Cilt: 0  Sayı: 0 - 0
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Lepralı erkek hastada osteoporoz: olgu sunumu
Osteoporosis in a male patient with leprosy: a case report
Özcan Hız, Yasemin Özkan, Elif Gülcü, İbrahim Tekeoğlu
Sayfa 0
Lepra priferik sinir, deri, retikoandotelyal sistem, göz, testis ve diğer iç organların tutulumu ile giden kronik Mikobakterium Lepra’nın neden olduğu kronik bir enfeksiyondur. Lepra erkek hastalarda neden olduğu testiküler atrofi, muskuloskeletal patolojiler, nöropati ve inaktivite sebebiyle potansiyel olarak kemik mineral yoğunluğunda azalmaya neden olabilir. Bu yazıda lepralı, hipogonadizmli ve osteoporozlu bir olguyu sunarak hem lepranın androjen durumu üzerine etkisine hem de kemik mineral yoğunluğu üzerine olan etkisine dikkat çekmek amaçlanmıştır.
Leprosy is a chronical infectious disease caused by Mycobacteriun Leprae involving peripheral nerve, skin, reticuloendothelial system, eyes, testicles and other internal organs. Low bone mineral density in male patients with leprosy due to inactivity, neuropathy, musculosceletal pathology, testicular atrophy and hypogonadism is possible. In this report, we present a male case with hypogonadism and testicular atrophy caused by leprosy and aim to discuss its effects on androgen and bone mineral density in males.
Makale Özeti

2.
Reproduktif Faktörlerin Kemik Mineral Dansitometresi Üzerine Etkileri
Effects of Reproductive Factors on Bone Mineral Densitometry
Halim Yılmaz, Gülten Erkin, Halime Almula Demir Polat, Sami Küçükşen, Ali Sallı, Hatice Uğurlu
Sayfa 0
Amaç: Postmenopozal kadınlarda reprodüktif faktörlerin kemik mineral yoğunluğu(BMD) üzerine etkilerini tespit etmek amaçlandı.
Yöntem-Gereçler: Çalışmaya lomber vertebra(L1-4)(LS) ve femur boyun(FN) düzeyinde BMD(gr/cm2) ölçümleri yapılmış olan 1196 postmenopazal kadın dahil edildi. Hastaların demografik, reprodüktif özellikleri ve vücut kütle indeksi (BMI)(kg/m²) belirlendi. BMD ile ilişkili faktörleri belirlemede çoklu regresyon analizi kullanıldı.
Bulgular: Hastalarda ortalama yaş 59.97±8.56, ağırlık 73.49±13,06 kg, VKİ 29.25±5.22 kg/m², adet yaşı 14.00±1.64, doğum sayısı 4.22±2.09, toplam emzirme süresi 60.77±38.80 ay, günlük emzirme sayısı 8.23±3.91, menapoz yaşı 47.12±4.22, menopoz süresi 12.80±9.10 yıl, LS BMD 0.993±0.171 gr/cm2, FN BMD 0.844±0.14 gr/cm2 idi. Hastalarda LS BMD ve FN BMD değerleri ile yaş, menopoz süresi, toplam emzirme süresi, günlük emzirme sayısı arasında negatif korelasyon saptandı. LS ve FN BMD değerleri ile, ağırlık ve BMI skorları arasında pozitif korelasyon saptandı Yine LS ve FN BMD değerleri ile adet yaşı ve doğum sayısı arasında negatif korelasyon saptandı. Lineer basamak regresyon analizlerinde, ağırlık(p<0.001), günlük emzirme sayısı(p<0.001), menapoz sonrası geçen süre(p<0.001), toplam emzirme süresi(p<0.012), ilk adet yaşı(p<0.007) LS BMD için, ağırlık(p<0.001), menapoz sonrası geçen süre(p<0.001) ve günlük emzirme sayısı(p<0.001) FN BMD için en önemli belirleyiciler olarak bulundu.
Sonuç: Postmenopozal dönemdeki kadınlarda LS ve FN BMD,reprodüktif faktörler ile ilişkili gözükmektedir. Bu nedenle postmenopozal kadınlarda osteoporoz risk faktörleri değerlendirirken reproduktif faktörlerde dikkate alınmalıdır.
Objective: To determine the effects of reproductive factors on bone mineral density (BMD) in postmenopausal women.
Materials-Methods: A total of 1196 postmenopausal women with BMD (gr/cm2) measurements at lumbar vertebra (LS) and femur neck (FN) were enrolled. Demographic, reproductive characteristics and Body Mass Index (BMI) of patients were defined. In order to define BMD related factors, multiple regression analysis was employed.
Results: Main results were as follows: mean age= 59.97±8.56 yrs; weight= 73.49±13.06 kg; BMI= 29.25±5.22kg/m², age of menarche= 14.00±1.64 yrs; number of deliveries 4.22±2.09; total breastfeeding duration= 60.77±38.80 months; number of breastfeeding per day= 8.23±3.91; menopausal age= 47.12±4.22 yrs; duration of menopause= 12.80±9.10 yrs; LS BMD= 0.993±0.171 gr/cm2; FN BMD 0.844±0.14 gr/cm2. There were negative correlations between LS BMD and FN BMD values and age, menopause duration, total breastfeeding duration, and number of breastfeeding per day. There were positive correlations between LS and FN BMD values, and weight and BMI scores. Additionally, there were negative correlations between LS and FN BMD values, and age of menarche and number of deliveries. In linear stage regression analysis, weight, number of breastfeeding per day, postmenopausal duration, duration of total breastfeeding and age of menarche were defined as the most significant predictors for LS BMD, whereas weight, postmenopausal duration and number of breastfeeding per day were defined as the most significant predictors for FN BMD.
Conclusion: LS and FN BMD in postmenopausal women are related to reproductive factors, so reproductive factors should also be considered in the evaluation of risk factors in postmenopausal women.
Makale Özeti

3.
Medulla spinalis yaralanmalı hastalarda osteoporozun değerlendirilmesi
assesment of osteoporosis in medulla spinalis injured patients
Zuhal Bayırlı Karakoyun, Belgin Erhan, Berrin Gündüz, Ayşenur Bardak, Gülsün Iska Elvan
Sayfa 0
Amaç: Osteoporoz medulla spinalis yaralanması (MSY) sonrası görülen komplikasyonlardan biridir ve önemli morbidite nedenlerindendir. Bu çalışmada osteoporozu olan MSYli hastaların demografik özelliklerinin, klinik özelliklerinin ve mevcut risk faktörlerinin osteoporozla ilişkisinin incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve yöntemler: Ocak 2009-Haziran 2009 tarihleri arasında hastanemizin MSY takip polikliniklerine başvuran veya rehabilitasyon amacıyla servise yatışı yapılan MSYli hastalardan son 1 yıl içinde çekilmiş mevcut DXA’larında osteoporoz bulunan veya başvuru sonrasında çekilen DXA’larında osteoporoz saptanan 50 yaş altındaki 58 hasta çalışmaya alındı. Bu hastaların yaş, cinsiyet, eğitim durumu, yaralanma süresi ve etiyolojisi, sigara kullanımı, güneş ışığına maruziyeti ve beslenme alışkanlıkları sorgulandı. Nörolojik seviyeleri, komplet mi /inkomplet mi oldukları, ambulasyon durumları ve spastisite varlığı ve şiddeti değerlendirildi. İstatistiksel analizde tanımlayıcı istatistiksel metodlar,Spearman korelasyon testi, Bağımsız Örneklem T Testi, Kruskal Wallis testi, Mann whitney U testi kullanıldı. Anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 19’u kadın 39’u erkekti. Yaş ortalamaları 35,71 ± 8,44 (20-49) yıldı. Hastaların 17’si komplet paraplejik (%30,7), 4’ü komplet tetraplejik (%5,1), 25’i inkomplet paraplejik (%46,1), 12’si inkomplet tetraplejikti (%17,9). Çalışmamızda osteoporozun en fazla görüldüğü bölge bacaklardı (n: 51). Yaşla KMY değerleri arasında ilişki yoktu. Bacaklarda ve tüm vücutta KMY’nin erkeklerde anlamlı düzeyde daha düşük çıkması dışında (sırasıyla p: 0,002 ve 0,042) cinsiyet açısından fark yoktu. Paraplejiklerde femur boyun ve femur toplam Z skorları tetraplejiklere kıyasla anlamlı olarak daha düşüktü (p değerleri sırasıyla 0,028 ve 0,021). Tetraplejiklerde kollar T skoru daha düşüktü fakat anlamlı değildi (p: 0,150). inkomplet hastalarda lomber KMY değerleri kompletlerden anlamlı düzeyde daha düşüktü (p: 0,005).
Sonuç: MSYli hastalarda erkek cinsiyet, lezyonun inkompletliği ve paraplejik olma kemik yoğunluğunu olumsuz etkilemektedir. Yaş, yaralanma sonrası geçen süre, eğitim durumu, spastisite, ambulasyon düzeyi, sigara kullanımı, güneş ışığı maruziyeti ve diyetle kalsiyum alımının ise kemik yoğunluğu üzerinde anlamlı bir etkisi yoktur.
Aim: To investigate the relationship between osteoporosis and demographic features, clinical characteristics,risk factors in younger SCI patients.
Materials and Methods: Between January-June 2009, all SCI patients admitted to our hospital evaluated and 58 patients who were younger than 50 years who had osteoporosis were enrolled.Patients age, gender, educational status, duration of injury, smoking, sunlight exposure and dietary habits were questioned. Neurological level, completeness, ambulation status and spasticity were assessed. Relationship between these findings with the severity of osteoporosis has been viewed.
Results: There were 19 women. Mean age was 35,7 years. The mean time since injury were 117,7 months. 42 patients were paraplegia (17 complete), 16 were tetraplegia (4 complete).The most common osteoporotic site where the legs. There was no correlation between BMD values with age. In men, the legs and total body BMD were significantly lower.The effect of educational level on BMD was not found. No significant correlation was found between time since injury and BMD. In paraplegics, femoral neck and total femur Z-scores were significantly lower. In tetraplegics, Z scores of the arms were lower, but was not significant. Lumbar BMD values of complete patients were significantly lower than incompletes.Sunlight exposure and consumption of milk/milk products had not a significant positive effect on BMD. 8 patients had therapeutic ambulation, whereas 23 of them had community ambulation. Ambulation status of patients and the presence of spasticity was no effect on BMD. There was no significant correlation between BMD and the severity of spasticity. Smokers (n=19), bone density was lower in all regions except for femoral neck but were not significantly.
Conclusion: Male gender, paraplegia, and incompleteness negatively effects the bone density. Age, time since injury, education level, spasticity, ambulation level, smoking, sunlight exposure and dietary habits has no significant effect on bone density.
Makale Özeti

4.
Tip 1 Diabetes Mellituslu Hastaların Kemik Mineral Yoğunluğu Sağlıklı Kontrollerinkinden Farklı mı?
Does Type 1 Diabetes Mellitus Patients’ Bone Mineral Density Different From Healthy Controls’ ?
Esma Demirhan, Esma Öcal Eriman, Afitap İçağasıoğlu, Sema Haliloğlu
Sayfa 0
AMAÇ: Tip 1 diabetes mellituslu (DM) hastalar ile sağlıklı kontrollerde Kantitatif Ultrasonografi Cihazı (QUS) (Sunlight Omnisense 7000S/8000S) ile ölçülen tibia, radius kemik mineral yoğunluğu(KMY) ve ses hızı [ Speed of sound (SOS) ] değerlerini karşılaştırmak.
Hastalar ve YÖNTEM: Çalışmaya yaş aralığı 30 ile 50 olan 40 tip 1 DM li (17 erkek,23 kadın) ve 26 sağlıklı kontrol (20 kadın, 6 erkek) dahil edildi. Tüm olguların tibia ve radius kemik mineral yoğunluğu (KMY) QUS ile ölçüldü. Hastaların boy ve kiloları kaydedildi, vücut kütle indeksleri(VKİ) hesaplandı. DM süreleri, kırık hikayeleri, beslenme alışkanlıkları, egzersiz öyküleri değerlendirildi.
BULGULAR: Tip 1 DM grubunun ve kontrol grubunun yaş ortalaması sırasıyla 36,8±5; 40,19±6,31 yıl. Tip 1 DM grubunun hastalık süresi ortalaması: 12,4±6,63 yıl. Tip 1 DM grubunun ve kontrol grubunun tibia T skorları sırasıyla: 0.1±1.01; -0.4±1.37 (p=0,089); radius T skorları sırasıyla -0.12±0.05; 0.05±1.17 (p=0.518)bulundu. Tip 1 DM ve kontrol grubunun tibia SOS değerleri sırasıyla: 3977,2±122,06; 3758,46±777,02 (p=0,084) radius SOS değerleri sırasıyla: 4124,7±110,23; 4163,31±119,98 (p=0,184) olarak bulundu.
SONUÇ: Tip 1 DM li hastaların ve sağlıklıların QUS ile ölçülen tibia ve radius SOS değerleri ve T skorları arasında anlamlı fark bulunamadı. Her iki grupta da osteopeni saptanmadı.
AIMS: To compare the tibia and radius bone mineral density (BMD) and speed of sound (SOS) measures of type 1 DM patients and healthy controls by using Quantitative ultrasonography (QUS) (Sunlight Omnisense 7000S/8000S).
Patients and METHODS: 40 type 1 DM (17 men, 23 women) and 26 healthy controls (20 women, 6 men),ranging in age from 30 to 50 years, were included in the study. Tibia and radius BMD of all the participants were measured by QUS. Weight and height were noted and BMI(body mass index) were calculated. DM duration, fracture story, nutrition habit and exercise story were also evaluated.
RESULTS: Mean age of type 1 DM group and control group were 36,8±5; 40,19±6,31 years respectively. Mean disease duration of type 1 DM group was: 12,4±6,63 years. Tibia T scores of type 1 DM group and control group were: 0.1±1.01; -0.4±1.37 (p=0,089) and radius T scores were -0.12±0.05; 0.05±1.17 (p=0.518) respectively. Tibia SOS values of type 1 DM group and control group were 3977,2±122,06; 3758,46±777,02 (p=0,084) and radius SOS values were 4124,7±110,23; 4163,31±119,98 (p=0,184) respectively.
CONCLUSION: There was no significant difference between type 1 DM patients and healthy group’s tibia and radius T scores and SOS values. Ostepenia was not detected in both groups.
Makale Özeti

5.
Postmenopozal Osteoporoz Tedavisinde Stronsiyum Ranelat İle Alendronat Sodyumun Etkinliğinin Karşılaştırılması
Comparison Of Effectiveness Of Strontium Ranelate And Alendronate Sodium In Postmenopausal Osteoporosis
Kurtuluş Kaya, Sibel Ünsal-delialioğlu, Sumru Özel, Canan Çulha, Eda Kurt, Sezen Özgönül
Sayfa 0
Amaç: Postmenopozal osteoporoz tedavisinde stronsiyum ranelat (SR) ile alendronat sodyumun (AS) kemik mineral yoğunluğu (KMY) üzerine etkinliğinin karşılaştırılmasıdır.
Gereç-Yöntem: Çalışmaya toplam 41 hasta dahil edildi. Randomize olarak bir gruba (SR, n=21) günlük 2 gr SR verilirken diğer gruba (AS, n=20) haftalık 70 mg AS tedavisi uygulandı. Her iki gruba ek olarak günlük 1200 mg calcium + 800 IU vitamin D3 tedavisi verildi. Tedavi öncesi (TÖ), tedavi sonrası (TS) 6. ay ve TS 12. ayda KMY ölçümü dual energy x-ray absorptiometry kullanılarak yapıldı. lomber bölge (L2-L4), femur boynu, total femur KMY değerleri kaydedildi. SR tedavisi başlanan hastalardan (n=21) 15’i TS 6. ay kontrolüne, 17’si ise TS 12. ay kontrolüne gelirken; AS tedavisi (n=20) başlanan hastalardan 10’u TS 6. ay, 7’si ise TS 12. ay kontrolüne geldi. Yirmi hasta (SR n=13, AS n=7) ise hem TS 6. ay hem de TS12. ay kontrolüne geldi.
Bulgular Her iki grubun yaş, vücut kitle indeksi, TÖ tüm alanlardaki KMY değerleri birbirine benzerdi (p>0,05). TS 6.ay ve TS 12. ay KMY değerleri TÖ ile karşılaştırıldığında SR’nin incelenen tüm alanlarda KMY değerlerinde anlamlı artış sağladığı (p<0,05); AS’nin ise femur boynu ve lomber bölge KMY değerlerinde anlamlı artış sağlarken (p<0.05) total femur KMY değerlerinde anlamlı artış sağlamadığı saptandı. Ayrıca her iki ilaç için TS 6. ay ve TS 12. ay KMY değerleri arasında anlamlı bir fark elde edilemedi (p>0,05).
Sonuç: TS 12. ayda hem SR hem AS’nin femur boynu ve lomber bölge KMY değerlerinde anlamlı artış sağladığı, SR’nin total femur KMY değerleri üzerine AS’den daha etkili olduğu saptanmıştır.
Objective: Comparison of the effectiveness of strontium ranelate (SR) and alendronate sodium (AS) on bone mineral density (BMD) in postmenopausal osteoporosis
Materials and Methods: A total of 41 patients were included in the study. 2 gr/day SR was applied a group (SR, n=21), while the other group received 70 mg/week AS randomly (AS, n=20). Both groups received daily doses of 1200 mg calcium + 800 IU vitamin D3. BMD was measured before treatment (BT) and at the 6th and 12th months after treatment (AT) using dual energy x-ray absorptiometry. Lumbar spine (L2-L4), femoral neck and femoral total BMD values were recorded. 15 of the patients who received SR treatment (n=21) came for AT 6th month, and 17 of them came for AT 12th month follow-up, while 10 of patients receiving AS treatment (n=20) came for AT 6th month, and 7 came for AT 12th month follow-up. On the other hand, twenty patients (SR n=13, AS n=7) came for both 6th and 12th month follow-up.
Results: Age, body mass index, and BT BMD values in all regions were similar (p>0.05). When BMD values at AT6th and AT12th months were compared with BT values, it was found that SR produced significant increases in BMD values of all regions examined (p<0.05); and that AS produced significant increase at femoral neck and lumbar spine BMD values (p<0.05) while it did not produced significant increase in femoral total BMD values. No significant difference was found between two groups with respect to BMD values between AT6th and AT12th months (p>0.05).
Conclusion: It has been found that both SR and AS produced significant increases in femoral neck and lumbar spine BMD values at AT12th months, while SR is found to be more effective than AS on femoral total BMD values.
Makale Özeti

6.
Camurati-Engelmann hastalığı ve osteoporoz: Olgu sunumu
Case Report: Camurati-Engelmann disease and osteoporosis
Nurettin İrem Örnek, Kerem Gün, Murat Uludağ, Tuğçe Özekli Mısırlıoğlu, Ülkü Akarırmak, Hidayet Sarı, Silvia Zamberlan
Sayfa 0
Camurati-Engelmann hastalığı (CEH), transforming büyüme faktörü beta 1 (TGF- β1) geninde mutasyonun neden olduğu, epifizlerin korunduğu uzun kemiklerin diafizlerinde kortikal kalınlaşma ile karekterize ve düşük kemik yoğunluğu ile kendini gösteren progresif diafizyel bir displazi olup nadir görülen bir kemik hastalığıdır. Biz bu olgumuzda 23 yaşında genetik bölümünde CEH tanısı konulup polikliniğimize boyun, sırt, kol ve bacaklarda ağrı şikayetleri ve düşük kemik yoğunluğu ile gönderilen bir CEH olgusunun, nadir görülmesi ve ayırıcı tanıda dikkat edilmesi nedeniyle sunuyoruz.
Progressive diaphyseal dysplasia, also known as Camurati–Engelmann disease (CED), is a rare autosomal dominant bone disorder caused by mutations in the transforming growth factor beta 1(TGF- β1) gene and characterized by cortical thickening of the diaphysis of tubular bones with sparing of the epiphysis and low bone mineral density. In this case report we presented a 23 year old girl who has diagnosed as CED by genetic department and referred to our outpatient clinic with neck pain, dorsal pain, limbs pain and low bone mineral density.
Makale Özeti

7.
KRONİK BEL AĞRILI KADIN VE ERKEKLERDE LOMBER DEXA SONUÇLARIYLA AĞRI ŞİDDETİ, BEL ÇEVRESİ VE KEMİK HASSASİYETİ İLİŞKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF RELATIONSHIP OF PAIN INTENSITY, AROUND OF WAIST AND BONE SENSITIVENESS WITH LOMBER DEXA RESULTS IN MALES AND FEMALES WITH CHRONIC LOW BACK PAIN
Halil Koyuncu, Neval Bozok, Haluk Aksoy, Seçil Yalgın
Sayfa 0
Bel ağrısı gelişmiş toplumlarda önemlidir.Ağrı %10 olguda kronikleşebilir.Osteoporoz sistemik iskelet bozukluğudur.Tanısında altın standart KMY ölçümüdür.Ağrı, deformite ve kemik hassasiyeti klinik bulgulardır. Çalışmamızda, KMY sonuçları ile ağrı şiddeti, bel çevresi ve kemik hassasiyeti her iki cinsiyette karşılaştırılmıştır.Kronik mekanik bel ağrılı 15 erkek ve 61 kadın hasta alındı.Yaş ortalaması erkeklerde 54.73± 6.83 ve kadınlarda 57.48± 12.94 yıldı. Erkeklerin boyu, kilosu ve bel çevresi daha fazla bulundu (p<0.05). Erkeklerde kemik hassasiyeti daha anlamlıydı (p<0.05).Erkeklerde kemik mineral yoğunluğu ile yaş arasında anlamlı negatif korelasyon saptandı (r=0,718, p<0.05 ).Ağrı şiddeti her iki cinste benzerdi.DEXA sonuçları osteopenikti.Kemik hassasiyeti varlığı ile DXA sonuçları arasında korelasyon yoktu(p>0.05).Sonuç olarak kronik bel ağrılı erkek ve kadın olgularda, ağrı şiddeti, bel çevresi değerleri ve kemik hassasiyeti ortalamaları ile DXA sonuçları arasında ilişki bulunamadığı ve bunların DXA yerine kullanılamayacağı kanaatine varıldı.
Low back pain is important in developing countries.The pain can be chronic in %10.Osteoporosis is systemic skeletal disorder.BMD measurement is gold standart in diagnosis of osteoporosis.Pain, deformity and bone sensitiveness are clinical findings.In our study, DXA results have been compared with low back pain severity, around of waist and bone sensitiviness both sexes. 15 males and 61 females patients with chronic mechanical low back pain participated our study. Average of the ages were 54.73± 6.83 years for males and 57.48± 12.94 years for females. It is found that males’ length, weight and around of waist are more than females’ (p<0.05). Bone sensitiviness is much meaningful in males (p<0.05). Negative correlation is detected between bone mineral density and age in the males (r=0,718, p<0.05 ). Severity of the pain is similar in both sexes. DXA results were osteopenic. There is not correlation between existance of bone sensitiviness and DXA results(p>0.05).As a result, it is concluded that severity of pain, values of around of waist, and average of bone density have not relationship with DXA results and can not be used instead of DXA with chronic low back pain males and females.
Makale Özeti

8.
Distal Radius Kantitatif Ultrason Ölçümleri ve Etkileyen Faktörler
Distal Radius Quantitative Ultrasound Measurements and Related Factors
Ozden Ozyemisci Taskiran, Sabire Akın, Yeşim Gökçe Kutsal, Gülay Dinçer, Belgin Karaoğlan, Alev Hasanoğlu, Fatma Atalay
Sayfa 0
Amaç: Kantitatif ultrasonografi ölçüm değerleri ile bunu etkileyen demografik, klinik ve yaşam tarzı değişkenlerini incelemek.
Gereç ve Yöntem: Bireylerin demografik özellikleri ile sistemik hastalıklar, fiziksel aktivite düzeyleri ve diğer osteoporoz risk faktörlerini içeren anket formları dolduruldu. Kantitatif ultrasonografi (KUS) ölçümleri dominant olmayan üst ekstremite distal 1/3 radiusundan yapıldı. Cihaz tarafından ölçülen ses hızı (SH) kaydedilerek analizi yapıldı.
Bulgular: Anket formu doldurularak KUS ölçümleri yapılan 2347 kişiden 35 yaş ve üzerindeki osteoporoza yönelik medikal tedavi almayan bireylerin (N=1867; 1654 kadın, 213 erkek) yaş ortalamaları 52.1 ± 10.7 yıl ve ortalama SH değerleri 4142.8 ± 185.8 m/sn olarak ölçüldü. Varyans analizi ve bağımsız iki grup ortalamalarının karşılaştırılmasında anlamlı çıkan değişkenlerin lineer regresyon analizi sonucunda; kadınlarda yaş, menopoz süresi ve emzirme süresinin; erkeklerde yaş ve eğitim düzeyinin SH değerini etkilediği saptandı (Kadınlarda; sabit= 4367.9 m/sn, yaş B: -3.8, ß: -0.197, p: 0.01; menopoz süresi: B: -3.9, ß: -0.211, p: 0.006; emzirme süresi B: -0.4, ß: -0.086, p: 0.037. Erkeklerde; sabit= 4271.3 m/sn, yaş B: -3.8, ß: -0.277, p: 0.001; eğitim durumu: B: 18.8, ß: 0.144, p: 0.036 ).
Sonuç: İlerleyen yaş ile birlikte kantitatif ultrasonografi ile distal radiustan ölçülen ses hızında düşme saptanmıştır. Genel olarak eğitime verilecek önem ile birlikte kemik metabolizmasını korumayı amaçlayan önlemlere yönelik bilgilendirme, özellikle emzirme döneminde, değer taşımaktadır.
Aim: To investigate the quantitative ultrasound measurements and determine the related demographic, clinical and life style parameters.
Materials and Methods: A questionnaire including demographic features, systemic diseases, physical activity levels and other risk factors for osteoporosis was completed. Measurements of quantitative ultrasound (QUS) were performed. Speed of sound (SOS) (m/sec) measurements were taken at the distal 1/3 radius of the nondominant extremity.
Results: Among 2347 persons whom QUS measurements and questionnaires were completed, those aged 35 years and older and that were not taking antiosteoporotic treatment (N= 1867; 1654 women, 213 men) were included for the analysis. Mean age of the participants were 52.1 ± 10.7 years and mean SOS scores were 4142.8 ± 185.8 m/sec. The variables that were statistically significant in either independent samples T test or analysis of variance were put in the linear regression analysis. In women, age, years since menopause and duration of lactation were independent predictors for SOS scores (constant= 4367.9 m/sec, age B: -3.8, ß: -0.197, p: 0.01; years since menopause: B: -3.9, ß: -0.211, p: 0.006; duration of lactation B: -0.4, ß: -0.086, p: 0.037). In men, age and level of education affected SOS scores independently (constant= 4271.3 m/sec, age B: -3.8, ß: -0.277, p: 0.001; level of education: B: 18.8, ß: 0.144, p: 0.036 ).
Conclusion: Increasing age is associated with decrements in speed of sound measured by quantitative ultrasound at distal radius. It is important to give education about preventive measures on bone metabolism, especially during the lactation period.
Makale Özeti

9.
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Polikliniğimize Başvuran Hastalarda Osteoporoz İnsidansı
Incidence of osteoporosis in patients admitted to our Physical Medicine and Rehabilitation Outpatient Clinics
Berat Meryem Alkan, Fatma Fidan, Aliye Tosun, Özge Ardıçoğlu
Sayfa 0
Amaç: Osteoporoz, kemik kırılganlığında ve kırık riskinde artışa yol açacak ölçüde düşük kemik kütlesi ve kemik dokusunun mikromimarisinde bozulma ile karakterize bir iskelet hastalığıdır. Osteoporoz ve osteoporoza bağlı gelişen kırık genel popülasyonda önemli bir sağlık problemidir. Bu çalışmanın amacı, hastanemiz polikliniğine başvuran erkek ve kadınlarda osteoporoz, osteoporoza eşlik eden kronik hastalıklar ve düşme insidansını retrospektif olarak belirlemektir.
Hastalar ve yöntem: Ankara Atatürk Eğitim ve araştırma Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon polikliniğimize Ocak 2010 ile Temmuz 2010 arasında başvuran toplam 11624 hastanın dosyaları retrospektif olarak değerlendirilmiş ve bunlardan femur boynu ve/veya lomber omurga dual enerji x ışını absobsiyometri ölçümleriyle osteoporoz tanısı konulan 644 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Ayrıca hastaların; yaşları, cinsiyetleri, kronik hastalıkları, kas iskelet sistemi yakınmaları ve düşme öyküleri de kaydedilmiştir.
Bulgular: Çalışmamızda kadınlarda osteoporoz oranı %7.61 bulundu ve kadınlarda erkeklerden 5 kat daha fazla olduğu belirlendi. Ayrıca osteoporozlu hastalarda kronik hastalıkların ve düşme öyküsünün yüksek oranlarda birlikteliği tespit edildi.
Sonuç: Osteoporozlu hastalarda kalp hastalıkları, hipertansiyon, diabet, denge bozukluğu yapan nörolojik hastalıklar ve kas-iskelet sistemi yakınmaları oldukça sık görülmektedir ve düşme riski nedeni ile de bu hastalıkları oldukça ciddiye almanız gerekmektedir. Osteoporozlu kişilerde denge bozukluğu yapan ilaçlardan mümkün olduğunca kaçınılması, yürüteç ya da baston gibi yardımcı cihazları kullanması, denge koordinasyon eğitimi ve endurans artırıcı egzersizler düşmeden korunmak için önemlidir.
Purpose: Osteoporosis is a skeletal disease characterized with decreased bone mass and microarchtitectural deterioration of bone tissue which increases bone fragility and fracture risk. Osteoporosis and osteoporotic fractures constitute an important health problem in general population. This study aimed to determine the incidence of osteoporosis, chronic diseases accompanying osteoporosis and incidence of falls in male and female patients admitted to our out patient clinics retrospectively.
Patients and methods: Patient records of the 11624 patients admitted to Ankara Atatürk Education and Research Hospital Physical Medicine and Rehabilitation Outpatient clinics between January 2010 and July 2010 were retrospectively reviewed and 644 patients diagnosed as osteoporosis according to femoral neck and/or lumbar dual energy x ray absoptiometry measurements were included in the study. Ages of the patients, sexes, chronic ilnesses, musculoskeletal sytem complaints and fall histories were also recorded.
Results: The incidence of osteoporosis was found to be 7.61% in female patients and it was determined that incidence was 5-fold increased in women than in men. Besides, chronic ilnesses and fall history were accompanying in higher ratios in osteoporotic patients.
Conclusion: Heart diseases, hypertension, diabetes, neurological diseases leading to impairment in balance and musculoskelatal system complaints were quite frequent in patients with osteoporosis and these diseases should be taken seriously since they increase the risk of falling. It is important to avoid using drugs which lead to balance impairment, to use walk aids like canes or walkers, to perform exercises including balance and coordination training and endurance exercises in order to prevent falls.
Makale Özeti

10.
İnmeli Hastaların D Vitamini Düzeyleri Fonksiyonel Durumlarıyla Her Zaman İlişkili midir?
Are Vitamin D Levels Of The Patients With Stroke Always Associated With Their Functional Status?
Oya Özdemir, Gülbüz Samut, Yeşim Gökçe Kutsal
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmanın amacı inmeli hastalarda 25-hidroksi vitamin D (25(OH)D) düzeylerini belirlemek ve hastaların fonksiyonel durumu ile arasındaki ilişkiyi incelemektir.
Yöntem ve gereçler: Şubat 2009 ile Ocak 2011 arasında yatarak rehabilitasyon programına alınan inmeli hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaneye yatışı sırasında (ilk 24 saat içerisinde) serum 25(OH)D konsantrasyonları ve Fonkiyonel Bağımsızlık Ölçeği ile belirlenen fonksyonel durumlarına ait kayıtları olan 36 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, SVO etiyolojisi, etkilenen taraf, hastalık süresi, FBÖ skorları, toplam kalsiyum ve 25(OH)D konsantrasyonları kaydedildi.
Bulgular: Katılımcıların (18 kadın, 18 erkek) yaş ortalaması 66.3±13.6 yıldı. Serum 25(OH)D konsantrasyonu ortalaması 16.2±13.1 ng/mL olarak saptandı. Serum 25(OH)D düzeyleri 10 ng/mL’nin altında olan 16 (%44.6), 10-20 ng/mL arasında olan 9 (%25) hasta olduğu gözlendi. 25(OH)D düzeyleri hastaların yaşı ve hastalık süresi ile korele değildi. Buna ek olarak, D vitamin düzeyleri ile FBÖ arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı.
Sonuç: Hastaların fonksiyonel durumuna bakılmaksızın, inme geçirenlerin büyük çoğunluğunda serum 25(OH)D konsantrasyonun düşük olduğu belirlendi. D vitamini düzeyinin osteoporoz ve kırık riskiyle yakından ilişkili olduğu kanıtlandığı göz önüne alındığında inmeli hastalarda D vitamini eksikliğinin erken tanı ve tedavisi önemli olduğu mutlaka akılda tutulmalıdır.
Objectives: The aim of the present study was to determine the 25-hidroxyvitamin D levels (25(OH)D) in patients with stroke and to investigate its relationship with the patients’ functional status.
Materials and methods: Stroke patients admitted for inpatient rehabilitation between February 2009 and January 2011 were evaluated retrospectively. Thirty-six patients who had records of serum 25(OH)D concentrations and functional outcome assessment by Functional Independence Measure (FIM) on admission (in the first 24 hours) were included in the study. The patients’ age, gender, etiology of cerebrovascular accident, affected side, disease duration, FIM scores, total calcium and 25(OH)D concentrations were recorded.
Results: The mean age of the participants (18 women, 18 men) were 66.3±13.6 years. The mean concentration of the serum 25(OH)D was determined as 16.2±13.1 ng/mL. A serum 25(OH)D levels of less than 10 ng/mL was observed in 16 (%44.6) and vitamin D concentrations ranging from 10-20 ng/mL in 9 (%25) patients. 25(OH)D levels did not correlate with both the patient’s age and disease duration. Additionaly, no statistically significant correlations were found between vitamin D levels and FIM scores.
Conclusion: Regardless of the patients’ functional status, reduced serum 25(OH)D concentrations was identified in the majority of stroke survivors. As it is well-established that vitamin D levels were closely associated with osteoporosis and fracture risk, it should be kept im mind that early diagnosis and treatment of D vitamin deficiency are important in patients with stroke.
Makale Özeti

11.
Postmenopozal osteoporoz tedavisinde uzun dönem bifosfonat kullanımı ve görülebilen yan etkiler
Long-term treatment with bisphosphonates and their side effects in postmenopausal osteoporosis
Merih Sarıdoğan, Kerem Gün
Sayfa 0
Bifosfonatlar ostoporozun önlenmesi ve tedavisinde en sık kullanılan, genelde iyi tolere edilebilen, güvenilir ilaçlardır. Ancak belirli yan etkileri de tanımlanmıştır. Gastrointestinal sistem ve böbrek fonksiyonları üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri ve neden olduğu akut faz reaksiyonu uzun yıllardır iyi bilinmektedir. Bir yan etki olarak atrial fibrilasyon ise ilk olarak zoledronik asit çalışmasında tanımlanmış ancak takip eden çalışma ve analizlerde bifosfanat ile ilişkisi kesinleştirilememiştir. Aynı şekilde bifosfonat kullanımı ile çene osteonekrozu, özofagus kanseri ve atipik femur kırığı arasında olası düşük riskli bir ilişki üzerinde durulmaktadır. Ancak konular ile ilgili prospektif randomize kontrollü çalışmalar mevcut değildir.
Bisphosphonates are the most commonly used drugs for the prevention and treatment of osteoporosis. Bisphosphonates are generally well tolerated and safe. Nevertheless, adverse events have been noted. Effects on the gastrointestinal tract and kidney function are well recognized, as are transient acute-phase reactions. Atrial fibrillation was first identified as a potential adverse event in a zoledronate trial, but subsequent trials and analyses failed to substantiate an association with bisphosphonates. Likewise a possible association between bisphosphonate use and osteonecrosis of the jaw, esophageal cancer and subtrochanteric fractures has also been suggested. However, the risk appears to be low, with no evidence from prospective RCTs of a causal association.
Makale Özeti

12.
Postmenopozal Kadınlarda Vücut Kütle İndeksinin Kemik Mineral Yoğunluğuna Etkisi
The Effect Of Body Mass Index On Bone Mineral Density In Postmenopausal Women
Burcu Yanık, Hakan Atalar, Duygu Geler Külcü, Derya Gökmen
Sayfa 0
AMAÇ: Bu araştırmada amaç, postmenopozal kadınlarda kemik mineral yoğunluğu (KMY) ile vücut kütle indeksi (VKİ) arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
GEREÇ-YÖNTEM: 54 postmenopozal hasta çalışmaya alındı. Yaş ve menopoz süreleri kaydedildi. Sigara, alkol kullanımı, düzenli egzersiz alışkanlıkları sorgulandı. Boy ve kiloları ölçülerek vücut kütle indeksleri hesaplandı. Hastalar vücut kütle indekslerine göre zayıf, ideal kilolu, fazla kilolu ve obez olarak üzere dört gruba ayrıldı. Ön-arka lomber omurga ve sağ kalça proksimal femurdan dual enerji X ray absorbsiyometri kullanılarak kemik mineral yoğunlukları ölçüldü. L2-L4 ve femur boynu kemik mineral yoğunlukları ve t skorları tespit edildi.
BULGULAR: Çalışma, yaşları (51-79) arasında olan 54 kadın hasta üzerinde gerçekleştirilmiştir. Hastaların 22’si (%40.8) obez, 24’ü (%44.4) fazla kilolu ve 8’i (%14.8) ideal kilolu olarak bulunmuştur. Zayıf grubunda birey mevcut değildi. Yaş, sigara kullanımı, menopoz süresi, KMY ve t skor değerleri açısından gruplar arasında farklılık tespit edilmemiştir. VKİ ile femur boynu ortalama KMY değerleri arasında (r =0.407, p=0.002) ve femur boynu t-skoru arasında (r =0.297, p=0.029) pozitif yönde anlamlı ilişki mevcuttu. Öte yandan VKİ ile lomber KMY ve t-skor arasında anlamlı ilişki bulunamadı (p >0.05).
SONUÇ: Vücut kütle indeksi femur boyun kemik mineral yoğunluğu ile ilişkili bulunmuştur. Postmenopozal kemik kaybını önlemek için yeterli vücut kütlesini sürdürmek önemlidir.
OBJECTIVE: We aimed to determine the relationship between bone mineral density and body mass index in postmenopausal women.
MATERIALS-METHODS: 54 postmenopausal women were included in the study. Age and time of menopause were recorded. Smoking, alcohol and exercise status were also recorded. Weight and height were measured and body mass index was calculated. The patients were separated into four groups according to their body mass index, as underweight, ideal weight, over-weight and obese. Bone mineral density in all the patients was assessed via dual energy X-ray absorptiometry from antero-posterior lumbar and right proximal femoral regions. For L2-4 and the femoral neck, bone mineral density and t scores were determined.
RESULTS: The study was performed in 54 postmenopausal women, ranging in age from 51 to 79 years. 22 (%40.8) of the patients were obese, 24 (%44.4) were overweight and 8 (%14.8) had ideal weight. There were no patients in underweight group. There were no difference in age, smoking, time of menopause, bone mineral density and t-scores among the groups. There was statistically significant correlation between body mass index and bone mineral density of the femoral neck (r =0.407, p=0.002), and femoral neck t-scores (r =0.297, p=0.029). There was no significant correlation between the body mass index and lumbar bone mineral density and lumbar t-scores (p >0.05).
CONCLUSION: Body mass index was found to be related to bone mineral density of the femoral neck. Our findings suggest that maintenance of adequate body mass is important for the prevention of postmenopausal bone loss.
Makale Özeti

13.
Osteoporozda Yaşam Kalitesi: Bir kontrollü çalışma
Quality of Life in Osteoporosis: A Controlled Study
Halim Yılmaz, Gülten Erkin, Halime Almula Demir Polat, Sami Küçükşen, Ali Sallı, Hatice Uğurlu
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmada vertebral veya non-vertebral kırığı olmayan postmenopozal osteoporozlu (PMO), osteopenik ve normal kemik mineral yoğunluğuna (KMY) sahip kadınların yaşam kalitesini değerlendirmek ve yaşam kalitesi üzerine etkili faktörleri belirlemek amaçlandı.
Gereç ve Yöntemler: Kırığı olmayan PMO’lu 266 kadın, 310 osteopenik kadın ve 255 normal KMY’li kadın çalışmaya alındı. KMY ölçümü, dual enerji X-ray absorbsiyometri (DXA) ile lomber vertebra (L1-4) ve femur boyundan yapıldı. Yaşam kalitesi Avrupa Osteoporoz Kurumu Yaşam Kalitesi Anketi (QUALEFFO) kullanılarak değerlendirildi. Grupları¬nın QUALEFFO total skorları ve alt grup skorları karşılaştırıldı. Korelasyon analizi ile PMO’lu kadınlarda yaşam kalitesi ile ilişkili faktörler belirlendi. Yaşam kalitesi ile en yüksek korelasyona sahip değişkenler lineer regresyon modeline alındı.
Bulgular: Kırığı olmayan PMO’lu kadınlarda QUALEFFO total skor ve alt grup skorları osteopenik ve normal KMY’e sahip gruba göre anlamlı derecede yüksekti. PMO’lu kadınlarda QUALEFFO total skoru ile yaş, vücut kitle indeksi (VKİ), doğum sayısı ve menapoz süresi arasında pozitif korelasyon, eğitim düzeyi, gelir düzeyi, femur boyun KMY skorları arasında negatif korelasyon tespit edildi. Lineer regresyon analizi sonucunda, yaşam kalitesinin en önemli belirleyicileri olarak VKİ, femur boyun KMY, doğum sayısı ve menapoz süresi tespit edildi.
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları kırığı olmayan PMO’lu kadınların yaşam kalitelerinin osteopenik ve normal KMY’ye sahip kadınlara göre belirgin derecede bozulduğunu ve yaşam kalitesinin birçok faktörden etkilendiğini göstermektedir.
Objective: To evaluate quality of life in women with vertebral and nonvertebral fractures, who have postmenopausal osteoporosis (PMO), osteopenic and normal bone mineral density (BMD), and to determine effective factors on quality of life.
Material and Methods: Without fractures, 266 women with PMO, 310 with osteopenia and 255 normal women were enrolled. BMD measurement was performed on lumbar vertebra (L1-4) and femur neck via dual energy X-ray absorbtiometre (DXA). Quality of life was assessed with Quality of Life Questionnaire of the European Foundation for Osteoporosis (QUALEFFO) to compare between QUALEFFO total scores and subscales. Factors about quality of life in women with PMO were defined with correlation analysis. Variations between highest correlation and quality of life was included into linear regression model.
Results: In non-fractured women with PMO, QUALEFFO total scores and subscales were higher than those with osteopenia and normal BMD. In women with PMO, a positive correlation was found between QUALEFFO total scores, and age, Body Mass İndex (BMI), number of births and duration of menapouse, and a negative correlation between QUALEFFO total scores, and level of education, ecnomical status and femur neck BMD scores. In linear regression analysis, among significant factors of quality of life were BMI, femur neck BMD, number of births and duration of menapouse.

Conclusion: Our results indicated that quality of life in non-fractured women with PMO was disordered higher than those with osteopenia and normal BMD, and quality of life are affected numerous factors.
Makale Özeti

14.
Postmenapozal Osteoporozda Vertebral Kirik Ve Yaşam Kalitesi Arasindaki İlişki
The Relatıonship Between Health Related Quality Of Life And Vertebral Fracture In Postmenopausal Osteoporosis
Selmin Gülbahar, Özlem El, Canan Altay, Ebru Şahin, Funda Köroğlu, Berrin Akgün, Meltem Baydar, Metin Manisalı, Serap Alper
Sayfa 0
Düşük kemik kütlesi ve kemik dokunun mikroyapısının bozulması ile karakterize olan osteoporozun en önemli komplikasyonu kırık gelişimidir. Vertebral kırığı olan hastalarda sırt ağrısı, uyku bozuklukları, depresyon ve günlük yaşam aktivitelerini gerçekleştirmede yetersizlik meydana gelir ve tüm bu sonuçlar yaşam kalitesinin bozulmasına neden olur. Bu çalışmanın amacı postmenopozal osteoporozda vertebral kırık varlığı ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.
Çalışmaya postmenopozal osteoporoz tanısı almış 35 kadın hasta alındı. Vertebral kırığın değerlendirilmesi için bilateral dorsal ve lomber vertebra grafileri çekildi. T4-L5 arasındaki tüm vertebralarda ön, orta, arka yükseklikler ölçüldü ve kırık olan vertebra sayısı belirlendi. Kemik yoğunluğu lomber bölge ve proksimal femurdan DXA yöntemi kullanılarak ölçüldü. Yaşam kalitesi QUALEFFO anketi kullanılarak değerlendirildi.
Kompresyon kırığı olan hastalarda ortalama kırık sayısı 2.14±2.17 idi. Vertebral kırık sayısı ile yaşam kalitesinin ağrı, fiziksel fonksiyon, genel sağlık değerlendirmesi, mental fonksiyon skorları ve total skor arasında anlamlı pozitif korelasyon saptandı, sadece sosyal fonksiyon skoru ile anlamlı bir ilişki gösterilemedi. Ayrıca vertebral kırık sayısı ile yaş arasında da anlamlı pozitif ilişki olduğu görüldü. İki grup arasında kemik mineral yoğunluk (KMY) değerleri ve yaşam kalitesi skorları karşılaştırıldığında, vertebral kırığı olanlarda daha düşük KMY değerleri ve daha kötü yaşam kalitesi skorları saptanmakla beraber istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
Osteoporoza bağlı vertebral kırıklar yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedirler. Bu nedenle osteoporotik hastaların tedavi ve takibi sırasında yaşam kalitesi ölçeklerinin kullanımının gerekli olduğu düşüncesindeyiz.
The aim of this study was to evaluate the relationship between vertebral fracture and quality of life in postmenopausal osteoporotic patients. Osteoporosis is a disease characterized by low bone mass and structural detoriation of bone tissue. Fracture formation is the most important complication of osteoporosis. Vertebral fractures cause back pain, sleep disorders, depression, and incapacity in daily activities and all these entities decrease quality of life.
Thirty five female patients with postmenopausal osteoporosis were enrolled in this study. Bilaterally dorsal and lumbar spine radiographs were used to investigate the existence of vertebral compression fracture. Anterior, middle and posterior heights of vertebral bodies (T4-L5 ) have measured on lateral spine radiographs and the number of vertebrae with fracture were determined. Bone mineral density were measured by using DXA at the lumbar spine (L1-4) and proximal femur. Quality of life was assessed by using QUALEFFO.
The mean number of vertebral fractures was 2.14±2.17. There was a correlation between fractures and quality of life pain, physical function, general health assesment, mental function scores and the total score. No significant correlation was found for social function scores. Moreover a positive relation was detected between number of vertebral fractures and age. When bone mineral density values and quality of life scores of the groups were compared, the group having vertebral fractures had lower density and poorer quality of life scores but no statistically significant difference was detected.
Osteoporotic vertebral fractures affect quality of life negatively. We suggest that during the treatment and follow up of patients with osteoporosis, quality of life scales should be included in the evaluation.
Makale Özeti

15.
Ankilozan Spondilitte Kemik Kaybı: Kontrollü Çalışma
Bone Loss in Ankylosing Spondylitis: A Controlled Study
Nurdan Paker, Demet Tekdöş, Metin Erbil, Derya Soy, Ayşenur Bardak
Sayfa 0
Kronik inflamatuvar bir eklem hastalığı olan ankilozan spondilitte (AS) generalize osteoporoz görülebilir. Bu çalışmanın amacı AS tanısı konulmuş olan hastalarda kemik kaybının ve hastalık aktivesinin kemik yoğunluğu üzerine olan etkilerinin araştırılması idi. Çalışmaya polikliniğimize başvuran ve AS tanısı konulan 33 hasta ( 29 erkek 4 kadın) alındı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, vücut ağırlığı, boyu, öyküsü, fizik muayene bulguları, rutin laboratuvar ve vertebraların radyolojisi ile ilgili incelemeleri yapıldı. Hastalık aktivitesini değerlendirmek amacıyla eritrosit sedimentasyon hızı ve CRP düzeylerine bakıldı.Kontrol grubu yaş ve cins açısından uyumlu 35 (31 erkek 4 kadın) sağlıklı kişiden oluşuyordu. Hastaların yaş ortalaması 43.2 ±9.9 yıl idi. Hastalık süresi ortalama 13.18 ± 10,6 yıl idi. Kemik yoğunluğu ölçümü dual enerji x-ışını absorpsiyometri (DXA) ile PA lomber vertebra ve sağ proximal femur bölgesinden yapıldı. Hasta ve kontrol grupları arasında lomber vertebra kemik mineral yoğunluğu (KMY) değerleri açısından bir fark yoktu. Ancak femur boyun KMY değerleri hasta grubunda kontrollere göre %10 oranında azalmıştı. Hasta grubunda femur boyun bölgesinde osteopeni ve osteoporoz oranı % 42.8, kontrol grubunda %22.8 idi. AS’li hastalarda KMY değerleri ile BASDAI, BASFI, BASMI ve BASGI skorları arasında bir ilişki yoktu. Sonuç olarak uzun süreli AS’de kemik kaybı sıktır. Ancak vertebral bölgedeki ligaman kalsifikasyonu ve sindesmofit oluşumu nedeni ile lomber bölge kemik yoğunluğu değerleri yüksek bulunabilir. Bu hastalarda proksimal femur kemik yoğunluğu daha değerlidir. Çalışma grubumuzda hastalık aktivitesinin kemik yoğunluğu üzerine etkisi bulunmamıştır.
Osteoporosis is common in ankylosing spondylitis (AS), which is a chronic inflammatory rheumatic disease.The aim of this study was to assess the bone loss and the effects of disease activity on bone mineral density in patients with AS.
Thirty-three (29 men,4 women ) patients with AS were included in the study. All of the patients were evaluated as their age, sex, height, weight, history, physical examination, laboratory and AP-lateral thoracic and lumbar vertebrae radiographic findings. Control group was consisted of 35 (31 men 4 women) age and sex-matched healthy person. Mean age and disease duration of the patient group were 43,2 ± 9,9 and 13,18 ± 10,6 years, respectively.
Bone mineral density (BMD) was measured by dual energy x-ray absorptiometry (DXA) at lumbar spine and proximal femur regions. BMD did not show statistically significant difference at lumbar region between two groups. However BMD values were 10 % lower at femur neck in patient group than controls. The rate of osteopenia and osteoporosis was 42,8 % at the femur neck region in the patient group and 22.8 % in the control group. BMD values at femur neck correlated with age and disease duration.
There was no correlation between BMD and BASDAI and BASMI, BASFI, BASGI scores.
In conclusion, bone loss is common in AS. Ligament calcification and syndesmophytes may lead to higher BMD values at lumbar region in AS.Thus proximal femur BMD is valuable in the patients with long disease duration. Disease activity has no negative effect on bone density in our study.
Makale Özeti

16.
Erkek Sporcularda El Kavrama Gücü Kemik Mineral Yoğunluğu İle İlişkilidir
Handgrip Strength is Related To Bone Mineral Density in Male Athletes
Şebnem Tamcı, Aylin Çeçen Aksu, Selmin Gülbahar, Çiğdem Bircan, Özlem El, Ramazan Kızıl, Ebru Şahin, Elif Akalın, Serap Alper
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmanın amacı erkek sporcularda el kavrama gücü ve falangeal kemik mineral yoğunluğu (KMY) arasındaki ilişkinin ve etki eden faktörlerin araştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya yaş ortalaması 23.5±4.1 (17-37) olan toplam 57 erkek sporcu dahil edildi. Yaş, sigara va alkol kullanımı, ilaçlar, kırık öyküleri, kalsiyum alımları, spor yapma süreleri, haftalık antreman süreleri, ağırlık ve boyları kaydedildi. Her iki elden el dinamometresi ile el kavrama gücü ve radyografik absorbsiometre ile KMY ölçümü yapıldı.
Bulgular: KMY ile el kavrama gücü, yaş, ağırlık ve boy arasında istatistiksel anlamlı korelasyon bulundu (p<0.01). Regresyon analizi yapıldığında iki değişkenin KMY ile ilişkili olduğu görüldü: El kavrama gücü ve ağırlık. R2 değeri 0.29 (F=8.71, p=0.001) olarak bulundu. Vücut ağırlığının KMY üzerine etkisini dışlamak için KMY ve el kavrama gücü dominant ve nondominant elde karşılaştırıldı. Kemik mineral yoğunluğu, t skorları ve el kavrama gücü dominant elde daha yüksek bulundu (p<0.05).
Sonuç: El kavrama gücü erkek sporcularda falangeal kemik mineral yoğunluğunun bağımsız bir belirleyicisidir.
Objective: The aim of this study was to investigate the relationship between handgrip strength and phalangeal bone mineral density (BMD) and to evaluate the confounding factors in highly trained male athletes.
Materials and Methods: A total of 57 highly trained athletes; with a mean age of 23.5±4.1 (17-37) years were included in the study. Age, smoking status, alcohol consumption, medications, previous fractures, calcium intake, the duration of sports participation, weekly training time, height and weight of the subjects were recorded. Handgrip strength was measured by a hand-held dynamometer and BMD was measured with radiographic absorbtiometry in both hands.
Results: Significant positive correlations were found between BMD and handgrip strength, age, weight and height (p<0.01). When stepwise regression analysis was performed, two variables were found to be significantly related to BMD: handgrip strength and weight. R2 value was 0.29 (F=8.71, p=0.001). To eliminate the effect of body weight on BMD we compared BMD and grip strength in the dominant and non-dominant hands. Bone mineral density, t-scores and the handgrip strength were significantly higher in the dominant hand (p<0.05).
Conclusion: Handgrip strength is an independent predictor of phalangeal bone mineral density in highly trained male athletes.
Makale Özeti

17.
Osteoporoz Risk Testi Sonuçlarının Kemik Mineral Yoğunluğu ile İlişkisi
The Relationship Between The Results of Osteoporosis Risk Test and Bone Mineral Density
Ferda Özdemir, Derya Demirbağ Kabayel, Necdet Süt, Dilek Kurtoğlu Koçan, Şenay Demir Yazıcı, Mine Uzunali
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmada; kişilerin osteoporoz (OP) açısından risklerini değerlendirmek üzere oluşturulmuş olan 1 dakikalık OP risk testinin, kemik mineral yoğunluğu (KMY) ile ilişkisi, OP’u ve T skorlarını belirlemede soruların önemliliği araştırıldı.
Gereç ve Yöntem: OP polikliniğine ilk kez başvuran 206 postmenopozal kadın olgu çalışmaya alındı. Tüm olgulara 1 dakikalık OP risk testi uygulandı. Soruların cevapları evet veya hayır şeklindeydi. Kemik mineral yoğunluğu (KMY) değerlendirmeleri lomber omurga ve femur boynundan dual enerji X-ray absorbsiyometri (DXA) cihazı ile yapılarak KMY değerleri ve T skorları belirlendi. Verilerin istatistiksel analizinde Spearman korelasyon testi, Lojistik ve Lineer regresyon testleri kullanıldı.
Bulgular: Femur boynundaki OP’u saptamada 4. soru (Boyunuzda 3cm’den daha fazla kısalma oldu mu?) anlamlılık gösteriyordu (Odds ratio 3.14, %95 güven aralığı1.62-6.11). Femur boynundaki T skorunu belirlemede ise 4. soru ve 3. soru (3 aydan uzun süreli kortikosteroid kullandınız mı?) anlamlıydı (Sırasıyla p<0.011, Std β=0.181 ve p=0.027, Std β=0.157). Risk testinde verilen evet cevabı sayısı ile KMY arasındaki ilişki değerlendirildiğinde femur boynunda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde negatif korelasyon bulundu (p<0.001). Lomber omurga KMY değerleri ve T skorları ile risk testi sonuçları arasında ilişki bulunmadı (p>0.05).
Sonuç: Kişilerin OP açısından risklerini belirleyen OP risk testi sonuçları, özellikle femur boynundan yapılan DXA değerlendirme sonuçları ile ilişkilidir.
Objective: The importance of questions for determining osteoporosis (OP) and T score; and the relation between bone mineral density (BMD) and the one-minute OP risk test which is used for evaluating the risk factors of patients for OP, were examined.
Method: 206 postmenopausal women, who applied to OP clinic for the first time, were recruited. One-minute OP risk test was carried out to all patients. The answers of the questions were ‘Yes’ or ‘No’. Having recorded from lumbar spine and femur neck by dual energy x-ray absorptiometry (DXA) the BMD values, and T scores were evaluated. Spearman correlation test, Logistic and Linear regression tests were used for the statistical analyses.
Results: The question 4 (has your height shortened over 3cm?) was statistically significant for determining the OP in femur neck (Odds ratio 3.14, %95 CI, 62-6.11). The questions 3 (have you ever taken corticosteroids over 3 months?) and 4 were significant for T score in femur neck (p<0.011, Std β=181 and p=0.027, Std β=0.157, respectively). A statistically significant negative correlation between the number of ‘Yes’ in the risk test and BMD in the femur neck was seen (p<0.001). No correlation was found between the result of risk test and BMD value of lumbar spine and T scores.
Conclusion: The results of the one-minute OP risk test were particularly related to DXA results of femur neck.
Makale Özeti

18.
İnmeli hastaların kemik mineral yoğunlukları ve klinikleri arasındaki ilişkiler
Bone mineral density of stroke patients and it’s clinical relevance
Nur Kesiktaş, Ayşe Karan, Ayşe Yalıman, Nurten Eskiyurt
Sayfa 0
AMAÇ: Bu çalışmadaki amacımız, inmeli hastalarda paretik ve nonparetik tarafların KMY değerlerini karşılaştırmak, kemik mineral kaybı varlığı ile demografik, klinik özellikler ve bazı laboratuar bulguları arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
Hastalar ve YÖNTEM: Yaş ortalaması 61.8 ± 5.8 yıl olan 46 tek taraflı inmeli hasta çalışmaya alındı. Klinik ve demografik özellikler değerlendirildi. Brunnstrom evrelemesi, fonksiyonel bağımsızlık ölçümünün Türkçe versiyonu (FBÖ), Ashworth skalası, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) değerlendirmelerde kullanıldı. Dual-enerji X-ray absorpsiometrik ve biokimyasal veriler toplandı. İstatistikler SPSS versiyon 10.0 ile yapıldı.
SONUÇLAR: Paretik tarafın femur boynu KMY/T skorları ve distal radius T skoru paretik olmayan taraftan istatistiksel anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.05). Sol hemiplejiklerin femur total ve distal radius KMY/T skorları paretik olmayan taraflarından daha düşüktü fakat sağ hemiplejiklerde paretik olmayan tarafla anlamlı fark yoktu. Kadınların KMY’leri erkeklerin KMY’lerinden istatistiksel anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.05). BDÖ ve mobilite arasında anlamlı korelasyon mevcuttu, r = -0,379 (p<0.05). Düşük FBÖ puanları ile osteoporoz varlığı arasında bir ilişki saptandı.
YORUM: Düşük FBÖ puanları düşük KMY’nin göstergesi olabilir. Erken yürüme ve mobilite inme rehabilitasyonunda hedef alınmalıdır. İnmeli hastalarda depresyonun osteoporoza etkisini gözlemlemek için daha büyük ölçekli, prospektif çalışmalar dizayn edilmelidir
AIM: The aim of this study were to compare paretic and non- paretic side’s bone mineral density and to investigate whether demographic, clinical and some laboaratory findings were correlated with bone mineral loss or not in stroke patients.
Patients and METHOD: 46 unilateral stroke patients mean aged 61.8 ± 5.8 were included in the study. Demographic and clinical characteristics of the patients were evaluated. Brunnstrom motor recovery scale, Turkish version of the FIM, Ashworth scale, Beck Depression Inventory (BDI) were used for assessments. Dual-energy X-ray absorptiometry’s Biochemical’s data were collected. Statistics were analyzed using SPSS version 10.0
RESULTS: The BMDs of the paretic side were statistically significant lower than the non-paretic side at femoral neck BMD/T scores and distal radius T scores (p<0.05). BMDs and T scores of left sided stroke patients were statistically significant lower than non-paretic side at distal radius and femur, but BMD and T scores of right sided stroke patients were not statistically significant different than their non-paretic side BMD of women were statistically significant lower from than men’s BMD, (p<0.05) There were a correlation BDI and mobilization, r = -0,379 (p<0.05). Lower functional independence measurements score were found a relationship with osteoporosis.
Conclussion: Low FIM scores can predict low BMD. Early walking and mobility must be targeted in stroke rehabilitation. Bigger sample sized, prospective studies must designed for observation of depression effect on osteoporosis in stroke.
Makale Özeti

19.
Osteoporoz Risk Faktörlerinin Kemik Mineral Yoğunluğuna Etkisi
The Effect of Osteoporosis Risk Factors on Bone Mineral Density
Ebru Umay, Uğur Tamkan, İbrahim Gündoğdu, Serkan Umay, Aytül Çakcı
Sayfa 0
Giriş: Bu çalışmada osteoporoz (OP) risk faktörlerinin varlığının OP tedavisi verilen hastalarda kemik mineral yoğunluğu ile ilişkili olup olmadığının araştırılması ve bu risk faktörlerinin etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza, 1 yıl bifosfonat tedavisi kullanan ve total lomber ve femur boynu T skorundan en az biri halen -2.5 altında olan ve 1 yıl öncesine göre total lomber ve/veya femur boynu T skorlarında düzelme saptanmayan 73 OP’lu postmenopozal kadın hasta dahil edildi.
Hastaların demografik özellikleri ve OP risk faktörleri kaydedildi. Hastaların kognitif durumlarının değerlendirilmesinde, mini mental test ile Beck Depresyon ve Anksiyete Ölçekleri kullanıldı. Hastaların değerlendirilen parametreleri ile şu anki total lomber ve femur boyun T skorları karşılaştırıldı.
Bulgular: Zayıf kilolu olmanın, okuma yazma bilmemenin, gebelik sayısının yüksek olması ve Ca alımının yetersizliği ile bilişsel fonksiyonların bozuk olmasının hem total lomber hem de femur boynu T skorlarına, aşırı çay, kahve tüketimi ve sigara içimi ile ek komorbidite varlığı ve ilaç kullanımının ise femur boynu T skorlarına etkili olduğu saptandı.
Sonuç: Bazı OP risk faktörleri, düzenli OP tedavisi verildiği halde yeterli yanıt alınamayan hastalarda etkisizliğin sebebi olabilir.
Introduction: This study aimed to evaluate whether osteoporosis (OP) risk factors have any effect on bone mineral density in patients receiving OP treatment.
Material and method: The study included 73 postmenopausal women with OP who had been using bisphosphonate treatment for one year, with at least one of either total lumbar or femoral neck T-score still <-2.5 and whose total lumbar and/or femoral neck T-scores showed no improvement compared to one year earlier. Demographic characteristics and OP risk factors were recorded. Mini-mental test (MMT), Beck Depression and Anxiety Scales were used in the evaluation of the cognitive status of patients. The assessed parameters of patients were compared with the current total lumbar and femoral neck T-scores.
Results: Being underweight, illiteracy, high gravidity, inadequate calcium intake, and cognitive dysfunction were found to be effective on lumbar and femoral neck T- scores, while tea and coffee consumption, smoking status and the presence of additional comorbidity and drug use were found to be effective on femoral neck T-scores.

Conclusion: Some OP risk factors may contribute to the ineffectiveness in patients receiving regular OP treatment who fail to show adequate response.
Makale Özeti

20.
D Vitamininin Yaşam Kalitesi İle İlişkisi
The Releation Between Vitamin D and Quality of Life
Pınar Akpınar, Afitap İçağasıoğlu
Sayfa 0
Amaç: D vitamininin yaşam kalitesi ile ilişkisini araştırmak.

Gereç ve yöntem: Çalışmamıza 35-65 yaş arasında 110 kadın dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri kayıt edilerek, Kısa Form–36 Sağlık Anketi (SF-36) ve Avrupa Osteoporoz Derneği Yaşam Kalitesi Anketi (QUALEFFO-41) formları dolduruldu. Olgular 25(OH)D düzeyi <20 ng/ml; D vitamini eksikliği, 20-29 ng/ml; D vitamini yetersizliği, >30 ng/ml; normal olmak üzere 3 grupta değerlendirildi. Kemik mineral yoğunluğu (KMY) dual enerji x-ray absorbsiyometri (DEXA) ölçümüyle belirlendi. Denge değerlendirmesi için Modifiye Romberg testi, mobilite değerlendirilmesi için Kalk ve Yürü testi, yürüyüş değerlendirilmesi için 10 metre Yürüme testi kullanıldı.

Bulgular: Olguların vücut kütle indeksi, giyim şekli ve fiziksel aktivite durumları ile 25 OH D vitamini düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p<0.01). 25 OH D Vitamini düzeylerine göre L2-L4 Z skorları arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p<0.05). Gruplara göre Kalk ve Yürü ve 10 m Yürüme Mesafesi testi arasında anlamlı ilişki görülmezken, Modifiye Romberg testi skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p<0.05). 25 OH D vitamini düzeyine göre, SF 36 Fiziksel Fonksiyon ve Vitalite puanları, Qualeffo-41 Sosyal Fonksiyon ve Toplam puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p<0.05).

Sonuç: Yetersiz veya eksik D vitamini düzeyleri fiziksel fonksiyon, vitalite, enerji düzeyi, sosyal fonksiyonları etkileyerek yaşam kalitesini azaltmaktadır.
Objective: To explore the releation between vitamin D and quality of life.

Material and Method: 110 women aged 35 to 65 years were recurited.The demographic data was recorded, and Short Form-36 (SF-36) and Quality-of-Life Questionnaire of The European Foundation for Osteoporosis (QUALEFFO-41) scales were filled out. Patients were divided into three groups; 25(OH)D level <20 ng/ml regarded as vitamin D deficiency, 20-29 ng/ml as vitamin D insufficiency, >30 ng/ml as normal. Bone mineral density was measured by dual x-ray absorbsiometry. Modified Romberg test for balance, timed get up and go test for mobility and 10 meter walk test for gait assesment were used.

Results: There was a statistically significant relation-ship between body mass index, wearing style, physical activity and 25OH D levels (p<0.01). Also, there was a statistically significant correlation between L2-L4 Z scores and 25OH D levels (p<0.05). Although there was a statistically significant correlation between Modified Romberg test and 25OH D levels (p<0.05), there was no correletion with Timed Get Up and Go test and 10 meter Walk test(p>0.05). There was a statistically significant correlation between 25OH D levels and SF-36 Physical Function, Vitality scores, QUALEFFO-41 Social Function and Total scores (p<0.05).

Conclusions: Deficient or insufficient vitamin D levels impair quality of life.
Makale Özeti

21.
KALÇANIN GEÇİCİ BÖLGESEL OSTEOPOROZU: olgu sunumu
TRANSIENT REGIONAL OSTEOPOROSIS OF THE HIP: case report
İlknur Aktaş, Kenan Akgün, Merih Sarıdoğan
Sayfa 0
Kalçanın geçici bölgesel osteoporozu (GBOP) kalça ağrısının yaygın olmayan bir nedenidir. Genellikle sağlıklı orta yaş erkek ve 3. trimestir gebeleri etkiler. Etyoloji bilinmemektedir. Ayırıcı tanı avasküler nekroz, stres kırıkları, septik artrit, malignensi, yumuşak doku yaralanmaları, osteoartrit ve radikülopatiyi içerir. GBOP kemik iliği ödemi ile seyreden bir patoloji olması nedeniyle manyetik rezonans görüntüleme ayırıcı tanıda çok önemlidir. Bu makalede sağ kalça ağrısı ve yürüme zorluğu şikayeti olup kalçanın GBOP tanısı alan erkek olgu sunuldu ve ilgili literatür gözden geçirildi.
Transient regional osteoporosis of the hip (TOH) is an uncommon cause of hip pain. It affects mostly healthy middle-aged men, and women in the third trimester of pregnancy. The aetiology is unknown. Differential diagnosis includes avascular necrosis, stress fracture, septic arthritis, malignancy, soft-tissue injury, osteoarthrosis and radiculopathy. Due to its association with bone marrow oedema, TOH is a pathology in which Magnetic Resonans Imaging is extremely important in differential diagnosis. In this paper, a male patient with complaint of right hip pain and difficulty in walking, which was diagnosed as TOH was presented by reviewing current literature.
Makale Özeti

22.
Genç erkek olguda kalçanın geçici osteoporozu: Olgu sunumu
Transient osteoporosis in a young men: Case report
Barış Nacır, Ali Yusuf Öner, Süheyl Poçan
Sayfa 0
Osteoporoz genellikle ağrısız ve ilerleyici bir hastalık olmasına rağmen osteoporozun bir tipi ağrılı ve geçicidir. Bu hastalık geçicidir ve genellikle kalça eklemini etkilediği için kalçanın geçici osteoporozu olarak adlandırılır. Tipik olarak hastalar akut başlangıçlı ilerleyici ağrı, antaljik yürüyüş ve etkilenmiş ekstremiteyi içeren ciddi fonksiyonel dizabilite ile başvuran gebeliğinin 3. trimestrindeki kadın ve orta yaştaki erkeklerdir. Hastalığın etyolojisi konusunda tartışmalar devam etmektedir. Birçok araştırmacı farklı cerrahi ve konservatif tedavi yaklaşımı önermektedirler ancak analjezikler, intermittan traksiyon, eklem hareket açıklığı egzersizleri, abduktor kasları güçlendirme egzersizleri ve yük vermenin azaltılmasından oluşan konservatif yaklaşım tercih edilmektedir. Bu yazıda konservatif yaklaşımla başarılı bir şekilde tedavi edilen 22 yaşında kalçanın geçici osteoporozu olan erkek olgu sunulmaktadır.
Although osteoporosis is defined as being a painless and progressive condition, one special subtype of osteoporosis is reversible and painful. Because it isn’t permanent and is obvious in the hip joint, this condition is called transient osteoporosis of the hip. Typically, the paitents are women in the third trimester of pregnancy and middle-aged men who are seen initially with acute progressive pain, antalgic gait, and severe functional disability involving the affected extremity. Its aetiology remains a matter of speculation, and the same remains true for its treatment. Many researchers have proposed different surgical and non-surgical treatment strategies; but the conservative approach, which takes the form of analgesics, intermittent traction, range of motion exercises, abductor strengthening exercises and restricted weight bearing, is preferred. In this paper we report a 22 years old man with transient osteoporosis of the hip who showed excellent recovery following a conservative approach.
Makale Özeti

23.
Osteopoikiloz: Genç Bir Kadında DXA Ölçümünde Artmış Kemik Mineral Yoğunluğunun Bir Nedeni- Olgu Sunumu
OSTEOPOIKILOSIS: A CAUSE OF ELEVATED BONE MINERAL DENSITY ON DUAL X-RAY ABSORPTIOMETRY MEASUREMENT IN A YOUNG WOMAN- Case Report
Asylbek Kaparov, Murat Uludağ, Hidayet Sarı, Ülkü Akarırmak
Sayfa 0
Osteopoikiloz (OPK) nadir görülen, asemptomatik ve kemik yoğunluğunda artışa neden olan bir kemik displazisidir.OPK genellikle diğer lokomotor sistem şikayetleri için yapılan röntgen incelemeleri sırasında tesadüfen saptanır. OPK'nın tanı koydurucu lezyonları tipik olarak yaygın, yuvarlak, simetrik olarak yerleşmiş sklerotik kemik bölgeleridir. Laboratuvar bulguları ve kemik sintigrafisi genellikle normaldir. OPK osteoblastik kemik hastalıklarının ayırıcı tanısında düşünülmelidir. OPK selim bir hastalıktır ve agresif tanı ve tedavi yöntemlerinden kaçınılmalıdır. DXA kullanarak yapılan kemik yoğunluğu ölçümünde artmış değerler saptanan genç bireylerde diğer sklerotik kemik hastalıkları gibi osteopoikiloz da akılda tutulmalıdır.
Osteopoikilosis (OPK) is an asymptomatic, rare bone dysplasia. It causes an increase in bone density. The etiology and pathogenesis is unknown. OPK is generally diagnosed incidentally on plain radiographies which were performed for other locomotor system symptoms. Diagnostic lesions of OPK are typically diffuse, round, symmetrically shaped sclerotic bone areas. Laboratory findings and bone scintigraphy are usually normal. OPK should be considered in the differential diagnosis of osteoblastic bone disorders. OPK is a benign disease and invasive diagnostic procedures as well as aggressive treatment modalities should be avoided.
In young individuals who have elevated scores on dual-energy X-Ray absoptiometry measurement, OPK as well as other sclerosing bone disorders would be considered.
Makale Özeti

24.
Kortikal kemik hassasiyeti postmenopozal kadınlarda kemik mineral yoğunluğunun pratik bir göstergesi olarak kullanılabilir mi?
Can be used cortical bone sensitivity for predicting to bone mineral density in postmenopausal women?
Kerem Gün, Murat Uludağ, Nurettin İrem Örnek, Halil Koyuncu
Sayfa 0
Amaç: Osteoporozlu olgularda kortikal kemik kaynaklı olan ağrı sıklıkla ihmal edilen bir yakınmadır. Bu çalışmada kemik mineral yoğunluğundaki azalma ile tibial ve radial kemik korteksindeki lokal hassasiyet arasındaki ilişkinin ortaya konması amaçlanmıştır.
Hastalar ve yöntem: Çalışmaya poliklinikte osteoporoz tanısı ile takip edilen postmenopozal 30 kadın olgu dahil edildi. Standart yöntemle bilateral tibial ve radial kemik hassasiyeti değerlendirilerek kemik mineral yoğunluğu ile hassasiyet dereceleri arasındaki korelasyon araştırıldı.
Bulgular: Olguların yaş ortalamaları 65 (min 43, maks 80, SD 8,7), menopoz yaş ortalamaları ise 20 yıl (min 1, maks 40, SD 10) idi. Olguların femur boyun T skoru ortalama değeri -3,4 ± 0,7, femur total T skoru ortalama değeri -2.6 ± 0,9 olarak bulundu. Olguların tibial ve radial hassasiyet ortalaması ise sırasıyla sağda 4.6±2.3, 4.3±2.3, solda ise 4.5±2.1 ve 4.1±1.4 idi. Bilateral tibial ve radial hassasiyet ile kemik mineral yoğunlukları arasında ilişki incelendiğinde ise hiçbir bölgede anlamlı korelasyon saptanmadı (p>0.05).
Sonuç: Postmenopozal osteoporozlu kadınlarda perküsyon ile oluşturulan tibial ve radial hassasiyetinin kemik mineral yoğunluğunun öngörülmesinde uygun bir klinik değerlendirme yöntemi olmadığı söylenebilir.
Aim: Cortical bone pain in patients with osteoporosis often overlooked in clinical practice. We investigated the relationship between decrease in femur bone mineral density and the local sensitivity in bone cortex of tibia and radius.
Patients and Methods: Thirty women with postmenopausal osteoporosis in our outpatient clinic included the study. It was investigated the local sensitivity in bilateral radius and tibia with a standard method and its correlation with femur bone mineral density.
Results: The mean age of the patients was 65± 8.7 years (43- 80) and mean menopause duration was 20±10 years (1-40). The average values of the femoral neck T score and total femur T-score were -3.4 ± 0.7 and -2.6 ± 0.9, respectively. The average local sensitivities of the tibial and radial bone on the right side were 4.6 ± 2.3 and 4.3 ± 2.3, while the average local sensitivities of the tibial and radial bone on the left side were 4.5 ± 2.1 and 4.1 ± 1.4, respectively.
We could not find any correlation between decrease in femur bone mineral density and the local sensitivity in bone cortex of the tibia and radius (p> 0.05).
Conclusion: Percussion initiated the tibial and radial bone sensitivities in patients with postmenopausal osteoporosis method may not be considered as an appropriate clinical evaluation for predicting to bone mineral density.
Makale Özeti

25.
Günlük veya haftalık alendronat veya risendronate alan postmenopozal osteoporozlu kadınlarda aylık ibandronat için hasta tercihinin değerlendirildiği açık-etiketli, prospektif, çok-merkezi, iki-aşamalı çalışma—BONCURE: Türkiye alt-çalışması
Open, prospective, multi-center, two-part study of patient preference with monthly ibandronate therapy in women with postmenopausal osteoporosis switched from daily or weekly alendronate or risendronate—BONCURE: results of Turkish sub-study
Nurten Eskiyurt, Jale İrdesel, Vesile Sepici, Hatice Uğurlu, Yeşim Kirazlı, Füsun Ardıç, Bülent Bütün, Gülseren Akyüz, Lale Cerrahoğlu, Ömer Faruk Şendur, Peyman Yalçın, Sema Öncel
Sayfa 0
Amaç: BONCURE (Mevcut Bisfosfonat Kullanıcıları İçin Bonviva Bölgesel Avrupa Çalışması) ile daha önce günlük veya haftalık alendronat veya risendronate alan postmenopozal osteoporozu olan kadınlarda aylık ibandronat için hasta tercihinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Bu prospektif, açık-etiketli çalışma, iki ardışık aşamadan oluşmuştur: A (tarama) ve B (tedavi) aşaması. A aşamasına kaydolan hastalar Aday Kimlik Anketi (CIQ) tamamladı. B aşamasında, Osteoporoz Hasta Memnuniyeti Anketi (OPSAT Q) tamamladıktan sonra, hastalar 6 ay boyunca aylık oral 150 mg ibandronat aldı. Tedaviden sonra, hastalar OPSAT-Q ve Tercihi Anketi tamamladı.
Bulgular: Türkiye’den 223 hasta (yaş ortalaması 63.7±9.51) A aşamasına dahil edildi. Bunların arasında, 103’ü (%46.2) en az bir CIQ sorusunu "EVET" yanıtladı. Ortalama bileşik OPSAT-Q alan puanları; kolaylık (ortalama değişiklik, 15.3±17.7 puan), yaşam kalitesi (10.4±20.4 puan), genel memnuniyet (11.9±22.7 puan) ve yan etkiler (3.3 ± 18.8 puan) için arttı. Altıncı ayda 177 hasta (%92.7) bir kez aylık doz programını tercih etti ve %99.0’u çalışma tedavisi ile uyumlu (≥%80) idi. Otuz hasta (%15.6) çoğunlukla gastrointestinal olan hafif ve orta şiddette advers olay yaşadı.
Sonuç: Postmenopozal osteoporozu olan kadınlar, günlük veya haftalık bifosfonat tedavisine göre aylık ibandronatı daha çok tercih etmekte ve bu tedavi ile daha memnun ve uyumlu olmaktadır.
Objective: BONCURE (Bonviva for Current Bisphosphonate Users Regional European Trial), aimed to evaluate patient preference with monthly ibandronate in women with postmenopausal osteoporosis who previously received daily or weekly alendronate or risendronate.
Materials and Methods: This prospective, open-label study consisted of two sequential stages, Part A (screening) and Part B (treatment). Patients enrolled into Part A completed the Candidate Identification Questionnaire (CIQ). In Part B, after completing the Osteoporosis Patient Satisfaction Questionnaire (OPSAT-Q), patients received monthly oral ibandronate 150 mg for 6 months. Following treatment, patients completed the OPSAT-Q and Preference Questionnaire.
Results: A total of 223 patients (mean age, 63.7±9.51 years) were enrolled in Part A from Turkey. Among them, 103 (46.2%) answered “YES” to at least one CIQ question. The mean composite OPSAT-Q domain scores increased for convenience (mean change, 15.3±17.7 points), quality of life (10.4±20.4 points), overall satisfaction (11.9±22.7 points), and side effects (3.3±18.8 points). At month 6, 177 subjects (92.7%) preferred once-monthly dosing schedule and 99.0% were compliant (≥80%) with study treatment. Thirty (15.6%) subjects experienced mild to moderate adverse events, mostly gastrointestinal.
Conclusion: Postmenopausal women with osteoporosis prefer and are more satisfied and compliant with monthly dosing of ibandronate than daily or weekly bisphosphonate treatment.
Makale Özeti

26.
Postmenopozal Osteoporotik Kadınlarda Giyim Tercihlerinin D Vitamini ve Kemik Mineral Dansiteleri Üzerine Etkisi
Effect of Wearing Style on Vitamin D and Bone Mineral Density in Postmenopausal Osteoporotic Women
Yeşim Gökçe Kutsal, Erkan Özgüçlü, Sevilay Karahan
Sayfa 0
Amaç: D vitamini eksikliği osteomalazi, osteoporoz, myalji, kas güçsüzlüğü ve düşme kırık riskini arttırması nedeniyle önemli bir halk sağlığı problemidir. Giyim tercihleri D vitamini sentezi ve kan seviyelerini etkilemektedir. Bizim çalışmamızın amacı, postmenopozal osteoporotik kadınlarda giyim tercihlerinin kan serum D vitamini düzeyleri ve kemik mineral dansitesi üzerine etkisini araştırmaktır.
Yöntem ve Gereçler: Çalışmamıza osteoporoz tanısı almış 55 kadın hasta dahil edildi. Bu hastalar giyim tercihlerine göre örtülü olanlar ve olmayanlar olarak iki gruba ayrıldı. Hastaların menopoz, dual energy x-ray absorptiometry sonuçları, kan kalsiyum, fosfat, paratiroid hormon, 25-hydroxyvitamin D seviyeleri ve osteoporoz tedavileri kaydedildi.
Bulgular: 25-hydroxyvitamin D seviyeleri anlamlı olarak örtülü giyim tercihinde olan kadınlarda daha düşük bulundu (17,0±7,9 ng/ml örtülü giyim tercihli hastalar, 33,9±22,0 ng/ml örtülü olmayan giyim tercihli hastalar, p<0,001). 25-hydroxyvitamin D seviyeleri ile femur boyun Z-skoru, femur total kemik mineral dansitesi, femur total T-skoru, L1-L4 kemik mineral dansitesi, femur boyun kemik mineral dansitesi arasında farklı mevsimlerde istatistiksel olarak anlamlı korelasyon bulundu (p<0,05).
Sonuç: Postmenopozal osteoporotik örtülü giyim tercihi olan kadınlar D vitamini eksikliğine daha yatkın bulunmuştur. Düşük kan serum 25-hydroxyvitamin D seviyeleri azalmış kemik mineral dansitesine eşlik edebilir. Postmenopozal osteoporotik örtülü giyim tercihi olan kadınlarda düşük kan serum 25-OHD seviyelerine rağmen, giyim tercihi ile kemik mineral dansitesi arasında bir korelasyon bulunamamıştır.
Aim: Vitamin D deficiency is one of the most important public health problems as a result of osteomalacia, osteoporosis, muscle pain disease, muscle weakness and increased risk of falls and fracture. Outfitting style effects the synthesis and blood levels of vitamin D. The aim of our study is to investigate the effect of outfitting style on blood vitamin D and bone mineral density in postmenopausal osteoporotic women.
Material and Method: Fifty-five female patients who were diagnosed with osteoporosis were included in our study. These women were divided into two groups according to their clothing habits as veiled and unveiled. Data of all patients about menopause, exposure to sun light, dual energy x-ray absorptiometry results, blood calcium, phosphate, parathyroid hormone, 25-hydroxyvitamin D levels and osteoporosis treatment were recorded.
Results: We found 25-hydroxyvitamin D level was significantly low in women with veiled dressing style (17,0±7,9 ng/ml in veiled and 33,9±22,0 ng/ml in unveiled patients, p<0,001). There was statistically significant correlations between 25-hydroxyvitamin D level and femur neck Z-scores, femur total bone mineral density, femur total T-score L1-L4 bone mineral density, femur neck bone mineral density for different seasons (p<0,05).
Conclusion: Postmenopausal osteoporotic veiled women are more prone to vitamin D deficiency than unveiled women. Low concentration of 25-hydroxyvitamin D is accompanying further decrease in bone mineral density. Despite low concentration of 25-hydroxyvitamin D in veiled postmenopausal osteoporotic women, there is not direct correlation between wearing style and bone mineral density.
Makale Özeti

27.
Osteomalazili bir hastada süperior ve inferior pubik ramusun yetersizlik kırığı: Olgu sunumu
Insufficiency fracture of the superior and inferior pubic rami in a patient with osteomalacia: Case report
Barış Nacır, Burcu Duyur Çakıt, Bünyamin Koç, Meryem Saraçoğlu, Hatice Rana Erdem
Sayfa 0
Yetersizlik kırıkları direnci azalmış kemiğe uygulanan normal veya fizyolojik bir stresin sonucu gelişen stres kırığının bir alt tipidir. Bu kırıklar kemiğin elastisitesinin veya mineral içeriğinin anormal olduğu bir çok durumda ortaya çıkar. Yetersizlik kırığının en sık görülen sebebi postmenopozal osteoporozdur. Diğer önemli nedenler senil osteoporoz, radyasyon uygulanması, kortikosteroid tedavisi ve romatoid artrittir. Aynı zamanda D vitamini eksikliği/osteomalazide de görülebilir. Osteomalaziye bağlı yetersizlik kırığının tanısı ciddi kasık ve kalça ağrısı ve güçsüzlüğü olan postmenopozal kadınlarda akla gelmelidir.
Bu yazıda osteomalazisi olan bir hastada süperior ve inferior pubik ramusun yetersizlik kırığının klinik ve radyolojik bulguları sunulmuştur.
Insufficiency fractures are subtype of stres fractures which occur when normal or physiological stresses are placed on weakened bone. These fractures occur in a variety of conditions in which the mineral content or the elasticity of bone is abnormal. The most common cause of insufficieny fracture is postmenopausal osteoporosis. The other important causes are senile osteoporosis, pelvic irradiation, corticosteroid treatment and rheumatoid arthritis. They also occured in vitamin D deficieny/osteomalacia. The diagnosis of pelvic insufficiency fracture due to osteomalacia should be suspected in a postmenopausal women presenting with severe groin and buttock pain and weakness.
We presented here the clinical and radiological findings of superior and inferior pubic ramus insufficiency fracture in a patient with osteomalacia.
Makale Özeti

28.
Geçici Kalça Osteoporozu
Transient Hip Osteoporosis
Erkan Kaya, Selahattin Özyürek, Mehmet Zeki Kıralp
Sayfa 0
editöre mektup
editöre mektup
Makale Özeti

29.
Kienböck hastalığı: olgu sunumu
Kienböck’s disease: Case report
Hayal Güler, Ayşe Dicle Turhanoğlu, Işıl Yazgan, Ali Balcı
Sayfa 0
Osteonekroz, kemiğe olan kan akımının kesilmesinden dolayı kemiğin ölümü olarak tanımlanır. Kienböck hastalığı, el bileğinin hiperekstansiyon zorlaması sonucu gelişen lunat kemiğin osteonekrozudur. Sağ el bileğinde ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı şikayetleriyle kliniğimize başvuran 39 yaşındaki erkek olguyu, bu yakınmalarla gelen hastalarda ayırıcı tanıda Kienböck hastalığı da düşünülmesi gerektiğinden dolayı sunmayı planladık. Hastanın, sağ el bileği radyografik incelemesinde; lunat kemikte skleroz, kistik lezyonlar ve düzensizlik saptandı. Manyetik rezonans görüntülemede (MRG), lunat kemikte kontür düzensizliği ve volüm kaybı, T1 ağırlıklı serilerde hipointens, T2 ağırlıklı serilerde diffüz kemik iliği ödemi ile uyumlu hiperintens görünüm izlendi. Bu bulgular lunat kemikte osteonekrozla uyumlu değişiklikler olarak belirlendi. Hastaya, istirahat splinti verilerek antiinflamatuar tedavi başlandı ve hasta Ortopedi-Travmatoloji bölümüne konsülte edildi. Ameliyat önerisini kabul etmeyen hastanın üç hafta sonraki kontrolünde; ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı yakınmalarında azalma olduğu belirlendi. Sonuç olarak; el bileğinde ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığı yakınmaları ile gelen hastalarda, ayırıcı tanıda osteonekroz göz önünde bulundurulmalıdır.
Osteonecrosis is defined as the death of bone due to interruption of the blood supply to the bone. Kienböck’s disease is osteonecrosis of lunate bone as a result of heavy repetitive loading on wrist. We planned to present a 39-year-old patient having pain, swelling and limitation of range of motion (ROM) in right wrist, because Kienböck’s disease should be into account in differential diagnosis of such patients. X-ray of the right wrist of patient demonstrated sclerosis, cystic appearance and irregularity in lunate bone. Irregularities, loss of volume and diffuse low-intensity appearance were observed in lunate bone on T1-weighted MR images. T2-weighted fat-saturated MR images demonstrated diffuse hyperintensity in the same areas which is suggested bone-marrow edema. These findings were determined as the changes with related osteonecrosis of the lunate bone. Resting splint and antiinflammatory treatment were given to the patient. The patient was consulted to the department of orthopedics and traumatology. Patient refused operation. Pain, swelling and limitation of ROM of the patients improved after 3 weeks. In conclusion, Kienböck’s disease should be into account in the differential diagnosis of patients having pain, swelling and limitation of ROM in wrist.
Makale Özeti

30.
Multipl Endokrin Neoplazi Tip-I 'DE Osteoporoz: Olgu Sunumu
Osteoporosis in Multiple Endocrine Neoplasia Type I: A Case Report
Kurtuluş Kaya, Ebru Özcan, Sumru Özel
Sayfa 0
Multipl endokrin neoplazi çoğunlukla paratiroid, endokrin pankreas ve anterior hipofiz tümörleri ile prezente olan nadir otozomal dominant kalıtımlı kanser sendromudur. Primer hiperparatiroidizm vakaların %90'ından daha fazlasında ortaya çıkan en yaygın klinik tablodur. Osteoporosis MEN tip-I'deki primer hiperparatiroidizmin sık ve erken bir komplikasyonudur. Bu olgu sunumunda düşme sonrası humerus, femur ve L4 vertebrada kırık ile başvuran 39 yaşında MEN tip-I tanılı olgu literatür ışığında değerlendirilmiştir.
Multiple Endocrine Neoplasia type I (MEN type-I) is a rare autosomal dominant hereditary cancer syndrome presented mostly by tumours of the parathyroids, endocrine pancreas and anterior pituitary. Primary hyperparathyroidism is the most common clinical expression in affected patients, present in more than 90% of cases. Osteoporosis is a frequent and early complication of primary hyperparathyroidism in MEN type I. A case with a diagnosis of MEN type-I, 39 years old, presented with humeral, femural and L4 vertebral fractures after falling is evaluated in the view of the literature in this case report.
Makale Özeti

31.
Osteoporozda farmakolojik tedavinin izlemi
Monitoring of pharmacological therapy in osteoporosis
Rezzan Günaydın
Sayfa 0
Osteoporoz tedavi edilmediği sürece ilerleyen kronik bir hastalıktır. Kemik kaybını önleyen, kemik döngüsünü değiştiren ve kırık riskini azaltan etkin tedaviler mevcuttur. Ancak tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi osteoporozun farmakolojik tedavisinin izlemi de zordur. Osteoporoz tedavisini izlemede en ideal yöntem tedavi öncesi ve sonrası kırık riskini karşılaştırmak ya da kemik gücündeki değişiklikleri değerlendirmektir. Ancak klinik pratikte kırık riskindeki değişimi değerlendiren bir yöntem yoktur. Bu nedenle tedavinin izleminde dual-enerji X-ray absorbsiyometri ile kemik mineral yoğunluğu ölçümleri ve kemiğin yeniden yapılanmasını değerlendiren kemik döngü belirteçleri gibi vekil belirteçlere başvurulur.
Bu derlemede; osteoporoz tedavisinin izleminde kullanılan yöntemler ve bu yöntemlerin güçlü ve zayıf yönleri sunulmuştur.
Osteoporosis is a chronic disease that self-perpetuates unless it is treated. There are effective treatments that prevent bone loss, change bone turnover and decrease fracture risk. However, monitoring of pharmacological therapy in osteoporosis is also challenging like all chronic diseases. The most ideal method in monitoring osteoporosis treatment is to compare pre-treatment fracture risk with post-treatment fracture risk or to evaluate changes in bone strength. On the other hand, in clinical practice, there is no method to evaluate the change of fracture risk. Therefore, the surrogate markers such as bone mineral density measurements by dual-energy X-ray absorptiometry and bone turnover markers that evaluate bone remodeling are referenced in monitoring treatment.
In this review, the methods used in monitoring of osteoporosis treatment are presented as well as the weaknesses and strengths of these methods.
Makale Özeti

32.
Polimiyalji Romatika Tanılı Hastada Bilateral Pubik Ramus Yetersizlik Kırığı
Bilateral Pubic Ramus Insufficiency Fracture in Patient with Diagnosed Polymyalgia Rheumatica
Hamza Sucuoğlu, Hidayet Sarı, Kerem Gün, Murat Uludağ, Hasan Battal, Halil Koyuncu
Sayfa 0
Sıklıkla gözden kaçabilen ve tanı konulması zor olan pubik ramus yetersizlik kırıkları genellikle postmenopozal yaşlı kadınlarda görülmektedir. Bel, kalça ve kasık ağrısı şikayetleri ile başvuran hastalarda tanının gecikmesi, konservatif tedavisi mümkünken gereksiz invazif girişimler yapılmasına neden olmaktadır. Bu amaçla kullanılabilecek kemik sintigrafisi ve bilgisayarlı tomografi incelemeleri oldukça duyarlı tanı araçlarıdır. Osteoporoz, kortikosteroid kullanımı gibi kırık oluşumu açısından risk faktörlerine sahip yaşlı hastalarda, pubik yetersizlik kırıklarının doğru tanı ve tedavisi için klinik şüphe önem taşımaktadır. Biz de bu açıdan polimiyalji romatikaya bağlı kortikosteroid kullanan, osteoporozlu yaşlı bir kadın hastada gelişen bilateral pubik ramus yetersizlik kırığının tanı ve tedavisini literatür eşliğinde sunuyoruz.
Pubic ramus insufficiency fractures, which are often overlooked and difficult to diagnose, are usually seen in postmenopausal elderly women. While treatment with conservative methods is possible, delays in diagnosis for patients with waist, hip and groin pain complaints may result in unnecessary invasive procedures. Bone scintigraphy and computer tomography are very sensitive diagnostic tools that can be used for this purpose. Elderly patients with Osteoporosis and corticosteroid use have higher risk factors for the occurence of such fractures. Therefore, in these patients, clinical suspicion is important for accurate diagnosis and treatment of pubic ramus insufficiency fractures. Consequently, along with the literature, we present a case of diagnosis and treatment of pubic ramus insufficiency fractures development in an elderly woman with Osteoporosis who uses corticosteroids due to polymyalgia rheumatica.
Makale Özeti

33.
Osteoporoz ve Diz Osteoartritinin Birlikte Bulunduğu Hastalarda Diz Semptomları Üzerine Haftalık Alendronatın Etkinliği
Effect of Weekly Alendronate on Knee Symptoms in Patients with Osteoporosis and Knee Osteoarthritis Coexistence
Levent Ediz, Ozcan Hiz, Murat Toprak, Ibrahim Tekeoglu
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmanın amacı, Osteoporoz ve diz osteoartritinin birlikte bulunduğu yaşlı kadınlarda diz semptomları üzerine haftalık alendronat 70 mg’ın etkinliğini araştırmak idi.
Gereç ve yöntemler: 60-75 yaş arası osteoporoz tanısı alan yaşlı kadınlara, eğer diz semptomları bildirmişlerse, Kellgren-Lawrence evrelemesi ve diz osteoartritinin diğer bulguları için diz radyografisi çektirildi. 1 yıl süre ile, diz osteoartriti ve osteoporoz birlikteliği olan hastalar Alendronat 70 mg haftada bir gün ile tedavi edildiler. Hastalar diz semptomları için tedavi başlangıcında, 6. ayda ve 12. ayda WOMAC, Lequense index, istirahat ve harekette VAS skorları ile değerlendirildiler.
Bulgular: Alendronat 70 mg haftalık kullanımı, WOMAC skoru, Lequense index ve istirahatte ve harekette VAS skorları ile değerlendirilen diz semptomları şiddetinde 6. ve 12. aylarda anlamlı derecede azalma sağladı.
Sonuç: Bu çalışma, Alendronat 70 mg haftalık kullanımının, osteoporoz ve diz osteoartriti birlikteliği olan yaşlı kadınlarda, diz semptomlarını hafiflettiğini göstermektedir. Haftalık alendronatın bu etkisini değerlendirmek için, randomize, plasebo kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
Aim: The aim of this study was to examine the effect of alendronate 70 mg weekly on knee symptoms in elderly women with osteoporosis and knee OA coexistence.
Materials and methods: Elderly women who diagnosed as osteoporosis between 60-75 years old, underwent radiography of the knee if they reported symptoms of knee OA. Radiographs were read for Kellgren and Lawrence grade and individual features of OA. Osteoporotic patients with Knee OA treated with 70 mg alendronate once weekly for one year. Knee symptoms were assessed by interview before the treatment and 6 and 12 months after the treatment, and knee pain severity was evaluated using the Western Ontario and McMaster Universities Osteoarthritis Index (WOMAC), Lequense index, VAS at rest and at movement.
Results: Alendronate 70 mg once weekly use was associated with less severity of knee pain as assessed by WOMAC scores, Lequense index, VAS at rest and at movement at 6th and 12th month assessments.
Conclusion: This current study has shown that Alendronate 70 mg once weekly use was associated with less severity of knee symptoms in elderly women with osteoporosis and knee OA coexistence. Additional long-term randomised, placebo controlled clinical trials are needed to confirm this effect of weekly Alendronate.
Makale Özeti

34.
Bilateral kalkaneus kırığı sonrasında bilateral kompleks bölgesel ağrı sendromu: olgu sunumu
Bilaretal complex regional pain syndrome after bilateral calcaneal fractures: case report
Özcan Hız, Levent Ediz, Mehmet Fethi Ceylan, Elif Gülcü, İbrahim Tekeoğlu
Sayfa 0
Kompleks bölgesel ağrı sendromu (KBAS) kırık, cerrahi ve diğer tip yaralanmaların ağrılı bir komplikasyonudur. KBAS sinir yaralanması olmadan tanımlandığında KBAS-1, açıkça sinir yaralanması ile ilişkili olduğunda ise KBAS-2 olarak kategorize edilmektedir. KBAS-1’in etyopatogenezinde santral ve periferik teoriler bildirilmiştir. KBAS-1 genellikle yaralanmanın olduğu ekstremitede meydana gelir, ancak karşı ekstremitede de meydana gelebilir. Bu yazıda bilateral kalkaneus kırığı sonrasında bilateral KBAS-1 gelişen bir olgu sunduk.
Complex regional pain syndrome (CRPS) is a painful complication of a fracture, surgery, or other type of injury. Currently KBAS is categorized as CRPS-1 when no clear nerve injury is defined, and CRPS -2 when associated with clear nevre injury. Central and peripheral theory have been reported in etiopathogenesis of CRPS -1. Generally, it occurs in the injured limb but, it may ocur in the opposite extremities. İn this article, we have presented a case developing bilateral CRPS -1 after bilateral calcaneal fracture.
Makale Özeti

35.
Postmenopozal osteoporozda stronsiyum ranelat ile raloksifen'in kemik mineral yoğunluğu üzerindeki etkinliğinin karşılaştırılması
Comparison of the effects of strontium ranelate and raloxiphene on bone mineral density in postmenopausal osteoporosis
Figen Yılmaz, Beril Doğu, Tülay Şahin, Füsun Şahin, Banu Kuran
Sayfa 0
AMAÇ: Postmenopozal osteoporotik kadınlarda bir yıl süreyle kullanılan stronsiyum ranelat (SR) veya raloksifen (R) tedavilerinin kemik mineral yoğunluğu (KMY) üzerindeki etkilerini karşılaştırmak.
GEREÇ-YÖNTEM: Postmenopozal osteoporoz tanısı konulan ve bir yıl süreyle SR 2 gr/gün (Grup 1) veya R 60 mg/gün (Grup 2) tedavisi alan kadın hastalar retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalar ayrıca kalsiyum 1000 mg/gün, D vitamini 880 IU/gün suplemantasyonu kullanmıştı. Hastalara tedavi öncesi ve sonrasında Lunar-DXA ile KMY ölçümü (L2-4, femur boyun ve femur total bölgelerinden) yapıldı. Grupların kendi içlerindeki 1 yıllık KMY ve t değerlerindeki değişimler hesaplandı ve birbirleriyle karşılaştırıldı.
BULGULAR: Her iki grupta da 22’şer hasta olup gruplar arasında yaş, menarş yaşı, menopoz süresi, kilo, boy, vücut kitle indeksi, başlangıç KMY ve t değerleri açısından anlamlı fark yoktu (p>0,05). Bir yıllık tedavi sonrasında Grup 1’in L2-4 KMY değerinde anlamlı iyileşme saptandı (p<0,0001). Aynı grubun t değerlerinde de tedavi sonrasında her üç bölgede anlamlı iyileşme görüldü (p<0,05). Grup 2’de bir yıllık tedavi sonrasında KMY ve t değerleri açısından hiçbir bölgede anlamlı iyileşme saptanmadı.
SONUÇ: Bir yıllık tedavi sonrasında stronsiyum ranelatın L2-4 KMY değerinde ve L2-4, femur boyun, femur total t değerlerinde anlamlı iyileşme gösterdiği saptanmıştır. Femur boyun ve femur total KMY değerlerinde tedavi öncesine göre artış görülmüş ancak bu anlamlı boyuta ulaşmamıştır. Raloksifen’in ise üç bölgenin KMY ve t değerlerinde anlamlı iyileşmeye yol açmadığı saptanmıştır. Stronsiyum ranelat bir yıllık tedavide, KMY açısından raloksifenden daha etkin bulunmuştur.
OBJECTIVE: To compare the effects of one year- long strontium ranelate (SR) and raloxiphene ( R) therapies on bone mineral densities (BMDs) in postmenopausal osteoporotic women.
Subjects and METHOD: Female patients diagnosed as postmenopausal osteoporosis who received SR 2 gr/d (Group 1) or R 60 mg/d (Group 2) were analysed retrospectively.. All the patients also received calcium 1000 mg/d, vitamin D 880 IU/d supplementations. Patients also underwent BMD measurements from L2-4, femoral neck and femur total with Lunar-DXA before and after the treatment. Intragroup changes in yearly BMD and t values were calculated and compared with each other.
RESULTS: Both groups contained 22 patients without any significant inter-group differences between age, menarche age, duration of postmenopausal period, weight, height, body mass indexes, baseline BMDs and t values (p>0,05). After a year-long treatment, a significant improvement in BMD of L2-4 in Group 1 was detected (p<0,0001). In posttreatment t values of the same group a significant improvement was seen for all three regions examined (p<0,05). In Group 1, none of these regions showed significant improvements as for BMD and t values.
CONCLUSION: After a year-long treatment, strontium ranelate demonstrated significant improvements as for BMDs of L2-4, and t values in L2-4, femoral neck, and femur total. An increase in BMDs of femoral neck and femur total was seen which didn’t attain significance. However raloxiphene didn’t lead to significant improvement in BMDs and t values of the three regions examined. After a year-long treatment strontium ranelate was found to be more effective than raloxiphene in terms of improvements in BMDs.
Makale Özeti

36.
Kış Mevsiminde D Vitamini Düzeyi Üzerine Giyim Tarzının Etkisi
The effect of dressing style on vitamin D level in winter
Zerrin Şahin, Fatma Kumbasar, Semra Yiğit, Vildan Yaman, Bülent Turhan, İlkay Kartal
Sayfa 0
AMAÇ: Güneş ışınlarının deriye ulaşımını etkileyen faktörlerden giyim tarzının kan 25(OH)D vitamini düzeyi üzerine etkisini belirlemek.
GEREÇ ve YÖNTEMLER: Birinci grupta yaz ve kış mevsimlerinde yüz ve elleri dışında kapalı tarz giyinen 32 kişi, ikinci grupta yaz dönemlerinde ekstremite-ekstremite distalleri ve başı açık tarzda giyinen 22 kişi vardı. İstanbul'da yaşayan katılımcıların kasım - mart ayları arasında kan örnekleri alındı. Süt, peynir, yoğurt, balık, yumurta tüketimleri, direkt güneşte kalma süresi sorgulandı. 25(OH)D vitamini, alkalen fosfataz, kalsiyum, fosfor düzeyi ölçüldü.
BULGULAR: Birinci grubun yaş ortalaması 35.1±5.5 yıl, ikinci grubun 37.1±7.5 yıl idi. 25(OH)D vitamini birinci grupta 4.8nmol/L, ikinci grupta ise 16.8nmol/L idi. Her iki grubta 25(OH)D vitamini düzeyi normalin (20-120 nmol/L) altında, gruplar arasındaki farklılık istatiksel olarak anlamlıydı (p=0.022). D vitamini düzeyi ile güneşlenme süresi arasında da istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı(p=0.002).
SONUÇ: : Her iki gruptaki D vitamini düşüklüğünün normalde kasım- mart dönemlerinde hemen hemen hiç 25(OH)D vitamini sentezinin olmamasından kaynaklandığı, kış mevsiminde gruplar arasında giyim tarzında farklılık olmamasına rağmen birinci grupta saptanan kan vitamin D düzeyindeki daha belirgin düşüklüğün ise, bir önceki yaz döneminde giyilen kıyafetlerin güneş ışınını engelleyici etkisinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.
OBJECTIVE: The aim of this study is to determine the effect of covered dressing style on serum vitamin D levels.
MATERIAL and METHODS: The first group consists of 32 women dressing covered style except hands and face during summer and winter seasons and the second group consists of 22 women dressing head and extremities-distal extremities un-covered style during summer. Participants were living in Istanbul. Blood samples were taken between november and march. Milk, cheese, yoghurt, fish and egg consumptions, direct sun light exposures have been questioned. Serum levels of 25(OH)D vitamin, alkaline phosphate calcium, phosphorus have been measured.
RESULTS: Mean age was 35.1±5.5 in the first group and 37.1±7.5 in the second group. Mean 25(OH)D vitamin level was 4.8 nmol\L in the first group and 16.8 nmol\L in the second group. 25 hydroxyvitamin D levels were found under normal(20-120mmol/L) in both groups and statistical difference between them was meaningful(p=0.022). There was statistically significant relation between duration of sun exposure and vitamin D levels (p=0.002).
CONCLUSION: Low 25(OH)D vitamin levels in both groups were due to very low syntesis during november- march period. Although there was no difference between two groups in terms of clothing manner during winter season we have been thought that lower 25(OH)D vitamin levels in firsth group were due to anti-sunlight effect of clothes dressed up by group members during previous summer period.
Makale Özeti

37.
Postmenopozal Osteoporozda Strontium Ranelat'ın Kısa Dönemde Ağrı Ve Kemik mineral Yoğunluğu Üzerine Etkisi
The Effects of Strontium Ranelate on Pain and Bone Mineral Density In Postmenopausal Women With Osteoporosis
Halil Koyuncu, Meryem Gül Erden, Selma Eşen
Sayfa 0
Giriş: Mineraller ve eser elementler, kemik hücreleri ve kemik minerali üzerine olan doğrudan ve dolaylı yoldan etkileriyle kemik yapım ve yıkımını etkilemektedirler. Strontiumun kemik hücreleri üzerine iki farklı, hem anabolik ve hem de antikatabolik etkisi vardır.
Yöntem ve Gereçler: Postmenopozal kadınlarda Strontium ranelat‘ın ağrı ve kemik mineral yoğunluğu üzerine kısa dönemdeki etkileri kontrollü olmayan bu çalışmada araştırıldı. Oral strontium ranelat, 6 ay süreyle, günde 2 gr dozunda, 31 hastaya verildi. Tüm hastalara kalsiyum ve D vitamini destek tedavisi yapıldı. Kemik mineral yoğunluğu ölçümü DXA ile ve kan biyokimyasal testleri, çalışma başlangıcında ve sonunda araştırıldı.
Bulgular: Ağrı skoru (VAS) başlangıç değerlendirmede 6.12+- 1.05 iken 6 ay sonunda 4.2+-0.92 olarak saptandı. 6. ayda ağrıda anlamlı olarak düzelme saptandı (p<0.05). Kemik mineral yoğunluğu ölçümü tedaviden önce ve 6 ay sonra yapıldı. Strontium ranelat 6. ay sonunda lomber vertebra ve total femur kemik yoğunluğunda anlamlı olarak yükselmeye neden oldu (p<0.05). Ciddi bir yan etki saptanmadı. Yan etkiler sebebiyle çalışmadan ayrılan hasta olmadı. Kan biyokimyasal testleri çalışma başlangıcında ve sonunda normal saptandı. 6. aydaki global etkinlik %64.5 oranında iyi olarak değerlendirildi. İlacın tolerabilitesi çalışma süresince %80.6 oranında mükemmel olarak saptandı. Kısa dönemde hiçbir hastada kırık gelişmedi.
Sonuç: Postmenopozal osteoporoz tanısı konan kadınların strontium ranelat ile tedavisi ilk altı aydan başlayarak ağrıyı azaltabilir ve kemik mineral yoğunluğunu artırabilir. Bu çalışma bir ön çalışma olarak planlanmış olup daha çok hasta üzerinde ve daha uzun bir zaman sürecinde devam etmesi planlanmıştır.
Introduction: Minerals and trace elements affect bone formation and resorption through direct or indirect effets on bone cells or bone mineral. Strontium has several effects on bone cells and anabolic actvity.
Methods: The effects of strontium ranelate on pain and bone mineral density were assessed in an open, noncontrolled trial conducted in postmenopausal women. Oral strontium ranelate was given at a daily dose of 2 gr for six months in 31 patients. All women received calcium and vitamin D supplements. Measurements of bone mineral density were performed before treatment and at the sixth month. Blood biochemistry analysis was performed at the beginning and at the 6th month.
Results: Pain (visual analog scala) score was 6.12+-1.05 at baseline and 4.25+-0.92 at sixth month of treatment. Pain decreased significantly at 6th month (p<0.05). New fractures did not occur during the study.
Strontium renalate treatment increased bone mineral density at 6th month at the total lumbar spine and the femoral total region. The changes were found to be statistically significant (p<0.05).
There were no serious adverse events. None of the patients discontinued treatment due to adverse effects. The blood biochemistry was normal at baseline and end of trial. Global efficacy was good in 64.5% of patients at sixth month. Tolerability was excellent during the study (80.6%).
Conclusion: Treatment of postmenopausal osteoporosis with strontium ranelate can decrease pain, and increase bone mineral density beginning at six months following treatment. The results have to be considered as preliminary, the study was planned for a longer duration on a greater number of patients.
Makale Özeti

38.
Osteoporotik kalça kırığı ile ilişkili risk faktörlerinin değerlendirilmesi
Evaluation of risk factors associated with osteoporotic hip fractures
Beril Doğu, Raikan Soydemir, Sinem Yamaç, Figen Yılmaz, Banu Kuran
Sayfa 0
Amaç: Kalça kırıkları osteoporozun en ciddi ve ekonomik olarak en önemli komplikasyonudur. Bu nedenle çalışmamızda osteoporotik kalça kırığı ile ilişkili risk faktörlerini irdeledik.
Gereç ve Yöntem: Osteoporotik kalça kırığı mevcut 35 hasta (grup 1) ile, 70 yaş ve üzeri, kalça kırığı olmayan 35 hasta (grup 2) karşılaştırıldı. Hastaların yaş ve cinsiyeti kaydedildi. Tüm hastaların lomber (L1-L4) ve femur (boyun ve total) bölgelerinden dual enerji X-Ray absorpsiyometri (DXA) tekniği ile kemik mineral yoğunluk ölçümleri (KMY) yapıldı. Yürüme mesafeleri, daha önceki kırık varlığı ve yeri, yardımcı cihaz kullanımı, ek hastalıkları, laboratuar değerleri, kreatinin klirensi (ml/dakika) ile birlikte hastalardaki rekürren düşme varlığı kaydedildi.
Bulgular: Her iki grup arasında cinsiyet, tüm bölgelerdeki KMY ölçümleri, önceki kırık varlığı, rekürren düşme ve kreatinin klirensi açısından anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Grup 1’deki hastaları yaş ortalaması daha ileriydi (p<0,05). Yürüme mesafesi grup 2’de daha uzun olmasına rağmen fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Yardımcı cihaz kullanımı ve ek hastalık varlığı grup 1’de daha sık gözlendi (p<0,05).
Sonuç: Birçok risk faktörünün kalça kırığı ile ilişkilisi gösterilmiştir. Bu risklerin belirlenmesi ve daha ayrıntılı olarak incelenmesi yüksek riskli kişilerde kalça kırığı ve ilişkili maluliyetleri önlemede oldukça önemlidir.
Aim: Hip fractures are the most serious and economically most important complication of osteoporosis. Therefore in our study we examined risk factors associated with osteoporotic hip fractures.
Material and Method: Patients (Group 1; n=35) with osteoporotic hip fractures were compared with patients aged ≥ 70 years without osteoporotic hip fractures (Group 2; n=35). Age and sex distribution of the patients were recorded. From all patients bone mineral density measurements (BMD) of their L1-L4 vertebras and femurs (total and femoral head) were obtained using dual energy X-Ray absorptiometry (DXA) techniques. Their walking distances, presence and location of any previous fracture(s), usage of any assisted device, concomitant disease(s), laboratory values, creatinine clearance (ml/min), and recurrent falling episodes were documented.
Results: Any significant difference could not be found as for sex, BMD measurements of relevant regions, presence of any previous fracture(s), history of recurrent falls and creatinine clearance (p > 0.05). The mean age of the patients in Group 1 was more advanced (p > 0.05). Although walking distances in Group 2 were longer, the difference was not statistically significant (p > 0.05).The usage of asisted device and the presence of concomitant disease(s) were more frequently observed in Group 1 (p < 0.05).
Conclusion: The association of many risk factors with hip fracture has been demonstrated. Determination of these risk factors and their detailed examination are quite important in the prevention of hip fractures and related disabilities.
Makale Özeti

39.
Orta Yaşlı Erkeklerde “Biyoaktif ve Serbest Seks Steroidleri” Kemik Mineral Yoğunluğu ve Kemik Döngüsü Belirteçleri ile İlişki mi ?
Are Bioactive and Free Sex Steroids associated with Bone Mineral Density and Bone Turnover Markers in Middle Aged Men?
Melek Sezgin, Burak Çimen, Handan Çamdeviren Ankaralı, İsmet As, Neslihan Erçetin, Özlem Bölgen Çimen, Günşah Şahin
Sayfa 0
Amaç: Orta yaşlı erkeklerde biyoaktif ve serbest seks steroidlerinin kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve kemik döngüsü belirteçleri ile ilişkili olup olmadığını araştırmak.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya polikliniğimize başvuran, 35 ile 65 yaşları arasındaki 165 gönüllü arasından 115 erkek alındı. Serum albumin, total testosteron (T), total östradiol (E2), SHBG, osteokalsin (OC), C-terminal telopeptid (CTx) seviyeleri ölçüldü. Serbest ve biyoaktif seks steroidleri, serbest androjen indeksi (SAİ) ve serbest östrojen indeksi (SÖİ) hesaplandı. Çalışma grubunun bel ve kalçalarından KMY’u ölçüldükten sonra seks steroidlerinin, KMY ve kemik döngüsü belirteçleri üzerine etkisi araştırıldı.
Bulgular: Çalışma grubunun yaş ve vucüt kitle indekslerinin ortalamaları sırasıyla 52.4±7.8 yıl ve 26.1±3.4 kg/m²’di. Osteoporozlu ve osteopenik bireylerin hem seks hormonu düzeyleri hem de kemik döngüsü belirteçleri KMY normal olan bireylerden farklı değildi (p>0.05). Yaş ile, SAİ hariç (r: -0.23, p: 0.01), biyoaktif ve serbest seks steroidleri, SÖİ ve SHBG arasında ilişki yoktu. Ancak VKİ ile biyoaktif E2 (r: 0.35, p: 0001), serbest E2 (r: 0.29, p: 0.002) ve SÖİ (r: 0.39, p: 0.0001) arasında pozitif korelasyon vardı. KMY üzerine etkili değişkenler için düzeltme yapıldıktan sonra, serum biyoaktif seks steroidleri, serbest seks steroidleri, SAİ, SÖİ ve SHBG seviyelerinin ne bel ne de kalça KMY ölçümleri ile ilişkisi tesbit edilmedi (p>0.05). Ancak serum biyoaktif T, SÖİ ile OC ve CTx seviyeleri arasında sınırda ilişki vardı ( p: 0.05).
Sonuç: Biz, orta yaşlı erkeklerde biyoaktif ve serbest seks steroidlerinin bel ve kalça KMY’na etkili bağımsız değişkenler olmadıkları ve idiopatik erkek osteoporozunun patofizyolojisini açıklayacak yeni çalışmalara ihtiyaç olduğu kanısındayız.
Aim: To investigate whether bioactive and free sex steroids are associated with bone mineral density (BMD) and bone turnover markers in middle aged men.
Materials and Methods: One hundred and fifteen out of 165 volunteers aged 35-65 years presenting to our outpatient clinic were included in the study. Serum albumin, total testosterone (T), total estradiol (E2), SHBG, osteocalcin (OC) and C-terminal telopeptide (CTx) levels were measured. Free and bioactive sex steroids, free androgen index (FAI) and free estrogen index (FEI) were calculated. BMD in the lumbar spine and the hip was measured in all participants and effects of sex steroids on BMD and bone turnover markers were investigated.
Results: The mean age and the mean body mass index (BMI) in all participants were 52.4±7.8 years and 26.1±3.4 kg/m² respectively. There was no significant difference in sex hormone levels and bone turnover markers between the individuals with osteoporosis and osteopenia and the individuals with normal BMD (p>0.05). There was a significant relation between age and FAI (r: -0.23, p: 0.01), but there was no significant relation between age and bioactive and free sex steroids, FEI and SHBG. However, there was a positive correlation between BMI and bioactive E2 (r: 0.35, p: 0001), free E2 (r: 0.29, p: 0.002) and FEI (r: 0.39, p: 0.0001). After an adjustment for variables effective on BMD was made; no relation was found between BMD measures from the lumbar spine and the hip and serum bioactive sex steroids, free sex steroids, FAI, FEI and SHBG (p>0.05). However, there was a weak positive relation between serum bioactive T, FEI and OC, CTx levels (p: 0.05).
Conclusion: We think that bioactive and free sex steroids are not independent variables effective on BMD in the spine and the hip in middle aged men and that further studies are needed to elucidate the pathophysiology of idiopathic male osteoporosis.
Makale Özeti

40.
Postmenopozal osteoporozda risedronat tedavisinin kemik mineral yoğunluğuna etkisi biyokimyasal belirleyicilerle önceden belirlenebilir mi?
Is it possible to estimate the effect of risedronat treatment on bone mineral density in postmenapausal osteoporosis by biochemical marker?
Ayhan Karadağ, Kaan Uzunca
Sayfa 0
Bu çalışmada risedronatın postmenopozal osteoporozda kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve biyokimyasal belirteçler üzerine olan etkilerinin birbiriyle ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Çalışmaya 103 postmenopozal osteoporozlu kadın olgu alındı. Bu olguların 58’i grup I, 45’i grup II olmak üzere ikiye ayrıldı. Grup I’e günlük 5 mg risedronat ve 500 mg kalsiyum, grup II’ye ise sadece günlük 500 mg kalsiyum verildi.
Lomber vertebra ve femurun dansitometrik ölçümleri tedavi öncesi ve 12. ay sonunda yapıldı. Ayrıca grup I’deki 33 hastanın 2. yılda KMY ölçümleri tekrarlandı. Tedavi öncesi, tedavi sonrası 1. ve 3. aylarda serum osteokalsin ve idrar C telopeptit (CTX) düzeyleri değerlendirildi.
Grup I’de çalışmanın 1. ayından itibaren idrar CTX ve osteokalsin düzeylerinde anlamlı bir düşüş saptandı (p<0,05).
Tedavinin 12. ayında grup I’de femur boyun ve lomber vertebra KMY’leri anlamlı olarak artmıştı. 2. yıl dansitometrisinde ise, femur trokanter bölgesinde de tedavi öncesine göre anlamlı artış saptandı (p<0,05).
Grup I’deki hastaların tedavi sonrası 1. ve 3. aylardaki idrar CTX, ve osteokalsin değişimleri ile 1. yıl sonundaki dansitometrik değişimleri arasında anlamlı bir korelasyon saptanmadı (p>0.05). Fakat tedavi öncesine göre 2. yıldaki ortalama femur trokanter bölgesindeki KMY artışı, 1. ayda ortaya çıkan CTX düşüşü ile korele bulundu (p<0,05).
Sonuç olarak, uzun süreli risedronat kullanılacak hastalarda, tedavinin daha 1. ayında idrar CTX düzeyine bakılarak, ilerleyen yıllardaki femur KMY artışı tahmin edilebilir.
In this study, we aimed to evaluate and compare the effects of risedronate on bone mineral density (BMD) and biochemical markers in postmenopausal osteoporosis.
One hundred three patients with postmenopausal osteoporosis were included in the study. The patients were divided into two groups as group I and group II. The patients in group I were treated with 5 mg risedronate and 500 mg calcium daily, while group II were treated only with 500 mg of calcium.
Densitometric measurements of lumbar spine and femur were performed before treatment and at the end of 12 months after treatment. Additionally, BMD measurements of 33 patients in group I were repeated at the end of 2nd year. Serum levels of osteocalcin and urine C telopeptyde (CTX) levels were measured before therapy and at the 1st and 3rd months of the therapy period.
Significant decreases were observed in urine CTX and serum osteocalcin levels beginning from the 1st month in group I (p<0.05).
In group I, BMD of femur neck and lumbar spine regions increased significantly at the 12th month of the study. Femur trochanter BMD was also found to increase when compared with pretreatment values at the end of the second year evaluation (p<0.05).
No significant correlation of urine CTX and serum osteocalcin levels which were measured at the 1st and 3rd months of the therapy was found with the densitometric changes at the end of one year in group I (p>0.05). However increase of mean BMD values of femur trochanter at second year according to pre-treatment values correlated with decrease of urine CTX values at the first month (p<0,05).
As a result, urine CTX levels measured at the end of the first month of the treatment can help estimate the femur BMD increase in the following years of long term risedronate treatment.
Makale Özeti

41.
Kayseri Melikgazi Sağlık Grup Başkanlığı Bölgesindeki Kadınların Osteoporoza Yönelik Bilgi Ve Davranışları
Women's Knowledge And Attitude About Osteoporosis At Kayseri Melikgazi Health Group Headship’s
Rıza Çıtıl, Murat Özdemir, Serpil Poyrazoğlu, Elçin Balcı, Mualla Aykut, Yusuf Öztürk
Sayfa 0
Günümüzde önemli bir halk sağlığı sorunu olan osteoporoz, kemik kırılganlığının ve kırık olasılığının artması ile karakterize yaygın bir iskelet sistemi hastalığıdır. Bu araştırmada kadınların osteoporoza yönelik bilgi ve davranışlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırma Kayseri Melikgazi Sağlık Grup Başkanlığı’na bağlı 14 sağlık ocağı bölgesinde 2006 yılında gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya katılmayı kabul eden 18 yaş ve üzeri 800 kadın evlerinde ziyaret edilerek, osteoporoza yönelik bilgi ve davranış soruları ile osteoporoz risk faktörlerini içeren anket formu uygulanmıştır. İstatistiksel analizde Ki-kare testi kullanılmıştır. Katılımcıların %74.6’sı 18-49 yaş grubunda, %49.0’ı ilk ve ortaokul mezunu, %83.5’i ev kadını, %29.8’i menopozdadır. Kadınların osteoporoza yönelik bilgi düzeyleri düşük olup, bilgi düzeyi eğitim düzeyi yükseldikçe anlamlı olarak artarken, yaş arttıkça anlamlı olarak azalmaktadır (p<0,05). Katılımcıların %12.3’ü (98 kadın) osteoporoz tanısı aldığını ifade etmiştir. Katılımcıların %15.0’i her gün düzenli egzersiz veya yürüyüş yaptığını ifade etmiştir. Katılımcıların %11.5’inde kırık hikayesi olup, bunların %84.8’i düşmeye bağlıdır. Ten rengi ve vücut yapısı ile osteoporoz tanısı alma durumu arasında anlamlı ilişki yoktur. Osteoporoza yönelik en sık bilgi alınan kaynaklar televizyon ve radyodur. En çok kullanılan ilaçlar kalsiyum ve D vitaminidir. Osteoporozda temel yaklaşım korunma olup, kadınların osteoporoza yönelik bilgi düzeylerini arttırmak için eğitime ağırlık verilmelidir. Bu konuda sağlık personeline daha çok görev düşmekte olup; tüm sağlık personeli osteoporoz risk faktörleri, tanı, tedavi ve komplikasyonları konusunda eğitilmelidir.
At the present day osteoporosis is an important subject of public health concern. Osteoporosis is a systemic skeletal disorder, which is characterized by increased bone fragility and increased fracture risk. The aim of this study was to evaluate women’s knowledge and attitude about osteoporosis. The study was performed in 2006 at Kayseri Melikgazi Health Group Headship’s 14 village clinic area on 800 women over 18 years old who accepted to join this study. İt is performed by home visits with a descriptive questionnaire which concernes knowledge, attitude and risk factors about osteporosis. Women merge in the study, 74.6% is at 18-49 age group, 49.0% is first and second degree graduated, 83.5% is housewife and 29.8% is at menaposis. Women’s knowledge level about osteoporosis is low, knowledge level is on increase with education levels increase and it is significant and it decreases significantly by the age increases (p<0.05). 12.3% of the participants (98 women) reported a diagnosis of osteoporosis. 15.0% of the women reported daily regular exercise and walk. 11.5% of the women reported have previously fracture history and 84.8% of the fractures related to crash. There are no statistical differences between diagnosis of osteoporosis and, color of skin and body structure. The most common knowledge source about osteoporosis is television and radio. Most taken medicines to osteoporosis are calcium and vitamin D. Basic approach at osteoporosis is protection, therefore it must be focused on education to raise women’s knowledge level about osteoporosis. Health professionals must act more in this head, and all should be educated about osteoporosis risk factors, diagnose, threatment and complications.
Makale Özeti

42.
Orta Yaşlı Türk Erkeklerinde Serum IGF-1 ve IGFBP-3 Seviyeleri: Kemik Mineral Yoğunluğu ve Kemik Yapım-Yıkım Belirteçleri ile İlişkileri
Serum IGF-1 and IGFBP-3 Levels in Middle Aged Turkish Males: Relationships with Bone Mineral Density and Markers of Bone Turnover
Melek Sezgin, Burak Çimen, Arzu Kanık, İsmet As, Neslihan Erçetin, Nurgül Arıncı İncel, Günşah Şahin
Sayfa 0
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı orta yaşlı Türk erkeklerinde serum insulin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1) ve insulin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı protein-3 (IGFBP-3)’ün kemik mineral yoğunluğu ve kemik yapım yıkım belirteçleri ile ilişkili olup olmadığını göstermekti.
Gereç ve YÖNTEMLER: Başlangıçta bu çalışmaya 35 ile 65 yaşları arasında 160 Türk erkeği dahil edildi. Daha sonra 48 hasta çalışma dışı bırakıldığı için son örneklem 112 erkeği içerdi. Omurga ve kalçanın kemik mineral yoğunluğu (KMY) dual enerji x-ray absorptiometri ile ölçüldü. Bir gecelik açlık sonrası, serum IGF-1, IGFBP-3, intakt parathormon, 25-OH vitamin D, osteokalsin, C-terminal telopeptid, kalsiyum, fosfor, ve alkalen fosfataz seviyeleri ölçüldü. Kalsiyum, fosfor ve kreatininnin idrar konsantrasyonları da tesbit edildi.
BULGULAR: Yirmi bir erkekde (% 18.8) kemik mineral yoğunluğu T skoru -2.5 SD’a eşit veya altında idi. Normal ve azalmış KMY’si olan hastalar arasında IGF-1 düzeylerinde anlamlı farklılık vardı ( sırasıyla 132.5 ± 38.1 ve 116.1 ± 40.6, p: 0.04). Serum IGF-1 düzeyleri lomber omurganın KMY’si ile pozitif korele idi. Fakat, IGFBP-3 ve test edilen yerlerin hiçbirinin KMY’si arasında korelasyon yoktu. IGF-1, IGFBP-3 ve KMY serum alkalen fosfatazı hariç kemik yapım yıkım belirteçleri korele değildi.
SONUÇLAR: Serum IGF-1 seviyeleri KMY’si azalmış olan erkelerde daha düşüktü ve lomber omurganın KMY’si ile pozitif olarak korele idi. Ne IGF-1 ne de IGFBP-3 kemik yapım yıkım belirteçleri ile korele değildi. İskelet hücrelerindeki bu faktörlerin, idiopatik erkek osteoporozunun patofizyolojisindeki rolünü açıklamak için ek çalışmalara gereksinim vardır.
OBJECTIVE: The aim of this study was to determine whether circulating levels of insulin-like growth factor-1 (IGF-1) and insulin-like growth factor binding protein-3 (IGFBP-3) were associated with bone mineral density (BMD) and bone turnover markers in middle aged Turkish males.
MATERIAL-METHODS: At the beginning, a total of 160 Turkish men aged between 35 and 65 years were included to this study. The final sample comprised of 112 men because 48 men were excluded from the study. BMD of the spine and the hip was measured with dual energy x-ray absorptiometry. After an overnight fasting, serum IGF-1, IGFBP-3, intact parathyroid hormone, 25-hydroxy vitamin D, osteocalcin, C-terminal telopeptide, calcium, phosphorous and alkaline phosphatase levels were measured. Urinary concentrations of calcium, phosphorous and creatinine were also estimated.
RESULTS: Twenty-one men (18.8%) had a bone mineral density of ≤ -2.5 SD (T score). There was a significant difference in IGF-1 levels between men with normal BMD and men with reduced BMD (132.5 ± 38.1 and 116.1 ± 40.6 respectively and p: 0.04). Serum IGF-1 levels were positively correlated with BMD of the lumbar spine (r: 0.28, p: 0.006), but there was no correlation between IGFBP-3 and BMD of any sites tested. IGF-1, IGFBP-3 and BMD were not correlated with bone turnover markers except serum alkaline phosphatase level.
CONCLUSION: Serum IGF-1 levels were lower in men with reduced BMD and positively correlated with BMD of the lumbar spine. Neither IGF-1 nor IGFBP-3 was correlated with bone turnover markers. Further studies of these factors in skeletal cells are needed to explain their role in the pathophysiology of idiopathic male osteoporosis.
Makale Özeti

43.
HIV ve OSTEOPOROZ: 3 olgu ve kısa bir derleme
HIV and Osteoporosis: Three Case Reports and Review of the Literature
Kerem Gün, Birgül Mete, Hamza Sucuoğlu, Murat Uludağ, Mücahit Yemişen, Ülkü Akarırmak
Sayfa 0
HIV enfeksiyonu olan kişilerde beklenen yaşam süreleri antiretroviral tedavilerin kullanıma girmesi ile anlamlı düzeyde uzamıştır ve bu durum yeni sağlık sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Bu sorunlardan biri de kemik mineral yoğunluğunda gelişebilecek kayıplardır. Yapılan çalışmalarda HIV pozitif hastalarda osteoporoz %26 ve osteopeni %67 oranında bildirilmiştir. Bu hastalarda ek risk faktörleri fiziksel hareketsizlik, yetersiz beslenme, D vitamini eksikliği, düşük VKİ'dir. Bu nedenle klinisyenin HIV pozitif hasta takibinde osteoporoz ve ölümle dahi sonuçlanabilecek osteoporotik kırık riskini de göz önünde bulundurması önem arz etmektedir. Bu yazımızda HIV enfeksiyonu ve osteoporoz ilişkisi literatür eşliğinde tartışılarak üç olgu örneği verilmiştir.
Life expectancy in Human Immunodeficieny Virus (HIV) infection patients has increased as a result of highly active antiretroviral treatment, causing a cronic disease process. Treatment agents as well as the longer lasting disease itself seem to bring about new problems. One of these problems is bone loss which was reported to occur frequently in various studies; osteoporosis in 26% and osteopenia in 67% in HIV positive patients. Additional risk factors in these patients were physical inactivity, inadequate nutrition, vitamin D deficiency, low BMI etc. The aim of this case report was to describe clinical findings in three patients we have followed, one with compression fracture and to discuss treatment.
Makale Özeti

44.
Karpal Tünel Serbestleştirme Operasyonu Sonrası Kompleks Bölgesel Ağrı Sendromu (KBAS Tip II): Olgu Sunumu
Complex Regional Pain Syndrome (CRPS Type II) After Carpal Tunnel Release Surgery: Case Report
Hakan Tunç, Sibel Ünsal Delialioğlu, Canan Çulha, Sumru Özel
Sayfa 0
Kompleks bölgesel ağrı sendromu, ekstremitede kemik ve deride distrofik değişiklikler ve nörovasküler bozukluklarla giden kronik ağrılı bir sendromdur. En sık rastlanan etiyolojik faktörler travma, iskemik kalp hastalıkları, serebral lezyonlar, servikal bölge hastalıkları, enfeksiyonlar ve cerrahi girişimlerdir. Karpal tünel sendromu üst ekstremitenin en sık görülen tuzak nöropatisidir. Karpal tünel sendromu tedavisinde konservatif ve cerrahi seçenekler mevcuttur. Karpal tünel serbestleştirme operasyonu yapılan hastaların %2-5’inde komplikasyon olarak kompleks bölgesel ağrı sendromu gelişebileceği bildirilmektedir. Bu olgu sunumunda, karpal tünel serbestleştirme operasyonu sonrası kompleks bölgesel ağrı sendromu gelişen bir olgunun klinik özellikleri ve rehabilitasyon sonuçları sunuldu.
Complex regional pain syndrome is a chronic syndrome characterised with dystrophic changes and neurovascular disordes of bone and skin of extremities. The most common etiological factors are trauma, ischemic heart disease, cerebral lesions, servical region disorders, infections, and surgical treatments. Carpal tunnel syndrome is the most common compressive neuropaty of the upper extremity. There are various surgical and conservative alternatives in the treatment of carpal tunnel syndrome. Complex regional pain syndrome has been reported as a complication of surgical carpal tunnel release in 2-5% of patients. In this case report clinical characteristics and rehabilitation outcomes of a patient with complex regional pain syndrome after carpal tunnel release surgery is presented.
Makale Özeti

45.
Osteoporoz Genetiği
Genetics of Osteoporosis
Şengül Tural, Nurten Kara, Gamze Alaylı
Sayfa 0
Osteoporoz, kemik mineral yoğunluğunun azalması ve kemik dokusunun mikro yapısının bozulması ile karakterize multifaktöriyel bir hastalıktır. Kemik mineral yoğunluğunu (KMY) etkileyen bir çok çevresel faktör olmasına rağmen son yıllarda yapılan çalışmalarda genetik yapının osteoporoz patogenezindeki etkisi üzerinde durulmuş ve kemik kütlesi üzerine etkisi olan bir çok aday genin varlığı rapor edilmiştir. Çeşitli ikiz ve aile çalışmaları kemik oluşumunda genetik faktörlerin etkisinin ilişkili kemik parametreleriyle birlikte %50-80 olduğunu göstermektedir. Kemik kütlesini etkileyen birçok genin varlığı bildirilmiştir. Asosiasyon çalışmaları, aday gen polimorfizmleri, meta-analizler ve daha yeni olan genom çaplı çalışmalar ile KMY ve osteoporoz fenotipiyle ilişkili diğer genler belirlenmiştir.
Bu derlemede, osteoporozun tanımlanmasından sonra, osteoporoz genetiği, aday gen yaklaşımları, bağlantı (linkaj) analizleri, QTL (kantitatif karakter lokus)’lar, aile ve ikiz çalışmaları, deney hayvanı çalışmaları, GWAS (Genom çaplı asosiasyon çalışmaları) meta analizler, gen ekspresyon çalışmaları ve farmakogenetik çalışmalar ile açıklanmaya çalışılmıştır. Osteoporozla ilişkili yeni genlerin belirlenmesi osteoporozun tedavisi ve önlenmesinde oldukça yararlı olacaktır. Teknolojik gelişmelerle; genom çaplı dizileme, birçok genom projesi, osteoporozla ilişkili allellerin tanımlanmasına izin verecek ve osteoporozun mimarisi hakkında daha geniş bilgi edinilmesini sağlayacaktır. Gelecekte daha kapsamlı çalışmaların ve fonksiyonel analizlerin yapılması umut edilmektedir. Yapılan ve yapılacak olan kapsamlı çalışmaların sonuçlarının değerlendirilmesi osteoporozun erken tanısında yararlı olacaktır. Bunun yanı sıra elde edilen veriler, beslenme ve ilaç tedavisinde kişisel profillerinin belirlenmesini sağlayarak tedavide de yararlı olacaktır.
Osteoporosis is a multifactorial disease characterized by a decrease bone mineral density (BMD) and micro-architectural deterioration of bone structure. Although there are several environmental influences on BMD, a genetic contribution to the pathogenesis of osteoroposis has recently been recognized. Twin and family studies have demonstrated an importanat genetic component of osteoporosis regarding many parameters of bone properties with a heredity of 50-80%. The existence of many candidate genes which have effect on bone mass was reported. Association studies based on candidate gene polymorphisms and subsequent meta-analyses, and the more recent genome-wide association studies (GWAS), have clearly identified a handful of genes associated with BMD and other osteoporosis related phenotypes. In this rewiev, after definition osteoporosis, hertitability of osteoporosis was explained by candidate gene approach, linkaj analysis, QTL (Quantitative Trait Loci)’s, family-based and twin studies, animal studies, GWAS meta analysis, gene expression studies and pharmacogenetics. Identifying osteoporosis related genes may provide new routes for therapeutic intervention and osteoporosis prevention. Technological developments, such as genome-wide sequencing and the thousand genome project, will permit identification of these alleles and give a more complete picture of the genetic architecture of osteoporosis. Also further large-scale studies and functional analyses can be expected in the future; these will be highly relevant both for he diagnosis of osteoporosis with individual risk profiles, and for nutritional and pharmaceutical treatment.
Makale Özeti

46.
Perimenopozal ve Erken Postmenopozal Kadınlarda Kemik Döngüsü ile Kemik Yoğunluğu Arasındaki İlişki
Relationship Between Bone Turnover and Bone Density in Perimenopausal and Early Postmenopausal Women
Nurdan Paker, Derya Buğdaycı, Betül Kaya, Didem Dere, Demet Tekdöş
Sayfa 0
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı perimenopozal ve erken postmenopozal kadınlarda kemik döngüsü ile kemik mineral yoğunluğu (KMY) arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.
YÖNTEM: Çalışmaya 16’sı perimenopozal, 26’sı erken postmenopozal dönemde olan 42 gönüllü kadın alınmıştır. Kemik yoğunluğu ölçümü dual enerji x-ışınlı absorpsiyometri (DXA) ile lomber vertebralar ve proksimal femurdan yapılmıştır. Rutin serum biyokimyasal incelemeleri yapılmıştır. Bütün grupta serum alkalen fosfataz (ALP) düzeyi ölçülmüştür. Kemik döngüsü için serumda osteokalsin (OC) ve tip 1 kollajen çapraz bağlı C telopeptit (CTX) düzeylerine bakılmıştır.
BULGULAR: Çalışma grubunda ortalama yaş 48 ± 4 yıl, vücut kitle indeksi (VKİ) 27,87 ± 4,26 kg/ m² idi. Postmenopozal kadınların ortalama menopoz yaşı 45 ± 9 yıl, menopoz süresi 3,23 ± 1,9 yıl idi. Ortalama serum OC ve CTX düzeyleri sırasıyla 19,23 ± 7,52 mg/dl ve 0,58 ± 0,35 mg/dl olarak bulunmuştur. Katılımcıların % 21,6’unda ( 9 kişi) CTX, % 36,3’ünde (15 kişi) OC düzeyleri yüksek bulunmuştur. Gruptaki osteoporoz ve osteopeni oranları sırasıyla % 11,9 ve % 40,4 idi. Lomber bölge ve kalça KMY değerleri ile serum CTX ve OC düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Serum ALP ile femur boyun KMY arasında anlamlı negatif korelasyon saptanmıştır (p=0,003). VKİ ile femur boyun ve femur total KMY değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon bulunmuştur (p=0,003, p=0,001). Perimenopozal ve postmenopozal kadınlar arasında serum OC ve CTX düzeyleri, lomber bölge ve kalça KMY değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05).
SONUÇ: Bu çalışmada perimenopozal ve erken postmenopozal kadınlarda kemik döngüsü göstergeleri ile lomber bölge ve proksimal femur kemik yoğunluğu arasında bir ilişki bulunmamıştır.
AIM: The aim of this study was to investigate the relationship between the bone turnover and bone density in perimenopausal and postmenopausal women.
METHOD: Forty-two healthy women, 16 perimenopausal and 26 early postmenopausal were included in the study. Bone density at the spine and proximal femur was measured by dual energy x-ray absorptiometry (DXA). Routine serum biochemical tests were performed. Serum alkaline phosphatase (ALP) level was measured. Bone turnover markers including serum osteocalcin (OC) and and type I collagen crosslinked C-terminal telopeptide (CTX) levels were measured.
RESULTS: Mean age was 48 ± 4 years, body mass index (BMI) was 27,87 ± 4,26 kg/ m². Mean age at menopause was 45 ± 9 years, time after menopause was 3,23 ± 1,9 years in early postmenopausal group. Serum OC and CTX levels were 19,23 ± 7,52 mg/dl and 0,58 ± 0,35 mg/dl, respectively. CTX level was high in 21,6% (9 women) of the study subjects, whereas OC level was high in 36,3 % (15 women) of the group. Osteoporosis and osteopenia rates in the study subjects were % 11,9 ve % 40,4, respectively. BMD values at the spine and proximal femur did not show correlation with bone turnover markers. Serum ALP level showed statistically significant negative correlation with femoral neck BMD (p=0,003). BMI showed statistically significant correlation with BMD values at femoral neck and total femur ( p=0,033, p=0,001). There were no statistically significant difference in terms of serum OC and CTX levels and BMD values at spine and hip between the perimenopausal and early postmenopausal groups (p>0,05).
CONCLUSION: As our results there was no correlation between bone turnover markers and bone density at spine and hip in perimenauposal and early postmenauposal women.
Makale Özeti

47.
Pasif Sigara İçimi Postmenopozal Osteoporoz için Bir Risk Faktörü müdür?*
Is Passive Smoking a Risk Factor for Postmenopausal Osteoporosis?
Osman Altunbayrak, Merih Sarıdoğan, Güler Ateşer, Ülkü Akarırmak, Deniz Palamar
Sayfa 0
Amaç: Pasif sigara içiminin postmenopozal osteoporoz(OP) için bir risk faktörü olup olmadığını göstermek.
Materyal ve Yöntem: En az bir yıldır adet görmeyen, FSH >40 mIU/ml olan, sekonder OP nedeni bulunmayan ve doğal olarak menopoza girmiş 40-65 yaş arasında postmenopozal 250 kadın çalışmaya alındı. Olgular sigara ile ilişkilerine bağlı olarak üç çalışma grubuna ayrıldı (Aİ: aktif içiciler, Pİ: pasif içiciler, K: kontrol) ve gruplar postmenopozal OP risk faktörleri bakımından karşılaştırıldı. Kemik mineral yoğunluğu DXA yöntemi ile ölçülüp Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)'nin ölçütlerine göre değerlendirildi. İstatistiksel değerlendirme için ANOVA ve Tukey HSD, Kruskal Wallis, Mann Whitney U ve Ki-Kare testleri kullanıldı. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Aİ, Pİ ve K gruplarına göre anlamlı derecede fazla miktarda çay-kahve tüketmekteydi (p<0.001). Pİ, Aİ ve K gruplarına göre anlamlı derecede fazla oranda Ca ve Vit-D ekleri, antirezorptif-osteoanabolik (ARZ-OAB) ilaç kullanmaktaydı(p<0.05,p<0.01). Gruplar arasında, eğitim, süt ve süt ürünleri tüketimi, tuz kullanımı, diyetle alınan günlük Ca miktarı, postmenopozal eksersiz yapma alışkanlığı, kırık anamnezi, ailede OP öyküsü, menarş yaşı, menopoz yaşı ve süresi, doğurganlık süresi, hormon replasman tedavisi kullanımı bakımından istatistiksel bir farklılık yoktu. L1-L4 vertebra ve femur boynuna ait KMD ve T Skoru değerleri, K grubunda Pİ ve Aİ gruplarına göre anlamlı derecede fazla bulundu (p<0.001).
Tartışma: Pİ grubunda KMY'ni olumlu etkileyen (yüksek vücut kitle indeksi “VKİ” ortalaması, daha fazla Ca ve vit-D ekleri ve ARZ-OAB kullanımı), Aİ grubunda KMY'ni olumsuz etkileyen (düşük VKİ, kentsel yaşam, fazla çay-kahve tüketimi) özellikler görülmesine rağmen, elde edilen veriler, Pİ'de Aİ gibi KMY düşüklüğüne (L1-L4 vertebra ve femur boynu seviyelerinde) neden olabileceğini gösterdi.
Sonuç: Pasif sigara içiminin postmenopozal OP için önemli bir risk faktörü olabileceği sonucuna varıldı.
*Çalışmamız 3. Ulusal Osteoporoz Kongresinde (Antalya 2008) poster olarak sunulmuştur.
Aim: We aimed to show whether or not passive smoking is a risk factor for postmenopausal osteoporosis.
Material-Method: 250 postmenopausal women between the ages 40-65,who have not had menstruated for at least one year,had FSH>40mIU/ml,have not secondary osteoporosis cause and who naturally entered menopause were engaged in the study.Cases were divided into three study groups depending on their relations with cigarettes(Aİ: active smokers,Pİ: passive smokers,K: Control) and the groups are collated in terms of postmenopausal osteoporosis risk factors.BMD were measured with the DXA method.Results were evaluated as according to the measurements of WHO.ANOVA and Tukey HSD,Kruskal Wallis,Mann WhitneyU and K-Square tests were applied for statistical analysis.p<0,05 value was accepted statistically meaningful.
Findings: Aİ consume more tea-coffee at a significant level when compared with Pİ and K(p<0.001).Pİ use more Ca and Vit-D supplementes and ARZ-OAB(antirezorptive-osteoanabolic) medicine at a significant level when compared with Aİ and K(p<0.05,p<0.01).There were no statistical differences between the groups in terms of education,consumption of milk and dairy products,consumption of salt,daily Ca amount taken on a diet,habit of postmenopausal exercising,fracture anamnesis,story of osteoporosis in the family,menarche age,menopause age and time,fertility time and use of HRT.K are more the values of BMD and T-Score belonging to L1-L4 Vertebral and Femur Neck at a significant level when compared with Pİ and Aİ(p<0.001).
Discussion: Some features have found at a higher level in Pİ,which have positive effect on BMD(such as high BMI average,more Ca and Vit-D supplementes usage and more ARZ-OAB usage) and in Aİ,which have a negative effect on BMD(such as low BMI,urban life,more tea-coffee consumption).Nevertheless,the data we found indicated that there was going to be low bone density in the L1-L4 Vertebra and femur neck levels at a high level in Pİ as well as Aİ.
Conclusion: It has been decided that passive smoking is a significant risk factor for postmenopausal osteoporosis.
Makale Özeti

48.
Raşitizm teşhisiyle tetkik ve tedavi gören Spondilolizis ve spondilolistezis ile seyreden bir piknodizostoz olgusu
Case Report: Pycnodysostosis associated with sponylolysis and spondylolisthesis mimicking rickets
Hidayet Sarı, Nurettin İrem Örnek, Hamza Sucuoğlu
Sayfa 0
Piknodizostoz, boy kısalığı, kemik yoğunluğunda artış, ayrılmış kafatası sütürleri ile açık fontanel, kemik kırılganlığında artma ile küçük el ve ayaklarla karakterize bir iskelet displazisidir.
Olgu sunumumuzda bu şikayetler nedeniyle uzun yıllar raşitizm teşhisi ile tetkik ve tedavi gören L5 vertebra seviyesinde spondilolizis ve spondilolistezis gelişen bir piknodizostoz olgusunu sunuyoruz. Olgumuzda olduğu gibi periferik kemiklerdeki kırılganlık artışı dışında omurgada kırık gelişimi saptanması ve spondilolistezis gelişmesi nadir görülen bir durumdur.
Sonuç olarak genç yaşta, kemiğin yoğunluğundaki yüksekliğe rağmen kırılganlığında artış saptanması, spondilolizis ve istmik tip spondilolistezis gelişmesi durumunda ayırıcı teşhiste piknodizostozun da akılda tutulması gerekir.
Pycnodysostosis is a skeletal dysplasia,which is mainly characterized by short stature, increased bone density, separated cranial sutures with open fontanel, bone fragility, small hands and feets. We present a female patient, with pycnodysostosis has been misdiagnosed as rickets for a long period. Patient also had spondylolysis and spondylolisthesis at L5 vertebra.
Patient was undergone the external fixation and patient were spent external fixation surgery due to spondylolysis and spondylolisthesis at L4-5 level and right femoral neck fracture.
In conclusion, genetical skeletal dysplasia such as pycnodysostosis should be considered out of rickets if exists short stature, bone fragility and open fontanel.
In patient with pycnodysostosis occurs bone fragility at an earlier age appears despite the increase in bone mineral density. Also, the development of spondylolysis and isthmic type of spondylolisthesis as well as bone fragility must be considered in the Pycnodysostosis.
Therefore, we emphasize to prevent high-impact trauma such as falling and crash in patients with pycnodysostosis
Makale Özeti

49.
Osteoporozlu Hastalarda Su İçi Egzersizlerin Yararları
Benefits of Aquatic Exercises in Patients with Osteoporosis
Ümit Seçil Demirdal
Sayfa 0
Osteoporoz, artmış kemik kırılganlığı ve kırık riskine yol açan azalmış kemik gücü ile karakterize bir iskelet sistemi hastalığıdır. Osteoporozun önlenmesinde ve tedavisinde egzersizler önemli bir yer tutmaktadır. Su içi egzersizler (akuatik ya da havuz egzersizleri) kara egzersizlerine alternatif bir yöntemdir. Su, fiziksel ve fizyolojik etkileri sayesinde ideal bir egzersiz ortamı sağlar. Osteoporozlu hastalarda su içi egzersizlerin etkilerini araştıran çalışmalar sınırlı sayıda olmakla beraber bu çalışmalar bize; su içi egzersizlerin kemik yoğunluğunda idame ya da artış eğilimi sağladığını, yaşam kalitesini arttırdığını ve dengeyi iyileştirerek düşme riskini azatlığını göstermiştir. Özellikle düşme korkusu, denge bozuklukları, ağrı ya da motivasyon eksikliği gibi nedenlerle kara egzersizlerini yapmakta zorlanan osteoporozlu hastalar için su içi egzersizler tedavi programına eklenebilir.
Osteoporosis is a skeletal disease characterized by decreased bone mass predisposing to increased bone fragility and fracture risk. Exercise has an important role in preventing and management of osteoporosis. Aquatic exercise (water or pool exercise) is an alternative to land-based exercise. Water provides an ideal environment through its physical and physiological properties. Although there are limited studies investigating the effects of aquatic exercises on osteoporosis, these studies show that aquatic exercises provide tendency to increase or maintain bone density levels, quality of life, and reduce the fall risk by enhancing the balance. Aquatic exercises may be added to the treatment regimens especially for individuals who are failed to exercise on land due to the fear of falling, poor balance, pain conditions, or lack of motivation.
Makale Özeti

50.
Risk Değerlendirme İndekslerinin Postmenopozal Osteoporozu Tahmin Etmedeki Performanslari
Performance of Risk Assessment Indices for The Prediction of Postmenopausal Osteoporosis
Sibel Ünsal-delialioğlu, Kurtuluş Kaya, Zuhal Özişler, Sumru Özel
Sayfa 0
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı osteoporoz risk değerlendirme indekslerinin osteoporoz için yüksek risk taşıyan, dual enerji X-ray absorbsiyometri (DEXA) tetkiki önerilecek postmenopozal hastaları saptamadaki performanslarını değerlendirmektir.

GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya 45 yaş ve üzeri 98 postmenopozal kadın (yaş ortalaması 57.36±5.78 yıl) alındı. Hastaların DEXA yöntemi ile L2-L4 omurga ve proksimal femur kemik mineral yoğunluğu ölçümleri yapıldı. Hastalar osteoporoz risk indekslerinden National Osteoporosis Foundation (NOF), Osteoporosis Prescreening Risk Assessment (OPERA), Osteoporosis Screening Tool (OST) ve Age, years after Menopause, age at MEnarche, Body mass index (AMMEB) ve kullanılarak osteoporoz riski açısından değerlendirildi. Risk indekslerinin duyarlılık, özgüllükleri ve teşhis değerleri saptandı.

BULGULAR: DEXA sonucuna göre hastaların 33.7%'sinin (33/98) L2-L4 omurgada, 14.3%'ünün (14/98) femur boynunda osteoporozu (T skor≤ -2.5) olduğu saptandı. Risk indekslerinin femur boynu osteoporozunu saptamada duyarlılıkları, özgüllükleri ve teşhis değerleri sırasıyla NOF için %60-%62-%62, OPERA için %35-%71-%66, OST için %80-%68-%69 ve AMMEB için %80-%68-%69 saptandı. Bu değerler lomber omurga osteoporozunu saptamada sırasıyla NOF için %42-%72-%62, OPERA için %12-%93-%66, OST için %54-%76-%69 ve AMMEB için %60-%73-%69 olarak saptandı.

SONUÇ: Bu veriler femur boynu osteoporozunu saptamada OST ve AMMEB'in yüksek duyarlılığa sahip olduğunu, lomber osteoporozu saptamada ise dört indeksinde duyarlılıklarının düşük olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak OST ve AMMEB femur boynu osteoporozunu saptamada tarama testi olarak kullanılabilir.
OBJECTIVE: The purpose of this study was to determine the performance of osteoporosis risk assessment indices in identifying women with osteoporosis who has high risk for osteoporosis and who will undergo dual energy X-ray absorptiometry (DEXA).

MATERIALS-METHODS: Ninety-eight postmenopausal women aged 45 years and older (mean age 57.36±5.78 years) were included in the study. BMD was used for diagnosing osteoporosis at the proximal femoral and lumbar spine (L2-L4). The subjects were evaluated in terms of the risk for osteoporosis by using Osteoporosis Foundation (NOF), Osteoporosis Prescreening Risk Assessment (OPERA), Age, years after Menopause, age at MEnarche, Body mass index (AMMEB), National and Osteoporosis Screening Tool (OST). Sensitivity, specifity and the diagnostic value of the risk assessment indices were calculated.

RESULTS: The proportion of women with osteoporosis at the femoral neck (T skor≤ -2.5) was 14.3% (14/98) and, 33.7% (33/98) at the lumbar spine. The sensitivity, specifity and the diagnostic value of the risk assessment indices to identify osteoporosis at the femoral neck were found respectively %60-%62-%62 for NOF, %35-%71-%66 for OPERA, %80-%68-%69 for OST and %80-%68-%69 for AMMEB. At the lumbar spine these values were %42-%72-%62 for NOF, %12-%93-%66 for OPERA, %54-%76-%69 for OST and %60-%73-%69 for AMMEB.

CONCLUSION: These results show that OST and AMMEB have high sensitivity for identifying femoral neck osteoporosis. Therefore all four indices have low sensitivity for identifing lumbar spine osteoporosis. In conclusion OST and AMMEB could be preferred as a screening test in clinical practice for identifying the femoral neck osteoporosis.
Makale Özeti

51.
Fibromiyalji Hastalarında Kemik Mineral Yoğunluğu İle Serum D Vitamini Düzeyinin Ağrı Ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi
The Effects Of Bone Mineral Density And Level Of Serum Vitamin-D On Pain And Quality Of Life In Fibromialgia Patients
Ayşegül Küçükali Türkyılmaz, Ebru Yılmaz Yalçınkaya, Kadriye Öneş
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmanın amacı premenopozal Fibromiyalji Sendromlu (FMS) hastalarda Kemik Mineral Yoğunluğu (KMY) ve serum 25-OH-Vitamin D3 düzeylerini belirlemek, bunların FMS’li hastalarda ağrı ve yaşam kalitesi üzerine etkisini incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Premenopozal FMS’li 30 hasta ve 30 sağlıklı kadın kontrol grubu çalışmaya alındı. Demografik özellikleri, kan değerleri, D vitamini düzeyi, KMY ölçümü, Görsel Ağrı Skalası (GAS), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Kısa Form-36 (KF-36) ve Fibromiyalji Etki Sorgulama Formu (FES) değerlendirildi. Hasta ve kontrol grubu bu parametreler yönünden karşılaştırıldı.
Bulgular: FMS’li hastalarla kontrol grubu arasında D vitamini düzeyi ve KMY açısından anlamlı bir fark bulunmadı. FMS’li hastalarda, D vitamini düzeyi düşük ve yüksek olan gruplar arasında GAS, FES, BDÖ, KF-36 açısından anlamlı bir farklılık tespit edilmedi. FMS’li hastalarda KMY ölçümü etkilenmiş ve normal hastalar arasında GAS, FES, BDÖ, KF-36 açısından anlamlı bir farklılık bulunmadı.
Sonuç: Premenopozal FMS’li hastalar ile kontrol grubu arasında D vitamini düzeyi ve KMY değerleri değişmemekte,bu parametrelerin FMS’li hastalarda ağrı ve yaşam kalitesi üzerine etkisi bulunmamaktadır.
Introduction: The purpose of this study is to determine bone mineral density (BMD) and the levels of serum 25-OH-vitamin D3 in premenopausal Fibromyalgia Syndrome (FMS) patients, and to examine the effect of them to the pain and quality of life in premenopausal FMS patients.
Materials and Method: Premenouposal 30 patients with fibromyalgia and 30 healthy controls included the study. The demographic characteristic, serum values, vitamin D levels, bone mineral density measurements, Visual Analog Scala (VAS), Beck Depression Inventory (BDI), Short Form- 36 (SF-36) and Fibromyalgia Impact Questionery Form (FIQ) were determined. Patient and control group were compared in terms of these parameters.
Results: There was no significant difference of Vitamin D levels and bone mineral density between case and controls. There was no significant difference between the groups with low and high vitamin D levels in terms of VAS, FIQ, BDI in SF-36 in FMS patients. There was no significant change with regard to VAS, FIQ, BDI, and SF36 between FMS patients with high or low BMD.
Conclusion: There is no difference of vitamin D levels and bone mineral density between FMS patients and control group, vitamin D levels and bone mineral density have no effect on pain and quality of life in premenopausal patients with FMS.
Makale Özeti

52.
Yaşlı Kadınlarda Osteoporoz Tedavisinin Yaşam Kalitesine Etkisi
The Effect Of Medications For Osteoporosis On Quality Of Life In Older Women
Ayşe Dicle Turhanoğlu, Hayal Güler, Cahit Özer
Sayfa 0
AMAÇ: Osteoporoz fiziksel fonksiyonlarda ciddi kayıplara yol açan, yaşam kalitesini olumsuz etkileyen ve sosyal izolasyona neden olan bir hastalıktır. Bu çalışmada osteoporozlu yaşlı kadınlarda ilaç tedavisinin yaşam kalitesine etkisini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM: Çalışmaya 65 yaş üzeri osteoporoz tanısı almış 177 kadın alındı. Osteoporozda ilaç tedavisinin yaşam kalitesine etkisi, KF-36 yaşam kalite ölçeğinin fiziksel(FS) ve mental(MS) skorları açısından gruplar karşılaştırılarak değerlendirildi. Aldıkları osteoporoz ilaç tedavisine göre: hiçbir ilaç almayan, D vitamini-kalsiyum desteği alan ve D vitamini-kalsiyum desteğiyle birlikte antiresorptif ilaç kullanan kadınlar yaşam kaliteleri açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan kadınlardan 122(% 68.9)’si osteoporoz tedavisi almıyorken, 20(%11.3) kadın D vitamini-kalsiyum ve 35(%19.8)’i de D vitamini-kalsiyum desteğiyle birlikte antiresorptif ilaç kullanıyordu. Gruplar arasında yaş ve kemik mineral yoğunluğu açısından anlamlı fark yoktu(p>0.05). İlaç tedavisi almayanların FS ortalaması 34.80±11.24, D vitamini ve kalsiyum destek tedavisi alanların 30.33±9.49, antirezorptif+D vitamini ve kalsiyum tedavisi alanların 31.56±7.28 olup aralarında anlamlı fark saptanmadı(p>0.05). Ortalama MS değerleri tedavi almayanlarda 44.91±9, D vitamini ve kalsiyum tedavisi alanlarda 44.15±11.93, antirezorptif alanlarda ise 44.42±12.09 olup gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı(p>0.05).
SONUÇ: Bu çalışmanın bulguları osteoporozlu yaşlı kadınlarda ilaç tedavisinin yaşam kalitesini iyileştirmede tek başına yeterli olmayacağını düşündürmektedir.
OBJECTIVE: We aimed to investigate the effect of drug therapy on quality of life in older women with osteoporosis.
METHODS: One hundred seventy seven women over 65 years old were enrolled in this study. Quality of life was evaluated by Short-Form-36(SF-36). Participants’ quality of life was compared according to their medication use for osteoporosis by comparing Physical Component Summary(PCS) and Mental Component Summary(MCS) score of SF-36 between groups.
RESULTS: While one hundred twenty two(68.9%) of the participants had not used any drug, 20(11.3%) women had used only vitamin D-calcium and, 35(19.8%) women had used antiresorptive agents plus vitamin D-calcium. There were no statistically difference between groups in respect to age and bone mineral density (p>0.05). The mean values of PCS were 34.80±11.24, 30.33±9.49, and 31.56±7.28 respectively in the groups 1, 2 and 3. The mean values of MCS were 44.91±9, 44.15±11.93, and 44.42±12.09 respectively in the groups 1, 2 and 3. There were no significant differences between the PCS and MCS values(p>0.05, p>0.05).
CONCLUSION: The findings of this study were considered that vitamin D plus calcium and antiresorptive agents were not sufficient to improve the quality of life in the older women with osteoporosis.
Makale Özeti

53.
OSTEOPOROZ TANISI ALAN ERKEK OLGULARIN ÖZELLİKLERİ
THE CHARACTERISTICS OF MALE PATIENTS DIAGNOSED WITH OSTEOPOROSIS
İlknur Aktaş, Selma Eşen, Merih Sarıdoğan, Şansın Tüzün, Ülkü Akarırmak
Sayfa 0
AMAÇ: Osteoporoz polikliniğimizde izlenen erkek osteoporozlu olguların özelliklerini irdelemekti.
GEREÇ-YÖNTEM: Polikliniğimizde 2004-2005 yılları arasında izlenen erkek olguların yaş, eğitim durumu, alkol, sigara ve kahve tüketimi, beslenme alışkanlıkları, cinsel fonksiyonları, kemiğe toksik ilaç kullanımı, ailesinde ve kendisinde düşük enerjili kırık varlığı sorgulandı. Tam kan sayımı ve ayrıntılı biyokimyasal analizleri ve standart kemik mineral yoğunluğu ölçümleri (DEXA, Hologic) yapıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 55 olgunun yaş ortalaması 61,7 ± 14,69 (yaş aralığı 22-85) idi. Olguların %49,09’u yüksek, %29,09’u orta, %21,81’i ise ilkokul eğitimi almıştı. Alkol kullanmayanlar %78,2, günde bir kadeh kullananlar %5,5, haftada 2-3 kez 1 kadeh kullananlar %3,6 oranındaydı. Sigara kullanmayanlar %89 iken, %7,3 olgu günde 5’e kadar, %3,7’si ise daha fazla kullanıyordu. Günde 3 fincandan fazla kahve tüketenler %3,6, düzenli kalsiyumdan zengin gıda alanlar %69,1, düzenli egzersiz yapanlar %49 oranındaydı. Olguların %40’ında cinsel fonksiyon bozukluğu bulundu. Sekonder hastalık %67,3 olguda belirlenirken bunların %29,1’inde toksik ilaç kullanımı vardı. Ailede kırık hikayesi %10,9 olguda saptandı. Geçirilmiş düşük enerji kırık ise %16,4 oranındaydı. Kemik mineral yoğunluğu ölçümlerinde; total kalça T skoru: -2,19 ± 0,89, lomber 1-4 T skoru: -2,63 ± 0,80 olarak bulundu.
SONUÇLAR: İleri yaşlarda erkeklerde de osteoporozun mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğini, etyolojik nedenler arasında sekonder hastalıklar ve cinsiyet hormonlarının etkili olduğu ve lomber bölgeyi daha çok etkilediğini söyleyebiliriz.
AIMS: Evaluating the characteristics of male osteoporosis cases followed up in outpatient clinic.
MATERIAL-METHODS: The age, education status, alcohol, cigarette and coffee consumption, and nutritive habits of the male cases followed up in outpatient clinic between 2004–2005 were evaluated. Usage of toxic drugs and low energy fracture presence in the patient and his family were recorded. Sexual function was evaluated. Total blood count, comprehensive biochemical analyses, and bone mineral density (BMD) measurement (DXA Hologic) were applied.
RESULTS: The mean age of the 55 study subjects was 61.7 ± 14.69 (age range: 22-85). 49.09% of the cases graduated from university, 29.09% high school, and 21.81% primary school. 78.2% of the cases were not using alcohol at all, 5.5% of them drinks alcohol one glass a day, and 3.6% of them have a few glasses a week. The nonsmokers were 89%, the ones that smokes up to 5 cigarettes a day were 7.3%, and the ones who smokes more than 5 cigarettes a day were 3.7%. The percentage of cases that drinks more than 3 cups of coffee a day were 3.6%, the people who receive calcium-rich food were 69.1%, and the regularly exercising people were 49%. 40% of the cases manifested sexual dysfunction. Secondary diseases were determined in 67.3% of cases and 29.1% of them had a history of toxic drug usage. The percentages of having fracture history in patients and their families were, respectively, 16.4% and 10.9%. Mean total hip densitometry value T-score was -2.19 ± 0.89, and Lumbar 1-4 T-score was -2.63 ± 0.80.
CONCLUSIONS: We can affirm about osteoporosis that it should be considered in men at advanced ages, secondary diseases and sexual hormones play significant roles as etiologic causes, and it effects especially lumbar region.
Makale Özeti

54.
Postmenopozal kadınlarda Risedronat ve Stronsiyum Ranelat’ ın kemik mineral yoğunluğu üzerine etkisinin karşılaştırılması
The Comparison of the Effect of Risedronate and Strontium Ranelate on Bone Mineral Density in Postmenopausal Women
Figen Yılmaz, Beril Doğu, Hülya Şirzai, Banu Kuran
Sayfa 0
Postmenopozal kadınlarda iki farklı ilacın kemik mineral yoğunluğu üzerine etkisinin karşılaştırılması
AMAÇ: Çalışmamızın amacı 3 yıldır kesintisiz risedronat ve stronsiyum ranelat tedavisi alan postmenopozal hastalarda kemik mineral yoğunluğu değişikliklerini karşılaştırmak.
MATERYAL-METOD: Retrospektif olarak yapılan çalışmamız için Osteoporoz polikliniğimizde Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre primer osteoporoz tanısı konulan, 3 yıl süreyle kesintisiz Risedronat (A) (35 mg/hafta), Stronsiyum ranelat (P) (2 gr/gün) ve kalsiyum (1000 mg/ gün)- D vitamini (880 IU/ gün) suplementasyonu alan toplam 85 postmenopozal kadın hasta alındı. Hastaların demografik verileri, yıllık yapılan kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümleri (lomber omurga, kalça boyun ve kalça total KMY ve t skorları)kaydedildi.
BULGULAR: A grubunda 34, P grubunda 51 hasta vardı. Hastaların yaş ortalamaları sırasıyla 62,06±9,16 yıl ve 60,30±7,68 yıl; menopoz süreleri sırasıyla 16,32±7,81 yıl, 16,78±8,34 yıl idi. Gruplar arasında yaş, kilo, vücut kütle indeksi, menopoz süresi, menarş ve menopoz yaşı ve başlangıç lomber omurga, kalça boyun ve kalça total KMY ve t değerleri açısından anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Üç yıllık kesintisiz tedavi sonrasında A ve P grubunda lomber omurga ve kalça KMY değerlerinde ıstatıstksel olarak anlamlı artış saptandı (p<0,0001). Lomber omurga t değerlerinde yne her iki grupta statstksel olarak anlamlı artış ğözlend. Kalça t değerlerinde ise A grubunda statstksel olarak anlamlı düzelme görülmezken, P grubundaki düzelme statstksel olarak anlamlı bulunmuştur. Düzelme farkları karşılaştırıldığında; A ve P grubu arasında lomber omurga ve kalça KMY düzelmeleri açısından fark bulunmamıştır (p>0,05).
SONUÇ: A ve P gruplarında, 3 yıllık tedavi sonrasında lomber omurga ve kalça KMY’de anlamlı artışlar görülmüş olup bu artışlar her iki medikal ajan için benzer oranlardadır.
SUBJECT: The purpose of our study is to compare the changes in bone mineral density (BMD) in postmenopausal women who had uninterrupted risedronate sodium and strontium ranelate treatment for 3 years.
MATERIAL AND METHOD: : Eighty-five postmenopausal women with primer osteoporosis who had uninterrupted Risedronate Sodium (A) (35 mg/week), Strontium Ranelate (P) (2 gr/day) and Calcium (1000 mg/day) - Vitamin D (880 IU/day) supplementation for 3 years were included in our retrospective study. The demografic data and the yearly BMD measurements (lumbar spine, femur neck and femur total BMD and t scores) were recorded.
RESULTS: Group A had 34, and Group P had 51 patients. The mean age of the patients were 62,06±9,16 years and 60,30±7,68 years; and duration of menopause was 16,32±7,81 years and 16,78±8,34 years, respectively. There was statistically no significant difference between the groups regarding age, weight, body mass index, duration of menopause, menarche and menopause age, the lumbar spine, femur neck and total BMD and t scores at the beginning. At the end of uninterrupted 3 years of treatment, statistically significant increase was detected in lumbar spine and femur BMD measurements in Groups A and P (p<0,0001). Statistically significant increase was detected also in lumbar spine t scores in both groups. However, the femur t scores were found not to improve significantly in Group A, while in P, there was significant improvement. When the differences of improvement were compared, there was no difference between Group A and P regarding lumbar spine and femur BMD improvements.
CONCLUSION: There was significant improvement in lumbar spine and femur BMD for Groups A and P at the end of 3 years of treatment for both medical agents, and improvement is similar for both agents.
Makale Özeti

55.
Kalçanın Geçici Osteoporozu: Olgu Sunumu
Transient Osteoporosis Of The Hıp: A Case Report
Cengiz Bahadır, Özbil Korkmaz Gürel, Feride Ocak, Semra Yiğit
Sayfa 0
Geçici osteoporoz, periartiküler osteoporozun oluştuğu ve kartilajın intakt kaldığı bir
süreçtir. Erkeklerde kadınlara göre daha sık görülen, bazen gezici olabilen, kendini sınırlayan, tüm semptom ve görüntüleme bulgularının tam rezolüsyona uğradığı ağrılı bir hastalıktır. Ağırlıklı olarak alt extremitenin yük taşıyan eklemlerini etkileyen ağrı ve fonksiyonel limitasyonla karakterizedir. Rutin laboratuar incelemeler dikkat çekici değildir. Orta yaşlı erkekler ve gebeliğinin son ayında olan veya doğumdan hemen sonraki dönemde olan kadınlar öncelikle etkilenir. Tanı, klinik görünüm ve x-ray’de etkilenen kemik alanında diffüz osteopeni bulgularının, takip eden aylarda spontan iyileşmesi ile konur. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve teknesyum-99 kemik sintigrafisi özellikle hastalığın erken döneminde tanıya yardımcı olabilir. Bu olgu sunumunda kalçasında geçici osteoporozu olan 41 yaşındaki erkek hasta ilgili literatür ışığında değerlendirilmiştir.
Transient osteoporosis is a process in which peri-articuler osteoporosis occurs, with cartilage remaining intact. A painful disease, it is more common in males than females, may be migratory and is self-limited, with complete resolution of symptoms and all imaging findings. Characterized by pain and functional limitation mainly affecting weight-bearing joints of the lower limbs. Routine laboratory investigations are unremarkable. Middle aged men and women during the last months of pregnancy or in the immediate post-partum period are principally affected. Diagnosis is made upon clinical presentation and x-ray evidence of diffuse osteopenia in the affected bone area followed by spontaneous healing after several months. Magnetic resonance imaging and techneticum-99 bone scan may be helpful in diagnosis especially in early phase of the disease. In this case report 41 year old male patient who had transient osteoporosis of the hip was evaluated in the light of relevant literature.
Makale Özeti

56.
Postpartum spinal osteoporoza bağlı vertebra kırıkları: bel ağrısının nadir bir nedeni
Vertebral fractures due to postpartum spinal osteoporosis: an unusual cause of low back pain
Aliye Tosun, Fatma Fidan, Berat Meryem Alkan, Emine Esra Eroğlu, Özge Ardıçoğlu, Özgür Tosun
Sayfa 0
Postpartum spinal osteoporoz (PPSO) sırt/bel ağrısı ile bulgu veren ve geç gebelik veya puerperal dönemde osteoporozla karakterize nadir bir hastalıktır. Genellikle bir veya daha fazla vertebra kırığına neden olur. Burada postpartum dönemde PPSO’a bağlı multipl vertebral kompresyon fraktürleri olan genç bir kadın hasta sunulmuştur.
Postpartum spinal osteoporosis (PPSO) is a rare disease entity presenting with back/low back pain and is characterized by osteoporosis during late pregnancy or puerperium. It generally leads to one or more vertebral fractures. Herein we present a young female patient who had multiple vertebral compression fractures due to PPSO in the postpartum period.
Makale Özeti

57.
Erkeklerde Kemik Mineral Yoğunluğu
Bone Mineral Density in Men
Duygu Geler Külcü, Burcu Yanık, Peyman Yalçın
Sayfa 0
AMAÇ: Bu çalışma Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon polikliniğine başvuran erkek hastalarda kemik mineral yoğunluğunu (KMY) değerlendirmek amacıyla düzenlenmiştir.
HASTALAR VE METOD: 42 erkek hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar yaşlarına göre (30-75 yaş) 30-45, 45-60 ve 60 yaş üstü olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Lomber omurga (L2-L4) ve femur boynu KMY değerleri dual energy x ray absorpsiyometri (DXA) ile değerlendirildi. Serum parathormon, osteokalsin, 25(OH)D3 ve 24 saatlik idrar deoksipridinolin düzeyleri ölçüldü.
SONUÇLAR: Hastaların yaş ortalaması 51,24±12,23 yıldı. Femur boynunda ve lomber bölgede sırasıyla hastaların 60-75 yaş grubunda %70 ve %15, 45-60 yaş grubunda %53 ve % 7 ve 30-45 yaş grubunda %23 ve %8 osteoporoz vardı. Gruplar arasında lomber omurga ve femur boynu KMY değerleri anlamlı olarak farklı bulundu (sırasıyla p=0,043 ve p=0,008). Her üç grupta da serum PTH seviyeleri yüksek, serum 25(OH)D3 seviyeleri düşüktü. Kemik döngüsü belirleyicileri açısından fark saptanmadı. Yedi hastada osteoporotik kırık vardı (6 vertebral, 1 kalça). Kırık ile L2-L4 KMY arasında korelasyon saptandı ( r=-0,322, p=0,043).
KARAR: Osteoporoza özellikle orta yaş ve yaşlı erkeklerde de sık rastlanmaktadır. Her yetişkin erkekte rutin kan biyokimyası ve DXA ile KMY ölçümleri yapılması önerilmektedir.
AIM: This study is designed to evaluate bone mineral density (BMD) in men who attend to Physical Medicine and Rehabilitation outpatient clinic.
PATIENTS AND METHODS: 42 men were included into the study. They were evaluated in 3 groups according to their age (30-75); age between 30-45, 45-60 and over 60 yrs. BMD of lumbar spine (L2-L4) and femur neck were evaluated by using dual x-ray absorptiometry (DXA). Serum paratiroid hormone, osteocalcin, 25 (OH) D3 vitamine levels and urinary deoxypridinoline levels were evaluated.
RESULTS: Mean age of the patients were 51,24±12,23 yrs In femur neck and in lumbar region, 70 % and 15 % of the patients between 60-75 yrs, 53 % and 7% of the patients between 45-60 yrs and 23% and 8% of the patients between 30-45 yrs have osteoporosis, respectively. Between the groups femur neck BMD and L2-L4 BMD were significantly different (p=0,043 and p=0,008, respectively). Serum PTH levels were high and serum 25(OH)D3 levels were low in all groups. There were no significant difference between the groups regarding bone turnover markers. Seven patients had osteoporotic fractures (6 vertebral, 1 hip). Correlation was found between fractures and L2-L4 BMD ( r=-0,322, p=0,043).
CONCLUSION: Osteoporosis is common also in men, particularly in the middle and old ages. Routine analysis of blood biochemistry and DXA should be performed in adult men.
Makale Özeti

58.
Ankilozan Spondilit Hastalığında Osteoporoz
Osteoporosis in Patients with Ankylosing Spondylitis
Yasemin Turan, Mehmet Tuncay Duruöz
Sayfa 0
Ankilozan spondilitli (AS) hastalardaki osteoporoz (OP) iyi bilinmektedir. Uzun dönemdeki AS’nin karakteristik bir özelliği de OP sonucu olarak gelişen vertebral kırıklardır. Ankilozan spondilitteki OP’nin tanısı hala tartışmalıdır. Hastalar kemik dansitometrisi ile değerlendirilmelerine rağmen ligaman kalsifikasyonları ve sindesmofit oluşumları nedeniyle yorum yapmak güçleşmektedir. Bu yazıda, AS hastalarındaki OP ve vertebral kırığın etyopatogenezi, tanısı ve tedavisi son literatürler gözden geçirilerek sunulmuştur.
Osteoporosis (OP) is now well recognized in patients with ankylosing spondylitis (AS). Vertebral fractures that result from osteoporosis are a feature of longstanding AS. In AS, diagnosis of osteoporosis is still often a challenge. Although bone density has been measured in patients with AS, the high incidence of syndesmophyte formation and ligamentous calcification makes interpretation difficult. Alternative sites such as the neck of the femur should be used for sequential assessment of bone mineral density in AS. In this paper, pathophysiology, diagnosis and treatment method of osteoporosis and vertebral fracture in patients with AS are reviewed according to the recent studies.
Makale Özeti

59.
Fiziatristlerin Antiosteoporotik İlaç Tercihleri
The anti-osteoporotic drug preferences of physiatrists
Yeşim Gökçe Kutsal, Oya Özdemir, Aslı Çalışkan, Fatma İnanıcı, Sevilay Karahan, Asuman Doğan, Sami Hizmetli, Ayhan Kamanlı, Banu Kuran, Sema Öncel, Selda Sarıkaya, Serpil Savaş, Kazım Şenel, Hatice Ugurlu
Sayfa 0
Amaç: Bu çok merkezli tanımlayıcı araştırmanın amacı ülkemizdeki fiziatristlerin birincil ve ikincil osteoporozu olan hastalarda anti-osteoporotik ilaç tercihlerini saptamaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma Türkiye’nin 10 ilinde yürütüldü. Osteoporoz tanısı; dual-energy x-ray absorptiometry kullanılarak Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre konuldu. Omurga ve–veya kalçada T skoru ≤-2,5 olan hastalar osteoporotik olarak kabul edildi. Çalışmaya 18 yaş üstünde birincil veya ikincil osteoporozu olan 714 hasta alındı. Hastaların sosyodemografik özelliklerinin yanı sıra olarak ikincil osteoporoza neden olan kronik ilaç kullanımı ve-veya ek sistemik hastalıkları sorgulandı ve hekimleri tarafından önerilen anti-osteoporotik ilaçları kaydedildi.
Bulgular: Hem birincil hem de ikinci osteoporozu olan hastalarda hekimlerin öncelikli tedavi seçeneği olarak vitamin D ve kalsiyum kullandıkları, medikal tedavi seçenekleri içinde ise ilk tercihlerinin bifosfonat grubundan alendronat olduğu saptandı. Bunları birincil osteoporoz grubunda ibandronat, risedronat, stronsiyum ranelat, kalsitonin, zoledronat, raloksifen, paratiroid hormon (PTH) ve hormon replasman tedavisinin (HRT) izlediği, ikincil osteoporoz grubunda ise risedronat, ibandronat, kalsitonin, stronsiyum ranelat, zoledronat, PTH, HRT ve raloksifenin izlediği belirlendi.
Sonuç: Hekimler hastanın kırık riskini, tıbbi öyküsünü, osteoporoz için uygulanan önceki tedavilerini, diğer hastalıklarını, tedavi kaynaklı riskleri ve yararları, finansal maliyet ve potansiyel yarar ilişkisini de göz önüne alarak hasta için en uygun tedaviyi seçmelidir.
Aim: The purpose of this multicenter descriptive study is to determine the preferences of physiatrists in our country for anti-osteoporotic drugs in patients with primary and secondary osteoporosis
Material and method: This study was carried out in 10 provinces of Turkey. The diagnosis of osteoporosis was based on World Health Organization criteria using dual-energy x-ray absorptiometry. Patients with a spine and/or hip T-score ≤-2.5 were considered as osteoporotic. 714 patients over 18 years old with primary or secondary osteoporosis were included in the study. In addition to socio-demographic characteristics and chronic use of medications and/or additional systemic diseases that cause secondary osteoporosis were questioned and antiosteoprotic drugs that are recommended by their physicians were recorded.
Results: The physicians’ preferred vitamin D and calcium as the prior tratment both in primary and secondary osteoporosis. The most commonly used anti osteoporotic agent was alendronate from the biphosphonate group. It was followed by ibandronate, risedronate, strontium ranelate, calcitonin, zoledronate, raloxifene, parathyroid hormone (PTH) and hormone replacement therapy (HRT) in the primary osteoporosis and risedronate, ibandronate, calcitonin, strontium ranelate, zoledronate, PTH, HRT and raloxifene in the secondary osteoporosis, respectively.
Conclusion: The physician should choose the most suitable treatment for the patient based on fracture risk, medical history, previous treatments for osteoporosis, concomitant diseases, treatment-induced risks and benefits, and the relation between financial cost and potential benefit.
Makale Özeti

60.
Diz Osteoartritli Hastalarımızda Risk Faktörleri ve Osteoartrit- Osteoporoz İlişkisi
Our Patients With Knee Osteoarthritis Risk Factors And Relationship With Osteoarhritis--Osteoporosis
Nadide Torlak Koca, Vesile Sepici, Aliye Kapukıran Tosun, Gökhan Koca
Sayfa 0
Osteoartrit (OA), kıkırdak ve sinovial dokularda çeşitli travmatik, biyomekanik, inflamatuar ve genetik faktörlerin etkisiyle meydana gelen yapım ve yıkım süreçlerinin bozulmasıyla birlikte ortaya çıkan dejeneratif bir hastalıktır.
Bu çalışmada 127 diz OA’ li hastamızda risk faktörlerini ve ayrıca OA-OP ilişkisini değerlendirdik. Diz OA’ li hastalarda risk faktörleri yaş, cinsiyet, obezite, menapoz, bağ laksitesi, DM, eklemde yaralanma, genetik yatkınlık, proprioseptif defektlerdir. Sonuçlarımıza göre yaş, cinsiyet, menapoz ve genetik yatkınlık daha çok diz OA insidansına etkili iken; obezite, menapoz süresi, bağ laksitesi, DM daha çok diz OA progresyonuna etkili görünmektedir.
Radyografik diz OA’ i ile WOMAC ve lequesne gibi ağrı ve dizabiliteyi değerlendiren testlerin skorları arasında ilişki gözlenmezken, obezite ile WOMAC ve lequesne skorları arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Dolayısıyla obezite, diz OA’ inde bir dizabilite determinantıdır.
Sigaranın OA’ e karşı protektif etkisi olduğunu, ancak bunun daha geniş kontrol grubu içeren çalışmalarla doğrulanması gerektiğini düşünüyoruz.
El OA’ i ile diz OA’ i arasında, genel literatüre uygun olarak anlamlı bir beraberlik saptadık. Bu ilişki, radyografik hastalık şiddeti arttıkça güçlenmektedir.
Klinik inflamasyon bulgusu olmayan diz OA’ li hastalarımızdaki CRP değerlerinin kontrol olgulardan istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek saptanması nedeniyle, OA’de kronik inflamatuar bir cevabı yadsıyamamaktayız.
Serum kolesterol, lipit düzeyleri ve kan basıncı ile OA arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Ancak DM varlığı, radyografik OA progresyonunu hızlandırmaktadır.
Serum ürik asit düzeyleri, hasta grubumuzda kontrol gruptan anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. Yüksek serum ürik asidinin, özellikle GOA’ in multifaktöriyel etyolojisinde rol oynadığı şeklindeki genel literatür bilgisi, bizim sonuçlarımızca da desteklenmiştir.
Osteoarthritis is a degenerative disease, that developes as a result of the impairment of formation and destruction processes in cartilage and sinovial tissues, with the effect of various traumatic, biomechanic, inflammatory and genetic factors.
In this study, risk factors and relation between OA and OP is evaluated in 127 patients with knee OA. Age, gender, obesity, menopause, ligamentous laxity, DM, injury of joint, genetic predisposition and proprioceptive defects are the risk factors in knee OA. Age, gender, menopause and genetic predisposition seemed to have more effects on the incidence of knee OA; while obesity, period of menopause, ligamantous laxity and DM seemed to have more effects on OA progression according to our results.
No relation was observed between radiographic knee OA and scores of tests which evaluate pain and disability such as WOMAC and Lequesne; but there was a significant relation between obesity and WOMAC and Lequesne scores. Thus, obesity is a disability determinant in knee OA.
We think that smoking has protective effects on OA, but this claim has to be proven with studies containing large control groups.
In accordance with literature, we determined a significant concurrence between hand and knee OA. This relation gets stronger as severity of radiographic disease increases.
In our patients with knee OA depriving clinical inflammation signs, CRP values were higher than control group and this was statistically significant. Therefore, we can’t deny a chronic inflammatory response in OA.
No significant relation observed between serum cholesterol values, lipid values, blood pressure and OA. However, presence of DM accelerates the radiographic progression of OA.
Serum uric acid levels were significantly higher in our OA patients than in controls. The literature data, that high serum uric acid levels play role especially in generalised OA’s multifactorial etiology, is also supported by our results.
Makale Özeti

61.
Diabetes mellitus ve osteoporoz
Diabetes mellitus and osteoporosis
Alev Eroğlu Altınova, İlhan Yetkin
Sayfa 0
Diabetes Mellitus (DM) ve osteoporoz özellikle orta yaşlı ve yaşlı popülasyonda morbidite ve mortaliteye yol açan önemli sağlık problemleridir. DM’lu hastalarda artmış fraktür riski bildirilmektedir. Fakat DM ve osteoporoz ilişkisinde altta yatan kompleks mekanizmalar halen net değildir. Bu makalede Tip 1 ve Tip 2 DM ve osteoporoz birlikteliği, diabetik komplikasyonların ve DM tedavisinde kullanılan ilaçların osteoporoza etkileri tartışılmıştır.
Diabetes mellitus (DM) and osteoporosis are serious health problems that cause morbidity and mortality especially in middle-aged and elderly population. An increased fracture risk has been reported in patients with DM. However, the complex mechanisms underlying the relationship between DM and osteoporosis are still unclear. In this article, coexistence of Type 1 and Type 2 diabetes and osteoporosis as well as the effects of diabetic complications and antidiabetic treatments on osteoporosis are discussed.
Makale Özeti

62.
Osteoporozlu Hastalarda Gözardı Edilen Bir Risk Faktörü: Sigara Kullanımı
A Neglected Risk Factor in Patients with Osteoporosis: Cigarette Smoking
Özlem Taşoğlu, Oya Özdemir, Yeşim Gökçe Kutsal
Sayfa 0
Literatürde sigara kullanımının osteoporoz için bir risk faktörü olduğuna dair artan sayıda kanıt yer almaktadır. Sigara kullanımının kemik kütlesi ve kırık riski ile ters yönde bir ilişkisi olduğunu gösteren çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Fakat bu ilişkinin büyüklüğü ve sigara ile ilişkili kemik kaybının geri dönüşümlülüğü konusu halen belirsizdir. Biz, bu olgu sunumunda başlıca risk faktörü sigara kullanımı olarak belirlenen ve şiddetli osteoporoz olan bir postmenopozal kadın sunulmaktadır. Her ne kadar osteoporozlu hastaların tedavisinde esas olarak farmakolojik tedavilerle uğraşılsa da, sigaranın bırakılması gibi yaşam tarzı değişikleri için önerilerde bulunmanın da tedavinin tamamlayıcı bir parçası olduğu unutulmamalıdır.
In the literature, there is a growing evidence that cigarette smoking is a risk factor for osteoporosis. There have been numerous studies indicating that smoking is negatively associated with bone mass and fracture risk. But the magnitude of this relationship and the reversibilty of smoking-associated bone loss remains unclear. In this case report, we have presented a postmenopausal woman with severe osteoporosis in whom cigarette smoking was identified as a major risk factor. Although primary effort has been directed towards appropriate pharmacological therapy, it should be kept in mind that recommendations for lifestyle alterations such as cessation of smoking should be an integral part of treatment in patients with osteoporosis.
Makale Özeti

63.
Mekanik Bel ve/veya Bacak Ağrısında Nörolojik Bulgular ile DXA Sonuçları Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi
The Correlation Between Neurologic Findings And DXA in Mechanical Low Back Pain and/or Leg Pain
Halil Koyuncu, Meryem Gül Erden, Neval Bozok Arat, Seçil Yalgın, Nuri Haluk Aksoy
Sayfa 0
Giriş: Beldeki mekanik problemler sıklıkla karşımıza çıkar ve bazen sinir köklerinde basıya neden olabilir. Buna bağlı olarak fiziksel muayene sırasında değişik nörolojik bulgular saptanabilir. Değişik etyolojik nedenlerden kaynaklı bel ağrıları arasında metabolik kemik hastalıkları, özellikle osteomalasi ve osteoporoz da bulunmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, yaşları 30-65 arasında olan 25 hasta değerlendirildi. Demografik bulgular (yaş, cinsiyet, meslek, eğitim) ve klinik bulgular (ağrı şiddeti, ağrı süresi, vücut ağırlığı, boy) değerlendirildi. Hastalarda, nörolojik bulgular, duyu değişiklikleri, derin tendon refleksleri ve kas kuvvetleri, dual enerji x- ışını abzorpsiyometri (DXA) sonuçları ile korele edildi. DXA değerlendirmesinde, L1-L4 total, femur boynu ve femur total bölgelerinde kemik mineral yoğunluğu ve T- skorları kontrol edildi.
Bulgular: Ağrı şiddeti VAS’a göre altının üzerindeydi. Kas kuvveti, duyu ve tendon refleks değerlendirmeleri genellikle normaldi. Femur boynunda osteopeni saptandı. DXA sonuçları arasında L1-L4 KMY ortalama değeri ile ağrı şiddeti arasında anlamlı, zayıf ve negatif bir korelasyon saptandı.
Sonuç: Bu çalışmanın mekanik bel ağrısı bulunan daha çok sayıda hastada ve karşılaştırmalı, çok merkezli, uzun süreli takipli olarak yapılması düşüncesindeyiz.
Introduction: Mechanical problems are frequently encountered and may cause low back pain (LBP) and leg pain by pressure on nerve roots. Neurologic findings like decreased deep tendon reflexes may be found during the physical examination. There are many etiologic factors in the pathogenesis of LBP and metabolic bone diseases like osteoporosis and osteomalacia also may cause mecanical LBP.
Material and Methods: In this study, 25 patients between 30-65 years were evaluated. In the patients, sensorial changes, deep tendon reflexes and muscle strength were correlated with dual x-ray absorbsiometery (DXA) results. Demographic findings (age, sex, profession, education) and clinical results (pain duration, pain severity, height, weight) were evaluated. In DXA evaluation, L1-L4 total, femur neck and femur total bone mineral density (BMD) and T-scores were reported.
Results: Pain severity, according to visual analog scale (VAS) was higher than six. Muscle strength, sensation and deep tendon reflex averages were found to be normal. DXA results were found to be osteopenic in femoral neck region of our patients. DXA results and clinical findings showed a weak and negative statistically significant correlation only between BMD at L1-L4 and pain severity.
Conclusion: This study should be performed comparatively, multicenter, in a larger number of patients with LBP, for a longer period of follow-up.
Makale Özeti

64.
ATRAVMATİK KALÇA KIRIĞI OLAN ERKEK HASTALARDA FEMORAL GEOMETRİ
FEMORAL GEOMETRY IN MALE PATIENTS WITH ATRAUMATIC HIP FRACTURE
Gülten Tan, Bengi Öz, Neşe Ölmez, Asuman Memiş, Berna Vidinli, Mehmet Özdemir
Sayfa 0
Kalça fraktürü osteoporozun en önemli ve en fazla sakatlık yaratan komplikasyonudur.
Bu çalışmada femoral geometrik ölçümler açısından 65 yaşın üstündeki kalça kırığı geçirmiş erkek hastalar ile cins ve yaş eşleştirilmiş kontrol grubunu kıyaslamayı amaçladık. 20 non-travmatik kalça fraktürü gelişmiş erkek hasta ile 19 kontrol hastası çalışmaya dahil edildiler. Femur boynu ile trokanter kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümleri Dual Energy Xray Absorbsiometri(DEXA) ile ölçüldü. Deneyimli bir Radyoloji uzmanı tarafından femur geometrik ölçümleri yapıldı. Kalça kırığı gelişen grupta ortalama femur KMY ölçümü istatistiksel olarak daha düşük bulunurken trokanter KMY ölçümü gruplar arasında farklılık göstermemiştir. Boyun shaft açısı ile femur shaft genişliği gruplar arasında anlamlı olarak farklılık gösteren ölçümlerdi. Femur geometrik ölçümleri ile antropometrik ölçümler arasındaki korelasyon sadece kontrol grubunda saptandı.
Bu ölçümler arasındaki korelasyonun, femur geometrik ölçümlerinin yanı sıra kırık riski açısından önemli olabileceği sonucuna varılmıştır.
Hip fracture is the most serious complication of osteoporosis and the most disabling type of fracture. In this study, we aimed to compare femoral geometry in hip fractured male patients aged more than 65 years old with age matched controls.
20 male patients with a history of nontraumatic hip fracture and 19 age-matched healthy controls were included in this study. Bone mineral density of neck and trochanter of hip were measured by DEXA. In addition to BMD, an experienced radiologist measured proximal femur geometric parameters potentially involved in bone strength. Mean BMDs of trochanteric region were not significantly different between groups, but mean BMDs of neck region were statistically significantly lower in the hip fractured group. Neck shaft angle and femur shaft width were the geometric parameters found to be significantly higher in the hip fractured group. The correlation between femur geometric and the anthropometric measurements was present only in the kontrol group.
We concluded that besides femur geometric measurements, correlation between these measurements might be an important factors for the fracture risk.
Makale Özeti

65.
Yaşlı kadınlarda D vitamini tedavisinin ağrı ve yaşam kalitesi üzerine etkileri
The effects of vitamin D treatment on the pain and the quality of life in elderly women
Ümran Kaya, Evrim Karadağ Saygı, Gülseren Akyüz
Sayfa 0
Amaç: İlerleyen yaşla birlikte vücutta azalan D vitamini sentezi nedeniyle kas güçsüzlüğü, kas-iskelet sistemi ağrısı, denge bozukluğu ve düşme sayısında artış görülmektedir. Oluşan bu problemler nedeniyle yaşam kalitesi de olumsuz etkilenmektedir. Bu çalışmada, D vitamini tedavisinin ağrı ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya 65 yaş ve üzerinde D vitamini eksikliği saptanan (<50nmol/l) 56 hasta alındı. 23 hastaya günde 1 mg alfakalsidol ve 500 mg elementer kalsiyum, kontrol grubuna ise günde 500 mg elementer kalsiyum verildi. Tüm hastalar tedavinin başlangıcında, 3. ve 6. ayın sonunda görsel analog skala (GAS), Kısa Form-36 anketi (KF-36) ve beck depresyon ölçeği (BDÖ) ile değerlendirildi.
Bulgular: D vitamini tedavisi ile ağrıda azalmanın 3. ayda başlayıp 6. ayda devam ettiği (p<0,01); kalsiyum grubunda ise ağrının arttığı tespit edildi. KF-36 anketinin ağrı sorgulamasında ise belirgin azalma ve sosyal fonksiyon alt grubunda anlamlı bir artış bulundu (p<0.05). Beck depresyon ölçeği değerlendirmesinde ise gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmedi (p>0.05)
Sonuç: Alfakalsidol tedavisiyle ağrının azaldığı ve böylelikle hastaların sosyal yaşama adaptasyonunun arttığı gözlenmiştir.
Objective: Vitamin D synthesis in the body is reduced by older ages. It is known that in this age group with occurrence of vitamin D deficiency there is an increase in the number of muscle weakness, musculoskeletal system pain, balance impairment and falling. Quality of life is also negatively affected because of these problems. The aim of the present is to evaluate the effects of vitamin D treatment on pain and quality of life.
Method and Materials: Fifty six patients over 65 years old with established vitamin D deficiency (<50nmol/l) were enrolled in the study. 23 patients were given alphacalcidol 1 mg and elementary calcium 500 mg a day and the control group received elementary calcium 500 mg a day. All the patients were evaluated by visual analog scala (VAS), beck depression scale (BDS) and Short Form-36 (SF-36) at the starting of the treatment and at the end of 3rd and 6th months.
Results: Pain relief started at 3rd month and continued till 6th month with vitamin D treatment (p<0.01) as pain increased in the calcium group. A marked decrease in the pain examination of SF-36 questionnaire and a significant increase in the social function subgroup (p<0.05) were found. No statistically significant between-group difference was found in Beck depression scala evaluation (p>0.05)
Conclusion: It is observed that with alphacalcidol treatment the pain is reduced and thus the adaptation of the patients to social life is increased.
Makale Özeti

66.
Osteoporozlu kadınlarda postural denge ve etkileyen faktörler
Postural balance in women with osteoporosis and effective factors
Duygu Ünlüsoy, Ece Aydoğ, Reyhan Tuncay, Rahime Eryüksel, İhsan Ünlüsoy, Aytül Çakcı
Sayfa 0
Amaç: Osteoporozlu hastalarda düşme sonucu oluşan kemik fraktürleri mortalite ve morbiditenin en sık nedenidir.Düşme riskiyle ilişkili faktörler arasında zayıf postural denge ve kas kuvvetsizliği de bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı osteoporotik kadın hastalarda postural dinamik dengeyi değerlendirmek ve denge üzerine etkili faktörleri araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya osteoporozlu 50, osteoporoz ve kifozlu 20 ve sağlıklı 30 hasta alındı.Biodeks stabilite sistem ile antero-posterior(AP), mediolateral(ML) ve genel(OA) stabilite indeksleri değerlendirildi. Hastalar göz açık ve göz kapalı olarak test edildi. 60-180-300°/ sn açısal hızlarda quadriceps-hamstring kas güçlerinin ölçümleri izokinetik sistemle yapıldı.
Bulgular: Göz açık OA,AP,ML değerleri osteoporozlu hastalarda anlamlı olarak yüksek bulundu.Tüm osteoporoz hastaları arasında korelasyon analizi yapıldığında denge stabilite indeksleriyle 60 °/sn açısal hızdaki diz fleksiyon ve ekstansiyonu ve 300°/sn açısal hızdaki diz fleksiyonu kas kuvvetleri arasında negatif anlamlı bir ilişki saptandı.Multivariable regresyon analizinde 60 °/sn açısal hızdaki quadriceps kas gücünün osteoporoz hastalarında denge ile en fazla ilişkili faktör olduğu saptandı.
Sonuç: Sağlıklı kadınlara göre osteoporotik kadınlarda postural denge önemli derecede bozulmuştur ve dengeyi etkileyen en önemli faktör quadriceps kas gücüdür. Bu yüzden osteoporotik kadınlarda düşmeleri önlemek için denge ve quadriceps kuvvetlendirme egzersizlerine önem verilmelidir.
Introduction: The most common cause of mortality and morbidity among osteoporotic individuals is bone fracture which in many cases is a direct result of falls. Individual factors contributing to the risk of fall are poor postural balance and lack of muscle strength. Our aims were to assess postural dynamic balance in osteoporotic women and to describe the effective factors on the balance performance.
Methods: Twenty osteoporotic women with kyphosis, 50 osteoporotic women without kyphosis, and 30 healthy women were included in the study. Anterior/Posterior (AP), Medial/Lateral (ML) and Overall (OA) stability indices were obtained using Biodex Stability System (Biodex Medical System, Shirley, NY). Subjects were tested both with eyes open and eyes closed. Quadriceps-hamstring muscles’ strength were measured with isokinetic system at angular speeds of 60-180-300°/sec.
Results: OA, AP, ML stability indices in the group with osteoporosis were found to be statistically significant higher in the open-eyed balance test. When a correlation analysis was performed on all osteoporotic patients, a negative correlation was detected between balance stability indices and knee flexion–extension strength at 60°/sec and knee flexion strength at 300°/sec. Multivariable regression analysis revealed knee extension strength at 60°/sec to be the most effective factor contributing to balance in osteoporotic patients.
Conclusion: Postural balance in osteoporotic women presenting is significantly worse than in the healthy women and the factor exerting the greatest influence on balance is quadriceps muscle strength. Therefore, particular importance must be given to balance and quadriceps strengthening exercises in order to prevent falls in osteoporotic patients.
Makale Özeti

67.
Romatoid artritli premenopozal kadınlarda vücut kompozisyonu ile bölgesel KMY değerleri arasındaki ilişki
Relationship between body composition and regional BMD in premenopausal women with rheumatoid arthritis
Saliha Karatay, Mustafa Yıldırım, Meltem Alkan Melikoğlu, Bedri Seven, Kadir Yıldırım, Kazım Şenel
Sayfa 0
AMAÇ: Bu çalışma romatoid artritli (RA) premenopozal kadınlarda vücut kompozisyonu ile bölgesel kemik mineral yoğunluğu (KMY) değerleri arasındaki ilişkiyi araştırmak için düzenlendi.
GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmaya 23 RA hastası ile yaş ve cinsiyet açısından onlara eş değer olan 31 sağlıklı kontrol dahil edildi. Hastaların klinik ve laboratuvar değerlendirmeleri kaydedildi. Fonksiyonel özürlülüğün ölçülmesinde Sağlık Değerlendirme Anketi (HAQ) kullanıldı. KMY değerleri Dual Energy X-Ray Absorptiometri (DEXA) ile belirlendi. Bölgesel KMY (üst ekstremiteler ve alt ekstremiteler), L1-L4 lomber omurga KMY’si, femur boynu KMY’si ve total vücut KMY’si analiz edildi. Bölgesel kas kitlesi (üst ekstremiteler ve alt ekstremiteler), total kas kitlesi, bölgesel yağ kitlesi (üst ekstremiteler ve alt ekstremiteler), total yağ kitlesi ve vücut yağ yüzdesi de DEXA ile ölçüldü.
BULGULAR: RA’lı hastalarda tüm vücut bölgelerindeki KMY değerleri kontrollere göre anlamlı derecede düşüktü. Ancak vücut kompozisyonu kısımları iki grup arasında farklı değildi. RA’lı hastalarda alt ekstremite, femur boynu ve total vücut KMY’si vücut ağırlığından bağımsız olarak total ve alt ekstremite kas kitlesi tarafından etkilenmişti. Hastalık karekteristikleri arasında, hastalık süresi ve HAQ skorları KMY değerleriyle koreleydi.
SONUÇ: Bölgesel ve total yağ kitlesi KMY değerleriyle ilişkili gözükmemektedir. RA’lı premenopozal kadınlarda alt ekstremitelerin ve total vücudun kas kitlesi tüm vücut, femur boynu ve alt ekstremite bölgelerindeki KMY’nin anlamlı belirteçleri olabilir.
OBJECTIVE: This study was performed to investigate the relationship between body composition and regional bone mineral density (BMD) in premenopausal women with rheumatoid arthritis (RA)
MATERIAL-METHODS: 23 RA patients and 31 age and sex-matched healthy controls were recruited in this study. Clinical and laboratory assessments of patients were recorded. Health assessment questionnaire (HAQ) was used in the assessment of functional disability. BMD values were measured by dual energy X-ray absorptiometry (DEXA). The regional BMD (upper and lower extremities), L1-L4 lumbar spine BMD, femoral neck BMD and total body BMD were analyzed. Also, regional lean mass (upper and lower extremities), total lean mass of body, regional fat mass (upper and lower extremities), body fat mass, percentage of body fat were measured with DEXA.
RESULTS: BMD values of all body sites were significantly lower in RA patients versus the controls, while body composition determinants were no different between the two groups. BMD of lower extremities, femoral neck and total body were affected by lean mass of lower extremities and total body as independent from body weight in RA patients. Disease duration and HAQ scores were correlated with BMD values among the disease characteristics.
CONCLUSION: Regional and total fat mass does not appear as relationship with BMD values. Lean mass of lower extremities and total body may be significant determinants of BMD on regions of femoral neck, lower limbs and total body in premenopausal women with RA
Makale Özeti

68.
Erkek Hastalarda Vertebral Kırık İle Spondiloz Ve Kemik Mineral Yoğunluğu İlişkisi
Relationship Between Vertebral Fractures, Vertebral Spondylosis and Bone Mineral Density in Men
Selmin Gülbahar, Canan Altay, Gözde Özcan Söylev, Özlem El, Çiğdem Bircan, Metin Manisalı, Özlen Peker, Meltem Baydar, Sema Öncel
Sayfa 0
Bu çalışmanın amacı 60 yaş üstü erkek hastalarda vertebral kırık ile spondiloz ve kemik mineral yoğunluğu ilişkisinin araştırılmasıdır.
Çalışmaya bel ve sırt ağrısı yakınmasıyla polikliniğimize başvurmuş, 60 yaş üstü 32 erkek hasta alındı. Tüm hastaların iki yönlü dorsal ve lomber vertebra grafileri çekilerek T4-L5 arasındaki tüm vertebralarda ön, orta ve arka yükseklikler ölçüldü ve kompresyon olan vertebra sayısı belirlendi. Spondiloz değerlendirilmesinde osteofit ve disk skorları kullanıldı. Kemik mineral yoğunluğu ölçümleri Dual Enerji X-ray Absorptiometry kullanılarak lomber ve proksimal femur bölgelerinden yapıldı.
Vertebral kırık ile osteofit skorları ve total femur kemik mineral yoğunluklarının anlamlı ilişkili gösterdiği saptandı (p<0,05). Osteofit skorları ve total femur kemik mineral yoğunlukları dikkate alındığında diğer tüm değişkenler vertebral kırık ile anlamlı ilişki göstermedi. Osteofit ve disk skorları ile L1-4 KMY ve t skoru arasında anlamlı pozitif ilişki bulundu (p<0,05). Vücut ağırlığı ile femur KMY ve t skorları arasında da anlamlı pozitif ilişki mevcuttu (p<0,05).
Sonuç olarak spinal dejeneratif değişiklikler ile lomber kemik mineral yoğunluğu artmaktadır ancak KMY’deki bu artış ile subklinik vertebral kırık oluşumu egellenmemektedir. Özellikle yoğun spinal dejeneratif değişikleri olan erkek hastalarda kırık riskini belirlemede DEXA ile lomber KMY ölçümü yetersiz kalabilir ve bu hastalarda femur KMY ve klinik kırık risk faktörlerinin değerlendirilip yorumlanması önem kazanır.
The aim of this study was to investigate the relationship between vertebral fractures and spondylosis and bone mineral density in men older than 60 years.
Thirty-two men with back and low back pain aged over 60 years were included into the study. Thoracic and lumbar spine radiographs were taken and, anterior, central and posterior heights of each vertebral body from T4 to L5 was measured and than the number of vertebral fractures was assessed. Osteophyte and disc scores were used for evaluation of spondylosis. Bone mineral density was measured by dual-energy-X-ray absorptiometry. Measurements were obtained from lumbar vertebrae and proximal femoral region.
Significant positive correlations were found between vertebral fracture and osteophyte score and bone mineral density of total femoral region. When osteophyte score and total femoral bone mineral density were taken into consideration, there were no significant correlations between other parameters and vertebral fracture. Significant positive correlations were observed between osteophyte score and bone mineral density and t scores of L1-4. Also there were significant positive correlations between disc score and both bone mineral density and t scores of L1-4. Significant positive correlation was also found between femoral bone density and body weight.
Finally, lumbar bone mineral density increases with spinal degenerative changes, but the increase in bone mineral density can not prevent sub clinic vertebral fractures. Especially, in the men who have intensive spinal degenerative changes, the measurement of lumbar bone mineral density is not enough for determining the fracture risk. Measurement of femoral bone mineral density and evaluation of clinic risk factors are more important for determining the fracture risk.
Makale Özeti

69.
Yanık sonrası akut dönemde gelişen kemik kaybı
Bone loss in the acute stage following burn injury
Berrin Leblebici, Mehmet Adam, Akın M Tarım, Nafiz M Akman, Mehmet A Haberal
Sayfa 0
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı yanık sonrası akut dönemde kemik kaybının olup olmadığı ve çeşitli parametrelerin kemik kaybı üzerine etkisini araştırmaktır.

MATERYAL-METOD: Bu çalışma, yanık yüzey alanı %20 ve üzerinde olan 20-50 yaşındaki 19 hasta üzerinde gerçekleştirildi. Hastalar yanık nedeni, yeri, yüzdesi, derecesi, ambulasyon durumu ve fonksiyonel açıdan değerlendirildi. Birinci ayın sonunda total L1-L4 vertebra, distal sol önkol ve total sol femur kemik mineral yoğunluğu ölçüldü. Z skorunun -1’in altında olması kemik kaybı olarak değerlendirildi.

BULGULAR: Ondördü erkek beşi kadın olan 19 hastanın yaş ortalaması 33,09±11,61 idi. Hastalarımızın %68,4 ünde distal sol ön kol, %21,1 inde total sol femur, %36,8 inde total L1-L4 vertebra z skoru <-1 olarak bulundu. Yanık total vücut yüzey alanı yüzdesi, Fonksiyonel Ambulasyon Skalası ve Fonksiyonel Bağımsızlık Ölçütü ile distal sol ön kol, total sol femur ve total L1-4 vertebra Z skorları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki yoktu.

SONUÇ: Yanık hastalarında ilk bir ayda görülen kemik mineral yoğunluğundaki azalma kemik kaybının erken dönemde başladığını göstermekte olup akut dönemdeki kaybın yanık yüzdesi ve fonksiyonel durum ile ilişkili olmadığı bulunmuştur.
AIM: The purpose of this study was to determine whether a bone loss occurs during acute period following burn injury or not, and to investigate the effects of various parameters on it.

MATERIALS-METHODS: This study was conducted on 19 patients, ages between 20 and 50, who had a burn injury with more than %20 of Total Body Surface Area (TBSA). We recorded the patients’ burn cause, localization, percantage, ambulation and functional status. At the end of the first month, we measured bone mıneral densıty of total L1-L4 vertebrae, left distal forearm, left total femur, in all patients. A Z score less than –1 was accepted to be the indicator of bone loss.

RESULTS: The mean age of the patients (14 male and 5 female) was 33,09±11,61. We found a Z score less then -1 in 68.4% of left distal forearm, 21.1% of left total femur and 36.8% of total L1-L4 vertabrae measurements. There were no significant correlations between TBSA, Functional Ambulatıon Scale and Functional Independence Measure, and Z scores.

CONCLUSION: There is a reduction in Bone Mineral Density in patıents wıth moderate/severe burn ınjuries in the acute period which is not correlated wıth neither TBSA nor functional status.
Makale Özeti

70.
Omurilik yaralanması sonrası kısa dönemde paraplejik hastaların kemik mineral yoğunluğu ile fonksiyonel parametreleri arasındaki ilişki
Relationship between bone mineral density and functional parameters of parapelgic patients in short-term after spinal cord injury
Duygu Geler Külcü, Güliz Gönül, Birkan Sonel Tur, Yeşim Kurtaiş, Özlem Küçük, Peyman Yalçın
Sayfa 0
AMAÇ: Paraplejik hastalarda fonksiyonel aktivite düzeyi ile kemik mineralizasyonu arasındaki ilişkiyi omurilik yaralanması sonrası kısa dönem içinde araştırmaktır.
Gereçler ve YÖNTEM: Çalışmaya otuz paraplejik hasta ve yirmidokuz sağlıklı kontrol alındı. Kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve Z-skorları ölçüldü. Serum kalsiyum, fosfor, alkalen fosfataz, paratiroid hormon ve 25-hydroksivitamin-D düzeyleri, idrar kalsiyum ve deoksipridinolin düzeyleri çalışıldı. Tüm hastalar yatışları süresince haftada beş kez eklem hareket açıklığı egzersizleri, progresif dirençli egzersizler, üst ekstremite ergometri egzersizleri, uzun bacak yürüme cihazıyla ayakta durma egzersizleri, tekerlekli sandalye ile ambulasyon eğitimi ve ortez veya yardımcı cihazla yürüme eğitimine alındı.
BULGULAR: Kemik mineral yoğunluğu değerleri ve Z skorları açısından gruplar arasında fark yoktu. Paraplejik grupta kontrol grubuna göre ortalama serum kalsiyum ve paratiroid hormon düzeyleri düşük, (sırasıyla p = 0.016 ve p < 0.001), serum fosfor ve alkalin fosfataz düzeyleri yüksek (sırasıyla p < 0.001 ve p = 0.049) bulundu. Radius KMY değerleri ile üst ekstremite ergometri toplam egzersiz süresi (r = 0.550, p = 0.027) ve toplam tekerlekli sandalye kullanım süresi (r = 0.622, p = 0.010) arasında ve femur KMY değerleriyle terapötik ayakta durma toplam süresi (r = 0.351, p = 0.039) arasında ilişki saptandı. Femur KMY değerleri ile immobilizasyon toplam süresi arasında ise ters ilişki saptandı (r = -0.404, p = 0.033).
SONUÇ: Erken rehabilitasyon uygulamaları kemik deminerlizasyonunu önleyebilir. Paraplejik hastalar, artmış osteoporoz riski açısından uzun dönemde de takip edilmeli ve değerlendirilmelidirler.
AIM: To determine the relationship between bone mineralization and functional activity level of paraplegic patients in short-term after spinal cord injury (SCI).
MATERIALS-METHODS: Thirty paraplegic patients and twentynine healthy controls were admitted to this study. Bone mineral density (BMD) and Z-scores, together with serum calcium, phosphorus, alkaline phosphatase, parathyroid hormone and 25-hydroxyvitamin-D levels, urinary calcium and deoxypyridinoline excretion were measured. All patients underwent a rehabilitation program including range of motion and progressive resistance exercises, upper body ergometry exercises, standing training with long leg orthosis, wheelchair ambulation or walking either by orthosis or walking aids five times/week during hospitalization.
RESULTS: There was no difference between the groups regarding BMD values and Z-scores. Mean serum calcium and parathyroid hormone levels were lower (p= 0.016 and p < 0.001, respectively), serum phosphorus and alkaline phosphatase levels were higher (p < 0.001 and p = 0.049, respectively) in the paraplegics as compared to the controls. Positive correlations were found between the radius BMD values and total duration of upper body ergometry exercise (r = 0.550, p = 0.027) and wheelchair use (r = 0.622, p = 0.010) and also between the femur BMD values and total duration of therapeutic standing (r = 0.351, p = 0.039). There was an inverse relationship between the femur BMD values and total duration of immobilization (r = -0.404, p = 0.033).
Makale Özeti

71.
Gebeliğin Tetiklediği Osteomalazi: Olgu Sunumu
Pregnancy-Induced Osteomalasia: Case Report
Merih Özgen, Onur Armağan
Sayfa 0
Gebelik fizyolojik bir süreç olup vücudun tüm sistemlerini etkiler. Gebelik sürecinde ortaya çıkabilen kas iskelet sorunları ağrılı durumlara yol açarak kişinin yaşam kalitesini bozar. Bu olgu gebelik ve takip eden laktasyon süresinde bel ve sırt ağrısı ile başvuran hastalarda osteomalazinin de akılda tutulması gereken patolojilerden biri olduğunu vurgulamak ve literatür eşliğinde tartışmak için sunulmuştur.
Pregnancy is a physiological process that affects all systems of the body. Musculosceletal problems can occur during pregnancy and impair the quality of life. This case report is presented to emphasize that osteomalasia should be considered in patients complaining back or low-back pain during pregnancy and lactation period and to discuss in the light of literature.
Makale Özeti

72.
Spondiloepifizyal displaziye bağlı genç yaşta geşlişen osteoartrit ve osteoporoz: Olgu sunumu
A case report: Early osteoarthritis and osteoporosis due to spondyloepiphysial dysplasia
Asylbek Kaparov, Hidayet Sarı, Ülkü Akarırmak, Neval Bozok
Sayfa 0
Spondiloepifizyal displazi (SED) özellikle vertebraların epifiz merkezlerini tutan, gövde kısalığı ve büyümede gerilik meydana getiren hastalıklar grubudur. Nadir görülen bir hastalıktır. Başlıca SED kongenita ve SED tarda olarak 2 ayrı klinik formda karşımıza çıkar. Bunun dışında progresif artropatiyle seyreden SED tarda progresif artropati (PA) şeklinde nadir bir formu da mevcuttur. SED tarda çoğunlukla kalıtımsal olarak X kromozumuna bağlı resesif geçişle ortaya çıktığından erkeklerde daha sık görülmektedir. Hastalık epifizlerin ortaya çıkmasında gecikme, gövde ve ekstremitelerde kısalık, kifoskolyoz, koksa vara ile platispondili görülmesiyle karakterizedir.
Bu olgu sunumunda ortopedi kliniğinde Scheuerman hastalığı teşhisi konan, boy kısalığı nedeniyle çocuk endokrin kliniğinde büyüme hormonu tedavisi gören, adolesan yaşta erken osteoartrit ve osteoporoz gelişmiş bir spondiloepifizyal tarda olgusunu bildirmeyi amaçladık. Hastalığın teşhis ve tedavisinde bize yol gösterecek tetkik, bulgular ve tedavilerde dikkat edilmesi gereken hususlar bu olgu nedeniyle tartışılacaktır.
Spondyloepiphysial dysplasia (SED) is a rare diseases which causes delayed growth, short statue and involves the centre of the vertebral epiphysis. SED congenita and SED tarda are two different clinical forms of this disease. SED tarda with progressive arthropathy is another rare clinical appearance. SED is more frequently seen in male patients due to a genetic recessive transmission by chromosome X. The disease is characterized by a delay in the formation of epipysis, shortness of spine and extremities, kyphoscoliosis, coxa vara and platyspondily.
In this case report we aimed to discuss an adolescent male SED tarda patient with early onset of osteoarthritis and osteoporosis, who was diagnosed as Scheuerman disease in the orthopedics clinic and treated with growth hormone for growth retardation in the pediatric endocrinology clinic. Important findings and labotatory investigation methods for diagnosis and treatment of this diasese will be outlined
Makale Özeti

73.
Tıp Fakültesi öğrencilerinin osteoporoz farkındalığı ve bilgi kaynakları
Awareness and sources of ınformatıon about osteoporosis among medical students
Dilek Durmuş, Yeşim Akyol, Yasemin Ulus, Berna Tander, Gamze Alaylı, Ferhan Cantürk
Sayfa 0
Amaç:
Bu çalışmanın amacı,Tıp Fakültesi öğrencilerinin osteoporoz (OP) bilgisini, bilgi kaynaklarını, eğitimlerinin osteoporoz farkındalıklarına olan etkisini değerlendirmektir.
Yöntem:
İkiyüz yirmiyedi öğrencinin OP’u bilip bilmediği sorgulandı. İkiyüzonbeş öğrenci OP’u bildiğini belirtti. İstatistiksel analizler bu 215 öğrenci arasında yapıldı. Anket 7 soruyu içermekteydi. Katılımcılar üç gruba ayrıldı: İngilizce Hazırlık Sınıfı Öğrencileri (İH), Birinci sınıf öğrencileri, İkinci sınıf öğrencileri.
Bulgular:
Öğrencilerin çoğunluğu (%94.4, n=203) OP’un önemli bir sağlık problemi olduğunu düşünüyordu. İkiyüzüç öğrenci (%94) diyette yetersiz kalsiyum ve vitamin D alımının OP’a neden olduğuna inanıyordu. Kemik dansitometrisi (%90.1) en çok seçilen tanı metoduydu. Öğrencilerin %63.7’si bilgi kaynağı olarak televizyonu bildirdi. OP’un hangi populasyonda görüldüğünü doğru bilen (p=0.035) ve bilgi kaynağı olarak sağlık personelini seçen (p=0.001) öğrencilerin sayısı, İH ile karşılaştırıldığında 1. ve 2. sınıftakilerde anlamlı olarak artmıştı.
Sonuç: Osteoporoz dersi almamış tıp fakültesi öğrencilerinin, televizyon ve gazete yolu ile OP hakkında bilgi sahibi olduklarını gözlemledik.
Objective: The aim of this study is to evaluate the knowledge of osteoporosis (OP) and the sources of information about the disease among medical students and the effect of the medical training on their awareness about the OP.
Methods: Two hundred twenty seven students were asked if they knew OP. Two hundred fifteen students reported that they were familiar with OP. Statistical analysis was done among these 215 students. The questionnaire included 7 questions. Participants were divided into three groups: English preparatory year’s students (EP), first year’s students, second year’s students.
Results: Most of the students (94.4%, n=203) thought that OP was serious health problem. Two hundred three students (94 %) believed that inadequate dietary calcium and vitamin D intake was the cause of OP. Bone densitometry was the mainly chosen (90.1%) diagnostic method. As source of knowledge television was reported by 63.7 % of the students. Number of the students who knew, in which population OP was seen, correctly (p=0.035) and who reported the health professionals as the source of knowledge (p=0.001) were significantly increased in first and second classes when compared with EP class.
Conclusions: We observed that the medical student who have no official lessons of OP, have knowledge about OP by means of television and newspaper.
Makale Özeti

74.
KALÇA KIRIKLI HASTALARDA OSTEOPOROZ DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF OSTEOPOROSIS IN PATIENTS WHO HAVE HIP FRACTURE
Firuzan Altın, Gül Tuğba Örnek, Levent Özgönenel, Ayfer Kamberoğlu
Sayfa 0
AMAÇ: Osteoporoza bağlı olduğu kabul edilen kırıklar, önemli maddi kayıplara ve sakatlıklara yol açmaktadır. Kırıklar sıklıkla vertebra, femur, ve el bileğinde oluşmaktadır. Çalışmamızda osteoporoza bağlı kalça kırığı olan hastaları kırık öncesi ve sonrası osteoporoz tedavisi, osteoporozun durumu yönünden değerlendirmeyi planladık.
GEREÇ-YÖNTEM: Şubat-Mayıs 2006 tarihleri arasında 50 yaş üzerinde düşük enerjili (atravmatik) kalça kırığı tespit edilip S.B. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. ve 2. ortopedi servislerinde yatırılan 39 hasta çalışmaya alındı. (31 kadın, 8 erkek). Çalışmaya alınan hastalar osteoporoz risk faktörleri, kırık öncesi ve sonrası osteoporoz varlığı ve tedavisi yönünden değerlendirildi. 50 yaşından genç olma, kalça kırığı olan tarafta ekstremite parezisi veya uzun süre immobilize durumda olması, patolojik kırık meydana gelmesi, küçük trokanterin 2 cm ve daha distalinde kırıkların bulunması çalışmamızdaki dışlama kriterleriydi.
BULGULAR: Kırık tipi ile yaş, cinsiyet ve risk faktörleri arasında anlamlı fark bulunamadı. Çalışma sonucunda kırık öncesi 5 hasta osteoporoz tanısı almış ve tanı alan hastalardan sadece 4 tanesi anti-rezoptif, vitamin D ve kalsiyum preparatları kullanıyordu. Çalışmaya aldığımız 36 hasta ise hiç osteoporoz yönünden tetkik edilmemişti. Kırık tespit edilen ve çalışmaya dahil edilen tüm hastalara osteoporoz hakkında bilgi verilip, lomber ve femur kemik mineral yoğunluğu ölçümleri istenip, sonuçları ile fizik tedavi polikliniğine başvurmaları istendi.
SONUÇLAR: Sonuç olarak osteoporoz sebebi ile kırık öyküsü olan hastaların yeni bir kırık oluşumunu önlemek için, hastaların uygun klinik ve doktor tarafından takip edilmesi gerekmektedir. Ayrıca hastaların ve doktorların primer ve sekonder tedavi yönünden daha iyi ve kapsamlı bir eğitim programına alınması gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Osteoporoz, DEXA, kalça kırığı
AIM: The aim of this study is to determine the state of osteoporosis and treatment in patients with osteoporotic hip fracture.
METHODS: 39 patients enrolled in this study that were above 50 years with an atraumatic hip fracture and operated in 1. and 2. Department of Orthopedics and Traumatology. Istanbul Training and Research Hospital, in our study (31 women, 8 men) we investigate patients about risk factors of osteoporosis, before and after fracture severity of osteoporosis, treatment of osteoporosis. Patients who are younger than 50 years, and immobilized for long time, have pathological fracture, hip fracture is 2 cm distal than minor trochanter; are taken out from our study.
RESULTS: There is not significant difference between type of fracture, age, sex and risk factors. Before fractured 5 patients were diagnosed as osteoporosis and only 4 of them had been using antiresorptive, vitamin D, and calcium preparats. 36 patients that we studied never examined and treated for osteoporosis. All patients participating in study were informed about osteoporosis. Each patient was asked to apply for physical therapy and rehabilitation department with result of lumber and femoral bone mineral density measurement.
DISCUSSION: Patients who had recent osteoporotic fractures must be treated to prevent new fracture. Orthopedic doctors should care osteoporosis and a new fracture risk as a serious important complication of osteoporotic hip fracture
KEY WORDS: Osteoporosis, DEXA, hip fracture
Makale Özeti

75.
İdiopatik Osteoporoz ile ilişkili genç bir erkekte bilateral tibial stres kırığı
Bilateral tibial stress fractures in a young man associated with idiopathic osteoporosis
Selahattin Özyürek, Erkan Kaya, Cengiz Yıldırım, Özkan Kose, Kenan Koca, Kenan Keklikci
Sayfa 0
Stress kırığı, şiddetli olmayan strese dayanıklılıkta yetersizlik nedeniyle görülen kemiğin kısmi veya tam kırığı olarak tanımlanır. Stress kırıklarının etyolojisini açıklayabilmek için 2 faktöre değinilmiştir. Kas güçsüzlüğü ve direkt kasın hareketi. Biz burada vaka sunumumuzla üçüncü bir faktöre dikkat çekmek istedik; Osteoporoz
Stress fractures are defined as a partial or complete fracture of bone due to an inability to endure a non-violent stress. Two factors have been proposed to explain the aetiology of stress fractures: muscle fatigue, and direct muscle action. We want to point to third factor with our case report: Osteoporosis.
Makale Özeti

76.
Erkek KOAH Hastalarında Osteoporozun Değerlendirilmesi
The Evaluation of Osteoporosis in Male Patients with COPD
Hale Karapolat, Sibel Eyigör, Alev Gürgün, Yeşim Kirazlı, Özen Kaçmaz Başoğlu, Berrin Durmaz
Sayfa 0
AMAÇ: Osteoporoz, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)’ın önemli komplikasyonlarından biridir. Çalışmamızda, KOAH hastalarında, kemik mineral yoğunluğunu saptaması, kemik mineral yoğunluğu ile kemik mineral metabolizması ve hastalık ciddiyeti arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve YÖNTEMLER: KOAH tanılı 25 erkek hasta (ortalama yaş: 66±7,23 yıl) ile 29 sağlıklı erkek kontrol (ortalama yaş: 63,68±8,04 yıl) çalışmaya alındı. Hasta ve kontrol grubu, kalça (femur boyun, femur ward üçgeni) ve lomber kemik mineral yoğunluk ölçümleri (KMY), kemik mineral metabolizmasının biyokimyasal (kan kalsiyum, kan fosfor, 24 saatlik idrar kalsiyum, kreatinin klirensi, osteokalsin, deoksipiridinolin) ve hormonal belirteçleri [gonadotropinler (FSH, LH, serbest testesteron ), parathormon ) açısından değerlendirildi.
BULGULAR: KOAH ve kontrol grubu arasında kalça ve lomber bölge KMY ve T skorları açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). KOAH grubu ile kontrol grubuna göre, serbest testesteronda (p=0,008) anlamlı düşüklük saptanırken, parathormon (p=0,000) ve osteokalsin (p=0,016) değerlerinde anlamlı yükseklik olduğu görüldü. KOAH hastalarında solunum fonksiyon testleri, hastalık süresi ile lomber omurga ve femoral bölgedeki T skoru ve KMY arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05).
SONUÇ: KOAH hastalarında KMY sağlıklı kontrol grubundan farklı olmamasına rağmen bazı biyokimyasal ve hormonal belirteçlerde farklılık saptanmıştır. Osteoporoz kırıklara yol açan önemli bir komplikasyon olduğu için, riskli grubun belirlenmesi, koruyucu ve tedavi edici önlemler alınması bu yönüyle önemlidir.
OBJECTIVE: Osteoporosis is an important complication in patients with chronic obstructive pulmonary disease (COPD). The aim of this study is to determine the bone mineral density (BMD) and assess the relationship among bone mineral density, bone metabolism and the clinical data in patients with COPD.
MATERIAL-METHODS: 25 male COPD patients (mean age: 66±7.23 years) and 29 healthy male controls (mean age: 63.68±8.04 years) were enrolled into the study. COPD and control groups were assessed for hip (femoral neck and Ward’s triangle) and lumbar BMD, biochemical (blood calcium, blood phosphate, 24-hour urine calcium, creatinin clearance, osteocalcin, deoxypyridinoline) and hormonal [follicle-stimulating hormone (FSH), luteinising hormone (LH), free testosterone (sT), and parathyroid hormone (PTH)] markers.
RESULTS: No significant difference was found in BMD and T scores of hip and lumbar areas between COPD and control groups (p>0.05). When compared to the control group, COPD patients had significantly lower free testosterone (p=0.008) and significantly higher osteocalcin (p=0.0016) and PTH (p=0.00) values. Pulmonary function test and duration of disease were not correlate with lumbar and hip BMD in COPD group (p>0.05).
CONCLUSION: Although BMD did not differ in any groups, some hormonal and biochemical markers were different in patients with COPD. Because osteoporosis is considered as an important complication to cause fractures, it is important to identify the risk groups for osteoporosis and take preventive and therapeutical measures.
Makale Özeti

77.
Osteoporoz ve Osteopenili Olgularda Pulmoner Fonksiyonlar ve Yaşam Kalitesi
Pulmonary Functions and Quality of Life in Osteoporotic and Osteopenic Subjects
Özlem Solak, Fatma Fidan, İlknur Yiğit Gökçe, Ümit Seçil Demirdal, Gülderen Çalışkan, Vural Kavuncu, Mehmet Ünlü
Sayfa 0
AMAÇ: Osteoporoza bağlı vertebral kırıklar ve kifoz açısında artışa bağlı solunum fonksiyonlarında bozulmalar olabilir. Amacımız osteoporozu olan hastaların solunum fonksiyonlarını ve yaşam kalitelerini değerlendirmektir.
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmamıza polikliniğimizde takip edilen 51 osteoporoz (49 kadın, 2 erkek) ve 19 osteopenik kişi (18 kadın, 1 erkek) alındı. Katılımcıların demografik özellikleri kaydedildi, solunum fonksiyon testi (SFT) yapıldı ve dorsal lateral grafileri çekilerek Cobb açısı ölçüldü. Genel vücut ağrısı Vizüel Analog Skala (VAS) ile, yaşam kalitesi Short Form-36 (SF-36) anketi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Yaş ortalaması osteoporoz grubunda 63.3±8.7, osteopeni grubunda 55.3±7.3 yıl idi (p=0.001). Osteoporoz grubunun vücut kitle indeksi, osteopeni grubuna göre anlamlı olarak daha düşüktü (sırasıyla 28.8±5.7, 32.2±5.5, p=0.029). Osteoporoz grubunda osteopeni grubuna göre ölçülen birinci saniyedeki zorlu ekspirasyon volümü (FEV1) (sırasıyla 1.8±0.4, 2.1±0.5, p=0.018) ve ölçülen zorlu vital kapasite (FVC) (sırasıyla 2.2±0.5, 2.6±0.6, p=0.005) değerleri anlamlı olarak daha düşük bulundu. İki grup arasında diğer SFT parametreleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Ortalama Cobb açısı osteoporoz grubunda osteopeni grubuna göre daha yüksekti, ancak aralarındaki farklılık istatistiksel anlamlı bulunmadı (sırasıyla 32.7±12.4, 28.5±9.5, p=0.194). Tüm hastalar değerlendirildiğinde Cobb açısı ile SFT parametreleri arasında anlamlı korelasyon saptanmadı (p>0.05). Her iki grubun VAS ve SF-36 anketi skorları arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05).
SONUÇ: Osteoporoz grubunda osteopeni grubuna göre solunum fonksiyonlarından ölçülen FEV1 ve ölçülen FVC değerlerini anlamlı olarak daha düşük bulduk. Ancak %FEV1 ve %FVC değerleri arasında anlamlı farklılık saptamadık. Osteopeni grubunun daha genç ve daha kilolu olmasından dolayı ölçülen değerlerdeki farklılıkların oluştuğunu düşündük. Kifoz açısı ortalaması çalışmamızdaki kadar olan osteoporoz hastalarının solunum fonksiyonları ve yaşam kaliteleri osteopenik kişilerden daha kötü değildir.
AIM: Osteoporotic vertebral fractures and increased kyphotic angle may cause disturbances in pulmonary functions. Our aim was to evaluate pulmonary function and quality of life in osteoporotic patients.
MATERIAL-METHODS: Fifty-one patients with osteoporosis and 19 osteopenic subject, followed in our outpatient clinic, were included. Their demographics were recorded. All the subjects were submitted to pulmonary function test (PFT) and dorsal lateral radiography was obtained to measure Cobb angle. Global body pain was assessed using Visual Analogue Scale (VAS) and quality of life was assessed using Short Form-36 (SF-36) questionnaire.
RESULTS: The mean ages were 63.3±8.7 in osteoporosis and 55.3±7.3 in osteopenia groups (p=0.001). Body mass index of the osteoporosis group was significantly lower than osteopenia group (28.8±5.7 and 32.2±5.5, respectively, p=0.029). In osteoporosis group compared to osteopenia group, the absolute forced expiratory volume in 1 second (FEV1) (1.8±0.4 and 2.1±0.5, respectively, p=0.018) and absolute forced vital capacity (FVC) (2.2±0.5 and 2.6±0.6, respectively, p=0.005) were significantly lower. No differences were found between two groups concerning other PFT parameters. The mean Cobb angle was higher in osteoporosis group than osteopenia group, but the difference was not significant ( 32.7±12.4 and 28.5±9.5, respectively, p=0.194). When all the subjects were considered, no correlation was found between Cobb angle and PFT parameters (p>0.05). No significant difference was found between two groups in respect to VAS and SF-36 scores (p>0.05).
CONCLUSION: We found absolute FEV1 and absolute FVC significantly lower in osteoporosis group compared to osteopenia group. But we observed no differences in % predicted FEV1 and % predicted FVC. We supposed that the differences were because the subjects in osteopenia group were younger and fatter. The pulmonary functions and quality of life of the osteoporotic patients with a kyphotic angle up to studied are not worse than the osteopenic people.
Makale Özeti

78.
Postmenopozal Kadınların Kemik Mineral Yoğunluğunun Vitamin B12 Düzeyleri ile İlişkisi
Relation of Vitamin B12 levels to Bone Mineral Density of Postmenopausal Women
Nur Kesiktaş, Nurten Eskiyurt, Ayşe Karan, Semih Akı, Halim İşsever
Sayfa 0
AMAÇ: B12 vitamininin (vit-B12), hemopoetik ve sinir sistemi üzerine etkileri bilinmekle beraber, iskelet sistemi üzerine etkileri ile ilgili bilgiler azdır. Serum vit-B12 konsantrasyonu ile osteoblast fonksiyonu arasında ilişkiyi gösteren çalışmalar ve DNA sentezindeki rolü nedeni ile osteoporoz ile ilgili olabileceği düşünülerek, randomize kontrollü çalışma planlandı.
GEREÇ-YÖNTEM: Polikliniğimize kronik bel ağrısı nedeni ile başvuran yaşları 50- 65 yıl arasında 740 kişinin vit-B12 seviyeleri incelendi ve vit-B12 400pg/ml altında, üstünde olarak ayrıldı. Vit-B12 seviyesi 400 pg/ml altında saptananlardan çalışmaya alınma kriterlerine uyan 26 kişi vaka grubu olarak belirlendi. Vit-B12’si 400 pg/ml üstünde olan hastalar arasından 20 kişi kontrol grubu olarak randomizasyon ile belirlendi. Her iki grubun da kemik mineral yoğunluğu (KMY), biokimyasal ölçümleri, osteoporoz ve vit-B12 eksikliği nedenleri araştırıldı. İstatiksel değerlendirmelerde bilgisayar programı kullanıldı.
BULGULAR: Vaka ve kontrol gruplarının KMY değerleri arasında, istatiksel anlamlı fark görülmemiştir (p>0,05). Vit-B12 seviyelerini 400 pg/ml’nin üstü, 200 pg/ml altı ve 200-400 pg/ml olarak gruplandırıldığında osteodansimetrik değerlendirmeler karşılaştırıldığında, femur KMY (p< 0.05) istatiksel anlamlı farklı bulunmuştur.
SONUÇ: Bu çalışmanın bulguları vit-B12 ile osteoporoz arasında bir ilişki olabileceğini vurgulamıştır. Vit-B12 eksikliğinin ucuz ve kolay tedavi edilir bir durum olması nedeni ile vit-B12 eksikliği araştırılması gerektiğini düşünüyoruz.
AIM: Although vitamin B12 (vit-B12) is known to influence the hemopoeitic and nervous systems, little is known about the skeletal effects of vit-B12. Researchs that demonstrated an association between serum vitamin B-12 concentration and osteoblastic function and its’ role in DNA synthesis, which suggesting a relationship between osteoporosis, this randomized controlled trial were planned.
MATERIAL-METHODS: Vit-B12 levels of 740 patients aged between 50-65 years, who were applied to our outpatient clinic because of chronic low back pain were examined and divided with vitamin B-12 levels over or below 400 pg/ml. 26 participant who met all inclusion criteria with vit-B12 level below 400pg/ml were assigned to case group. Among the patients that vit-B12 levels were over 400pg/ml, 20 participants were randomly selected to control group. Bone mineral density (BMD), biochemical measurements, causes of osteoporosis and vit-B12 defiencies were investigated. A computer program was used for statistic evaluation.
RESULTS: There was not statistically significant difference between BMD’s of case and control groups (p>0,05). When the vit-B12 levels were grouped with over 400 pg/ml, below 200 pg/ml and between 200-400 pg/ml, osteodensimetric examinations of femur neck BMD (p< 0.05) were achieved statistically significant difference.
CONCLUSION: The results of this trial highlight an association of vitamin B-12 status with osteoporosis. Vit-B12 defiency is an easy and cheap treatable condition so that reason we suggest that levels of vit-B12 should be investigated.
Makale Özeti

79.
Kemik ağrısı ile seyreden Çölyak hastalığı: İki olgu sunumu
Celiac disease presenting with bone pain: Two case reports
Nural Albayrak Aydın, Kamil Yazıcıoğlu
Sayfa 0
Çölyak hastalığı ya da gluten duyarlı enteropati, ince barsak mukozasında inflamasyon ile karakterize otoimmün bir hastalıktır. Asemptomatik olabildiği gibi hematolojik, gastrointestinal sistem, kas-iskelet sistemi, sinir sistemi veya endokrin sistem tutulumu da olabilir. Çölyak hastalığında osteoporoz varlığı, henüz tanı konulmamış vakalarda tek bulgu olabilir. Çölyak hastalığının kemikler üzerindeki direk etkisi, kalsiyum ve vitamin D’ nin azalmış emilimine sekonder oluşmaktadır. Burada, ÇH ve beraberinde osteoporoza sekonder süregelen kemik ağrıları olan iki olgu sunuldu.
Celiac disease or gluten sensitive enteropathy is an autoimmune disease characterized by inflammation of the small-bowel mucosa. As can be asymptomatic, involvement of the hematologic, gastrointestinal system, musculosceletal system, nervous system or endocrine system may occur as well. The presence of osteoporosis in Celiac disease, may be the only sign of patients who have not been diagnosed yet. The direct effect of Celiac disease on bones happens secondary to decreased absorbsion of calcium and vitamin D. Here, two cases with celiac disease along with ongoing bone pain secondary to osteoporosis presented.
Makale Özeti

80.
RİSEDRONAT Tedavisinin Ağrı ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkileri
The Effects of Risedronate Treatment On The Pain and The Quality of Life
Evrim Karadağ Saygı, Özlem Özkök, Ümran Kaya, Gülseren Akyüz
Sayfa 0
AMAÇ
Osteoporoz ağrı, fiziksel yetersizlik ve yeni kırık riskinde artış ile yaşam kalitesinde bozulmaya yol açabilen bir iskelet sistemi hastalığıdır. Bu çalışmanın amacı, bir yıllık Risedronate tedavisinin 6. ve 12. aylarda ağrı ve yaşam kalitesi üzerine etkisinin araştırılmasıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmaya osteoporozu olan 80 hasta alındı ve iki gruba randomize edildi. Birinci gruptaki 37 hastaya Risedronat 35 mg haftada bir kez ve 600 mg elemanter kalsiyum ile 400IU D vitamini günde bir adet; ikinci gruba alınan 34 hastaya ise 600 mg elemanter kalsiyum ile 400IU D vitamini günde bir adet verildi. Hastalar tedavinin başlangıcında, 6. ve 12. ayda görsel analog skala, Beck depresyon ölçeği ve Nottingham sağlık profili ölçekleri ile izlendi.
BULGULAR
Ağrı düzeylerinde tedavi grubunda daha belirgin olmak üzere, 6. ve 12. aylar sonunda her iki grupta da başlangıca göre azalma saptandı. Beck depresyon skorlarındaki anlamlı düşüşün ise 6. ayda oluştuğu, 1. yıl sonunda devam ettiği gözlendi. Yaşam kalitesi testinde tedavi öncesi ve sonrasında kontrol grubunda farklılık yokken, tedavi grubunda anlamlı fark saptandı.
SONUÇ
Risedronat tedavisi ile osteoporoz hastalarının ağrı düzeylerinde azalma ve yaşam kalitesinde artış sağlanabilmektedir.
Introduction
Osteoporosis is a skeletal system disease characterised by pain, physical disability and increased fracture risk which negatively effect quality of life. The aim of this study is to investigate the effects of risedronate treatment on pain and the quality of life at 6th and 12th months.
Patients and Method
Eighty patients with osteoporosis were included the study and randomized into two groups. Thirty seven patients in the first group were given 35 mg weekly Risedronate and 600 mg elemantary calcium and 400IU vitamin D daily, 34 patients in the second group were given 600 mg elemantary calcium and 400IU vitamin D daily. Visual analogue scale, Beck depression scale and Notthingham health profile were completed to patients at the beginning of the treatment and at the end of the first year.
Results
There was significant pain relief in both groups at 6 and 12 months. However, this was more prominent in the treatment group. It was defined that the significant decrease in the Beck depression scores was occured at the 6th month and continued at the end of the first year. In the assesment quality of life test, there was no difference before and after the treatment in the control group but we obtained significant difference in the treatment group.
Conclusion
Improving the quality of life and decrease in the pain levels of the osteoporosis patients can be provided by risedronate treatment.
Makale Özeti

81.
Kemiğin biyomekanik özellikleri ve yaş ile ilişkili kırıkların biyomekaniği
Biomechanical properties of bone and biomechanics of age – related fractures
Rezzan Günaydın, Altınay Göksel Karatepe
Sayfa 0
Kırıklar, biyomekanik açıdan kemiğin yapısal yetersizliğinin sonucudur. Yetersizlik kemiğe uygulanan yüklerin kemiğin yük taşıma kapasitesini aşması sonucu oluşur. Kemiğin yük taşıma kapasitesi; geometrisine (şekil, boyut ve kemik kütlesinin dağılımı), materyal özelliklerine ve uygulanan yükün yönü ve büyüklüğüne bağlıdır. Kemik kırılganlığı; güç, kırılabilirlik ve kırık oluncaya kadar yapılan iş gibi biyomekanik parametrelerle belirlenebilir. Kırık riskini azaltma stratejileri, yaşlanma ile kırık riski artışının nedenini oluşturan hücresel, moleküler ve biyomekanik mekanizmaları anlama temeline dayanmalıdır. Bu derlemede, kemiğin biyomekanik özellikleri ve biyomekanik açıdan yaş ile ilişkili kırıkların etyolojisi güncel literatür ışığında tartışılmıştır.
From a biomechanical viewpoint, fractures are due to a structural failure of the bone. This failure occurs when the forces applied to the bone exceed its load – bearing capacity. The load – bearing capacity of a bone depends on the geometry (its size, shape and distribution of bone mass), and the material properties of a bone as well as the direction and magnitude of applied load. Bone fragility can be defined by biomechanical parameters such as strength, brittleness and work to failure. Strategies to reduce fracture risk must be based on a sound understanding of the cellular, molecular and biomechanical mechanisms that underlie the increased risk of fractures while aging. In this review biomechanics of bone and the etiology of age – related fractures from a biomechanical viewpoint have been discussed in the view of current literature.
Makale Özeti

82.
Kompleks bölgesel ağrı sendromu gelişen hastalarda demografik özellikler
Demographic features in patients with complex regional pain syndrome
Berat Meryem Alkan, Fatma Fidan, Aliye Tosun, Hatice Aksekili, Özge Ardıçoğlu
Sayfa 0
Amaç: Kompleks bölgesel ağrı sendromu (KBAS) ağrı, vasomotor ve sudomotor değişiklikler ve trofik bozukluklarla karakterize bir sendromdur. Travma ve cerrahi sonrası, sıklıkla da ekstremite kırıklarından sonra ortaya çıkar. Patogenezi halen tam olarak açıklanamamış olmakla birlikte, santral ve periferik mekanizmaların rol oynadığı, olaya nörojenik inflamasyon ve mikrovasküler fonksiyon bozukluğunun da eşlik ettiği düşünülmektedir. Travmaya maruz kalan ya da etiyolojide rol oynayan faktörlerin bulunduğu hastaların sadece bir kısmında KBAS gelişir. Her potansiyel hastada KBAS gelişmemesi bu sendroma karşı bir yatkınlık akla getirebilir. Biz de kırık sonrası KBAS-I gelişen hastalarda demografik özellikleri, KBAS’na eşlik eden mevcut sistemik hastalıkları ve bulguları kayıtlarımızdan taradık.
Yöntem ve Gereçler: Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gerçekleştirilen retrospektif çalışmada, polikliniğimize Ocak 2011 ile Haziran 2011 arasında kırık sekeli tanısıyla başvuran toplam 356 hastanın kayıtları değerlendirilmiş ve bunlardan KBAS-I tanısı konmuş olan 34 hasta çalışmaya dahil edilmiştir.
Bulgular: Polikliniğimize kırık sonrası başvuran 356 hastadan 34(%9.5)’üne KBAS-I tanısı konulmuştur. KBAS-I’ lu hastaların 10’u kadın (%29.4), 24’ü erkek ( %70.6) olup; yaş ortalamaları 46.05 yıldı. Bu hastaların 18’inde üst ekstremite kırığı (%52.9 ), 16’sında alt ekstremite kırığı (%47.1) bulunmaktaydı. Hastalarımızın kayıtlarında KBAS-I için yatkınlığa sebep olabilecek nöropsikiyatrik bozukluklar ve diğer etiyolojide rol oynayabilecek sistemik rahatsızlıklar düşük oranlarda bulundu.
Sonuç: Travmaya maruz kalan ya da etyolojide rol oynayan faktörlerin bulunduğu her potansiyel hastada KBAS gelişmemesi, bu sendroma karşı bir yatkınlık akla getirebilir. Hastalarımızda erkek cinsiyet ve üst ekstremite kırıklarında KBAS-1 riskinin arttığını belirledik. Bunun dışında KBAS’ na yatkınlığa sebep olabilecek önemli bir bulguya rastlamadık.
Aim: Complex regional pain syndrome (CRPS) is characterized by pain, vasomotor and sudomotor changes and trophic disturbances. It may develop as a result of trauma, especially extremity fractures and surgery. Although the pathogenesis of CRPS is not exactly clear explained, it has been suggested that central and periferal mechanisms play role and neurogenic inflamatuar and microvasculer functional impairmensts are accompanying to the process. Not all but some of the patients with past trauma or with other possible etiological factors develop CRPS. This suggests the presence of an individual predisposition. In this article, we searched post fractüred CRPS-I patients demographic characteristics, current systemic diseases and symptoms that accompany a CRPS in our records.
Materyal and methods: In this retrospective study conducted in Ankara Atatürk Education and Research Hospital, medical records of 356 patients admitted to physical medicine and rehabilitation outpatient clinics with fractures between January 2011 and June 2011 were evaluated and 34 patients diagnosed as CRPS-1 were included in the study.
Results: 34 of 356 patients (9.56%) with fractures were diagnosed as CRPS-1 in our outpatient clinics. Mean age of the patients was 46.05 years and 10 patients were females (29.4%) and 24 patients (70.6% ) were males. Fractures were in upper extremities in 18 patients (52.9%) and in lower extremities in 16 (47.1%) patients. Neuropsychiatric disorders and other systemic diseases that may have a role in etiology of CRPS were found in lower rates in medical records of our patients.
Conclusion: CRPS does not develop in every patients after travma who has etiologic risk factors, so it reminds that there exists a tendency to CRPS. We have observed that CRPS-1 risk was increased in male patients and in upper extremity fractures. We did not observe any other impertant factor which increases tendency to CRPS.
Makale Özeti

83.
The effect of osteoporosis-related thoracic hyperkyphosis on pulmonary function
Osteoporozla ilişkili torakal hiperkifozun solunum fonksiyonları üzerine etkisi
Oya Özdemir, Yeşim Gökçe Kutsal
Sayfa 0
Osteoporoz kemik mineral içeriğinde azalma ve kemik mikromimarisinde bozulma sonucunda iskeletin kırılganlığı ve bunun sonucunda krık riskinde artışla karakterize bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Omurganın osteoporozu ağrı, disabilite ve hayat kalitesinde azalmaya neden olmaktadır. Torasik hiperkifoz osteoporotik vertebra kırıklarının iyi bilinen bir sonucu olmasına rağmen bu durumun solunum fonksiyon bozukluğu ile ilişkisi üzerine literatürde oldukça az bilgi yer almaktadır. Bu nedenle, biz de osteoporozu olan hastalarda solunum fonksiyon bozuklukları hakkındaki mevcut literatürü gözden geçirmeyi amaçladık.
Osteoporosis is defined as a disease characterized by a decrease in bone mineral content and derangement in bone microarchitecture, leading to skeletal fragility with a consequent increased fracture risk. Osteoporosis of the spine results in pain, disability and an overall decrease in quality of life. Whereas toracic hyperkyphosis is a well-known consequence of osteoporotic vertebral fractures, there is quite less information in the literature on the concomitant association with impairments in pulmonary function. Therefore, we aimed to review the currently available literature on impairments in pulmonary function in patients with osteoporosis.
Makale Özeti

84.
Osteogenesis imperfektalı bir olguda romatoid artrit benzeri el deformiteleri
Rheumatoid arthritis-like joint deformities in a case with osteogenesis imperfecta
Özcan Hız, Levent Ediz, Mehmet Fethi Ceylan, Yasemin Özkan, İbrahim Tekeoğlu
Sayfa 0
Osteogenezis imperfekta, mezodermal dokuları tutan, kemik kütlesinde azalma ve kemik frajilitesinde artma ile karakterize bir hastalıktır. Ligamentöz laksite ve düşük enerjili travmalara bağlı gelişen kemik kırıkları, dislokasyonlara bağlı olarak gelişen eklem deformiteleri ve kontraktürler osteogenesis imperfekta seyrinde görülebilir. Bu nedenle özellikle romatoid artrit ile karışabilir. Bu yazıda osteogenesis imperfekta’ya bağlı olarak gelişen eklem deformiteleri ve yaygın eklem ağrıları nedeni ile hatalı olarak romatoid artrit tanısı almış bir olgu sunulmuştur.
Osteogenesis imperfecta is a disease that involves mesodermal tissues and characterized by decreased bone mass and increased bone fragility. Bone fractures developed due to ligamentous laxity, low energy trauma and joint deformities and contractures due to dislocations may be seen during the disease process. For that reason, it could be confused especially with rheumatoid arthritis. In this article we presented a case with osteogenesis imperfecta that misdiagnosed as rheumatoid arthritis because of joint deformities and common joint pain.
Makale Özeti

85.
Kemik Kaybı Olan Yaşlılarda Sekonder Hiperparatiroidizm ve Kemik Döngüsü
Secondary Hyperparathyroidism and Bone Turnover in Elderly with Bone Loss
Nurdan Paker, Demet Tekdöş, Metin Erbil, Betül Kaya, Çağlayan Dere
Sayfa 0
Kemik kaybı ilerleyen yaşla beraber sık görülen bir durumdur. Kan kalsiyum düzeyini ayarlayan parathormon (PTH), kalsitonin ve D vitamini metabolitleri gibi sistemik hormonların iskelet üzerine çeşitli etkileri vardır. Bu çalışmanın amacı kemik kaybı olan yaşlılarda sekonder hiperparatiroidizm (HPTH) sıklığının ve kemik döngüsü hızının araştırılması idi.
Çalışma grubu 65 yaş ve üzerindeki, kemik kaybı olan 55 kişiden (9 erkek,46 kadın) oluşuyordu. Kemik yoğunluğu DXA ile PA lomber vertebra (L1-4) ve sağ proksimal femur bölgelerinden yapıldı. Her iki bölgeden birinde T skorları <-1.5 olan kişiler çalışmaya alındı. Hastaların kırık öyküsü, yaz aylarında güneşlenme süresi ve yürüme aktivitesi sorgulandı. Vertebra kırığı lateral torakal ve lomber vertebra grafileri ile araştırıldı.Rutin kan incelemeleri yanında serum osteokalsin (OC) ve C-telopeptit tip 1 çapraz bağ (CTX) düzeylerine bakıldı. Hastaların % 70.9’unda HPTH saptandı. HPTH olan grupta, PTH düzeyi normal olan gruba göre femur boyun T skorları ile total femur KMY değerleri anlamlı olarak düşüktü (p=0.05, p=0.03). Serum OC ve CTX düzeyleri hem HPTH hem de PTH normal olan grupta yüksek idi. Femur boyun KMY değerleri ile CTX arasında negatif korelasyon vardı (r=0.321, p=0.017).
Serum PTH düzeyleri ve lomber vertebra ve proksimal femur KMY değerleri arasında bir ilişki yoktu. Serum PTH düzeyleri ile alkalen fosfataz düzeyleri arasında anlamlı pozitif ilişki bulunuyordu.
Sonuç olarak kemik kaybı olan yaşlı kişilerde sekonder HPTH ve artmış kemik döngüsü sık görülmektedir. Bu grupta yeterli kalsiyum ve D vitamini alımının sağlanması önemlidir.
Bone loss is common in the elderly.Parathyroid hormone (PTH), which regulates serum calcium levels,calcitonin and vitamin D metabolites have various effects on skeletal system. The aim of this study was to assess secondary hyperparathyroidism (HPTH) and bone turnover in elderly with bone loss.
Fifty-five patients (9 men,46 women) older than 65 years with bone loss were included in the study. Bone mineral density was measured by dual energy x-ray absorptiomety (DXA) at L1-4 vertebrae and proximal femur regions. Patients with T scores <-1.5 at one of the measurement sites were included in the study. Study subjects were assessed in terms of fracture history, sunbathing and walking activity. Routine biochemical tests, serum osteocalcin (OC) and C-telopeptide type 1 collagen (CTX) and lateral thoracal and lumbar vertebrae radyographic evaluation was performed. Our results showed that 70,9% of the patients had HPTH. Total femur BMD values and femur neck T scores were significantly lower in HPTH group than PTH normal one (p=0.05, p=0.03). Serum OC and CTX levels were higher in both groups. There was a negative correlation with femur neck BMD and CTX (r=0,321).
There was no correlation between serum PTH levels and lumbar vertebrae and proximal femur BMD values. Serum PTH and alkaline phosphatase levels showed a significant positive correlation.
In conclusion secondary HPTH and increased bone turnover is common elderly with bone loss. Adequate calcium and vitamin D intake is important the older people.
Makale Özeti

86.
Ankilozan Spondilitli Erkek Osteoporozlu Hastalarda Nazal Kalsitonin Tedavisinin Etkisi: Ön Çalışma
The Efficacy Of Nasal Calcitonin On The Treatment Of Osteoporosis In Male Patients With Ankylosing Spondylits: A Preliminary Study
Pınar Borman, Hatice Bodur, Filiz Eser, Sezin Bingöl
Sayfa 0
AMAÇ: Osteoporoz, ilerlemiş Ankilozan Spondilit (AS)'in belirgin bir özelliği olup kemik mineral yoğunluğu (KMY)'nun azalmasına, kemik yapım ve yıkımının bozulmasına ve vertebra kırık insidansında artmaya neden olur. AS'li hastalarda vertebral kırık riskindeki artışın, sekonder yaygın osteoporoza bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı osteoporozlu erkek AS hastalarında nazal kalsitoninin etkinliğini değerlendirmekti.
Hastalara ve YÖNTEMLER: Çalışmamıza AS tanılı 32 erkek hasta alındı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kriterlerine göre osteoporozu olan AS'li 11 hastaya 1 yıl boyunca günde 200 IU nazal kalsitonin verildi. Sonuç ölçütü lateral lomber KMY'deki değişiklik yüzdesi olarak belirlendi.
BULGULAR: İstatistiksel olarak anlamlı olmasa da, osteoporotik hastaların 12 aylık kalsitonin tedavisi sonrası ortalama lomber KMY değerlerinde artış gözlendi. Bir yıl içinde yeni vertebral kırık gözlenmedi. Kalsitonin iyi tolere edildi ve yan etki bildirilmedi.
SONUÇ: Çalışma grubumuz bu öncül bulguları kanıtlamak üzere küçük olduğundan, bu kronik hastalıkta uygun osteoporoz tedavisinin belirlenmesi için değişik antirezorptif ilaçların etkilerini inceleyen büyük çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
AIM: Osteoporosis is a prominent feature of advanced ankylosing spondylitis and causes decrease in bone mineral density (BMD), disturbance of bone formation and resorption and incerase in incidence of vertebral fractures. It is believed that patients with AS have an increased susceptibility to vertebral fractures due to secondary diffuse osteoporosis. The aim of this study was to evaluate the effectiveness of nasal calcitonin in male AS patients with osteoporosis.
Patients and METHODS: Thirty-two patients with AS were enrolled to our study. Nasal calcitonin 200 IU daily was given for one year to eleven patients with AS who had osteoporosis according to the The World Health Organization (WHO) criteria. The primary outcome measure was determined as the percentage of change in BMD o f lateral lumbar spine.
RESULTS: Although not statistically significant, at the end of calcitonin therapy for twelve months, increase in the mean lumbar spine BMD values of osteoporotic patients was observed. No new vertebral fracture was observed in one year. Calcitonin was well tolerated and no adverse event was reported.
CONCLUSION: As our study group was small to confirm these preliminary findings, larger studies examining the effects of different antiresorptive agents are required for determination of the appropriate treatment of osteoporosis in this chronic condition.
Makale Özeti

87.
Gebelikteki geçici kalça osteoporozu: Bir olgu sunumu
Transient osteoporosis of the hip in pregnancy: a case report
Ayşe Ekim
Sayfa 0
Geçici kalça osteoporozu, nadir görülen nedeni bilinmeyen bir hastalıktır. Bu hastalık geçicidir ve sıklıkla kalça eklemini etkilediğinden dolayı geçici kalça osteoporozu olarak tanımlanmıştır. Genellikle gebeliğin 3 trimesterindeki kadınlarda ve orta yaşlı erkeklerde görülür. Hastalar ani, şiddetli ve ilerleyici kalça ağrısı ile başvururlar ve sıklıkla bu şikayetler ambulasyonlarını engelleyecek kadar ciddidir. Geçici kalça osteoporozunun prognozu iyidir, tedavide konservatif tedavi yaklaşımları, yatak istirahati önerilir ve sıklıkla birkaç ayda şikayetler tamamen geriler. Bu makalede; gebeliğinin 3. trimesterinde tek taraflı şiddetli kalça ağrısı ile başvuran, yapılan klinik muayene ve radyolojik incelemeler sonucu geçici kalça osteoporozu tanısı alan ve konservatif yöntemler ile tedavi edilen bir olgu sunulmaktadır.
Transient osteoporosis of the hip is an uncommon disease, the cause is not known. This condition is reversible. Because generally the hip joint is effected it is named as “transient osteoporosis of the hip”. It is usually seen in women in the third trimester of pregnancy and in middle-aged men. The patients admitts with acute, severe, and progressive hip pain and these complaints are generally severe limiting their ambulations. Prognose of transient osteoporosis of the hip is good. In treatment; conservative treament approaches, bed rest is recommended and generally complaints are disappear in a few months. In this article; a case is presented which has applied with acut hip pain in one side, in the third trimester of pregnancy. The case has been diagnosed as transient osteoporosis of the hip according to clinical examination and radilogical investigation results. And cured with conservative approaches.
Makale Özeti

88.
Ortopedi Polikliniğine Başvuran Menopoza Girmiş Kadınların Bazı Özellikleri İle Kemik Mineral Yoğunluğu Arasındaki İlişki
Relationship Between Bone Minerals Density and Some Characteristics of Postmenopausal Women who Were Visiting Orthopedics Clinics
Gülendam Karadağ, Özlem Uçan, Nimet Ovayolu, Erdoğan Karadağ, Seda Torun
Sayfa 0
GİRİŞ: Menopoza girmiş kadınlarda çeşitli faktörlere bağlı olarak osteoporoz görülme sıklığı artmaktadır. Bu nedenle çalışmamız menopoza girmiş kadınların bazı alışkanlıkları ile kemik mineral yoğunluğu arasındaki ilişkiyi belirlemek amacı ile yapıldı.
METOD: Çalışma 3 Temmuz – 8 Ağustos 2006 tarihlerinde Gaziantep ilinde bulunan bir hastanede tanımlayıcı olarak yapıldı. Araştırmanın evrenini ortopedi polikliniğine başvuran tüm hastalar, örneklemini ise çalışmaya katılmaya istekli, menopoza girmiş, steroid ve kalsitonin gibi ilaçları son 1 yıldan daha uzun süredir kullanmayan 70 hasta oluşturdu. Çalışmaya başlamadan önce kurumdan ve hastalardan bilgilendirilmiş onay alındı. Araştırmanın verileri anket formu kullanılarak toplandı. Kemik mineral yoğunluğu Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına bağlı olarak normal (t>-1.0), osteopenik (t<-1.0 ve >-2.5) ve osteoporoz (t<-2.5) olarak gruplandırıldı. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde SPSS programı kullanılarak yüzdelik, ki-kare ve student t test analizleri yapıldı.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalamasının 61.5±10.4 yıl olduğu, %82.4’ünün düzenli güneş ışığı almadığı, %95.7’sinin düzenli spor yapmadığı belirlendi. Hastaların %41.4’ünün haftada 2-3 defa süt tükettiği, %98.6’sının daha önce kalsiyum tedavisi almadığı belirlendi. Hastaların %41.4’ün de osteopeni, %24.3’ünde osteoporoz olduğu ve yaş arttıkça osteopeni-osteoporoz görülme sıklığının arttığı saptandı (p<0.05). Hastaların sosyodemografik özellikleri, beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzları ile kemik mineral yoğunluğu arasında anlamlı bir ilişki bulunmadığı belirlendi (p>0.05).
SONUÇ: Hastaların büyük bir bölümünün düzenli spor yapmadığı, yaş arttıkça osteoporoz riskinin arttığı belirlendi. Bu nedenle özellikle menopoza girmiş kadınlara osteoporozun önlenmesi için gerekli konularda eğitim verilmesi önerilebilir.
INTRODUCTION: Frequency of osteoporosis that depending different factors in postmenopausal women is increase. So our study was done to determine the relationship between some habits of the postmenopausal women and bone mineral density.
METHOD: The study was done as descriptive a hospital in Gaziantep between the dates 3 July - 8 August, 2006. The comprehension of the study is all patients who applied to orthopedics clinics, and sampling consists of 70 patients who wanted to join study, and postmenopausal, hadn’t taken steroid and calcitonin treatment more than last one year. Before study, informed approwal was taken from patients and institution. Data of the study were collected using questionnaire form. Density of bone minerals was grouped according to the standarts of WHO as normal (t>-1.0), osteopenic (t<-1.0 and -2.5), and osteoporosis (t<-2.5). In analyzing of the obtained data percentages, chi-square and student t test were done by using SPSS programme.
RESULTS: It was found that the age mean of patients was 61.5+10.4 years, 82.4% percent of the patient weren’t exposed to sunlight, 95.7% of didn’t make sports regularly, 41.4% of the patients consumed milk 2 or 3 times a week, 98.6% of them didn’t take calcium treatment. 41.4% of them had osteopenia, and 24.3% of them had osteoporosis. The frequency of osteopenia-osteoporosis is higher at women are getting older (p<0.05). There wasn’t a significant relationship between bone minerals density, socio-demographic characteristics, life-style and nutritional habits of patients (p>0.05).
CONCLUSION: It was seen that majority of patients didn’t make sports regularly, and the risk of having osteoporosis was higher who were getting older. For this reason, it can be suggested that to prevent osteoporosis especially in postmenopausal women necessary education should be given.
Makale Özeti

89.
Sekonder osteoporoz nedeni Marfan Sendromu: Olgu sunumu
Secondary Osteoporosis as a result of Marfan Syndrome: a case report
Beril Doğu, Jülide Öncü, Hülya Şirzai, Figen Yılmaz, Banu Kuran
Sayfa 0
Marfan sendromu (MFS) 15. krozomdaki fibrillin-1 gen mutasyonu sonucu gelişen otozomal dominat bir hastalık olup, kas-iskelet sistemi, kardiyovasküler, oküler ve nörolojik sistem problemlerine sebep olan multisistemik bir bağ dokusu hastalığıdır. MFS ayrıca sekonder osteoporoz nedeni olup, kemik mineral yoğunluğunda (KMY) azalma ve kırık riskinde artışa yol açar. Bu yazıda bel ve sağ bacakta ağrı yakınması ile polikliniğimize başvuran 29 yaşındaki erkek hastanın yapılan KMY ölçümünde azalma tespit edilmesi nedeniyle MFS’nin sekonder osteoporoz nedenlerinden biri olduğuna ve osteoporoz gelişiminin sebeplerine dikkati çekmek amaçlanmıştır.
Marfan syndrome (MFS) is an autosomal dominant disorder developing as a result of mutation of fibrillin-1 gene located on chromosome 15. This collagen vascular disease causes multisystem abnormalities involving musculoskeletal, cardiovascular, ocular, and neurologic systems. MFS also causes secondary osteoporosis, and leads to a decrease in bone mineral density (BMD), and an increase in fracture risk. In this report, we aimed to point out that due to the decrease in BMD in a 29 year old male patient who referred to our outpatient clinics with complaints of low back, and right leg pain MFS is a cause of seconder osteoporosis and the reason for developing osteoporosis in general.
Makale Özeti

90.
İlaca Bağlı Osteoporoz
Drug Incuded Osteoporosis
N. Kutay Ordu Gökkaya, Yeşim Gökçe Kutsal
Sayfa 0
İkincil osteoporoz nedenleri arasında hastalıklar ve ilaçlar önemli yer tutmaktadır. Özellikle kronik hastalıkların önlenmesi, kontrol altına alınması ve tedavisine yönelik olarak uzun süre kullanılan bazı ilaçların ikincil osteoporoz oluşumunda rol oynadığı bilinmektedir. Kemik metabolizmasını çeşitli şekillerde etkileyen bu ilaçlar, kişilerde osteoporoza yol açmakta ve osteoporoz birincil hastalığın gölgesinde uzun yıllar asemptomatik olarak saklanarak ilerleyen zaman içinde komplikasyonlara neden olmaktadır. İkincil osteoporoz nedenlerinin önemli kısmını oluşturan ilaçların etki mekanizmalarının bilinmesi osteoporozdan korunma ve erken tanı açısından önemlidir. Makalede ikincil osteoporoza neden olan; alüminyum içeren antiasitler, antidiabetikler, antiepileptikler, antikansorejenler, antikoagülanlar, antihipertansifler, glukokortikoidler, immünsüpresifler, proton pompa inhibitörleri, selektif serotonin geri alım inhibitörleri ve tiroid hormonlarının etki mekanizmalarına detaylı olarak yer verilmiştir.
Drugs and diseases play an important role among the causes of secondary osteoporosis. Especially some drugs, which are used for the treatment, prevention, and control of certain chronic diseases are the causes of secondary osteoporosis. These drugs affecting bone metabolism in various ways, lead to asymptomatic osteoporosis which hides under the shadow of the primary disease and cause several complications later in time. The knowledge of the mechanisms of these drugs is important from the point of prevention and early treatment of osteoporosis. In this article the mecanisms of antacids containing aluminum, antidiabetics, antiepileptics, antineoplastics, anticoagulants, antihypertensives, glucocorticoids, immunosuppresants, proton pump inhibitors, selective serotonin reuptake inhibitors and thyroid hormones which cause secondary osteoporosis are given in details.
Makale Özeti

91.
Postmenopozal Osteoporozda Vertebral Kırıkların Yaşam Kalitesine Etkisi
The Impact of Vertebral Fractures on Quality of Life in Postmenopausal Osteoporosis
Hakan Nur, N. Füsun Toraman
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışmanın amacı postmenopozal osteoporozda vertebral kırıkların yaşam kalitesi üzerine etkisini araştırmaktı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 158 postmenopozal kadın hasta alındı. Lomber omurga ve proksimal femurdan dual enerji X-ray absorbsiyometri (DEXA) yöntemi kullanılarak kemik mineral yoğunluk (KMY) ölçümleri yapıldı. Vertebral kırık değerlendirilmesi için dorsal ve lomber lateral grafiler çekildi. Tüm vertebralarda ön, orta ve arka yükseklikler ölçülerek komşu vertebraya göre %20 yükseklik kaybı gösteren vertebralar kırık olarak adlandırıldı. Yaşam kalitesi Avrupa Osteoporoz Kurumu Yaşam Kalitesi Anketi (QUALEFFO) kullanılarak değerlendirildi. Hastalar KMY ve vertebral kırık durumlarına göre osteopeni, vertebral kırığı bulunmayan osteoporoz ve vertebral kırığı bulunan osteoporoz olmak üzere 3 gruba ayrıldı.
Bulgular: Vertebral kırığı olan grubun yaş ve menopoz süreleri diğer gruplardan anlamlı düzeyde yüksekti (p<0.01). Lomber omurga, femur boyun ve total t skorları osteoporoz grubunda ve vertebral kırığı olan osteoporoz grubunda osteopeni grubundan daha düşüktü (p<0.01). Yaşam kalitesi değerlendirmesinde vertebral kırığı olan grubun fiziksel fonksiyon, genel sağlık değerlendirmesi, mental fonksiyon ve toplam QUALEFFO değerleri osteopeni grubundan, genel sağlık değerlendirmesi ve toplam QUALEFFO değerleri vertebral kırığı bulunmayan osteoporoz grubundan anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p<0.05).
Sonuç: Bu çalışmada vertebral kırığı bulunan osteoporotik kadınların yaşam kalitesinin vertebral kırığı olmayan osteoporotik ve osteopenik kadınlardan anlamlı düzeyde düşük olduğu bulundu. Osteoporotik ve osteopenik gruplar arasında ise anlamlı fark yoktu. Postmenopozal osteoporotik kadınlarda KMY’daki değişimlerden daha çok vertebral kırıklar yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Aim: The aim of this study was to investigate the impact of vertebral fractures on quality of life in postmenopausal osteoporosis.
Material and Methods: 158 postmenopausal women were included in this study. Lumbar spine and proximal femur bone mineral density (BMD) were measured by dual energy X-ray absorptiometry (DEXA). Dorsal and lumbar lateral radiographs were taken to evaluate vertebral fractures. Anterior, middle and posterior segment heights were measured and the vertebra having 20 percent height loss compared to neighboring vertebra was accepted to be fractured. Quality of life was evaluated using the Quality of Life Questionnaire of the European Foundation of Osteoporosis (QUALEFFO). The patients were divided into three subgroups as osteopenia, osteoporosis without vertebral fracture and osteoporosis with vertebral fracture according to BMD and vertebral fracture status.
Results: Age and duration of menopause of the group with vertebral fracture were significantly higher than the other groups (p<0.01). Lumbar spine, femoral neck and total t scores in the osteoporosis and osteoporosis with vertebral fracture groups were lower than those in the osteopenia group (p<0.01). In the assessment of quality of life, physical function, general health perception, mental function and total QUALEFFO scores in the group with vertebral fracture were significantly higher than those in the osteopenia group, while the general health perception and total QUALEFFO scores of the same group were significantly higher than those of the osteoporosis group without vertebral fracture (p<0.05).
Conclusion: The quality of life of osteoporotic women with vertebral fracture was significantly lower than the osteoporotic women without vertebral fracture and osteopenic women, while there was no significant difference between osteoporotic and osteopenic groups. In postmenopausal osteoporotic women vertebral fractures have more adverse effects on quality of life rather than the changes in BMD.
Makale Özeti

92.
Osteoporozlu Hastalarda Bifosfonatların Devamlı veya Aralıklı Kullanımının Kırık, Kemik Yoğunluğu Ve Biyokimyasal Parametrelere Etkisi
The Effects Of Bisphosphonates Used Continually Or Intermittently On Fractures, Bone Mineral Density And Biochemical Parameters In Osteoporotic Patients
Alev Çevikol Demirel, Ebru Umay, Özgür Zeliha Öztürk Karaahmet, Özlem Çelik Avluk, Aytül Çakcı
Sayfa 0
Giriş: Bu çalışmanın amacı, 5 yıl bifosfonat tedavisi verilen osteoporozlu hastalarda ilaç kullanımının bırakılmasının yeni kırık oluşumu, kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve biyokimyasal parametrelere etkisini değerlendirmekti.

Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya, osteoporoz polikliniğimizde takip edilen ve 5 yıl bifosfonat tedavisi uygulanan 39 hasta dahil edildi. Hastalar, demografik özellikler, osteoporoz risk faktörleri, tanı sırasında ve son ölçülen lomber ve femur total T skorları, bifosfonat kullanım süreleri, görülen yan etki profili ve tedavinin sürekliliği bakımından sorgulandı. Serum kalsiyum, fosfat, alkalen fosfataz ile 24 saatlik idrarda kalsiyum ve fosfat düzeylerine bakıldı. Hastalar, tanıdan itibaren devamlı bifosfonat tedavisi görenler (grup 1) ve çeşitli nedenlerle bir süre ilaç tedavisini bırakıp, aralıklı uygulayanlar ( grup 2) olmak üzere 2 gruba ayrıldı.

Bulgular: Tanı sonrası bifosfonat tedavisine kesintisiz devam eden hasta sayısı (grup 1) 11 (%28.2) iken, 5 yıl ilacı kullanıp, bir süre bırakan hasta sayısı (grup 2) 28 (%71.8) idi. Grup 2’de ilaca ara verme süresi 1.25±0.63 yıl olarak bulundu. Gruplar arası yapılan karşılaştırmada DEXA ölçümleri, biyokimyasal parametreler ve klinik olarak tanımlanmış yeni kırık oluşumu arasında istatistiksel bir farklılık saptanmadı.
Sonuç: Bifosfonat tedavisi 5 yıl düzenli ve devamlı kullanıldığında klinik olarak tanımlanmış yeni kırık oluşumu, DEXA ve biyokimyasal parametreler üzerindeki etkinliği devam etmektedir.
Introduction:
The aim of this study was to evaluate the effects of bisphosphonates on new fracture development, bone mineral density and biochemical parameters in osteoporotic patients who were treated with these drugs for 5 years.
Material-Method:
Thirty nine patients from our osteoporosis outpatient clinic, using bisphosphonates treatment for 5 years were included in this retrospective study. The patients were questioned in terms of demographic features, osteoporosis risk factors, spine and total hip BMD scores measured during the diagnosis and the last follow-up, duration of bisphosphonates use, adverse-effect profile and compliance to the treatment. Serum calcium, phosphorus, alkaline phosphatase levels and 24 houred-urine calcium level were examined. Patients were divided into 2 groups as the patients who were using bisphosphonates continually after diagnosis were group 1 and the patients left using bisphosphonates for some time because of several reasons treated intermittently were group 2.

Results:
After the diagnosis, 11 (28.2%) patients received bisphosphonate treatment continually (Group 1) while 28 (71.8%) used the treatment intermittently (Group 2) for 5 years. The break in bisphosphonate use in Group 2 was 1.25±0.63 years. No statistical differences were determined between the 2 groups with respect to DEXA measurement, biochemical parameters or new fracture development identified clinically (p>0.05).

Conclusion:
Efficacy of bisphosphonates on new fracture development identified clinically, biochemical parameters and DEXA measurement was sustained in patients using bisphosphonates regularly for 5 years, even when treatment was interrupted for approximately 1.5 years.
Makale Özeti

93.
197 Hastada DXA ve Osteoporoz Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Dual Energy X Ray Absorbsiometry and Osteoporosis Risk Factors in 197 Patients
Şirin Raife Çoban, Canan Gücük Tezel, Afitap İçağasıoğlu, Nesrin Canik Baysal, Ayşen Karabulut, Hatice Şule Taşkıngül
Sayfa 0
AMAÇ: Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniklerinde takip edilen 197 hastanın, osteoporoz risk faktörleri, DXA ölçümleri, dorsolomber radyografileri ve laboratuar tetkikleri yönünden incelenmesi.
GEREÇ-YÖNTEM: Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniklerinde takip edilmekte olan ve yaşları 37 ila 78 arasında olan 197 hastanın kesitsel değerlendirilmesi yapılmıştır. Hastaların yaşam biçimleri ve beslenmedeki kalsiyum, kafein, alkol alımı, sigara tüketimi, menarş yaşı, doğum sayısı, menopoz süresi, fiziksel aktivite düzeyi gibi risk faktörleri yönünden sorgulamaları; dorsolomber AP- lateral radyografi ve laboratuar tetkikleri ve DXA ile lomber-femoral kemik mineral yoğunluğu ölçümleri gerçekleştirilmiştir.Dünya Sağlık Örgütü’nün T skorları kriterlerine göre osteoporoz, osteopeni sınıflandırılması yapılmıştır. Pearson korelasyon analizi ve ANOVA istatistiksel yöntem olarak kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalamaları 59,24±8,33 olarak bulundu. Vücut Kitle İndeksi 26,42±3,99 idi. Güneş ile temas, yaşam biçimi, beslenme, menarş yaşı, doğum sayısı, daha önceki kırık, kompresyon fraktürü bulunması ile T skorları arasında anlamlı ilişki tespit edilmedi. Hastaların yaşları ile femur boynu T skorları arasında, vücut kitle indeksleri ile her 2 bölgeden yapılan T skoru ölçümleri arasında, menopoz süreleri ile femur boynu T skorları arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulundu (p<0,005).
SONUÇ: Osteoporoz tanısında altın standart olan DXA ölçümleri ile minimal risk faktörleri arasında istatistiksel boyutta anlamlı ilişki tespit edilemedi. Yaş, vücut kitle indeksi, menopoz süresi ise BMD değerleri ile ilişkili olarak tespit edildi.
AIM: To examine the risk factors for osteoporosis, dual energy X ray absorbsiometry (DXA) measures, dorsolomber radiographics and laboratory analysis of 197 patients which followed in Goztepe Education and Research Hospital Physical Medicine and Rehabilitation Policlinics.
MATERIAL-METHOD: 197 patients, ages between 37-78, which followed in Physical Medicine and Rehabilitation Policlinics, cross-sectionally evaluated. Patients interrogated about risk factors like life style, calcium-caffeine-alcohol consumption in nutrition, cigarette smoking, age ot menarch, number of births, time of menopause, physical activity levels and their dorsolomber AP-lateral radiograpichs, laboratory analysis and bone mineral density measures with DXA has done. Osteoporosis-osteopenia classification has done by the T score criterias of World Health Organisation. Pearson correlation analysis and ANOVA has used as statistical method.
RESULTS: Mean age was 59,24±8,33. Mean body mass index was 26,42±3,99. A significant correlation did not found between life style, nutrition, age of menarch, number of births, early fracture, compression fracture, sunbathe and T scores. A statistically significant correlation has found between age and femur neck T scores; body mass index and lomber-femoral T scores; time of menopause and femur neck T scores (p<0,005).
CONCLUSION: A significant correlation did not found between the minimal risk factors and DXA measures. Age, body mass index and time of menopause has found related to bone mineral density measures.
Makale Özeti

94.
Osteoporozlu hastalarda D vitamini düzeyleri
Vitamin D levels in patients with osteoporosis
Memet Kurt, İsmail Cömertoğlu, Ümit Sarp, Peyman Yalçın, Gülay Dinçer
Sayfa 0
Amaç: Bu çalışma ile hastanemiz osteoporoz izlem polikliniğine başvuran hastaların D vitamini düzeylerini saptamak ve ilişkili parametreleri belirlemek istedik.
Gereç ve Yöntem: İbn-i Sina Hastanesi osteoporoz izlem polikliniğinde 2003-2011 yılları arasında takipli 940 hastanın dosyaları üzerinden retrospektif olarak yaş, cinsiyet, meslek, eğitim düzeyi, menapoz durumu ve yaşı ile başvuru anındaki D vitamini düzeyleri kaydedildi. D vitamini düzeyleri 4 gruba ayrıldı: 30-80 mcg/L, yeterli (sufficient); 21-30 mcg/L, yetersiz (insufficient); 11-20 mcg/L, eksik (deficient); 0-10 mcg/L, osteomalazik (osteomalasic) kabul edildi. D vitamini düzeyi, her bir parametreyle istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 61.0 ± 10.8 (23-89) yıl idi. Bu hastalardan 867’si (%92.2) kadın, 73’ü (%7.8) erkekti. Hastaların büyük çoğunluğu ev hanımıydı (%72.6). Hastaların eğitim düzeyi genelde ilkokuldu (%45.6). Hastalardan menapoza girenlerin sayısı 777 (%82.7) ve ortalama menapoz yaşı 45.69 ± 6.16’ydı. Hastaların D vitamini düzeyleri ortalaması 26.13 ± 18.62 mcg/L idi. D vitamini düzeyine göre grupladığımızda yaklaşık %70’inin normalin altında kaldığı görüldü. Osteomalazik düzeyde değerleri olan hasta %16.3’tü. D vitamini düzeyi yeterli olan hasta %31.5’ti. D vitamini düzeyiyle cinsiyet arasında anlamlı fark bulundu ve kadınlarda D vitamini daha düşük saptandı (χ2 =9.63, p=0.022). D vitamini düzeyinin meslek, eğitim düzeyi, yaş ve menapoz süresi ile bir ilişkisi bulunamadı.
Sonuç: Osteoporoz izlem polikliniğimize başvuran hastalarda D vitamini düzeyleri % 70’e yakın oranda normalin altında bulundu. Ayrıca kadınlarda D vitamini düzeyi anlamlı biçimde daha düşük saptandı. Bu konuda risk faktörlerine odaklı ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: D vitamini, osteoporoz, cinsiyet
Summary
Objective: In this study, we aimed to determine vitamin D levels and related parameters of patients referring to our osteoporosis follow-up clinic.
Materials and Methods: Age, gender, occupation, education level, menopausal state, menopause age and vitamin D levels on admission were recorded retrospectively from files of 940 patients, who had been followed between years 2003-2011 at İbn-i Sina osteoporosis follow-up clinic. Vitamin D levels divided into four groups and accepted as 30-80 mcg/L sufficient, 21-30 mcg/L insufficient, 11-20 mcg/L deficient and 0-10 mcg/L osteomalasic. Results: Mean age of the 940 patients was 61.0 ± 10.8 (23-89) years. 867 (92.2%) were women and 73 (7.8%) were men. Most of the patients were housewife (72.6%). Educational level of the patients was usually primary school (45.6%). The number of menopausal patients was 777 (82.7%) and mean menopause age was 45.69 ± 6.16. The mean vitamin D level of the patients was 26.13 ± 18.62 mcg/L. When we grouped patients according to vitamin D levels, approximately 70% were below normal. Patients who had osteomalasic levels were 16.3%. Patients with sufficient vitamin D levels were 31.5%. There was significant difference between sex and vitamin D levels and it was lower in women (χ2=9.63, p=0.022). No relation found between occupation, education level, age, menopause time and vitamin D levels.
Conclusion: Approximately 70% of the patients admitting to our osteoporosis follow-up clinic had vitamin D levels lower than normal. In addition, it has been found that vitamin D levels were significantly lower in women. There is advanced need to studies focusing on risk factors.
Key Words: vitamin D, osteoporosis, gender
Makale Özeti

95.
Karpal tünel sendromu tedavisinde fizik tedavi modalitelerinin yeri: Derleme
The role of pyhsical therapy modalities in the treatment of the carpal tunnel syndrome: A review of the literature
Sevgi İkbali Afşar, Banu Sarıfakıoğlu, Şeniz Akçay Yalbuzdağ
Sayfa 0
Karpal tünel sendromu (KTS), median sinirin el bileğinde karpal tünelde kompresyonu sonucu en sık görülen tuzak nöropatidir. KTS’ye neden olan birçok hastalık olmasına rağmen genellikle idiopatiktir.
KTS’nin tedavisinde konservatif yöntemler arasında; istirahat splintleri, steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaçlar, lokal steroid enjeksiyonu ve fizik tedavi yer alır. Fizik tedavi modaliteleri içinde literatürde en fazla ön plana çıkan terapötik ultrason ve düşük doz lazer tedavisidir. KTS, en iyi tanımlanmış ve üzerinde en çok araştırma yapılan tuzak nöropati olmasına rağmen, tedavide kullanılan bu yöntemlerin etkinlikleri ve birbirlerine üstünlükleri tartışmalıdır.
Bu derlemede, KTS tedavisinde uygulanan konservatif tedavi seçenekleri arasından fizik tedavi modaliteleri ve bunların etkinlikleri incelenerek, etkin tedavi yöntemlerinin ortaya konması amaçlanmıştır.
Carpal tunnel syndrome (CTS) is the most common entrapment neuropathy caused by the compression of the median nerve at the wrist in the carpal canal. Although many diseases cause CTS, the etiology is usually idiopathic.
There are various conservative treatment options including wrist splinting, nonsteroidal antiinflammatory drugs, local steroid injection and physical therapy modalities. The most prominent physical therapy modalities in the literature are therapeutic ultrasound and low-level laser therapy. Although CTS is the most well-defined and studied entrapment neuropathy, the effectiveness of the treatment modalities and superiority to each other is still controversial.
In this review, the use of physical therapy modalities as the conservative treatment options of CTS are thoroughly examined and the most effective treatment methods are intended to reveal.
Makale Özeti

96.
Osteoporozlu Hastalarda Dual Enerji X-Ray Absorbsiyometri Değerleri İle Kantitatif Ultrasonografi Değerlerinin Karşılaştırılması
Comparison Of Dual Energy X-Ray Absorptiometry And Quantitative Ultrasonography Measurements In Osteoporotic Patients
Şule Tütün, Derya Saylık, Levent Özgönönel, Esra Çetin, Gülis Kavadar, Şeyma Tolga, Şafak Günaydın
Sayfa 0
Osteoporoz (OP) düşük kemik kitlesi ve kemik dokusunun mikromimarisinde bozulma ile karakterize, sistemik bir iskelet hastalığıdır. Kantitatif ultrasonografik (KUS) değerlendirmelerin doğruluk ve tutarlılığının yüksek olduğu ile ilgili çok sayıda çalışma literatürde yer almakta ancak son zamanlarda KUS değerlerinin Dual Enerji X-Ray Absorbsiyometri( DEXA) değerleri ile karşılaştırıldığı çalışmalar dikkat çekmektedir. Biz bu çalışmamızda 53 postmenopozal kadın hastada KUS ile DEXA değerleri arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığını araştırdık. KUS T skorları ile DEXA L2-L4 T skorları arasında anlamlı uyumluluk vardı (r=0.463 p=0.000 p<0.005). KUS z skorları ile DEXA L2-L4 Z skorları arasında anlamlı uyumluluk vardı (r=0.589 p=0.000 p<0.005), KUS T skorları ile DEXA femur boyun t skorları arasında anlamlı uyumluluk vardı (r=0.4637 p=0.000 p<0.005), KUS Z skorları ile DEXA femur boyun Z skorları arasında anlamlı uyumluluk vardı (r=0.418 p=0.000 p<0.005). Sonuç olarak bizim çalışmamız postmenopozal dönemdeki kadınların KUS değerleri ile DEXA değerlerinin korele olduğunu göstermiştir
Osteoporosis (OP) is a skelatal disease of bone fragility resulting from micro-architectural deteriotarion and decreased bone mass.There are many studies in literature that show high sensibility and specifity of quantitative ultrasonography (QUS). Recently many comparatives studies of QUS and dual energy X-ray absorbtiometry (DEXA) have been made. In this study we aimed to investigate correlation of QUS and DEXA measurments. 53 women with postmenopausal osteoporosis were enrolled in this study. There was a significant correlation between QUS T scores and DEXA L2-L4 T scores (r =0.463 p=0.000 p<0.005), there was a significant correlation between QUS Z scores and DEXA L2-L4 Z scores (r =0.589 p=0.000 p<0.005 ), there was a significant correlation between QUS T scores and DEXA femur neck T scores (r =0.463 p=0.000 p<0.005 ), there was a significant correlation between QUS Z scores and DEXA femur Z scores (r =0.418 p=0.000 p<0.005). Consequently QUS results were correlated with DEXA results in postmenopausal osteoporotic patients.
Makale Özeti

97.
Ülseratif kolitli bir hastada sakral yetersizlik kırığı: Olgu sunumu
Sacral insufficiency fracture in a patient with ulcerative colitis: case report
Ali Erhan Özdemirel, Barış Nacır, Aynur Karagöz, Burcu Duyur Çakıt, Hatice Rana Erdem
Sayfa 0
Sakral yetersizlik kırığı (SYK), birincil olarak travma öyküsü olmayan yaşlı kadınlarda ortaya çıkan bir stres kırığı türüdür. SYK genellikle nonspesifik pelvik ya da bel ağrısı şeklinde kendini gösterir ve genellikle gözden kaçmaktadır. SYK kemik direncini azaltan ve SYK gelişimine zemin hazırlayan postmenopozal osteoporoz, steroide bağlı osteoporoz ve romatoid artriti içeren durumlara ikincil olarak ortaya çıkar. Ülseratif kolit (ÜK), osteoporoz gelişimi için bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir, ancak daha önceleri ÜK’sı olan hastalarda SYK bildirilmemiştir. Burada konservatif tedavi ile başarılı bir şekilde tedavi edilen SYK’sı olan ÜK’lı bir olgu sunulmuştur.
Sacral insufficiency fracture (SIF) is a type of stress fracture that occurs primarily in elderly women without definite trauma history. SIF generally present as non-specific pelvic or low back pain and are often overlooked. SIFs are secondary to a number of conditions including postmenopausal osteoporosis, steroid-induced osteoporosis and rheumatoid arthritis which decrease bone resistance and predispose the development of SIFs. Ulcerative colitis (UC) is recognized as a risk factor for development of osteoporosis, but the occurrence of sacral insufficiency fractures (SIFs) in patients with UC has not previously been well emphasized. We presented here an UC patient with a SIF, who was treated with conservative approach successfully.
Makale Özeti

98.
Romatoid Artritli Kadın Hastalarda Kemik Mineral Yoğunluğu ve Etkileyen Faktörler: Kontrollü Çalışma
Bone Mineral Density in Women with Rheumatoid Arthritis and Related Factors: Controlled Study
Nurdan Paker, Derya Soy, Zeynep Akcan, Demet Tekdöş, Feride Sabırlı
Sayfa 0
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı romatoid artritli (RA) kadın hastalarda kemik mineral yoğunluğunun (KMY) sağlıklı kontrol grubunun değerleri ile karşılaştırması; kemik kaybı ile ilişkili faktörlerin araştırılmasıdır.
YÖNTEM: Çalışmaya RA’sı olan 60 kadın hasta ve uygun yaşta 50 sağlıklı kadın alındı. Hastaların demografik özellikleri, DAS 28 ve HAQ skorları kaydedilmiştir. Rutin biyokimyasal incelemeleri yapılmıştır. Kemik yoğunluğu lomber bölge, total femur DEXA (Lunar Dpx pro, Wisconsin, Madison) kullanılarak ölçüldü. Z skoru≤ -1 azalmış KMY olarak değerlendirilmiştir. İstatistik analiz SPSS paket programı ile yapılmıştır. Karşılaştırmalarda ki kare, t testi ve ANOVA kullanılmıştır.
BULGULAR: Hasta grubunda yaş ortalaması 51 yıl, hastalık süresi 77 ay idi. RA’lı hasta grubunda kemik yoğunluğu hem lomber bölgede hem de kalçada kontrol grubuna göre düşüklük göstermekle birlikte sadece lomber bölgedeki kemik yoğunluğu azalması istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). RA’lı hastalarda lomber bölge ve kalçadaki azalmış KMY oranları sırası ile % 31.6 ve % 21.6; osteoporoz oranları lomber bölge ve total femurda sırasıyla % 13,3 ve % 5 olarak belirlenmiştir.
RA’lı hasta grubunda kemik yoğunluğu ile fonksiyonel kapasite, yaş ve vücut ağırlığı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0,05).
SONUÇ: Çalışmamızda RA’lı kadın hastalarda lomber bölge kemik yoğunluğu kontrol grubuna göre istatistiksel olarak belirgin azalma göstermiştir. Kemik yoğunluğu ile yaş, vücut ağırlığı ve fonksiyonel kapasite arasında ilişki bulunmuştur.
AIM: The aim of this study was to analyse bone mineral density (BMD) in the patients with rheumatoid arthritis (RA) and to compare the results with those of control group’s; to investigate the bone loss related factors.
METHOD: Sixty women with RA and 50 healthy subjects were included in the study. Control group consisted of age, sex and body mass matched healthy subjects. Bone density was measured at lumbar spine and proximal hip by DEXA (Lunar Dpx pro, Wisconsin, Madison). Demographic characteristics, DAS 28 and Health Assessment Questionnaire (HAQ) scores were enrolled. Z score ≤ -1 was accepted as reduced BMD. Statistical analysis was performed with SPSS package program. Chi square test, t test and ANOVA were used for comparison.
RESULTS: Mean age was 51 years and disease duration was 77 months in the patient group. BMD at lumbar spine and hip in the RA patients was lower than those controls, but bone loss only lumbar spine was statistically significant higher in patient group (p<0,05). In the patient group the rate of reduced BMD at lomber spine and total femur were % 31.6 and % 21.6; the rate of osteoporosis at lomber spine and total femur were % 13,3 and % 5, respectively. Bone density showed significant correlation with functional capacity, age and weight in the patient group (p<0,05).
CONCLUSION: In this study bone density at lumbar spine in women with RA was significantly lower than the control’s. Bone loss showed relation with age, weight and physical capacity.
Makale Özeti

99.
Steroide Bağlı Osteoporoz
Steroid Induced Osteoporosis
Işıl Karataş-berkit, Yasemin Turan, Ömer Faruk Şendur
Sayfa 0
Steroide bağlı osteoporoz, ilaca bağlı osteoporoz sebepleri arasında en yaygın görülenidir. Steroid kullanımına bağlı deri, göz gibi organları ve kas iskelet sistemi, santral sinir sistemi, endokrin sistem, kardiyovasküler sistem, immun sistem ve gastroentestinal sistem gibi birçok sistemi etkileyen yan etkiler bulunmaktadır. Ancak bu yan etkilerin en yaygın ve en ciddi olanı ise kemik kaybına bağlı gelişen osteoporozdur. Kemik kaybı oranı steroid dozu ve kullanım süresine göre değişmektedir. Uzun dönem steroid kullanan hastaların %30-50’sinde kırık ortaya çıktığı bilinmektedir. Birçok insan steroid tedavisi altındadır. Fakat osteoporoz ve kırık riski açısından bir tedavi almamaktadırlar. Bu sebeple bu derlemede, steroid kullanımına bağlı osteoporoz fizyopatolojisi, tanı yöntemleri, korunma ve tedavi stratejileri sunulmuştur.
Steroid induced osteoporosis is the most prevalent form of drug induced osteoporosis. The usage of steroid therapy has various side effects which are associated with organs as skin, eye and many systems such as musculoskeletal system, cantral vervous system, endocrin system, cardiovascular system, immune system and gastrointestinal system. However the most common and serious of these side effects is bone loss leading to osteoporosis. The ratio of bone loss changes according to duration and dosage of steroid use. It is known that fractures occur in %30 to %50 of patients receving long-term steroid therapy. Many people undergo steroids therapy but they are not treated for osteoporosis and fracture risk. Therefore pathophysiology, diagnostic methods, prevention and treatment strategies of steroid induced osteoporosis presents in this review.
Makale Özeti