Cilt: 12  Sayı: 1 - Nisan 2022
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Tam Dergi
Full Issue

Sayfalar I - II
DOWNLOAD

ORIJINAL ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Gebelerde Travmaya Bağlı Tibia Kırıklarının Analizi
Analysis of Tibial Fractures and Treatment After Trauma in Pregnant Women
Ali Erkan Yenigül, Nefise Nazlı Yenigul
doi: 10.5505/kjms.2022.92979  Sayfalar 1 - 5
Amaç: Bizim hastanemiz ilimizdeki en kapsamlı kadın hastalıkları ve doğum kliniğine sahiptir ve travmalı gebelerin tedavisi hastanemizde yoğun bir şekilde yapılmaktadır. Bu yüzden bu çalışmada özellikle tibia kırığı olan gebeleri, bu gebelerin tedavisini ve anne bebek sağlığı açısından sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Materyal ve Metot: Bu çalışma Ocak 2017 ile Ekim 2019 arasında retrospektif olarak planlandı. Hastanemizde travma sonrası tibia kırığı olan ve ameliyat edilen gebe hastalar dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, ameliyat sırasındaki verileri ve maternal-fetal sonuçları analiz edildi.
Bulgular: Çalışma kriterlerine uyan onbir gebe tespit edildi. Hastalardan ikisinde araç içi trafik kazası sonrası tibia kırığı olurken diğer dokuz hastada düşme sonrası tibia kırığı olduğu saptandı. Tibia kırığı nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan onbir gebenin hiçbirinde travma veya ortopedik ameliyat nedenli gebelik komplikasyonu tespit edilmedi.
Sonuç: Gebe hastalarda travma sonrası non-obstetrik nedenli ameliyat durumları multidisipliner bir yaklaşım ve deneyimli bir ekip ile komplikasyon oranı çok azaltılarak yönetilebilir. Çalışmamızda gösteriyor ki gebe hastalarda tibia kırığı nedenli ameliyatlar maternal/ fetalmortalite ve morbidite gelişmeden deneyimli bir ekiple başarılı şekilde tedavi edilebilir.
Aim: Our hospital has the most comprehensive obstetrics clinic in our province, and the treatment of pregnant women with trauma is performed intensively in our hospital. In this study, we aimed to evaluate pregnant women with tibial fractures, the treatment of these pregnant women, and their maternal and fetal health outcomes.
Material and Method: This study was conducted as a retrospective trial between January 2017 and October 2019. Pregnant women with tibia fractures who were operated on in our hospital were included. Their demographic features, data during surgery, and maternal-fetal outcomes were analyzed.
Results: Eleven patients who met the study criteria were identified. Two patients had a tibia fracture after a traffic accident, and the other nine patients had a tibia fracture after a fall. None of the eleven pregnant women who underwent surgical treatment for tibial fractures had pregnancy complications due to trauma or orthopedic surgery.
Conclusion: Posttraumatic non-obstetric surgery conditions in pregnant patients can be managed with a multidisciplinary approach and an experienced team by reducing the complication rate. Our study shows that tibial fracture operations in pregnant patients can be successfully treated with a professional team before maternal/fetal mortality and morbidity develops.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Malatiyon Verilen Farelerde Oksidasyon Parametreleri Üzerine Allium Czelghauricum (Liliaceae), Lathyrus Karsianus (Fabaceae) ve Onosma Nigricaule (Boraginaceae)’den Elde Edilen Ekstraktların Etkileri
The Effects of Allium Czelghauricum (Liliaceae), Lathyrus Karsianus (Fabaceae) and Onosma Nigricaule (Boraginaceae) Extracts on Oxidation Parameters in Malathion Treated Mice
Dinçer Erdağ, Abdullah Doğan
doi: 10.5505/kjms.2022.40222  Sayfalar 6 - 16
Amaç: Allium czelghauricum, Lathyrus karsianus ve Onosma nigricaule türlerinden elde edilen ekstraktların antioksidan özellikleri ile farelerde malatiyon kaynaklı oksidan parametreler üzerine bitki ekstraktlarının antioksidan etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Materyal ve Metot: Deney hayvanları her grupta 10 adet fare olmak üzere toplam 10 gruba ayrıldı. Birinci grup kontrol grubu olarak tasarlandı. İkinci gruba 0,2 mL/kg dozda serum fizyolojik, üçüncü gruba ise yine aynı dozda mısır yağı verildi. Dördüncü (100 mg/kg malatiyon), beşinci (100 mg/kg Allium czelghauricum), altıncı (100 mg/kg Lathyrus karsianus), yedinci (100 mg/kg Onosma nigricaule), sekizinci (100 mg/kg malatiyon+100 mg/kg Allium czelghauricum), dokuzuncu (100 mg/kg malatiyon+100 mg/kg Lathyrus karsianus) ve onuncu gruptakilere (100 mg/kg malatiyon+100 mg/kg Onosma nigricaule) belirlenen miktarlardaki maddeler günlük olarak intraperitonal yolla verildi. Uygulamalar 21 gün süreyle yapıldı. Uygulamadan sonra farelerin serum ve karaciğerinde total oksidan (TOK) ve total antioksidan kapasite (TAK)’leri, vücut ve karaciğer ağırlıkları ile karaciğerde histopatolojik değişiklikler araştırıldı.
Bulgular: Bitki ekstraktlarının nitrik oksit radikalini doza bağlı olarak çalışılan konsantrasyonlarda istatistiksel yönden anlamlı şekilde inhibe ettiği görüldü. Bitki ekstraktlarının önemli miktarda polifenolik bileşikleri içerdiği tespit edildi. Malatiyon verilen farelerin vücut ağırlıklarında azalma meydana gelirken, karaciğer ağırlıklarında artış gözlendi. Histopalojik incelemelerde malatiyon verilen farelerin karaciğerinde patolojik değişimlere rastlandı. Malatiyon uygulanan farelerin serum ve karaciğerinde TOK düzeyi kontrol grubuna göre istatistiksel olarak önemli ölçüde artış gösterirken, TAK düzeyinde ise düşüş gözlenmiştir. Malatiyon ile birlikte bitki ekstraktı verilen farelerin serum ve karaciğerinde TOK düzeyi malatiyon grubuna göre düşüş gösterirken, TAK düzeyinin ise arttığı tespit edilmiştir.
Sonuç: İn vitro çalışmada bitkilerin metanol ekstraktlarının antioksidan özelliklerinin olduğu ortaya kondu. Ayrıca, malatiyonun neden olduğu oksidan etkiye karşı bitki ekstraktlarının antioksidan etki gösterdiği belirlendi.
Aim: It was aimed to determine antioxidant properties of extracts obtained from Allium czelghauricum, Lathyrus karsianus and Onosma nigricaule species and antioxidant effects of plant extracts on malathion-induced oxidant parameters in mice.
Material and Method: Expermental animals were seperated into ten groups, each consisting of ten mice. First group was designed as a control group. Second group received 0.2 mL/kg of saline, and third group received the same dose of corn oil. Fourth (100 mg/kg malathion), fifth (100 mg/kg Allium czelghauricum), sixth (100 mg/kg Lathyrus karsianus), seventh (100 mg/kg Onosma nigricaule), eighth (100 mg/kg malathion+100 mg/kg Allium czelghauricum), ninth (100 mg/kg malathion+100 mg/kg Lathyrus karsianus) and the tenth group (100 mg/kg malathion+100 mg/kg Onosma nigricaule) were given daily intraperitoneally in the determined amounts. Applications were made for 21 days. After administration, total oxidant and total antioxidant capacities, body and liver weights, and histopathological changes in the liver were investigated in the serum and liver of mice.
Results: It is observed that plant extracts significantly inhibit the dose dependent concentrations of nitric oxide radical. A high amount of polyphenolic compounds were detected in plant extracts. While applied malathion mice weighed lighter, an increase in their liver was observed. Pathological changes were found in the liver of mice given malathion in histopalogical examinations. Total oxidant capacity (TOC) of serum and liver was significantly higher compared with control group; however, a decrease was observed in total antioxidant capacity (TAC). While the TOC in the serum and liver of mice given malathion and plant extract decreased compared to the malathion group, it was found that there was an increase in TAC.
Conclusion: In vitro study, it was revealed that methanol extracts of plants have antioxidant effects. In addition, it was determined that plant extracts exhibited antioxidant effects against the oxidant effect caused by malathion.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Perkütan Endoskopik Gastrostomi: İkinci Basamak Hastanede Retrospektif Analiz
Percutaneous Endoscopic Gastrostomy: A Retrospective Analysis in a Secondary Care Hospital
Hasan Çantay, Ali Karataş
doi: 10.5505/kjms.2022.24022  Sayfalar 17 - 20
Amaç: 2. Basamak hastanedeki perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) takılma endikasyonlarını, işlem sonrası komplikasyon ve takipleri ile ilgili verileri ortaya koymaktır.
Materyal ve Metot: 2018–2020 tarihleri arasında PEG takılma endikasyonu konulan 34 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Uzun süre oral alamayan ve enteral beslenemeyeceği düşünülerek PEG endikasyonu konulan hastaların yaşları, cinsiyetleri, primer tanıları, komorbidite durumu, işlem sonrası komplikasyonları, trakeostomi açılıp açılmadığı, ilk gastrostomi ya da değişim durumları değerlendirildi.
Bulgular: Vakaların %74,2’si yoğun bakımda yatmakta olup, PEG endikasyonu olarak en sık %67,7 ile nörolojik hastalıklar, %22,6 ile malignite ve %9,7 ile travma ve elekrik yanığı gibi diğer nedenler şeklindeydi. PEG işlemine ait major komplikasyon olmayıp, iki hastada minor komplikasyon gelişti. PEG işlemine ait mortalite gözlenmedi.
Sonuç: Enteral beslemenin 4–6 haftadan uzun süreceği durumlarda, malnütrisyonun önlenmesi için enteral beslenme desteğinin sağlanmasında PEG tercih edilen bir yöntemdir. Düşük morbidite ve mortalitesiyle PEG yöntemi güvenli ve pratik bir beslenme yöntemi olup, 2. basamak hastanede güvenle uygulanabilir.
Aim: It was aimed to reveal data on indications of percutaneous endoscopic gastrostomy (PEG) insertion in a secondary care hospital, postoperative complications, and follow-up.
Material and Method: The data of 34 patients with PEG insertion indication between 2018 and 2020 were evaluated retrospectively. The age, sex, primary diagnosis, comorbidity status, postoperative complications, whether tracheostomy was performed, and first gastrostomy or change status of the patients, who were given a PEG indication, considering they could not take food orally and would require to be fed enterally for a long time, were evaluated.
Results: 74.2% of the cases were hospitalized in the intensive care unit, and the most common indications of PEG were neurological diseases with a rate of 67.7%, malignancy with a rate of 22.6%, and other causes such as trauma and electrical burns with a rate of 9.7%. There were no significant complications of the PEG procedure, and minor complications developed in two patients. No mortality was observed in the PEG procedure.
Conclusion: In cases where enteral feeding will take longer than 4–6 weeks, PEG is a preferred method for providing enteral nutritional support to prevent malnutrition. With low morbidity and mortality, the PEG method is a safe and practical feeding method and can be safely applied in a secondary care hospital.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
COVID-19 Pandemisi Türkiye’nin Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Çalışan Kadın Hemşirelerin Cinsel Davranışlarını Nasıl Etkiledi? Tanımlayıcı Bir Çalışma
How Did the COVID-19 Pandemic Affect the Sexual Behavior of the Female Nurses Working in the North-Eastern Black Sea Region of Turkey? A Descriptive Study
Neslihan Bezirganoğlu Altuntaş, Sema Baki Yıldırım, Huri Güvey, Yeşim Bayoğlu Tekin
doi: 10.5505/kjms.2022.80775  Sayfalar 21 - 26
Amaç: Hem Koronavirus 2019 hastalığı (COVID-19) hem de ilişkili önlemler sosyal, ekonomik ve psikolojik zorlanmalara yol açmıştır. COVID-19’un Türkiye’nin kuzeydoğu Karadeniz Bölgesi’nde çalışan hemşirelerin cinsel davranışları üzerindeki etkisini incelmeyi amaçladık.
Materyal ve Metot: Bu tanımlayıcı çalışma, 18 yaşından büyük, menapozda olmayan, evli ve düzenli cinsel ilişkisi bulunan 120 kadın hemşireyi içermektedir. Ekim 2020-Kasım 2020 tarihleri arasında katılımcılara belirli jinekoloji uzmanları gözetiminde bir anket uygulanmıştır. Güç analizi sonuçlarına göre 114 katılımcılı bir örneklem büyüklüğü beklenen %50 sıklıkta, %5 sapma ve %95 güven aralığına ulaştırma imkanı sağlamaktadır. Kolmogorov-Smirnov testi, eşleştirilmiş gruplar t testi ve McNemar testleri uygulanmıştır. Katılımcıların demografik özellikleri, pandemi başlangıcından 4 ay önceki ve pandemi sürecindeki aylık cinsel birkiltelik sıklığı, kontraseptif kullanımı, gebe kalma isteği, menstruel bozukluk ve vajinal infeksiyon varlığı ve kadın cinsel işlev indeks skoru değerlendirilmiştir.
Bulgular: Pandemi sürecindeki aylık cinsel birliktelik sıklığı pandemi öncesi döneme göre belirgin azalma gösterirken (P=0,01), kontraseptif kullanımı (P=0,50), gebe kalma isteği (P=0,72), menstruel bozukluk (P=1), ve vajinal infeksiyon sıklığı (P=1) pandemi öncesi döneme göre anlamlı değişiklik göstermemiştir. Ancak katılımcıların total kadın cinsel işlev indeksi skoru pandemi döneminde belirgin azalma göstermiştir (P<0,001).
Sonuç: COVID-19 sürecinde hemşirelerin cinsel sağlığında değişiklik olmamasına karşın cinsel işlevinde bozulma kaydedilmiştir. Bu sonuçlar sayesinde pandeminin etkilerinden korumak ve pandemi etkilerini daha rahat karşılamak amacıyla erken ve yeterli destek verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Aim: Both coronavirus disease 2019 (COVID-19) and related precautions have led to social, economic, and psychological difficulties. We aimed to investigate the effects of COVID-19 on the sexual behavior of nurses working in the Blacksea region of Turkey.
Material and Method: This descriptive study included 120 female nurses older than 18 years, not menopausal, and married or in a regular sexual relationship. A questionnaire was administered to participants behind certain gynecologists between October 2020 and November 2020. According to the power analysis results, a sample size of 114 participants would allow us to reach a 5% deviation and a 95% confidence interval at an anticipated frequency of 50%. The Kolmogorov-Smirnov test, paired sample t-test, and McNemar test were applied. Demographic characteristics, frequency of sexual intercourse each month, use of contraception, desire to become pregnant, the existence of the menstrual disorder and vaginal infection, and female sexual function index (FSFI) scores of the participants were evaluated four weeks before onset and during the pandemic.
Results: While the frequency of sexual intercourse monthly significantly decreased during the pandemic (P=0.01), contraception use (P=0.50), desire to become pregnant (P=0.72), menstrual disorder (P=1), and frequency of vaginal infection (P=1) did not show a significant difference from before the pandemic. The total FSFI score of participants significantly decreased during the pandemic (P<0.001).
Conclusion: Sexual function of nurses deteriorated during the COVID-19 process, even though there was no change in their sexual health. Such studies can raise awareness and help apply early and adequate support policies to protect nurses from these adverse aspects of the pandemic and help them better handle its effects.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Üreteroskopide Üreteral Balon Komplikasyonları
Ureteral Balloon Complications in Ureteroscopy
Kürşat Çeçen
doi: 10.5505/kjms.2022.82584  Sayfalar 27 - 30
Amaç: Endoskopik üreter taşı tedavisinde kullanılan üreteral balon komplikasyonları araştırıldı.
Materyal ve Metot: 2015–2018 yılları arasında bu konuda deneyimli tek cerrah tarafından üreteral balon dilatasyonu yapılan ve operasyon sonrası en az 1 yıl takibi olan hastalar retrospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Operasyon anında gelişen komplikasyonlar modifiye Satava komplikasyon sınıflamasına göre, sonrasında olanlar Clavien sınıflamasına göre belirlendi. Postoparatif takiplerde rezidü taş boyutu <4 mm olan hastalar başarılı tedavi olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 54 hasta dahil edildi. Taşlar 16 (%29,6) hastada böbrek içinde 38 (%70,4) hastada üreterde saptandı. Çalışmada kullanılan üreteroskop çapları 8,5–11,5 fr., üreteral access sheath çapları 10–12 fr. olarak belirlendi. 34 (%62,9) hastada üreteroskop, 20 (%37,1) hastada üreteral access sheath geçmediği için balon dilatasyon yapıldı. Çalışmada 47 (%87,03) hastada başarılı tedavi sağlandı. Balon dilatasyona bağlı 5 (%9,2) hastada intraoperatif komplikasyon gelişti. 1 (%1,85) hastada perforasyon, 1 (%1,85) hastada lost access ve sonrasında üreteral darlık ve 3 (%5,55) hastada mukozal yaralanma görüldü. Postoperatif 6 (%11,1) hastada genel komplikasyonlar (ateş, hematüri, taşyolu ve geç dönem üreteral darlık) görüldü.
Sonuç: Üreteral balon komplikasyonlarını cerrahın deneyimi azaltmamaktadır. Bu konuda iyi standardize edilmiş deneyimli cerrahların daha çok çalışmalarına ihtiyaç vardır.
Aim: Complications of ureteral balloon used in the endoscopic treatment of ureteral stones were investigated.
Material and Method: This retrospective study evaluated patients who underwent ureteral balloon dilatation by a single surgeon between 2015 and 2018 and followed up for at least one year. Intraoperative complications were determined according to the modified Satava complication classification, while postoperative complications were determined according to the Clavien classification. In the postoperative follow-up, patients with a residual stone size of less than 4 mm were considered successful treatment.
Results: A total of 54 patients were included in this investigation. Stones were detected in the kidney in 16 (29.6%) patients and the ureter in 38 (70.4%) patients. The ureteroscope diameters used in those operations were 8.5–11.5 fr., and the ureteral access sheath diameters were 10–12 fr. Balloon dilatation was performed in 20 (37.1%) patients because the ureteral access sheath could not be passed and in 34 (62.9%) patients because the ureteroscopy could not be passed. Successful treatment was achieved in 47 (87.03%) patients. Due to balloon dilatation, intraoperative complications developed in 5 (9.2%) patients. Perforation was observed in 1 (1.85%) patient, lost access and subsequent ureteral stricture in 1 (1.85%) patient, and mucosal injury in 3 (5.55%) cases. General complications (fever, hematuria, calculus, and late ureteral stricture) were reported in 6 (11.1%) patients.
Conclusion: The surgeon’s experience does not reduce ureteral balloon complications. There is a need for more studies by experienced surgeons who are well standardized on this subject.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Prognostik Nutrisyonel İndeksin ve Sistemik İmmün-İnflamasyon İndeksin Ülseratif Kolit Hastalık Şiddetinin Belirlenmesindeki Rolü
The Role of Prognostic Nutritional Index and Systemic Immune-Inflammation Index in Determining Ulcerative Colitis Severity
İbrahim Ethem Güven, Batuhan Başpınar, Rasim Eren Cankurtaran, Ertuğrul Kayaçetin
doi: 10.5505/kjms.2022.72677  Sayfalar 31 - 36
Amaç: Ülseratif kolit (ÜK) gastrointestinal sistemin kronik, idiyopatik, tekrarlayan inflamatuar bir hastalığıdır. Son yıllarda ÜK’in hastalık aktivitesini belirlemek için biyokimyasal parametreler yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, prognostik nutrisyonel indeksi (PNİ) ve sistemik immün-inflamasyon indeksi (SII) ile hastalık aktivitesi arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Materyal ve Metot: Bu retrospektif çalışmaya Ankara Şehir Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü İBH ünitesinde 1 Mart 2019 ile 31 Mart 2021 tarihleri arasında takip edilen tüm erişkin hastalar dahil edildi. PNİ ve SII ile ÜK’in endoskopik aktivite şiddeti arasındaki ilişki analiz edildi. Ek olarak PNİ ve SII aktif ve remisyondaki hasta grupları arasında karşılaştırıldı. Hastalık aktivitesinin belirlenmesinde Rachmilewitz endoskopik aktivite indeksi (EAİ) kullanıldı.
Bulgular: Çalışma grubu 402 hastadan oluşuyordu. Bu hastaların 165’i endoskopik olarak remisyon grubunda, 237’si endoskopik olarak aktif gruptaydı. Aktif ÜK grubunda, SII, NLR ve PLR değerleri, inaktif ÜK hastalarına kıyasla anlamlı olarak daha yüksekti ve PNI değerleri daha düşük saptandı (p<0,05 tüm parametreler için). Ek olarak, NLR, PLR, SII pozitif olarak ve PNİ negatif olarak endoskopik aktivite indeksi ile korele saptandı (sırasıyla, R=0,29, R=0,24, R=0,38, R=-0,32; ve tüm parametreler için p<0,001).
Sonuç: PNİ ve SII, ÜK aktivitesi ile önemli ölçüde ilişkiliydi. PNİ ve SII, ÜK’de hastalık aktivitesinin değerlendirilmesi için faydalı bir araç olabilir.
Aim: Ulcerative colitis (UC) is a chronic, idiopathic, relapsing inflammatory disease of the gastrointestinal tract. In recent years, biochemical parameters have been widely used to determine the disease activity of UC. The present study aimed to determine the relationship between the prognostic nutritional index (PNI), systemic immune-inflammation index (SII), and disease activity.
Material and Method: All adult patients followed in the IBD unit of the Ankara City Hospital Gastroenterology Department between March 1st, 2019, and March 31st, 2021, were included in this retrospective study. We analyzed the relationship between the SII, PNI, and the endoscopic severity of UC. In addition, PNI and SII were compared between the active and remission group. Disease activity was described by the Rachmilewitz endoscopic activity index (EAI).
Results: The study group consisted of 402 patients. One hundred sixty-five of these patients were in the endoscopic remission group, and 237 were in the endoscopically active group. SII, NLR, and PLR values were significantly higher in the active UC group, and PNI values exhibited a lower mean than inactive UC patients (p<0.05 for all parameters). In addition, the NLR, PLR, and SII were positively, and PNI was negatively correlated with the endoscopic activity index (respectively, R=0.29, R=0.24, R=0.38, R=-0.32; and for all parameters, p<0.001).
Conclusion: PNI and SII were significantly associated with UC activity. PNI and SII may be useful tools for assessing disease activity in UC.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Akut Kalp Yetmezliğinde Uygulanan Tedavilerin Mortalite Üzerine Etkisi: Bir Gerçek Dünya Çalışması
The Effect of the Practical Treatments for Acute Heart Failure on Mortality: A Real-World Study
Fatih Köksal, Mustafa Aldemir, Fatih Levent, Sadık Volkan Emren, Cem Nazlı
doi: 10.5505/kjms.2022.64426  Sayfalar 37 - 43
Amaç: Güncel tedavi uygulamalarıyla kronik sistolik kalp yetmezliği mortalitesinde azalma sağlanmıştır. Ancak akut kalp yetmezliğinde (AKY) mortalite hala yüksektir. Bizim çalışmamızda AKY hastalarında mortalite oranları ve mortalitenin ön gördürücülerinin neler olduğu araştırılmıştır.
Materyal ve Metot: Çalışmamız Mart 2009 ve Haziran 2013 tarihleri arasında AKY tansıyla yatırılan 805 hastayı içeren tek merkezli retrospektif bir çalışmadır. Çalışmadaki hastalar iki ana gruba ayrıldı: pulmoner ödemin eşlik ettiği ya da etmediği sağ kalp yetmezliği kliniği ile başvuran hastaları içeren (722 hasta – %89,7) dekompanze kalp yermezliği (DKY) grubu, sadece pumoner ödem klinği ile başvuran hastaları içeren (83 hasta – %10,3) pulmoner ödem grubu (PÖ). İki grup arasında hastalara ait değişkenler istatiksel olarak karşılaştırıldı. Etiyolojiye göre ayrılmış hasta gruplarının sağ kalım analizi yapıldı. En sonda da AKY de 2 yıllık mortaliteyi öngören bağımsız faktörler araştırıldı.
Bulgular: İki yıllık mortalite DKY grubunda PÖ grubundan daha fazlaydı (%51,4 ve %31,6 p<0,001). İskemik kardiyomiyopati, non iskemik kardiyomiyopati, korunmuş ejeksiyonlu kalp yetmezliği (kEFKY) hastalarında mortalite oranları sırasıyla %52,8, %39,6 ve %47,3 idi. (p: 0,389). İleri yaş, serebrovasküler olay öyküsü, anemi, hiponatremi, hipoalbuminemi, düşük sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (SVEF), düşük sistolik kan basıncı 2 yıllık artmış mortaliteyi öngören bağımsız faktörler olarak bulunurken hastane yatışında beta bloker kullanımı mortaliteyi azaltan bağımsız faktör olarak bulundu.
Sonuç: Mortalite oranları farklı kalp yetmezliği gruplarında benzer saptandı. Çeşitli klinik ve laboratuvar parametreleri AKY de mortaliteyi artıran öngördürücüler olurken beta bloker ve anjiyotensin dönüştürücü enzim (ADE) inhibitör kullanımı mortaliteyi azaltan öngördürücüler oldu.
Aim: The mortality of chronic systolic heart failure has been decreased thanks to state-of-the-art therapy. However, the mortality rate is still high in acute heart failure (AHF). Our study was planned to investigate the mortality rates and predictors of mortality in AHF.
Material and Method: A single-center retrospective study was conducted on 805 patients hospitalized due to AHF between March 2009 and June 2013. The patients were separated into two main groups: the decompensated heart failure group (DHF), which comprised the patients with signs of right heart failure with or without pulmonary edema (722 patients – 89.7%), and the acute pulmonary edema group (PE) presenting only with pulmonary edema (83 patients – 10.3%). The two groups were compared for the patient-related variables. The survival analysis of the groups based on the etiology was performed. Finally, the independent predictors for 2-year mortality in AHF were investigated.
Results: The 2-year mortality rate was higher in DHF than in PE (51.4% vs. 31.6% p<0.001). The mortality rates of ischemic cardiomyopathy, nonischemic cardiomyopathy, and heart failure with preserved ejection fraction (HFpEF) were 52.8%, 39.6%, and 47.3%, respectively (p=0.389). Advanced age, previous cerebrovascular diseases, anemia, hyponatremia, hypoalbuminemia, lower left ventricular ejection fraction (LVEF), and lower systolic blood pressure predicted increased 2-year mortality independently. In contrast, usage of beta-blockers during hospitalization predicted reduced 2year mortality independently.
Conclusion: Mortality rate was similar between different heart failure types. Various laboratory and clinical parameters predict mortality, whereas beta-blockers and ACE inhibitors reduce mortality.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Osseöz Mallet Parmak Tedavisinde Konservatif Tedavinin Sonuçları: Retrospektif Olgu Serisi
Results of Conservative Treatment in Osseous Mallet Finger: A Retrospective Case Series
Murat Altan, Mehmet Demirel, Ömer Ayık
doi: 10.5505/kjms.2022.55649  Sayfalar 44 - 48
Amaç: Bu çalışmanın amacı, osseöz mallet parmaklarda konservatif tedavinin klinik ve radyolojik sonuçlarını araştırmaktır.
Materyal ve Metot: Osseöz mallet parmak yaralanması tanısı alan 26 hasta (17 erkek, 9 kadın; ortalama yaş=32,4 yaş aralığı=18–48) retrospektif olarak incelendi. Mallet parmak yaralanmaları Wehbe- Schneider sınıflamasına göre sınıflandırıldı. Anteroposterior ve lateral grafilerde distal interfalangeal eklem (DIE) açılanması, radyografik kaynama, osteoartrit ve dorsal fragman varlığı incelendi. Fonksiyonel sonuçları değerlendirmek için Crawford kriterleri kullanıldı.
Bulgular: Wehbe-Schneider sınıflamasına göre 13 hasta tip IA, 11 hasta tip IB ve 2 hasta tip IC idi. Travma sonrası kliniğimize ortalama başvuru süresi 1,09 gün (aralık, 0–9) idi. Ortalama takip süresi 7,38 aydı (aralık=6–10 ay). Son kontrollerde ağrı için ortalama postoperatif vizüel analog skala skoru 0,01 (aralık=0–2) idi. Ortalama DIP ekstansiyon defisiti 4,03° (aralık=0–10°) olarak kaydedildi. Son kontrolde 7 hastada dorsal hörgüç saptandı. Crawford kriterlerine göre fonksiyonel sonuçlar 9 hastada mükemmel, 12 hastada iyi, 4 hastada orta ve 1 hastada kötü olarak belirlendi.
Sonuç: Bu çalışma, osseöz mallet parmakların tedavisinde konservatif tedavinin, tatmin edici radyolojik ve klinik sonuçlarla birlikte etkili bir tedavi yöntemi olduğunu ortaya koymuştur.
Aim: This study investigated conservative treatment’s clinical and radiological results in osseous mallet fingers.
Material and Method: 26 patients (17 males, 9 females; mean age=32.4 age range=18–48) diagnosed with osseous mallet finger injury were retrospectively reviewed and included in this retrospective study. Mallet finger injuries were categorized according to the Wehbe-Schneider classification. Distal interphalangeal joint (DIJ) angulation, radiographic union, osteoarthritis, and dorsal fragment occurrence were examined on anteroposterior and lateral X-rays. Crawford’s criteria were used to evaluate the functional outcomes.
Results: According to Wehbe-Schneider classification, 13 patients were type IA, 11 were type IB, and 2 were type IC. The mean time of the admission to our clinic after trauma was 1.09 days (range, 0–9). The mean follow-up was 7.38 months (range=6–10 months). The mean postoperative visual analog scale score for pain was 0.01 (range=0–2) at the last visits. The mean DIP extension deficits were 4.03° (range=0–10°). A dorsal hump was detected in 7 patients at the last follow-up. According to Crawford’s criteria, functional outcomes were perfect in 9 patients, as good in 12, moderate in 4, and poor in 1.
Conclusion: Evidence from this study has revealed that conservative treatment is an effective treatment modality in the management of osseous mallet fingers with satisfactory radiological and clinical outcomes.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Acil Tıp Uzmanlarının İlaç Uyumunun MMAS-8 Kullanılarak Değerlendirilmesi
Assessing Medication Adherence of Emergency Medicine Specialists Using the MMAS-8
Damla Anbarlı Metin, Arda Kocataş
doi: 10.5505/kjms.2022.67625  Sayfalar 49 - 53
Amaç: Acil tıp uzmanlığı; yüksek kariyer ve yaşam doyum oranları bildirilmesine rağmen uzun süreli devam edenlerde tükenmişlik ve stres sorunu söz konusudur. Bu stres ve tükenmişlik bir çok uyumsuzluk ve riski de yanında getirmektedir. Tedavi uyumunun değerlendirilmesi için basit, güvenilir ve doğrulanmış bir öz bildirim aracı olarak MMAS-8 ölçeği kullanılmaktadır.
Materyal ve Metot: Çalışmamız, kesitsel tanımlayıcıdır. Online olarak ulaşılan acil tıp uzmanları kendilerini MMAS-8 ile değerlendirdiler. MMAS-8 ölçeği faktör analizi ile değerlendirildi ve acil tıp uzmanların tedavi uyumları kronik hastalık varlığı, gece vardiya sayısı ve kullanılan medikasyon sayısı açısından değerlendirildi.
Bulgular: MMAS-8 ölçeğinin yapı geçerliliği ve yeterli örneklem grubunun değerlendirilmesi için KMO ve Barlett analizleri ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir. MMAS-8 skorlaması ortalama değeri 3,99±2,52 olarak değerlendirilmiştir. Kronik hastalık varlığı ve tedavi uyumu değerlendirildiğinde; kronik hastalığı olan vakalarda MMAS-8 skoru düşük uyum olarak değerlendirilmiştir (p=0,025).
Sonuç: Kronik hastalığı mevcut olan hastaların tedavi uyumları oldukça zordur. Çalışmamızda gösterdiği gibi hastanın kendisi doktor olsa da tedavi uyumundaki sorun değişmemektedir. Acil tıp uzmanlarının kronik hastalık eğilimlerinin ve mortalitesinin yüksek olduğunu bilinmektedir. Bu durumun üstüne kronik ya da akut tedavilerine uyumlarının düşük olması var olan risklerini daha da artırmaktadır.
Aim: Although doctors in the emergency medicine department report high career and life satisfaction rates, burnout and stress may occur after working many years, resulting in several incompatibilities and risks. The Morisky Medication Adherence Scale (MMAS-8) is a simple, reliable, verified self-report measure to assess medication adherence. In our study, we planned to evaluate the treatment compliance of emergency medicine specialists with the MMAS-8 scale. Material and Method: This study employed a cross-sectional descriptive design. The emergency medical experts were contacted online to self-report their medication-taking behaviors using the MMAS-8. The MMAS-8 was evaluated using factor analysis. The treatment combinations of emergency medicine specialists were assessed in terms of chronic disease, the number of night shifts, and the number of medications used.
Results: The MMAS-8 was assessed by KMO and Barlett analyses for structural validity and adequate sampling group evaluation. The average score obtained from the MMAS-8 was found to be 3.99±2.52. When chronic disease and medication adherence were considered, the MMAS-8 scores revealed low adherence in cases of chronic diseases (p=0.025).
Conclusion: The treatment of patients with chronic diseases is very difficult. As found in this study, although the patients were doctors, medication adherence was low. It is known that emergency medical professionals have a high incidence of chronic diseases and mortality. Furthermore, low medication adherence with chronic or acute treatment increases risks.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
Bir Üniversite Hastanesindeki Sağlık Çalışanlarında Covid-19’un Sosyal Destek Algısına ve Strese Etkisi
Effect of Covid-19 on Social Support Perception and Stress in Healthcare Workers at a Tertiary Hospital
Atakan Yılmaz, Gülay Taşdemir Yiğitoğlu, Halis Yılmaz
doi: 10.5505/kjms.2022.95666  Sayfalar 54 - 64
Amaç: Sağlık çalışanları, enfekte kişiler ile aynı ortamda uzun süreli olmalarından dolayı daha fazla covıd-19 bulaş riski ile karşı karşıya kalabilmekte, bundan kaynaklı olarak da daha fazla stres altında olabilmektedirler. Bu çalışma bir üniversite hastanesindeki sağlık çalışanlarında covid-19’un sosyal destek algısına ve strese etkisini belirlemek amacıyla planlanmıştır.
Materyal ve Metot: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel nitelikte bir araştırmadır. Araştırmanın evrenini bir üniversite hastanesinde çalışan sağlık çalışanları oluşturmuştur. Araştırmaya 18 Nisan-18 Mayıs 2020 tarihleri arasında çalışmaya katılmayı kabul edenler alınmıştır. Tanıtıcı bilgi formu, Akut Stres Belirti Şiddeti Ölçeği (ASBÖ) ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (ÇBASDÖ) ile veriler toplanmıştır. Bu veriler “Statistical Package for the Social Sciences 24.0” kullanılarak analiz edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde ortalama, standart sapma, sayı ve yüzde, Mann Whitney U testi, Kruskal Wallis Varyans Analizi ve Spearman Korelasyon Analizi kullanılmıştır. Bulgular: Sağlık çalışanlarının ASBÖ puan ortalaması 1,40±0,83, ÇBASDÖ toplam puanı 70,9±14,56’dır. Katılımcıların sosyal destek ölçeği alt boyut ölçek puan ortalamaları Aile 25,07±4,78, Arkadaş 22,57±6,01 ve Özel Bir İnsan 23,27±6,94 olarak bulunmuştur. Sağlık çalışanlarının ASBÖ ile Aile, Arkadaş, Özel Bir İnsan alt boyutları ve ölçek genel toplam arasında zayıf düzeyde, negatif bir ilişki olduğu saptanmıştır (p<0,05).
Sonuç: Sağlık çalışanlarının akut stres belirti düzeyinin hafif olduğu, çok boyutlu sosyal destek algılarının ise oldukça yüksek olduğu sonucuna varılmıştır. Özellikle pandemi gibi riskli dönemlerde, sağlık çalışanlarının stres düzeylerini düşük seviyede tutmak için sosyal destek kaynaklarını harekete geçirerek sosyal desteğin artırılması ve bunun sağlık çalışanları için önemini anlatan düzenli eğitim programlarının hazırlanması önemli olabilir.
Aim: Healthcare workers may be at higher risk of Covid-19 transmission due to sharing the same setting with infected people for a long time, increasing their susceptibility to stress. This study set out to identify the effect of Covid-19 on social support perception and stress levels in healthcare workers based at a tertiary hospital.
Material and Method: This is a descriptive and cross-sectional study. The healthcare workers practicing at a tertiary hospital constituted the study population. Those giving their informed consent to enroll in the study between April 18 and May 18, 2020, were included in the study. Data were collected through an introductory information form, the Acute Stress Symptom Scale (ASSS), and the Multidimensional Scale of Perceived Social Support (MSPSS). The statistical analyses were performed with the Statistical Package for the Social Sciences v.24.0. The data set was evaluated through mean scores, standard deviation, number and percentage, Mann Whitney U test, Kruskal Wallis Variance Analysis, and Spearman Correlation Analysis.
Results: The mean ASSS score of healthcare workers was 1.40±0.83, while the total MSPSS score was 70.9±14.56. The mean scores of sub-dimensions in the perceived social support scale were identified as family 25.07±4.78, friends 22.57±6.01, and significant other 23.27±6.94. A weak, negative correlation was revealed between healthcare workers’ ASSS scores and the subdimensions of family, friends, significant other, and the total scale score (p<0.05).
Conclusion: It can be concluded that healthcare workers’ acute stress symptom level was mild, while their multidimensional social support perception was relatively high. Most notably, in risky times such as pandemics, it may be important to intensify social support by mobilizing social support resources to minimize their stress level and organizing regular training programs explaining the importance of this effort for healthcare workers.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

12.
Paroksismal Atriyal Fibrilasyonun Öngördürücüleri: Kalp Hızı Değişkenliği ve Kalp Hızı Türbülansı
Predictors of Paroxysmal Atrial Fibrillation: Heart Rate Variability and Heart Rate Turbulence
Mustafa Candemir, Burak Sezenöz, Murat Özdemir
doi: 10.5505/kjms.2022.65902  Sayfalar 65 - 70
Amaç: Otonomik disfonksiyon, atriyal fibrilasyon (AF) gelişmesine ve tekrarlamasına en büyük sebep olan faktörlerden biridir. Risk faktörleri olan hastalarda kalp hızı değişkenliği (KHD) ve kalp hızı türbülansı (KHT) gibi otonomik disfonksiyon parametrelerini kullanarak AF’yi tahmin etmek günlük pratiğimizi etkileyebilir. Bu çalışmada, paroksismal AF (PAF) hastaları ve sağlıklı denekler arasında 24 saatlik Holter EKG’den elde edilen KHD ve KHT ölçümlerini karşılaştırmayı amaçladık.
Materyal ve Metot: Bu vaka-kontrol çalışmasına toplam 116 hasta dahil edildi. Tüm hastalara 24 saatlik Holter EKG monitörizasyonu yapıldı. KHD (VLF, LF, HF, SDNN, SDANN, ASDNN, rMSSD, pNN50) ve KHT parametreleri [türbülans başlangıcı (TO) ve türbülans eğimi (TS)] analiz edildi ve gruplar arasında karşılaştırıldı. Tüm katılımcılar KHT parametrelerine göre üç gruba ayrıldı (KHT-0: normal TO, TS; KHT-1; anormal TO veya TS; KHT-2: anormal TO ve TS).
Bulgular: PAF’lı hastalarda tüm KHD parametrelerinin bozulduğu bulundu (tüm parametreler için p<0,05). TO (PAF: 1,23±2,56; kontrol: -1,02±1,35; p= <0,001) ve TS (PAF: 2,59±2,39; kontrol: 3,75±1,49; p=0,002) değerlerinde gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı. Ayrıca PAF hastalarının %62’si HRT-2 grubunda iken sağlıklı denekler ağırlıklı olarak HRT-0 grubundaydı (%79).
Sonuç: Anormal KHD ve KHT değerleri, artan PAF riskini yansıtabilir. Hem TS hem de TO bozuk olan hastalar yakından izlenmelidir. AF’nin olası komplikasyonları, invaziv olmayan, tekrarlanabilir, kolay erişilebilir 24 saatlik EKG Holter monitörizasyonu kullanılarak erken teşhis ve uygun tedavi ile önlenebilir.
Aim: Autonomic dysfunction is one of the major contributors to atrial fibrillation (AF) development and recurrence. Predicting AF using autonomic dysfunction parameters such as heart rate variability (HRV) and heart rate turbulence (HRT) in patients with risk factors may influence our daily practice. Thus we compare HRV and HRT measurements derived from 24 hours Holter ECG between paroxysmal AF (PAF) patients and healthy subjects.
Material and Method: A total number of 116 patients were included in this case-control study. All patients underwent a 24-h Holter ECG monitoring. HRV (VLF, LF, HF, SDNN, SDANN, ASDNN, rMSSD, pNN50) and HRT parameters [turbulence onset (TO) and turbulence slope (TS)] were analyzed and compared between groups. According to their HRT parameters, all participants were divided into three groups (HRT-0: normal TO, TS; HRT-1; abnormal TO or TS; HRT-2: abnormal TO and TS). A p-value <0.05 was considered significant.
Results: All HRV parameters were impaired in patients with PAF (p<0.05 for all parameters). There was a statistically significant difference between groups in TO (PAF 1.23±2.56; control -1.02±1.35; p= <0.001) and TS (PAF 2.59±2.39; control 3.75±1.49; p=0.002) values. In addition, 62% of the PAF patients were in HRT-2 group, on contrary; healthy subjects were predominantly in HRT-0 group (79%).
Conclusion: Abnormal HRV and HRT values may reflect an increased risk of PAF. Patients should be closely monitored when both TS and TO are impaired. AF’s potential complications may be prevented by early detection and proper treatment using non-invasive, reproducible, easily accessible 24-h ECG Holter monitoring.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

13.
Tıp Öğrencileri Uzay Tıbbı Hakkında Ne Biliyor?
What Do Medical Students Know About Space Medicine?
Şeref Emre Atiş
doi: 10.5505/kjms.2022.54280  Sayfalar 71 - 76
Amaç: Tıbbi pratikte, eğitim çoğunlukla hasta bakımıyla ilgili alanlara odaklanmıştır. Uzay tıbbı alanı gibi özellikli eğitim gerektiren alanlara gösterilen ilgi oldukça sınırlıdır. Bu konuda tıp öğrencilerine verilecek eğitim onları uzay tıbbı alanında potansiyel bir aday ve eğitici haline getirebilir ve gelecek nesiller için bu eğitim gereklilik haline gelecektir. Bu çalışmada amacımız Türkiye’deki tıp fakültesi öğrencilerinin uzay tıbbı ile ilgili farkındalıklarını araştırmaktır.
Materyal ve Metot: Çalışmamız kesitsel nitelikte olup, tıp fakültesi öğrencileri kapsamaktadır. Uzay tıbbı ile ilgili anketimize katılmayı kabul eden farklı dönemlerdeki tıp fakültesi öğrencileri çalışmaya dahil edildi. Çalışmada katılımcılara 16 sorudan oluşan bir anket düzenlendi. Anketteki sorular, çoktan seçmeli, açık uçlu ve 1’den 10’a kadar değişen puanlamaları olan farklı soru tiplerinden oluşmaktadır.
Bulgular: Toplamda 318 katılımcı çalışmaya dahil edildi. Katılımcıların yaş ortalaması 21,3±2,1 yıldı. Öğrencilerin %42,1’inin uzay tıbbı ile ilgili bir fikri olmadığı saptandı. Benzer şekilde, öğrencilerin %56,3’ü bu branşın tıp bölümleri arasında yer olduğunu bilmiyordu. Uzayda meydana gelebilecek potansiyel tehlikelerle ilgili sorulara katılımcıların %60,7’si yanlış cevap verdi. Çalışmada katılımcıların %43,1’inin herhangi bir uzay ajansını bilmedikleri, uzay ajansları ile ilgili bilgisi olanların ise sadece %9,9’nun bildiği uzay ajansı için Türkiye Uzay Ajansı cevabını verdiği saptandı. Katılımcıların %6,6’sının ise Türkiye’nin resmi uzay ajansını Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)’nu sandığı ortaya çıktı.
Sonuç: Tıp fakültesi öğrencilerinin uzay tıbbı ile ilgili bilgileri oldukça sınırlıdır ve bu öğrencilerin yarısı uzay tıbbı bölümünün varlığından haberdar değildir. Sonuç: Tıp fakültesi öğrencilerinin uzay tıbbı ile ilgili bilgileri oldukça sınırlıdır ve bu öğrencilerin yarısı uzay tıbbı bölümünün varlığından haberdar değildir.
Aim: In medical practice, education is mainly carried out in inpatient care. There is limited attention to specific training focusing on the medical branches like space medicine. Educating medical students can assist them in becoming potential candidates or educators in space medicine, and this education could become a necessity for future generations. In the present study, we aimed to assess the medical school students in Turkey for their level of awareness in this field.
Material and Method: Our study is designed as a cross-sectional study comprising students studying medicine. Participants in different grades who agreed to fill the awareness questionnaire focusing on space medicine were included. Participants were asked to fill out a questionnaire consisting of 16 questions. The questions included in the questionnaire were asked in different forms, such as multiplechoice, open-ended questions, and questions scaled from 1 to 10.
Results: A total of 318 participants were included in the study. The mean age of the participants was 21.3±2.1 years. It was found that 42.1% of the students did not know space medicine. Similarly, 56.3% of the participating students were unaware that this specialty was among the medical fields. 60.7% of participants incorrectly answered the questions about their knowledge of the potentially encountered problems in space. It was found that 43.1% of the participants were unaware of the presence of any space agency; of those who were informed about their presence, only as few as 9.9% responded with the Turkish Space Agency. 6.6% of the participants believed that the Scientific and Technological Research Council of Turkey (TUBITAK) was Turkey’s official space agency.
Conclusion: Medical faculty students have limited knowledge of space medicine, and half of them were not aware of the presence of the aerospace medicine field.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

14.
Hemşirelik Öğrencilerine Verilen Eğitimin Palyatif Bakım Bilgi ve Tutumlarına Etkisi
Effect of Education Given to Nursing Students on Their Palliative Care Knowledge and Attitudes
Ayşegül Öztürk Birge, Tülin Bedük
doi: 10.5505/kjms.2022.93446  Sayfalar 77 - 86
Amaç: Bu çalışmada hemşirelik öğrencilerine verilen eğitimin palyatif bakım görüş, bilgi ve tutumlarına etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Materyal ve Metot: Çalışmada tek gruplu bir ön test / son test yöntemi kullanıldı. Araştırma, 11-26 Aralık 2017 tarihleri arasında bir üniversiteye kayıtlı 2. sınıf hemşirelik öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Araştırmanın örneklemini eğitim öncesi 105 öğrenci, eğitim sonrası 98 öğrenci oluşturdu. Araştırmanın verileri, palyatif bakım bilgisi, görüş formu ve Ölmekte olan Hastanın Bakımına İlişkin Tutum Ölçeği (FATCOD) kullanılarak toplandı. Verilerin analizinde, bağımlı gruplar için McNemar ki-kare, t-testi ve Pearson’s korelasyon testi kullanıldı.
Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 19.71 ± 1.01 idi. Eğitimleri süresince palyatif bakım ünitesinde klinik uygulama deneyimi yaşayan öğrencilerin oranı %11.4 olarak bulunurken, %32.4’ünün palyatif bakım verdiği belirlendi. Eğitim öncesi ve sonrasında öğrenciler etkili/kaliteli palyatif bakım hizmetinin yerinin daha çok palyatif bakım üniteleri olduğunu belirtti. Öğrenciler palyatif bakım yönetiminde en zorlayıcı semptomların deliryum, ağrı, nefes darlığı ve yorgunluk olacağını bildirdi. Eğitim sonrasında mezuniyet sonrası palyatif bakımda çalışmak isteyen öğrencilerin oranı azaldı (p>0.05). Öğrencilerin eğitim öncesi palyatif bakım bilgi puanı ortalaması 9.95 ± 2.00 olup, eğitim sonrasında 12.29 ± 2.42’ye anlamlı olarak arttığı belirlendi (t/p=-7.881/0.000). Mezuniyet sonrası palyatif bakımda çalışmak isteyen öğrencilerin FATCOD puan ortalamasının (114.66 ± 8.76), istemeyenlere göre daha yüksek olduğu belirlendi (108.24± 8.88) (t = 3.468, p = 0.001). Ayrıca, öğrencilerin eğitim sonrası palyatif bakım bilgi puanı ortalaması ile FATCOD puan ortalaması arasında pozitif ancak zayıf bir korelasyon olduğu bulundu (r = 0.285, p = 0.004).
Sonuç: Öğrencilere palyatif bakım konusunda verilen eğitimin bilgi ve tutumlarında olumlu farklılıklar yarattığı görüldü. Ancak eğitimin, mezuniyet sonrası öğrencilerin palyatif bakım hemşiresi olarak çalışma isteklerini azalttığı belirlendi.
Aim: This study aimed to evaluate the effect of education given to nursing students on their palliative care opinion, knowledge, and attitudes.
Material and Method: The study used a single group pre-test/posttest method. The study was carried out between 11–26 December 2017 with the participation of second-grade nursing students enrolled at a university. The study sample consisted of 105 students before the training and 98 students after the training. The study data were collected using a palliative care knowledge, opinion form, and the Frommelt Attitudes Toward Care of the Dying Scale (FATCOD). In the analysis of the data, McNemar chi-square for dependent groups, t-test, and Pearson’s correlation test were used.
Results: The mean age of the students was 19.71±1.01 years. The percentage of the students who had clinical practice experience in the palliative care unit during their education was 11.4%, while 32.4% were determined to have already been given palliative care. Before and after the training, the students stated that the place of effective/quality palliative care service was mostly palliative care units. The students reported that the most challenging symptoms in palliative care management would be delirium, pain, dyspnea, and fatigue. The proportion of the students who wanted to work in palliative care after graduation decreased after the training (p>0.05). The students’ mean pre-training palliative care knowledge score was 9.95±2.00, and it was found to increase to 12.29±2.42 significantly after the training (t/p=-7.881/0.000). The mean FATCOD score of the students who wanted to work in palliative care after graduation (114.66±8.76) was determined to be higher compared to the students who did not want to (108.24±8.88) (t=3.468, p=0.001). In addition, there was a positive but weak correlation between students’ mean post-training palliative care knowledge score and their mean FATCOD score (r=0.285, p=0.004).
Conclusion: The education given to the students about palliative care was found to create positive differences in their knowledge and attitudes. However, it was determined that education reduced the willingness of postgraduate students to work as palliative care nurses.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU VEYA SERISI
15.
Sol Alt Kadran Ağrısının Nadir Bir Nedeni: İntestinal Malrotasyonlu Bir Hastada Akut Apandisit
A Rare Cause of Left Lower Quadrant Pain: Acute Appendicitis in a Patient with Intestinal Malrotation
Mesud Fakirullahoğlu, Nurhak Aksungur
doi: 10.5505/kjms.2022.49091  Sayfalar 87 - 89
Akut apandisit, akut karın ağrısının en sık cerrahi nedenidir. Normalde akut apandisite sekonder karın ağrısı sağ alt kadranda lokalize olurken, intestinal malrotasyon veya situs inversus totalis durumunda karın ağrısı sol alt kadranda lokalizedir. Bu durumlar tanı ve tedavide gecikmeye neden olabilmektedir. Bu olgu sunumunda intestinal malrotasyona bağlı atipik lokalize akut apandisit olgusunun tanı ve tedavi sürecinin literatür eşliğinde sunulması amaçlanmıştır.
Acute appendicitis is the most common surgical cause of acute abdominal pain. Normally, abdominal pain secondary to acute appendicitis is localized in the right lower quadrant, whereas in case of intestinal malrotation or situs inversus totalis, the abdominal pain is localized in the left lower quadrant. These conditions may lead to delay in diagnosis and treatment. In this case report, it is aimed to present the diagnosis and treatment process of an atypically localized acute appendicitis case due to intestinal malrotation in the light of the literature.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

16.
Nadir Bir Akut Karın Nedeni: Pnömatozis Sistoides İntestinalis
A Rare Cause of Acute Abdomen: Pneumatosis Cystoides Intestinalis
Tolga Kalaycı, Murat Kartal
doi: 10.5505/kjms.2022.78045  Sayfalar 90 - 92
Pnömatozis sistoides intestinalis (PSİ), ince bağırsakta veya kolon duvarında gaz varlığı olarak tanımlanan nadir bir hastalıktır. 55 yaşında bir kadın hasta iki gündür süren karın ağrısı şikâyeti ile acil servise başvurdu. Abdominopelvik bilgisayarlı tomografi taramasında, PSİ ve periton içi serbest hava görüldü. Hastaya acil laparotomi yapıldı. Eksplorasyonda perforasyon ve iskemik barsak segmenti yoktu. Sadece ince bağırsak kıvrımlarının duvarında hava kabarcıkları görüldü. Hastaya herhangi bir cerrahi işlem düşünülmedi. Hasta yedinci günde komplikasyonsuz olarak taburcu edildi.
Pneumatosis cystoides intestinalis (PCI) is a rare disease defined as the presence of gas in the small intestine or colon wall. A 55-yearold female patient was admitted to the emergency service with a complaint of abdominal pain lasting for two days. PCI and intraperitoneal free air were seen on the abdominopelvic computed tomography scan. The patient underwent an emergency laparotomy. There was no perforation and ischemic bowel segment on exploration. Air bubbles were seen only in the wall of the small bowel loops. No surgical procedure was considered for the patient. The patient was discharged on the seventh day without complication.
Makale Özeti | Tam Metin PDF