımının değerlendirilmesi
Evaluation of Marshall mix design of bituminous mixtures prepared with clinoptilolite
İsmail Çağrı Görkem
doi: 10.5505/pajes.2017.23855  Sayfalar 426 - 432
Günümüzde, otoyol ağlarına duyulan ihtiyacın artmasıyla birlikte asfalt üretimi de artmaktadır. Ancak, asfalt üretiminin doğaya zararlı etkilerinden dolayı araştırmacılar çevreye duyarlı, üretim maliyetlerini azaltan ve özellikleri bakımından en az geleneksel ASFALT ile aynı performansa sahip yeni asfalt türleri keşfetmeye çalışmaktadırlar. Ilık karışım asfalt (IKA) kullanımının asıl amacı emisyonları azaltmak ve farklı mekanizmalarla karıştırma ve sıkıştırma sıcaklıklarını düşürerek işlenebilirliği arttırmaktır. IKA’daki son gelişmeler organik ticari mumlar olarak Sasobit®, Asphaltan B® ile sentetik zeolitler olarak Advera® WMA ve Aspha-min® gibi bitüme pozitif etkileri olan katkıların kullanımına olan ilgiyi teşvik etmektedir. Türkiye’de 50 milyar tonun üzerinde yüksek kaliteli doğal zeolit rezervi bulunmaktadır. Bu da, doğal zeolitin ılık karışım asfalt üretiminde kullanılabileceği anlamına gelmektedir. Bu çalışmada, klinoptilolit tipi doğal zeolitin ılık karışım asfalt katkısı olarak değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Bitüm örnekleri 50/70 penetrasyon sınıfı saf bitüm ile beş farklı içerikteki klinoptilolit karıştırılarak hazırlanmıştır. Her bir örnek için üretim sıcaklık ve süreleri belirlendikten sonra, geleneksel bitüm deneyleri ile özellikleri değerlendirilmiştir. Karıştırma ve sıkıştırma sıcaklıklarındaki düşüşün klinoptilolit içeren asfalt betonu örneklerinin mekanik davranışları üzerindeki etkisi belirlenmiş ve kontrol numuneleri ile karşılaştırılmıştır.
Today, the production of asphalt has increased with the increase in demand for highway network. However, due to harmful effects of asphalt production on the nature, researchers have tried to explore new kinds of asphalt that are environmentally-conscious, cost lower production and that exhibit at least the same performance of conventional ASPHALT in terms of properties. The main objective of using warm mix asphalt (WMA) is to reduce emissions and improve the workability by lowering the mixing and compaction temperatures of ASPHALT through different mechanisms. Recent advances in WMA have spurred interests in the use of organic commercial waxes such as Sasobit®, Asphaltan B® as well as synthetic zeolite such as Advera® WMA and Aspha-min® as additives in bitumen to achieve certain positive effects. There are over 50 billion tons of high quality natural zeolite reserves in Turkey. This means that natural zeolite can be utilized in the production of warm mix asphalt. This study targets the evaluation of clinoptilolite type natural zeolite as a warm mix additive. The bitumen samples have been produced by mixing 50/70 penetration grade base bitumen with clinoptilolite at five different contents. After determining the production temperature and time related to each sample, the properties have been evaluated by conventional bitumen tests. The impact of the reduction of mixing and compaction temperatures on the mechanical behavior of asphalt concrete samples involving clinoptilolite has also been determined and compared with the control samples.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

12.
Yüksek fırın cürufunun geoteknik özellikleri ve taşıma kapasitesi performansının incelenmesi
Investigation of geotechnical properties and bearing capacity performance of blast furnace slag
İnci Develioğlu, Hasan Fırat Pulat
doi: 10.5505/pajes.2017.82574  Sayfalar 433 - 438
Bu çalışmada, yüksek fırın cürufunun (YFC) geoteknik özellikleri incelenmiş ve taşıma kapasitesi performansı analiz edilmiştir. Dane boyutunun taşıma kapasitesi üzerindeki etkisini araştırmak amacıyla YFC ince (Dmax = 4.75 mm) ve iri (Dmax = 9.50 mm) dane dağılımlı olarak iki bölüme ayrılmıştır. YFC’nin dane boyu dağılımı, özgül yoğunluk, pH, optimum su içeriği, maksimum kuru birim hacim ağırlık ve kıvam limitleri gibi temel mühendislik özellikleri ASTM standartlarına uygun olarak belirlenmiştir. Daha sonra, iri(D-9.50) ve ince (D-4.75)dane dağılımlı numuneler için Kaliforniya taşıma oranı (CBR) deneyleri yapılmıştır. Sıkışma enerjisinin CBR değeri üzerindeki etkisini incelemek amacıyla numuneler Standart Proctor (SP) ve Modifiye Proctor (MP) enerjisi ile hazırlanmıştır. Boşluk suyunun taşıma performansı üzerindeki etkisini belirlemek için test numuneleri musluk ve deniz suyu ile hazırlanmış ve 96 saat süresince kür edildikten sonra yaş CBR deneyleri gerçekleştirilmiştir. Test sonuçları, sıkıştırma enerjisinin CBR performansı üzerinde çok önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Aynı şartlarda, MP enerjisi ile sıkıştırılan numunelerin SP enerjisi ile sıkıştırılan numunelerden en az 2.2 kat daha yüksek CBR değerlerine sahip olduğu belirlenmiştir. İnce dane dağılımlı numunelerin, iri dağılımlı numunelere kıyasla daha yüksek taşıma kapasitesi değerlerine sahip olduğu görülmüştür. Aynı koşullarda farklı boşluk sularıyla test edilen numunelerin CBR değer ortalamaları hesaplandığında deniz suyu ile hazırlanan numunelerin %17 daha yüksek değere sahip olduğu belirlenmiştir. YFC’nin sahip olduğu geoteknik özellikler göz önünde bulundurulduğunda, çeşitli mühendislik uygulamalarında dolgu malzemesi olarak kullanılabileceği düşünülmektedir.
In this study, the geotechnical characterization of blast furnace slag (BFS) was investigated and the bearing capacity performance was analyzed. In order to investigate the particle size effect on bearing capacity, BFS was separated two parts called fine (Dmax = 4.75 mm) and coarse (Dmax = 9.50 mm) grain size distributions. Basic engineering properties of the BFS, such as particle size distribution, specific gravity, pH, optimum water content, maximum dry unit weight, and consistency limits were determined according to ASTM standards. Thereafter, California Bearing Ratio (CBR) tests were conducted for coarse (D-9.50) and fine (D-4.75) grained BFS samples. The samples were prepared with Standard Proctor (SP) and Modified Proctor (MP) energies to examine the compaction energy effect on CBR value. In order to determine the pore fluid effect on bearing performance, samples were prepared with tap and sea water, after 96 hours curing period wet CBR tests were conducted. Test results have shown that compaction energy affects the CBR performance significantly. It has been determined that samples compacted with MP energy has at least 2.2 times higher CBR value than samples compacted with SP energy. It has been seen that fine grained samples have higher bearing capacities than coarse grained samples. When the average CBR value of samples prepared with different pore fluids in same conditions were compared, it was seen that samples prepared with sea water have 17% higher CBR values than the others. While the geotechnical engineering properties of BFS are taken into account, it is considered that BFS can be used in various engineering applications as a fill material.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

13.
Kapak altı batmış akım mansabında meydana gelen oyulmaların sayısal simülasyonu
Numerical simulation of scour at downstream of submerged sluice flow
Mehmet Cihan Aydın, Çimen Karaduman
doi: 10.5505/pajes.2017.14238  Sayfalar 439 - 443
Su yapılarının mansabındaki oyulmalar önemli mühendislik problemlerinden biridir. Literatürde oyulma problemleriyle ilgili birçok deneysel çalışma yapılmış ve bazı bağıntılar elde edilmiştir. Oyulma analizlerinin en büyük zorluğu oyulma işleminin uzun zaman alması ve sıvı-katı etkileşimi dinamiğinin karmaşıklığıdır. Bu çalışmada 2B hesaplamalı akışkanlar dinamiği kullanılarak kapak altı batık akım durumunda bir platform mansabındaki oyulmalar incelenmiştir. Sayısal analizin kalibrasyonu için literatürdeki bazı deney ve bağıntı sonuçları kullanılmıştır. Maksimum oyulmanın zamana göre üstel olarak değiştiği ve boyutsuz oyulma-yığılma profilinin ise üçüncü derece polinoma uyduğu görülmüştür. Deneysel verilere göre sayısal verilerde yaklaşık %5-10 sapma tespit edilmiştir.
Scour downstream of hydraulic structures is an important problem in engineering. There are many experimental studies on the scour problem, and some empirical relationships were presented in the literature. The biggest challenges in the scour analyses are the requirement of a lot of time and complex hydrodynamics of the liquid-solid interaction. In this study the scour at downstream of submerged sluice flow after an apron was investigated by using 2D computational fluid dynamics (CFD). Some experimental data and relationships in the literature were used to calibrate the numerical analyses. It is observed that the variation of maximum scour versus time is exponential and dimensionless scour profiles fit to third degree curve. The relative percent error is approximately 5-10% between experimental and numerical results.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

14.
Hibrit HS-Solver optimizasyon tekniği kullanılarak ek klorlama istasyonlarının optimum tasarımı
Optimum design of the booster chlorination systems by using hybrid HS-Solver optimization technique
M. Tamer Ayvaz, Zong Woo Geem
doi: 10.5505/pajes.2017.22587  Sayfalar 444 - 452
Bu çalışmada, su dağıtım şebekelerindeki ek klorlama istasyonlarının optimum tasarımı amacıyla bir hibrit simülasyon-optimizasyon yaklaşımı geliştirilmiştir. Geliştirilen yaklaşımda, talep noktalarındaki bakiye klor konsantrasyonları tepki matrisi yaklaşımı ile belirlenmiştir. Oluşturulan tepki matrisi ardından hibrit HS-Solver optimizasyon tekniğinin kullanıldığı bir optimizasyon modeline entegre edilmiştir. HS-Solver, armoni araştırması ile elektronik tablolama programlarında kullanılan Solver eklentisinin sırasıyla global ve lokal optimizasyon aracı olarak kullanıldığı yeni önerilmiş bir optimizasyon tekniğidir. Geliştirilen yaklaşımda HS-Solver’ın amacı bakiye klor konsantrasyonlarını arzu edilen limitlerde tutacak şekilde ek klorlama istasyon sisteminin optimum tasarımını yapmaktır. Geliştirilen yaklaşımın uygulanabilirliği gerçek bir su dağıtım şebekesi üzerinde test edilmiştir. Elde edilen sonuçlar, geliştirilen HS-Solver tabanlı çözüm yaklaşımı ile literatürde verilenlerle uyumlu veya daha iyi sonuçlar elde edilebildiğini göstermiştir.
A hybrid simulation-optimization approach is developed in this study for optimally designing the booster chlorination systems in water distribution networks. In the developed approach, chlorine residuals in the demand locations are determined by using the response matrix (RM) approach. The generated RM is then integrated to an optimization model where a hybrid HS–Solver optimization technique is used. HS–Solver is a recently proposed hybrid technique which integrates the harmony search (HS) algorithm and a spreadsheet Solver as the global and local optimizers, respectively. The objective of the HS–Solver in the developed approach is for optimally designing the booster stations by maintaining the chlorine residuals within desired limits. The applicability of the developed approach is tested on a real water distribution network. Identified results indicate that the developed HS-Solver based solution approach determined similar or better results than those obtained by using the different solution approaches in literature.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

15.
Demiryolu dolgularının taşkın anındaki güvenliğinin değerlendirilmesi
Safety assessment of railway embankments during floods
Melih Çalamak
doi: 10.5505/pajes.2017.50103  Sayfalar 453 - 460
Bu çalışmada, geniş düzlük üzerine inşa edilen tipik bir demiryolu dolgusunun 200 yıllık tekerrür süresine sahip bir taşkın anındaki güvenliği sızma ve şev stabilitesi analizleriyle incelenmiştir. Bu amaçla, dolgunun sonlu elemanlar yöntemiyle sızma analizleri gerçekleştirilmiş, limit denge analizi yöntemiyle memba ve mansap şevlerinin stabiliteleri değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre demiryolu dolgusu taşkın anında sızmaya karşı güvenli bulunmuştur. Dolgu, bu anda, demiryolu hattının işletilmediği durumda şevlerinin kaymasına karşı da güvenli bulunmuştur. Ancak, demiryolu hattının taşkın anında işletilmesinin şevlerin stabilite güvenliğini tehlikeye attığı tespit edilmiştir.
In this study, the safety of a typical railway embankment built on a large plain subject to a 200-year return period flood investigated with seepage and slope stability analyses. To this end, seepage analyses performed with finite element method. Stability analysis conducted for upstream and downstream slopes using limit equilibrium method. According to the results, the railway embankment found to be safe against seepage during the flood. The embankment also found to be safe against sliding of its slopes when the railway line was not in operation. However, the operation of the railway line during the flood endangered the safety of the stability of the slopes.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

16.
Türkiye’de yapı üretiminde ve denetiminde yaşanan etik sorunlar
Ethical problems in the production and inspection of construction in Turkey
Savaş Bayram, Serkan Aydınlı, Abdulkadir Budak, Emel Oral
doi: 10.5505/pajes.2017.65481  Sayfalar 461 - 467
Türkiye’nin bir deprem ülkesi olması nedeniyle, gerçekleştirilen yapım işlerinin projelerine uygun yürütülmesi hayati önem arz etmektedir. Ülkemizde daha önce yaşanan depremlerde yıkılan yapılar incelendiğinde, yıkımların temel sebebinin deprem değil, yapıların uygunsuz üretimi olduğu belirlenmiştir. 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun kapsamında “Yapı Denetim Kuruluşları” günümüzde Türkiye’nin bütün illerinde hizmet vermektedir. Ancak teorik olarak tatminkâr bir altyapıya sahip olan bu denetim sisteminin, uygulamada bir takım sorunları da beraberinde getirdiği ve suiistimallere açık olduğu bilinmektedir. Bu çalışmanın temel amacı, ülkemizde yapı üretiminde ve denetiminde karşılaşılan etik sorunları belirlemek ve yapı sahibi ile denetim kuruluşu arasındaki ilişkilerinin daha sağlıklı yürütülebilmesi için çözüm önerileri geliştirmektir. Bu kapsamda, Türkiye’nin 28 ilinde faaliyet göstermekte olan yapı denetim firmalarında aktif olarak çalışan toplam 200 teknik personele iki ana bölümden oluşan bir anket çalışması uygulanmıştır. Elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirilmiş ve yapı denetiminde yaşanan etik sorunlar tarafsız bir bakış açısı ile gün yüzüne çıkarılmıştır. Sonuç olarak; yapı denetim firmaları, yapının taşıyıcı sisteminin uygun üretimini sağlamakta fakat yapı mimarisinin projeye uygun üretimiyle ilgili birtakım problemler az da olsa halen devam etmektedir. Bunun yanısıra, gerek kanuni prosedürlerle, gerekse yapının taşıyıcı sisteminin projeye uygunluğuyla alakalı problemler büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.
The investigation of the structures destroyed in previous earthquakes has demonstrated that the main cause of the destructions is not the earthquake but the inappropriate production of the structures. Within the scope of the Law, nr. 4708, "building inspection institutions" are presently serving in all of Turkey's provinces. However, it is a well-known fact that although the current inspection system has a satisfactory infrastructure theoretically, it has several problems in practice and is open to abuse. The main objective of this work is to identify the ethical problems of the construction production and inspection in Turkey and to develop solutions to improve the relations between the building owner and the inspection institution. In this context, a survey study consisting of two main sections has been implemented to actively working 200 technical professionals of building inspection institutions in 28 provinces of Turkey. The obtained data were evaluated statistically and the ethical problems experienced in the building inspection were exposed with an objective point of view. As a result; building inspection institutions provide the proper production of the building's structural system but some problems with the project-oriented production of the building architecture still have not solely been solved. Besides, the problems related to the compliance of the structural system with the project as well as the legal procedures, have largely ceased to exist.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

17.
Tekstil endüstrisinde bütünleşik membran sistemi ile su geri kazanımı ve hibrit ileri oksidasyon/membran filtrasyonu ile konsantrelerin arıtımı ve yönetimi
Water recovery with combined membrane system in textile industry, treatment and management of concentrates by hybrid advanced oxidation/membrane filtration
Berna Kırıl Mert, Esra Can Doğan, Esin Balcı, Yasemin Melek Tilki, Şeyda Aksu, Ayşegül Yağmur Gören, Coşkun Aydıner
doi: 10.5505/pajes.2017.98474  Sayfalar 468 - 475
Bu çalışmada, etkinliği bilinen UF/NFsıkı/TO membran kombinasyonu ile tekstil atıksularının arıtımının yanısıra %75-80 su geri kazanım oranı dahilinde oluşan membran konsantrlerinin bütünleşik ileri oksidasyon prosesi (Fenton ve foto-Fenton (UVA-365 – UVC-254)/batık UF sistemi ile daha önce belirlenen optimum işletme şartlarında oksidasyona tabi tutularak yönetimi gerçekleştirilmiştir. Yapılan deneysel çalışmalar sonucunda, UF/NFsıkı/TO membran konfigürasyonu ile arıtımı sonucunda oluşan konsantre akımlarının Fenton, foto-Fenton (UVA-365) ve (UVC-254) prosesleri ile oksidasyonu sonras, ardışık işletimli foto-Fenton (UVC-254)/UH050 hibrit prosesinin 9.88 H2O2/TOK ve 7.27 H2O2/Fe2+ oranlarında, 44.16 L/m2.sa’ lik süzüntü akısında %86 KOİ giderimi ile KOİ değeri 167 mg/L’ ye ve %74.2 TOK giderimi ile TOK değeri 104 mg/L’ ye kadar düşürülerek en iyi performans gösteren yenilikçi proses olduğu sonucuna varılmıştır. Oluşan membran konsantrelerin oksidasyonu sonrasında kalan konsantrenin tehlikelilik özellikleri, bertaraf/geri kazanım yöntemleri ve yeniden kullanım alternatifleri değerlendirildiğinde tekstil endüstrisi atıksularının foto-Fenton (UVA-365) ile arıtımı sonucunda oluşan konsantre haricinde diğer tüm konsantrelerin tehlikeli özelliğine sahip olduğu görülmüştür. Konsantrelerin bertaraf/geri kazanım yöntemleri ayrıntılı olarak değerlendirildiğinde, gerekli düzenlemeler (nem içeriği, susuzlaştırma, uygun debi ve/veya karışım oranları) yapıldığı takdirde bu konsantrelerin düzenli depolama, yakma ve merkezi atıksu arıtma sistemine verme gibi seçeneklerle bertaraf edilebileceği sonucuna varılmıştır.
In this study, in addition to textile wastewater treatment by UF/NFtight/TO membrane combination of which efficiency is known, management has been performed on membrane concentrates generated with advanced oxidation combined process (Fenton and photo-Fenton (UVA-365 – UVC-254)/submerged UF system. of membrane concentrates generated within 75-80% water recovery ratio by oxidizing them in optimum operating conditions which were determined before. Ultimately in the studies, the conclusion has been reached that concentrate flows, generated as a result of the treatment with UF/NFtight/TO membrane configuration, were the highest performance innovative process by decreasing the sequential operated photo-Fenton (UVC-254)/UH050 hybrid process in ratios of 9.88 H2O2/TOK and 7.27 H2O2/Fe2+, in the filtration flux of 44.16 L/m2.h, COD value to 167 mg/L with 86% COD removal, and TOK value to 104 mg/L with 74.2% TOC removal, after the oxidation with Fenton, photo-Fenton (UVA-365) and (UVC-254) processes. When hazardous characteristics, removal/recovery methods and reuse alternatives of the concentrate remained after the oxidation of membrane concentrates generated were evaluated, it has been seen that all other concentrates of textile industry wastewater, except the concentrate generated by the treatment with photo-Fenton (UVA-365), had characteristics of hazardousness When removal/recovery methods were evaluated in detail, the conclusion has been reached that these concentrates could be removed with alternative options such as regular storage, burning and canalizing to central wastewater treatment system as long as necessary arrangements (moisture content, dehydration, suitable flow and/or mixture ratios) are made.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

18.
Biyolojik atıksu arıtma tesisi çevresel risk analizi
Environmental risk assessment for biological wastewater treatment plant
Esra Deniz Güner
doi: 10.5505/pajes.2017.16023  Sayfalar 476 - 480
Evsel ve endüstriyel atık suların arıtıldıktan sonra deşarj edilmesi veya tekrar kullanıma hazır hale getirilmesi atıksu arıtma tesisleri ile mümkün olmaktadır. Kentsel atık suların arıtımında en yaygın yöntem biyolojik arıtma (ikinci kademe arıtma) prosesidir. Biyolojik atıksu arıtma tesislerinin işletilmesi, bakımı ve onarımından kaynaklı olarak gerek iş sağlığı ve güvenliği gerekse çevresel açıdan birçok tehlikeyi barındırırlar. Atıksu arıtma tesislerinde meydana gelebilecek riskler belirlenirken iş ve işçi sağlığına etkilerine ek olarak çevreye etkilerinin kapsam ve boyutunu belirlenmesi gereklidir. Bu tesislerdeki tehlikelerin olumsuz çevresel etkileri göz önüne alınarak risklerin yeniden değerlendirilmesi ve önceliklendirilmesi, önem taşımaktadır. İş ve işçi güvenliğinde, yürütülen faaliyetin ve çalışanın güvenliğinin yanı sıra çevresel etkilerin de risk analizine dahil edilmesi hem karar vericilere hem de yöneticilere fayda sağlayacaktır. Bu çalışmada, biyolojik atıksu arıtma tesisinde risk analizinde 22 adet risk belirlenmiştir. Bu riskler 5x5 matris risk analiz yöntemi ile değerlendirilmiştir. Çevresel etkilerinde dikkate alınabilmesi için çevre boyutu parametresi tanımlanmış ve bu parametre için skala oluşturulmuştur. Bu skala dikkate alınarak belirlenen 22 risk için risk analizi tekrar yapılmıştır. Çevresel boyut eklendiğinde tespit edilen risklerin önem sıralamalarının değişmiştir. Bu yeni değerlendirmede 7 adet riskin öncelik sıralaması artarken, 13 adet riskin öncelik sıralaması azalmıştır. Geriye kalan 2 adet riskin ise öncelik sıralaması değişmemiştir. Bu değişimler çevresel boyutun atıksu arıtma tesislerinde belirlenen riskler üzerinde önemli olduğunu göstermiştir.
Domestic and industrial wastewater can be discharged or ready for reuse by means of wastewater treatment plant. The most common method for the treatment of urban wastewater is the biological treatment (second stage treatment) process. Due to the operation, maintenance and repair of biological wastewater treatment plants, there are many hazards in terms of environmental aspects as well as occupational health and safety. In determining the risks that may occur in wastewater treatment plants, it is necessary to determine the scope and size of the effects on the environment in addition to the effects on work and staff health. It is important to reassess and prioritize the risks taking into account the adverse environmental impacts of the hazards in these facilities. In occupational health and safety, the risk analysis of the environmental impact, as well as safety of the activities and employees, will be of benefit to both decision makers and managers. In this study, 22 risks were identified in the risk analysis at the biological wastewater treatment plant. These risks have been assessed by a 5x5 matrix of risk analysis method. In order to be taken into account in the environmental impact environmental dimension parameter is defined and has been established scale to consider the environmental impact. This allows considering the 22 risks again for risk analysis. It has been determined that the significance levels are changed from the risks detected except for the 2 identified risks. The order of importance of risks identified when the environmental dimension is added has changed.
With this new evaluation, 7 risks priority orders have increased while 13 risks priority orders have decreased. The remaining 2 risks were not changed in priority order. These changes have shown that the environmental dimension is important for the risks identified in wastewater treatment plants.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

19.
Dünya ve Türkiye’de gemilerden kaynaklanan deniz kirliliği ve atık kabul tesisleri: Genel perspektif, yönetim ve öneriler
Ship generated marine pollution and waste reception facilities from the World and Turkey: General perspective, management and suggestions
Neslihan Doğan-Sağlamtimur, Emre Subaşı
doi: 10.5505/pajes.2017.20270  Sayfalar 481 - 493
Bu çalışmada (i) deniz kirliliğine neden olan faktörler, ana kaynaklar ve insanoğlunun etkinlikleri göz önüne alınarak, gruplar halinde verilmiştir; (ii) Dünya ve Türkiye’de deniz kirliliği ve gemi kazaları genel perspektifte irdelenmiştir; (iii) petrol ve petrol türevli atıkların kontrolü, depolanması ve arıtımı için Dünya ve Türkiye’de yürürlükte olan kanun, yönetmelikler ve sözleşmeler tartışılmıştır; (iv) gemilerden kaynaklanan deniz kirliliğini önlemek için kurulan atık kabul tesisleri -işletim kural ve kontrolleri belirtilerek, neden ihtiyaç duyulduğu, kapasiteleri, hangi bölümlerden oluştukları açıklanarak- tartışılmıştır; (v) Dünya ve Türkiye’den atık kabul tesisi örnekleri sıralanmıştır; (vi) seçilen örneklere dayanarak Türkiye’de işletilen atık kabul tesislerinin ihtiyaçları ne ölçüde karşıladığı ve nasıl yönetildiği, kurulum-işletme maliyetleri ve atık kabul tesislerini iyileştirmek için ele alınması gerekli önlemler üzerinde durularak, değerlendirilmiştir.
This study documents the factors causing marine pollution in terms of its main sources and anthropogenic activities, and provides a broad view of marine pollution and ship accidents in the World and in Turkey. It also discusses the rules, contracts and laws in the World and in Turkey for regulations of control, storage, and treatment of oil waste. It further describes the operational rules and controls of the waste reception facilities that are established to prevent marine pollution from ship-generated wastes and explains why these facilities are needed in terms of their capacities and units. It then provides a list of examples of waste reception facilities from the World and Turkey based on their selected samples. Finally, it evaluates selected waste reception facilities operated in Turkey in terms of to what extent they meet the needs and how they are operated, considering installation and operational costs and measures to be taken to improve these facilities.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

20.
Yatay deşarj edilen soğuk-yoğun atıksuların bazı deşarj parametrelerinin belirlenmesi
Determination of some discharge parameters of horizontally discharged cold-dense wastewaters
Naim Sezgin
doi: 10.5505/pajes.2017.17136  Sayfalar 494 - 499
Termal kirlilik, okyanus, göl veya nehir gibi sucul alanlarda ortam sıcaklığının insan faaliyetleri sonucunda artması veya azalması olarak tanımlanır. Termal kirliliğe, enerji santralleri, sıvılaştırılmış doğalgaz terminalleri (LNG) ve endüstriyel tesislerin ısıtma veya soğutma amaçlı kullanılan daha sonra alıcı ortamlara deşarj edilen suları neden olur. Alıcı ortamlara deşarj edilen termal atıksuların en önemli kaynaklarından biri LNG gazlaştırma terminallerinden kaynaklanan soğuk sulardır. Soğuk sular genellikle kıyısal sulara deşarj edilirler. Bu sular deşarj edildikleri alıcı ortamlara göre yoğunluklarının yüksek olması nedeniyle bir çeşit negatif yüzen (batan) jetlerdir. Alıcı ortam canlı türlerine olumsuz etkilerinden dolayı soğuk sular, yüksek seviyede seyrelme sağlayacak bir şekilde deşarj edilmelidir.

Bu çalışmada, yatay olarak deşarj edilen soğuk-yoğun suyun birinci seyrelme ve çarpma noktası gibi bazı deşarj parametreleri laboratuvar ortamında dairesel deşarj portu kullanılarak belirlenmiştir. Soğuk-yoğun atıksuyun alıcı ortam içerisindeki davranışını (jet geometrisini) belirlemek için renk maddesi olarak Rhodamin B ilavesi yapılmıştır. Renklendirilmiş soğuk-yoğun atıksuyun anlık fotoğraflarını çekmek için yüksek çözünürlüklü kamera ve atıksu jet merkezinde meydana gelen sıcaklık değişimlerini (seyrelmeler) ölçmek için de hassas termal problar kullanılmıştır. Farklı atıksu yoğunlukları elde etmek için -3°C, -5°C ve -7°C gibi üç değişik sıcaklık fark değerleri uygulanmıştır. Bu çalışmada elde edilen sonuçlara göre soğuk su deşarjlarının tabana çökme eğilimde olan negatif yüzen (batan) jet gibi davrandığı belirlenmiştir. Ayrıca bu çalışmada, ortalama normalize edilmiş çarpma noktası mesafesi ve birinci seyrelmenin 2.333 ve 0.491 olduğu bulunmuştur.
Thermal pollution is defined as increase or decrease in temperature of an aquatic environment which may be ocean, lake or river by human influence. A common cause of thermal pollution is the use of water as a cooling and heating system by power plants, liquefied natural gas (LNG) re-gasification terminals and industrial manufacturers. One of the important sources of thermal effluents is cold water discharges, which are mainly originated from LNG re-gasification terminals from open cycle heating units. Cold water can be frequently discharged into coastal waters. Due to its high density, cold water discharge is a kind of negatively buoyant jet. Because of some undesired effects of cold water on receiving water species, should be discharged properly into the marine environment with a high level of initial dilution.

Some discharge parameters of horizontally discharged cold-dense wastewater such as initial dilutions, impingement points were determined in a laboratory system using circular port in this study. To determine the behavior of the cold-dense wastewater (wastewater jet geometry) Rhodamine B as a colorant was added to the wastewater. A high-resolution camera was used to take snapshots of the colored cold-dense wastewater. Temperature changes (dilutions) in the cold-dense wastewater jet centerline were detected with sensitive thermal probes. To gain different densities, three discharge temperature differences were used as -3°C, -5°C, and -7°C. According to the results of this study, it was determined that the cold water discharges behaved like a negative buoyant jet. In addition, it was calculated that the averages of the normalized impingement point and initial dilution of the cold water were found 2.333 and 0.491, respectively.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

21.
Elektodiyaliz proseslerinden (KED / BMED) kaynaklanan konsantre akımın minimzasyonu ve yönetimi
Management and minimization of concentrated stream from electrodialysis processes (CED / BMED)
Fatih İlhan
doi: 10.5505/pajes.2017.45577  Sayfalar 500 - 505
Membran prosesler içerisinde en önemli dezavantajın konsantre akım olduğu kabul edilmektedir. Sürücü kuvvetin basınç olduğu klasik membran proseslerinde %10-35 boyutlarında bir konsantre akım oluşmaktadır. Benzer şekilde sürücü kuvvetin elektrik akımı olduğu elektrodeiyonizasyon proseslerinde de uygulamada %10 mertebelerinde bir konsantre akım olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada konsantre kısmın yeniden kullanımı üzerinde çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu sayede klasik elektrodiyaliz ve bipolar membranlı elektrodiyaliz proseslerinde konsantre kısmın sırasıyla %0,5 ve %1 seviyelerine indirgenmesi sağlanmıştır. Ayrıca bipolar membranlı elektrodiyaliz prosesinde konsantre akımın asidik ve alkali çözeltiler olduğu düşünülürse asidik ve alkali çözeltilerin yoğunlaştırılması sağlanmıştır. Sonuç olarak kirletici iyon 0,01 M H+ ve 0,01 M OH- iyon konsantrasyonlarında yapılan asit yoğunlaştırma işlemi sonucunda yaklaşık 0,72 M H+ iyon konsantrasyonuna ulaşılabilmiştir. Benzer şekilde OH- iyon konsantrasyonu da 0,5M mertebelerine kadar ilerlemiştir. Bu şekilde eş zamanlı olarak membran proseslerde karşılaşan en önemli problemlerden olan konsantre kısmın minimizasyonu sağlanmıştır. Ayrıca eş zamanı olarak oldukça yoğun asidik ve alkali çözeltiler elde edilmiştir.
The most significant disadvantage of membrane processes is considered to be concentrated flow. In classical membrane processes where the driving force is pressure, a concentrated flow of 10-35% occurs. Similarly, in electrodeionization processes, where the driving force is electricity current, a concentrated flow of 10% is known to occur in practice. In this paper, studies were conducted on the reutilization of the concentrated part. Thus, the concentrated part was reduced to 0.5% and 1% in the classical electrodialysis and bipolar membrane electrodialysis processes, respectively. Furthermore, considering that the concentrated flow in the process is acidic and alkaline solutions, these solutions were concentrated. In consequence of the acid concentration process carried out in relation to the contaminant ion 0.01 M H and 0.01 M OH ion concentrations, an ion concentration of 0.72 M H could be achieved. Similarly, OH ion concentration rose to 0.5M. Thus, minimization of the concentrated part, one of the most important problems encountered in membrane processes, could be ensured simultaneously. Moreover, quite acidic and alkaline solutions were obtained simultaneously.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

22.
Geri dönüştürülmüş polietilenin tehlikeli atık yakma tesisi uçucu küllerinin depolanabilirliği üzerine etkisi: Yeni bir kompozit malzemeye doğru
Effect of recycled polyethylene on storability of hazardous waste incinerator fly ashes: Towards a new composite material
Mahmut Kemal Korucu, Rıdvan Yamanoğlu, Erdem Karakulak, Taner Yılmaz, Nevin Gamze Karslı Yılmaz
doi: 10.5505/pajes.2017.31932  Sayfalar 506 - 511
Atık nihai depolama alanları; tehlikeli atıklar için 1. sınıf depolama alanları, tehlikesiz atıklar için 2. sınıf depolama alanları ve inert atıklar için 3. sınıf depolama alanları olmak üzere 3 genel kategori altında toplanabilir. Bununla birlikte, tehlikeli atık yakma tesisi uçucu külleri (HWI-FA) 1. sınıf depolama alanlarına bile kabul edilmeyen bir tehlike düzeyine sahiptirler. Bu çalışmanın temel amacı; bu küllerin tehlike potansiyelini bir taşıyıcı malzeme kullanarak azaltmaktır.. Bu amaçla seçilen taşıyıcı malzeme geri dönüştürülmüş polietilendir (r-PE). Bu seçimin temel gerekçesi r-PE'nin ucuz, inert, kolay bulunabilir ve işlenebilir bir malzeme oluşudur. Deneysel çalışmalarda 45 mikron altı ve 400 mikron altı olmak üzere iki farklı boyut dağılımında uçucu kül kullanılmıştır. Türkiye'nin ilk tehlikeli atık yakma tesisi olan İZAYDAŞ'dan elde edilen uçucu küllerin bu iki alt grubundan küller r-PE yapısına % 15, 30 ve 45 gibi 3 farklı oranla ilave edilmiştir. Karışımların enjeksiyonu sonucu elde edilen kompozit örneklerinin (HWI-FA/r-PE) süzüntü, aşınma ve çekme dayanımı analizleri gerçekleştirilmiştir. Süzüntü analizlerinden elde edilen bulgulara göre, 45 mikron altındaki partiküller için tüm HWI-FA/r-PE kompozitleri 2. sınıf bir depolama alanı için uygun olarak tespit edilmiştir.. Benzer biçimde, 400 mikron altındaki dağılım için % 45 karışım oranı dışındaki kompozitler 1. sınıf bir depolama için uygun olarak tespit edilmiştir.. 45 mikron altı için, külden % 15 oranında içeren kompozitte aşınma dayanımı saf r-PE'ye göre artmış, öte yandan kül oranı arttıkça bu dayanım düşmüştür. 400 mikron altı için ise artan kül oranı, aşınma dayanımını düşürmüştür. Aşınma için elde edilen bu bulgular çekme dayanımları için de benzer sonuçlar vermiştir.
Landfills can be classified into three general categories: Class1-type landfills for hazardous wastes, Class2-type landfills for non-hazardous wastes, and Class3-type landfills for inert wastes. Besides, hazard potential of hazardous waste incinerator fly ashes (HWI-FA) is high to be accepted for Class1-type landfills. The main aim of this study is to lower the hazard potential of HWI-FAs with the help of a matrix material. For this purpose recycled polyethylene (r-PE) was chosen as matrix material. Being cheap, inert, easy to find and ease of processing are main reasons of choosing r-PE. Two different fly ash sizes were used in the experimental studies, first group was under 45 µm, second group was under 400 µm. Different amounts (15, 30 and 45 wt.-% ) of HWI-FA obtained from the first hazardous waste incinerator of Turkey, IZAYDAS, were added to the matrix material. Composite specimens were produced in an injection molder. Standard leaching, wear and tensile tests were applied to the specimens. According to the findings, for particle size under 45 µm all HWI-FA/r-PE mixtures found to be suitable for Class2-type landfills. Similarly HWI-FA with particle size under 400 µm was suitable for Class1-type landfills except wt.-45 % mixing ratio. Addition of HWI-FA (-45 µm) to r-PE first increases wear resistance of the material but increased ash content causes a decrease in the wear resistance of the PE. The increased size of ash particulates (-400 µm) effects wear resistance of the composite negatively. Similar results were also obtained for tensile tests.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

23.
İklim değişikliğinin bitki yetiştiriciliğine etkisi: model bitkiler ile Türkiye durumu
The impact of the climate change to crop cultivation: the case study with model crops for Turkey
Fulya Aydın, Hasan Sarptaş
doi: 10.5505/pajes.2017.37880  Sayfalar 512 - 521
Dünyamız doğal dengenin insan tarafından bozulduğu ve bozulmalardan kaynaklı olumsuz etkilerin giderek arttığı bir dönemin içindedir. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin sınırları yoktur ve bu olumsuz etkiler yeterince önemsenmediği sürece her alana hızla yayılmaktadır. Tüm canlılar için önemli olan bitkiler ise iklim değişikliği sebebiyle sıcaklık ve yağış gibi parametrelerin coğrafi değişkenlik göstermesi sonucunda, gelecekte, ölümler, göçler veya adaptasyon zorunlulukları ile karşı karşıya kalacaktır. Bu sebepler iklim değişikliğinin olası etkileri altında bitkilerin gelecekteki coğrafi dağılımlarının tahmin edilmesini gerekli kılmaktadır.
Çalışmada, model olarak seçilen mısır, aspir, kanola, pamuk, buğday ve dallı darı bitkilerinin gelecekteki iklimsel değişikliklere uygunluğu incelenmiş ve elde edilen gelecek tahminleri ile günümüz için elde edilen iklimsel uygunluklar karşılaştırılmıştır. Uygulanan adımlar; (1) İklimsel parametrelerin günümüze ait ve 2070 yılı projeksiyonuna ait verilerinin Worldclim veritabanından elde edilmesi, (2) Model bitkilerin büyümeleri için gerekli sıcaklık ve yağış aralıklarının EcoCrop veritabanı ile tespit edilmesi, (3) Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) ve Uzaktan Algılama yazılımı olan TerrSet ortamında, Climate Change Adaptation Modeler (CCAM)’in alt modeli olan Crop Climatic Suitability Modeling (CCSM) uygulanarak (4) iklimsel uygunluk haritalarının her bitki için günümüz ve gelecek projeksiyonu şeklinde üretilmesi şeklindedir.
Köppen iklim sınıflandırma sistemine göre %41.1 oranında Akdeniz ikliminin hâkim olduğu ülkemizde bitkilerin iklimsel uygunluk değerlendirilmesi yapılmıştır. Çalışmada, mısır, dallı darı ve pamuk bitkilerinin yetiştirilmesine uygun olan alanların nispeten artsa bile günümüze göre önemli ölçüde değişmeyeceği; aspirin uygunluğunun alansal olarak önemli ölçüde genişleyeceği ve kanolaya yönelik uygun alanların yer değiştireceği tespit edilmiştir. Burada önemli ölçüde kaybeden hem alansal olarak değişikliğe ve daralmaya uğrayacak olan ülkemizin kayda değer tarım ürün bitkisi buğdaydır. Çalışma, gelecek projeksiyonlarının yapılması, acil durum önlemlerinin veya tarımsal yönetim planlamalarının yapılması açısından önem taşımaktadır.
The Earth is in an era, when the natural balance has been deteriorated by the human and the adverse effects have been increased by these deteriorations. The adverse effects of global climate change have no limitations, and if these effects are overlooked by the human, they shall spread to all areas rapidly. The plants, which are so important for all living creatures, shall be faced with deaths, migrations or adaptation challenges in the future because of the climate change-originated geographical alteration on the variables such as air temperature and precipitation. These reasons make essential the estimations of geographical distribution of plants in the future.
In the study, the geographic-climatic suitability of maize, safflower, canola (rape), cotton, wheat and switchgrass was projected for 2070, and the current and future conditions were compared. The applied steps in the study are; (1) the climatic data - obtained from Worldclim as current and 2070-projected data, (2) the identification of essential temperature and precipitation intervals for crops’ growth from EcoCrop, (3) application of the Climate Change Adaptation Modeler (CCAM)’s sub-model “Crop Climatic Suitability Modeling (CCSM)” in TerrSet, a Geographical Information Systems (GIS) and Remote Sensing software by Clark Labs, and finally (4) generation of the climatic suitability maps for each crop for current and future.
With this study, the climate-based geographic suitability of plants was evaluated for Turkey where is dominated by Mediterranean climate pattern as %41.1 in Köppen Climate Classification. In the study, the projected areal suitability of maize, switchgrass and cotton shall not change significantly according to current conditions. Safflower’s and canola’s areal suitability shall expand and displace, respectively. Here, the major loser in areal suitability shall be wheat in Turkey. The methodology may aid for planners and land managers to understand changes in climatic suitability of plants from present to future.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

24.
Kükürt dioksit analizi için West–Gaeke ve hidrojen peroksit yöntemlerinin uygulanabilirliğinin araştırılması
Investigation of the applicability of West–Gaeke and hydrogen peroxide methods for sulfur dioxide analysis
Sibel Çukurluoğlu, Elif Gözde Temür
doi: 10.5505/pajes.2017.40221  Sayfalar 522 - 526
Atmosferik kükürt dioksit (SO2) konsantrasyonları West–Gaeke ve hidrojen peroksit (H2O2) yöntemleri ile Pamukkale Üniversitesi Kınıklı Yerleşkesi’nde eş zamanlı örnekleme ve analiz yapılarak belirlenmiştir. 2015 yılı bahar döneminde ortalama SO2 konsantrasyonları West–Gaeke ve H2O2 yöntemleri ile Denizli 1 hava kalitesi ölçüm istasyonu için sırasıyla 19.7±16.1, 62.8±22.0 ve 20.6±40.3 µg/metreküp olarak bulunmuştur. West–Gaeke yöntemi ile elde edilen SO2 konsantrasyonları H2O2 yöntemi ile belirlenen değerlerden daha düşüktür. Bu çalışma kapsamında iki farklı yöntemle elde edilen SO2 veri setinin istatistiksel ilişkisi incelendiğinde regresyon katsayılarının doğrusal eğilim için 0.21, polinom eğilim için 0.25 düzeyinde olduğu görülmektedir. H2O2 yöntemi ile elde edilen SO2 konsantrasyonlarının Denizli 1 hava kalitesi ölçüm istasyonu SO2 konsantrasyonlarından daha yüksek olduğu, West–Gaeke yöntemi ile belirlenen SO2 konsantrasyonlarının hava kalitesi ölçüm istasyonu SO2 konsantrasyonları ile belirgin bir değişim göstermediği görülmüştür. Belirlenen SO2 konsantrasyonları Türkiye için öngörülen sınır değerlerin altındadır.
The atmospheric sulfur dioxide (SO2) concentrations were determined by performing simultaneous sampling and analysis with West–Gaeke and hydrogen peroxide (H2O2) methods at Pamukkale University Kınıklı Campus. In the spring of 2015, average SO2 concentrations were found to be 19.7±16.1, 62.8±22.0 and 20.6±40.3 µg/cubic meter for the West–Gaeke and H2O2 methods and for the Denizli 1 air quality monitoring station, respectively. The SO2 concentrations obtained by the West–Gaeke method are lower than the values determined by the H2O2 method. When the statistical relation of the SO2 data set obtained by two different methods in this study is examined, it is seen that the regression coefficients are 0.21 for the linear trend and 0.25 for the polynomial trend. It has been found that the SO2 concentrations obtained by the H2O2 method are higher than the SO2 concentrations of the Denizli 1 air quality monitoring station and the SO2 concentrations determined by the West–Gaeke method do not show a distinct change with the SO2 concentrations of the air quality monitoring station. The determined SO2 concentrations are below the limit values for Turkey.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

25.
Çaybağı ve Palu formasyonu akarsu yataklarının jeokimyasına ait ilk bulgular (Elazığ’ın Doğusu, Türkiye)
First data on the geochemistry of fluvial deposits of Çaybağı and Palu formations (Eastern Elazığ, Turkey)
Dicle Bal Akkoca, İsmail Yıldırım, Mehmet Ali Ertürk
doi: 10.5505/pajes.2017.25665  Sayfalar 527 - 537
Bu çalışmada Elazığ’ın doğusundaki Çaybağı ve Palu Formasyonu’na ait fluvial çökellerin jeokimyası (majör, iz ve nadir toprak elementler) incelenmiştir. İnceleme alanının temel kayaçlarını Guleman Grubu, Elazığ Magmatitleri, Hazar-Maden Grubu, Elazığ Magmatit’lerinden malzeme almış olan Kırkgeçit Formasyonu oluşturmaktadır. Çaybağı Formasyonu kalın fluvial-lakustrin sedimanter istiften, Palu Formasyonu alüvyon yelpazesi,örgülü nehir çökelleri, lakustrin sedimanlardan oluşmaktadır. Örnekler Hacısamdere-Çaybağı kesiti (Ç örnekleri) ve Hacısamdere-Palu kesiti (PL örnekleri) boyunca Çaybağı ve Palu Formasyonları’nın nehir çökellerinden alınmıştır. Zr/Sc ve Th/Sc oranı arasında önemli pozitif korelasyonun görülmesi örneklerin önemli bir sedimanter çevrime maruz kalmadığını göstermektedir. Çaybağı ve Palu örneklerinin benzer jeokimyasal indisleri (Al2O3/TiO2, Ti/Zr, La/Th, La/Sc, Cr/Th, Co/Th, (La/Yb)N, (Gd/Yb)N, LREE/HREE oranları), bunların nötr-bazik kaynak kayaçlarından türediğini göstermektedir., Si’ a karşı Na/K diyagramında örnekler yay alanına düşmektedir. La/Sc, Ti/Zr oranları örneklerin okyanus adayayı ortamında depolanmış kayaçlardan türediğini göstermektedir..
In this study, the geochemistry (major, trace and rare earth elements) of fluvial deposits of the Çaybağı and Palu Formations, Eastern Elazığ, have been investigated. The basement of the studied basin is composed of the Guleman Group, Elazığ Magmatics, Hazar-Maden Group, and Kırkgeçit Formation which consist of volcanic materials derived from the Elazığ Magmatics. The Çaybağı Formation is composed of thick fluvio-lacustrine sedimentary sequence. Palu Formation consists of alluvial fan deposits and braided river, lacustrine sedimentary deposits. Samples were collected from braided river deposits of Çaybağı and Palu Formation along Hacısamdere–Çaybağı section (Ç-samples) and Hacısamdere-Palu section (PL samples). Significant positive correlation between Zr/Sc and Th/Sc ratios of two sample groups show that the siliciclastic sample groups do not represent considerable sediment recycling. Çaybağı and Palu samples have similar geochemical indices (Al2O3/TiO2, Ti/Zr, La/Th, La/Sc, Cr/Th, Co/Th, (La/Yb)N, (Gd/Yb)N, LREE/HREE ratios) and indicate derivation from intermediate-basic source rocks. In Si vs. Na/K diagram samples plot in arc field and La/Sc and Ti/Zr ratios show that samples were plotted in an oceanic island arc environment.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

26.
Terzili – Yerköy - Yozgat Cu yatağı ve çevresinde yetişen Euphorbia cyparissias bitkisinin biyojeokimyasal olarak incelenmesi, Türkiye
Biogeochemical examination of Euphorbia cyparissias plant in Terzili – Yerköy – Yozgat Cu deposits and its around, Turkey
Güllü Kırat
doi: 10.5505/pajes.2017.33169  Sayfalar 538 - 544
Çalışma alanı, Terzili köyü (Yerköy - Yozgat) Kırşehir’de yer almaktadır. Bu bölgede yetişen Euphorbia cyparissias (sütleğen) bitkisi ve üzerinde yetiştiği toprak örneklerinden toplam 20 adet örnek toplanarak analizi yapılmıştır. İnceleme alanından toplanan bu bitkinin dalında As, Co, Fe, Ni, Ag ve V element değerleri, yapraklarında As, Cr, Co, Fe, Ni, Ag, Th ve V element değerleri ve bu bitkinin üzerinde yetiştiği toprak örneklerinde (Fe ve Th dışında) tüm element değerleri, bitki ve toprak için önerilen değerlerden yüksektir. Toprak örneklerindeki Pb ve Th değerleri ile pH değerleri herbir örnek lokasyonunda paralel dağılım gösterirken, Ag, Co, Cu, Ni, U, V ve Zn değerleri, herbir lokasyonda pH azalırken artmakta veya pH artarken azalmaktadır. Düşük pH şartlarında bu elementlerin çözünürlüğünün yüksek olduğu görülmüştür. Toprak örneklerinde element çiftleri arasında; Al-Cr, Co-Ni, Cu-Fe ve Al-Mn pozitif yüksek korelasyon görülmektedir (p<0.01, p<0.05).
Ag(toprak/yaprak) (n = 10, r = 0.65, p<0.05), Mn(toprak/yaprak) (n = 10, r = 0.68, p<0.05), As(toprak/dal) (n = 10, r = 0.92, p<0.01) ve Pb(toprak/dal) (n = 10, r = 0.53, p<0.05) açısından E. Cyparissias bitkisinin dalı ve yaprağı belirtgen (indikatör) bitkilerin aranmasında kullanılabilirler.
The study area is located in the Kırşehir İ32-b3 section in Terzili village (Yerköy - Yozgat). A total of 20 samples were analysed after collected from Euphorbia cyparissias (sütleğen) plant which grows in this region and from the soil where this plant grows. Since As, Co, Fe, Ni, Ag and V element values on the stems of this plant collected from the study area, As, Cr, Co, Fe, Ni, Ag, Th and V element values on the leaves of this plant, and all the element values (except for Fe and Th) in the soil where this plant grows are higher then the suggested values. While the Pb and Th values and pH values in the soil samples are parallel to each sample location, the values of Ag, Co, Cu, Ni, U, V and Zn are increased when the pH is decreased or decreasing while the pH is increasing at each locus. At low pH conditions, the solubility of these elements is high. At the soil samples, higher positive correlation is seen between pairs element Al-Cr, Co-Ni, Cu-Fe and Al-Mn (p<0.01, p<0.05). The stem and leaf of the E. Cyparissias plants could be used in the search for indicator plants in terms of Ag (soil/leaf) (n = 10, r = 0.65, p<0.05), Mn (soil /leaf) (n = 10, r = 0.68, p<0.05), S As (soil /stem) (n = 10, r = 0.92, p<0.01) and Pb(soil /stem) (n = 10, r = 0.53, p<0.05).
Makale Özeti | Tam Metin PDF

27.
Sandıklı havzası (Afyonkarahisar-Türkiye) içme sularında doğal radyoaktivite ve duraylı izotop özelliklerinin belirlenmesi
Determination of stable isotope characteristics and natural radioactivity in drinking waters in Sandıklı basin (Afyonkarahisar-Turkey)
Fatma Aksever, Ayşen Davraz, Remzi Karagüzel
doi: 10.5505/pajes.2017.06881  Sayfalar 545 - 553
Sandıklı havzası Türkiye'nin güneybatısında yeralmaktadır. Bu makalede, Sandıklı havzasındaki akifer sisteminin beslenimini anlamak için yeraltısuyu duraylı izotop analizleri değerlendirilmiştir. Bu amaçla, havzada 2009-2010 yıllarında iki dönem boyunca yeraltısuları örnekleri toplanmış ve duraylı izotop ile doğal radyoaktivite analizleri yapılmıştır.

Bölgedeki yeraltısularının δ18O ve δD içerikleri sırasıyla -8.08‰ ile -10.77‰ ve -52.44‰ ile -69.53‰ arasındadır. Duraylı izotop verileri genellikle Küresel Meteorik Su Doğrusu üzerindedir ve sular meteorik kökenlidir. Yeraltısularının trityum içeriği kurak dönemde 0.00-4.20 TU ve yağışlı dönemde 0.30-5.40 TU arasındadır. Trityum içeriğine göre yeraltısuları derin akifer ve yavaş dolaşımı göstermektedir.

Yeraltısularındaki doğal radyoaktivitenin belirlenmesi insan sağlığı açısından önemlidir. Suların toplam alfa ve beta radyoaktivite konsantrasyonları 29-162 mBq L−1 ve 70-330 mBq L−1 arasında değişmektedir. Havzadaki içme sularında toplam α ve ß radyoaktivite konsantrasyonları nispeten düşük ve Dünya Sağlık Örgütü'nün içme suyu kriterlerine uygundur.
The Sandıklı basin is located in the southwestern part of Turkey. In this paper, we focus on the aquifer system of Sandıklı basin in order to assess the capability of water stable isotope analysis to refine the understanding on recharge of the aquifer system. For this, samples of groundwater were collected for two periods in 2009-2010 years and the stable isotope and natural radioactivity analyzes were made in the basin.

The δ18O and δ2H contents of groundwaters in the region range from -8.08 to -10.77 ‰ and from -52.44 to -69.53 ‰, respectively. The stable isotope data lie generally above the Global Meteoric Water Line and its meteoric origin. The tritium content of the groundwaters ranges from 0.00 to 4.20 TU in dry period and from 0.30 to 5.40 TU in rainy period, respectively. These δ3H values of waters could be represented that this waters are deep aquifer waters and slow circulation.

The determination of the natural radioactivity in groundwater is important in terms of human health. The gross alpha and gross beta radioactivity concentrations of waters varied between 29-162 mBq L−1 and 70-330 mBq L−1, respectively. The results has shown that gross α and ß radioactivity concentrations in drinking waters in the basin are relatively low and suitable the World Health Organization regulations for drinking water.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

28.
Ümitli Yaylası’nın (Gündoğmuş, Antalya) jeolojik ve jeomorfolojik özellikleri
Geological and geomorphological characteristics of the Ümitli Plateau (Gündoğmuş, Antalya)
Mehmet Oruç Baykara
doi: 10.5505/pajes.2017.42385  Sayfalar 554 - 560
Çözünme yoluyla oluşan mağaralar yerbilimcilere arazide karşılaştıkları problemlerin çözümünde önemli katkılar sağlar. Manaloğlu ve Karaçal Dağları arasında kalan Ümitli Yaylası’nda yüzey ve yeraltı karst süreçleri yoğun olarak gözlenmektedir. Orta Toroslarda yer alan Ümitli Yaylası, Antalya ilinin Gündoğmuş ilçesine bağlıdır. Yaylada, 2011 yılında yapılan araştırmalar sonucunda yaklaşık 2 km2’lik alan içerisinde 18 adet yeni mağara keşfedilmiştir. Bu çalışmada inceleme alanının sayısal yükseklik modeli oluşturularak, mağaraların konumları bu haritaya işlenmiştir. Havza kenarlarındaki faylara paralel olarak gelişen çalışma alanındaki mağaraların oluşum ve gelişim süreçlerinde çatlak ve kırık sistemlerinin etkili olduğu gözlenmiştir. Ayrıca, profilleri çıkarılan mağaralar oluşum modellerine göre incelenerek, Ümitli Yaylası’nın karst taban seviye değişimleri ve çalışma alanının lito-stratigrafik özellikleri hakkında bilgiler edinilmeye çalışılmıştır.
Solution caves provide important contributions to geologists in solving the problem in the field. In the Umitli Plateau, between Manaloglu and Karaçal Mountains, intensive terrain and underground karst processes are observed. The Ümitli Plateau is situated in the Central Taurus which is located at the Gündoğmuş district, province of Antalya. 18 caves were discovered in a 2 km2 area with the research performed in 2011. In this study, digital elevation model of the study area was plotted and the locations of the caves were processed in the digital elevation model. It has been observed that cracks and fractures are effective in the formation and development of caves that are parallel to the faults on the side of the basin. In addition to that, the profiles of the caves has been plotted and they were examined according to the cave formation models to obtain information about the karst base level changes of the Ümitli Plateau and the litho-stratigraphic characteristics of the study area.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

29.
Atık lastik parçalarıyla güçlendirilmiş iri taneli zeminlerin donma-çözülme sonucu mukavemetlerindeki değişimin incelenmesi
Investigation on the variation of strength of coarse grained soils reinforced with waste tires pieces as a result of freezing and thawing cycles
Necmi Yarbaşı, Mine Alacalı
doi: 10.5505/pajes.2017.75735  Sayfalar 561 - 565
İklimsel farklılıkların sıkça yaşandığı bölgelerde mühendislik yapıları farklı yükler altında olumsuz etkilemektedir. Bu etkinin iri taneli zeminlerde çeşitli atık malzemeler katılımıyla azaltılması yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışma da atık lastik parçalarıyla (AL) güçlendirilmiş iri taneli zeminin(TZ) donma-çözülme sonucu mukavemetlerindeki değişim incelenmiştir. Deneyler standart proktor enerjisi altında sıkıştırılması ile hazırlanan iri taneli zemin numuneleri üzerinde yürütülmüştür. Bu iri taneli zemin örneğine %0,5, %1 ve %2 atık lastik ilavesi yapılarak 1, 7 ve 28 günlük çalışma odası sıcaklığındaki (+21oC) kür sonucu, serbest basınç mukavemetleri belirlenmiştir. En yüksek mukavemet artışı; TZ+%0.5AL(1.18 mm.) karışımda %8.62, TZ+%1AL(2.00 mm.) karışımda %16.92 ve TZ+%1AL(3.15 mm.) karışımda ise %9.54 oranında olmuştur. Bu karışımlar, donma-çözülme deneyine tabii tutulmuştur. Deney sonucunda, TZ+%0.5AL(1.18 mm.) karışımın mukavemeti %28.05 ve TZ+%1AL (3.15 mm.) karışımının mukavemeti %13.33 oranında düşerken, TZ+%1AL(2.00 mm.) karışımın mukavemeti ise %5.61 oranında artmıştır.
In regions where climatic differences frequently are affects especially engineering structures under different loads. This effect is being studied to reduce the participation of various waste materials in coarse grained soil. In this study, the changes in strength of coarse grained soil (CG) reinforced with scrap tire pieces (ST) was investigated under freezing- thawing conditions. Experiments were conducted on coarse grained samples prepared by compression under standard proctor energy. Unconfined compressive strength values of coarse grained soil sample with 0.5%, 1% and 2% addition of scrap tires were determined at studied temperature (+21oC) on days 1, 7 and 28. The highest increase rate of strength was 8.62% in CG+0.5%ST(1.18 mm) mixture, %16.92 in CG+1%ST(2.00 mm.) mixture and %9.54 in CG+%1ST(3.15 mm.) mixture. The freeze-thaw test was applied on this mixture. The results showed that while the strength rate of CG+0.5%ST(1.18 mm.) and CG+1%ST(3.15 mm.) mixtures decreased to 28.05% and 13.33%, respectively; the strength of CG+1%ST(2.00 mm.) mixture increased to 5.61%.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

30.
Alpagut-Dodurga (Çorum) kömürlerinin organik jeokimyasal özellikleri
Organic geochemical chracteristics of Alpagut-Dodurga (Çorum) coals
Nazan Yalçın Erik, Yasemin Aslan, Aydın Büyüksaraç
doi: 10.5505/pajes.2017.97513  Sayfalar 566 - 575
Bu çalışma Çankırı-Çorum Havzası’nda yer alan Erken-Orta Miyosen yaşlı Alt Bitümlü kömürlerin organik jeokimyasal özelliklerinin belirlenmesi ve hidrokarbon türüm potansiyelleri yanısıra paleo-ortam özelliklerinin de değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Bu kapsamda Çorum kuzeyinde yer alan üç kömür sahasından (İncesu, Evlik ve Alpagut-Dodurga) derlenen kömür örneklerinde detay organik jeokimyasal ve organik petrografik analizler gerçekleştirilmiştir. Organik jeokimyasal değerlendirmeler; TOC-Rock-Eval piroliz analizi, gaz kromatografi, gaz kromatografi- kütle spektrometre analizlerinden yararlanılarak yapılmış, kömürleri oluşturan organik maddenin miktarı, tipi ve kömür oluşum sürecinde etkin olan unsurlar belirlenmeye çalışılmıştır. Rock-Eval analiz sonuçları, kömür ve organik maddece zengin örneklerde tip II/III karışımı ve tip III kerojenin egemen olduğuna işaret etmektedir. Kömürlerin organik bileşimleri daha çok hüminit grubu maserallerden, daha az oranlarda ise inertinit ve liptinit gruplarından oluşmaktadır. Kömürler yüksek kül ve kükürt bileşimine sahiptir ve incelenen sahalarda bazı farklılıklar bulunmaktadır. Petrografik ve biyomarker verilerine göre bu kömürlerin çökelim ortamının sazlık/orman bataklığı, ya da bir göl bataklığı olduğu söylenebilir. Ayrıca, kömürlerin organik madde miktarı ve tipi açısından petrolden ziyade gaz türetim potansiyeli olmakla birlikte olgunluklarının düşük olması nedeniyle bu tip bir oluşum ihtimali de çok düşüktür.
This study have been conducted to evaluate the hydrocarbon potential and plus paleodepositional environmental characteristics of Lower-Middle Miocene aged Sub Bituminous coal located in Çankırı-Çorum Basin. In this context, compiled representation of the coal samples from the three coal fields from Northern Çorum (İncesu, Evlik and Alpagut-Dodurga) were performed as detailed organic geochemical and organic petrographic analysis. Organic geochemical evaluations utilizing TOC-Rock-Eval pyrolysis analysis, GC, GC-MS analysis are performed and determined the amount of organic matter that formed the coals, type and effective agents in the coal formation process. Results of the Rock-Eval analysis of coal samples indicate that the dominant kerogen type III and type II / III. Organic compounds of coals consist of mainly huminite group macerals, and lesser liptinite and inertinite groups. According to petrographic and biomarker data of these coals, depositional environment was the reeds / forest swamp or a lake swamp. Although the probability of such an occurrence, rather than gas derived from petroleum potential for organic matter content and type of coal is very low due to the low maturity.
Makale Özeti | Tam Metin PDF