Volume: 9  Issue: 1 - 2010
Hide Abstracts | << Back
LETTER TO EDITOR
1.Crimean-Congo Hemorrhagic Fever
Elif Bayçelebi, Figen Coşkun
doi: 10.4170/jaem.2009.97268  Pages 7 - 8
Sayın editör,

Son yıllarda yolculukların artması, biyoterorizm, ekolojik bozulma gibi değişen sosyal, ekonomik ve iklim durumları nedeni ile Kırım-Kongo kanamalı ateşi (KKKA) gibi viral orijinli hastalık salgınlarında artış gözlenmektedir. Ülkemizde de keneler aracılığı ile ve enfekte hayvanlar ya da kanları ile temas sonucu insanlara bulaşan Bunyaviridae ailesinden bir RNA virüs olan Nairovirus’un sebep olduğu KKKA özellikle İç Anadolu bölgesinde 2001 yılından beri epidemik olarak izlenmektedir.
Keneler, otlak, çalılık, kırsal alanlarda yaşayan; uçamayan 6-8 bacaklı hayvanlardır. Kan emerek beslenirler. Bu sayede hastalıkları insanlara bulaştırırlar. Türkiye’de 32 tür kene olduğu bildirilmektedir. Kenelerin, küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından evcil memeli hayvanlara, kuşlara (özellikle devekuşları) kadar geniş bir konakçı spektrumları mevcuttur. Konakçı spesifitesi göstermezler (1).
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi virüsu bulaştıran keneler Hyalomma soyuna ait (özellikle H. Marginatum marginatum ) olup bunlar genel olarak Nisan ve Ekim aylarında aktiftirler. İkinci pik aktivite zamanı Kasım ayıdır (1,2,3).
Hastalığın inkübasyon dönemi, kene ısırığından sonra 2-12 gün arasında değişmektedir. Hastalar ateş, başağrısı, gastrointestinal sistem yakınmaları, kas ağrıları ve kanama gibi yakınmalar ile başvurabilir. Lökopeni, trombositopeni ve karaciğer enzim yüksekliği gibi laboratuar bulguları hastalığın ilerlemesiyle ortaya çıkar. Ayrıca protrombin zamanı, parsiyel tromboplastin zamanı ve diğer pıhtılaşma testlerinde belirgin bozukluk görülebilir.
KKKA’da kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Destek tedavisi (kan ve ürünleri replasmanı, solunum-dolaşım desteği, parenteral beslenme) yapılmalıdır. Sentetik pürin nükleosid analoğu ribavirin tedavide kullanılan tek geniş spektrumlu antiviral ajandır. KKKA’ne karşı geliştirilmiş etkin bir aşı da henüz piyasada bulunmamaktadır. KKKA mortalite oranları literatürde faklılık göstermektedir. Ülkemizde Uğurlu ve ark.’nın yaptığı bir çalışmada KKKA mortalitesi literatürde bildirilen oranlardan daha düşük olup %30-62’dir. Bu oranın düşük oluşu kan ürünleri ve diğer olanaklara ulaşmanın kolay oluşuna bağlanmıştır (4).
Kene ısırığı ile acil servislerimize gelen hastalar mutlaka bilgilendirilmeli, takiplerinin doğru ve zamanında yapılmaları konusunda uyarılmalıdır. Ayrıca özellikle acil servislerde olmak üzere tüm sağlık personeli ateş, trombositopeni, karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk, kene ile temas hikayesi olan hastalara yaklaşırken mutlaka koruyucu tedbirleri almalıdır (5).
Saygılarımızla.
Abstract | Full Text PDF

REVIEW
2.The use of Ultrasonography-guided peripheral intravenous access in Emergency Department Patients with Difficult Venous Access
Mahmure Aygün, Hacer Erten Yaman, Ayfer Bayındır
doi: 10.4170/jaem.2009.86580  Pages 9 - 16
İntravenöz terapi modern sağlık bakımının temel taşlarından biridir. Sağlık profesyonelleri acil servislerde pek çok sayıda intravenöz kateter yerleştirir. Acil servislerde çeşitli tedaviler için periferal intravenöz girişim oluşturmak genellikle zordur. Geleneksel yöntemle venöz giriş sağlanamayan hastalarda yatakbaşı ultrasonografi kullanımı, vene girişe yardım edebilir ve başarılı kateterizasyonu sağlayabilir. Milenyum steteskopu olarak adlandırılan ultrasonografi özellikle venöz girişimde güçlük çekilen hastalarda yeni bir teknoloji olarak periferal intravenöz kateterizasyon ve periferal olarak yerleştirilen santral kateterizasyon uygulamalarında kullanılmaktadır. Bu uygulama acil servis hastalarında özellikle faydalıdır. Ultrasonografi kullanımı ile venler görüntülenebilir ve başarılı kateterizasyon sağlanabilir. Ultrasonografi eşliğinde ven kateterizasyonu, acil servislerdeki venöz giriş zorluğu yaşanan hastalarda, güvenilir, hızlı ve yüksek oranda başarılıdır. Çalışmalar ultrasonografi kullanımının daha başarılı intravenöz giriş sağlamaya katkıda bulunduğunu göstermektedir. Bu teknik eğitim almış doktor, hemşire ve paramedikler tarafından uygulanabilir.
Anahtar kelimeler: Acil servis, venöz giriş güçlüğü, ulrasonografi eşliğinde venöz kateterizasyon
Intravenous therapy is a fundamental cornerstone of modern healt care. Health care professionals place many peripheral intravenous lines in the emergency departments.
Obtaining peripheral intravenous access for various therapies in emergency depertment patients is usually diffucult. Patients in whom peripheral venous access cannot be obtained with traditional techniques, use of bedside ultrasound can aid in peripheral vein access and facilitate successful cannulation. The ultrasonography which is called “the Millenium stethoscope” is being used as a new technology in both ultrasound-guided peripheral intravenous access and peripherally inserted centeral catherization, especially in patients with difficult intravenous access. This is particularly useful in patients that may have short emergency department visits. Veins can be visualized and successfully cannulated with the use of ultrasound. Ultrasound-guided vein cannulation is safe, rapid and a high success rate in ED patients with diffucult peripheral intravenous. Researches has shown that the use of ultrasonography(USG) could contribute for more effective intravenous puncturing. This technique can be used by trained physicians, nurses and paramedics in the emergency department.
Key words: Emergency Department, diffucult venous accesess, Ultrasound-guided vein cannulation
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
3.Effects of different fluids on hymodynamic parameters and liver arginase activities in hemorrhagic shock
Havva Şahin Kavaklı, Hakan Güven, Cemile Koca, Ramazan Amanvermez, Özlem Alıcı
doi: 10.4170/jaem.2010.99810  Pages 17 - 20
Amaç: kontrolsüz hemorajik şokun standart dalak yaralanması modelini kullanarak farklı sıvı resüsitasyonunun karaciğer arjinaz aktivitesi üzerine etkilerini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: 50 adet rat 5 gruba ayrıldı. Grup 1’de massif dalak yaralanması yapıldı, tedavi verilmedi. Grup 2’de massif dalak yaralanması 70 ml/kg/saat Ringer Laktat solüsyonu, Grup 3, 4, 5’te 7.5 ml/kg Hydroxyethyl Starch, Hipertonic Salin ve Dekstran-40 ile, yaralanmanın 15-39. dakikaları arasında tedavi edildi. Tüm gruplarda 30. dakikada splenektomi yapıldı. Hemodinamik monitörizasyon ve anestezi 90. dakikaya kadar sürdürüldü. Takip süresi 48 saatti. 48 saatlik sağkalım sonrası karaciğer doku örnekleri çıkarıldı ve arjinaz aktivitesi analizi için -70◦C’de saklandı.
Bulgular: Farklı sıvı rejimlerinin hemodinamik parametreler, arter kan gazları ve hemorajik şokun erken dönemlerinde sağkalım üzerine etkileri yoktu. Ringer Laktat, kontrol ve diğer gruplarla karşılaştırıldığında karaciğer arjinaz aktivitesini artırdı. (p<0.02; p<0.05). Diğer gruplarla kontrol grubu karşılaştırıldığında aralarında arjinaz aktivitesi yönünden istatistiksel farklılık yoktu.
Sonuç: Sonuç olarak, uzun dönem bulgulara bağlı olarak, Ringer Laktat hemorajik şokta daha yararlı bir seçenektir.
Aim: Using a standardized splenic injury model of uncontrolled hemorrhagic shock, we aimed to research the effect of different fluid resuscitation on the liver arginase activity.
Materials and Methods: Fifty rats were divided into five groups. In group 1; massive splenic injury was untreated, in group 2 massive injury was treated with 70 ml/kg/hour Ringer Lactate solution, in groups 3,4,5 massive injury was treated with 7.5 ml/kg/hour Hydroxyethyl Starch, Hypertonic Saline and Dextran-40, respectively between 15 and 30 minutes of injury. In all groups, splenectomy was performed at the 30th minute. Hemodynamic monitoring and anesthesia were continued up to 90 minutes. Duration of follow-up was 48 hrs. After 48 hours of survival, liver tissue samples were removed and were kept in -70◦C for the analysis of arginase activities.
Results: Different fluid regimens were found to have no effects on hemodynamic parameters, arteriel blood gases and survival at the early phase of uncontrolled hemorrhagic shock. RL increased liver arginase activity compared with control group (p<0.02) and other groups. (p<0.05). Unlike Ringer Lactate, other groups had no statistical differences at arginase activities comparing to control group.
Conclusions: Finally, depending on long term results, Ringer Lactate is more useful fluid choice in hemorrhagic shock.
Abstract | Full Text PDF

4.Diagnostic Value of Bedside Brain Natriuretic Peptide Measurement in Patients with Head Trauma
Yunsur Çevik, Polat Durukan, Fatih Serhat Erol, Mustafa Yıldız, Necip İlhan, Selami Serhatlıoğlu
doi: 10.4170/jaem.2009.93823  Pages 21 - 25
Giriş: Brain natriüretik peptit (BNP) kalpte artmış duvar gerilimi, duvar basıncı ve intraventriküler volüme sekonder olarak kardiyak ventriküllerden salınır. Ancak, insan beyninde serebral korteks, hipotalamus, talamus, pons ve serebellumda da immünreaktif yöntemle tespit edilmiştir.
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kafa travmalı hastalarda kafa içi yaralanmaların belirlenmesinde yatak başı BNP ölçümünün tanısal değerini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışma kafa travmalı hastalarla prospektif olarak yapıldı. Bu hastalara bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) çekildi ve yatak başı BNP ölçümü yapıldı.
Bulgular: BBT’sinde intrakraniyal lezyon olan 23 hastanın ortalama BNP düzeyi 16.16±15.8 pg/mL, intrakraniyal lezyon olmayan 17 hastanın ortalama BNP düzeyi 5.78±3.0 pg/mL olarak bulundu. Kontrol grubunda ortalama BNP düzeyi ise 6.91±3.2 pg/mL idi. Yapılan istatistiksel analiz sonucu intrakraniyal patoloji tespit edilen grubun BNP düzeyi diğer iki gruba göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.01).
Sonuç: BNP’yi arttırdığı bilinen diğer nedenler olmaksızın, 10 pg/mL üzerindeki BNP değerlerinin kafa travmalı hastalarda kafa içi yaralanmaları belirlemede etkili ve spesifik olabileceğini düşünüyoruz.
Background: Brain natriuretic peptide (BNP) is secreted by cardiac ventricles in response to increased wall stress and intraventricular volume but it was showed that there was some immunoreactivity of BNP in the human brain including cerebral cortex, thalamus, pons, and cerebellum.
Aim: The aim of this study is to investigate the diagnostic value of bedside measurement of BNP that is used in order to predict the presence of intracranial pathologies in patients with head trauma.
Materials and Methods: This study was performed prospectively with head trauma patients. Bedside BNP measurements and cranial computed tomography (CT) scans were performed in these patients.
Results: The mean BNP level of 23 patients with pathologic cranial CT scan was 16.16±15.8 pg/mL and the mean BNP level of 17 patients with normal cranial CT scan was 5.78±3.0 pg/mL. It was 6.91±3.2 pg/mL in the control group. The mean BNP level of patients with pathological cranial CT was significantly higher than mean BNP levels of patients with normal cranial CT and patients in the control group (p<0.01).
Conclusion: We think that BNP levels over 10 pg/mL values without known causes of BNP increase may be effective and specific to detect intracranial pathologies in head trauma patients.
Abstract | Full Text PDF

5.Carbon monoxide poisoning in children
Gülser Esen Besli, Müferet Ergüven, Meriban Karadoğan, Öznur Yılmaz
doi: 10.4170/jaem.2009.19480  Pages 26 - 30
Amaç:

Çalışmamız çocuk acil biriminde karbon monoksit zehirlenmesi tanısı alan 39 olgunun klinik ve laboratuvar bulgularını değerlendirmek, karboksihemoglobin ve laktat düzeyleri ile klinik tablo arasındaki ilişkiyi araştırmak ve miyokard iskemisine bağlı bulguların olup olmadığını belirlemek amacıyla yapıldı.
Gereç ve Yöntem:

Yaşları 1,5 ay ile 17 yaş arasında 39 olgu ileriye yönelik değerlendirildi. Tüm olguların kimlik bilgileri, karbon monoksit kaynağı, başvuru saatleri, şikayetleri, başvuru öncesi senkop öyküsü varlığı, başvuru öncesi oksijen alıp almadıkları, fizik bulguları ve kan gazı sonuçları kaydedildi. Miyokard iskemisi açısından elektrokardiyografi, kreatin kinaz miyokard bandı ve troponin-I ölçümleri yapıldı. Miyokard enzimlerinde artış saptananlara ekokardiyografi çekildi. Nörolojik ve kardiyak bulgularla karboksihemoglobin ve laktat düzeyleri arasındaki ilişki incelendi.
Bulgular:

Başvuru öncesinde oksijen almamış olguların karboksihemoglobin ile laktat düzeyleri arasında pozitif yönde ilişki saptandı (r=0,621, p<0,01). Nörolojik bulgusu olan olguların karboksihemoglobin ve laktat düzeyleri nörolojik bulgusu olmayanlardan yüksek bulundu (p<0,01ve p<0,05). On iki olguda kreatin kinaz miyokard bandı artışı bulunmakla birlikte hiçbirinde troponin-I yüksekliği ve ekokardiyografide kalp işlev bozukluğu saptanmadı.
Sonuç:

Sonuç olarak, laktat artışı ile nörolojik bulgu varlığı ilişkili bulunmuştur. Hastalarda laktat yüksekliği dikkate alınmalıdır. Karboksihemoglobin tanı ve klinik izlem açısından önemli bir ölçüttür. Ancak tek başına karboksihemoglobin düzeyi tanıyı dışlamak için yeterli değildir. Klinik ve elektrokardiyografi bulgusu vermeyen olgularda miyokard enzim çalışmasının gerekliliği konusunda daha geniş olgu serileri gerektiği düşünülmektedir.
Background:
We aimed to evaluate 39 patients with CO poisoning followed-up in terms of clinical and laboratory findings. The study focused on examining the relationship between clinical status, carboxyhemoglobin and lactate level as well as determining the existence of myocardial ischemia.
Methods:
Thirty nine cases between 1.5 months- 17 years old were enrolled prospectively. Demographics, source of carbon monoxide, time of admission, complaints, history of syncope, previous oxygen treatments, clinical findings and blood gas analysis were recorded. To evaluate myocardial ischemia electrocardiogram, creatine kinase myocardial band and troponin-I levels were measured. Echocardiogram was applied to cases with elevated myocardial enzymes. The relationship between neurological symtomps and cardiac damage with carboxyhemoglobin and lactate levels were evaluated.
Results:
There was a positive correlation between carboxyhemoglobin and lactate levels of cases who had not taken oxygen before admission (r=0.621, p<0.01). Carboxyhemoglobin and lactate levels of cases with neurological symptoms were significantly higher than those without neurological symptoms (p<0.01and p<0.05). Although 12 cases had elevated creatin kinase myocard band, none of them depicted increased troponin-I or cardiac function impairment in echocardiography.
Conclusion:
Elevated lactate level is correlated with neurological symptoms and should be consider in carbon monoxide poisoning. While carboxyhemoglobin level is an important factor to diagnose and follow-up the measurement of carboxyhemoglobin levels alone may be insufficient to rule out the diagnosis. There should be lstudies with larger group of patients regarding the need of routine myocardial enzymes evaluation in cases that do not have clinical and electrocardiographic findings.
Abstract | Full Text PDF

6.Evaluatıon of acute poisonings in pediatric emergency department in 2006
Suat Biçer, Çiğdem Binay, Gülhan Tunca Şahin, Hakan Gemici, Sennaz Şahin, Seçkin Bahar, Rengin Şiraneci, Nuri Engerek
doi: 10.4170/jaem.2009.16362  Pages 31 - 40
AMAÇ: Bir pediatri hastanesinin acil ünitesine zehirlenme nedeniyle getirilen çocukların klinik ve epidemiyolojik bilgilerinin ortaya konulması.
MATERYAL VE METOD: Acil çocuk servisine 2006 yılında zehirlenme nedeniyle getirilen 0-18 yaş arasındaki çocuklar çalışmaya alındı. Vakalara ait bilgiler hastaların kayıtları geriye dönük olarak değerlendirilerek elde edildi. Zehirlenmeye neden olan maddeler ilaçlar, kostik maddeler, hidrokarbonlar, tarım ilaçları, fare zehiri, evlerde kullanılan diğer kimyasal maddeler ve besinler olarak gruplandı.
BULGULAR: Yaşları 0-18 arasında (ortalama 4.60±0,17 yıl) olan 513 vakanın 267’si (%52) erkek, 246’sı (%48) kız cinsiyetliydi. Zehirlenme vakaları 2006 yılında çocuk acil ünitesine getirilen tüm vakaların %0.4’ünü (513/133.808) oluşturuyordu. Zehirlenmeye en çok neden olan maddeler ilaçlar olup, bunları besinler izliyordu. Zehirlenmeye en çok neden olan ilaç grubu analjeziklerdi, ilaçların %26’sını oluşturuyordu, bunu antidepresanlar (%18.7) ve solunum ilaçları (%14) izliyordu. En sık görülen zehirlenme yolu oral yoldu (459/513, %88). Tüm zehirlenme vakaları içinde en çok görülen semptom kusmaydı (%30.2), merkezi sinir sistemi depresyonu (%8.4) bunu izliyordu. Vakaların büyük çoğu (%94.4) bilinçsiz olarak, kaza sonucu zehirlenmişti, intihar amaçlı zehirlenmeler %5.6 oranındaydı.
SONUÇ: Çocuklarda zehirlenmenin ana nedeni maddelerin kazayla alımıdır. Çocukların zehirlenmelerden korunması, morbidite ve mortalitenin azaltılması için ülkemizdeki zehirlenme vakalarının epidemiyolojik özelliklerinin belirlenmesi gerekmektedir.
OBJECTIVE: The purpose of this study was to describe the epidemiological and clinical characteristics of poisoned childrens who were admitted to emergency department of a pediatric referral hospital.
MATERIAL AND METHODS: All poisoned childrens under 18 years of age presenting to the Pediatric Emergency Department in 2006 were determined. All information was collected retrospectively from recorded data. The materials which caused the intoxication were classified as drugs, caustic substances, hydrocarbons, carbon monoxide, foods, pesticides, rat poisons and other home products.
RESULTS: We studied among 513 cases, 267 (52%) were boys, 246 (48%) were girls and mean age was 4.60±0,17 (between 0-18 years). The poisoned patients represented 0.4% (513/133.808) of overall Pediatric Emergency Department visits in 2006. Drugs were the most commonly ingested agents followed by foods. Analgesics were the most common agents, forming 26% of all poisonings due to drugs, followed by ingestion of antidepressants and respiratory drugs at ratios of 18.7% and 14%, respectively. The most common route of poisoning was ingestion of the poison (459/513 patients, 88%). Emesis was the most common symptom (30.2%), followed by central nervous system depression (8.4%). Most (94.4%) of the cases were accidental, while 5.6% of them were suicidal.
CONCLUSION: The main poisoning reason was consumption of medicine of a child, accidentally. Determination of the epidemiologic characteristics of the cases of poisoning in our country is needed, for the prevention of childhood poisonings, and reducing the mortality and morbidity.
Abstract | Full Text PDF

7.Acute Appendicitis Experience of a State Hospital
Hande Köksal, Bülent Uysal, Rıza Sarıbabıçcı
doi: 10.4170/jaem.2009.02997  Pages 41 - 44
Giriş: Bu çalışmada, akut apandisit (AA) ön tanısıyla appendektomi yapılan hastaların klinik, laboratuar ve histopatolojik bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı.
Hastalar ve Metod: 2008 yılı içinde AA ön tanısı ile ameliyat edilen 581 hastanın dosyasından hastanın klinik, laboratuar, radyolojik ve histopatolojik bulguları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: 495 hasta bu çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların 462’si (%89) AA tanısı alırken, 33 hastada (%7) AA saptanmadı. Akut apandisit tanısı alan hastaların hepsinde karın ağrısı yakınması varken diğer semptomlar bulantı ve kusma idi. Fizik muayenede tüm kadranlarda hassasiyet, rebound ve ateş saptandı. Akut apandisit tanısı alan hastaların 407’sinde (%88) lökositoz saptandı. Akut apandisit tanısı olmayan hastaların hepsinde de karın ağrısı varken diğer yakınmalar bulantı ve kusma idi. Bu hastaların fizik muayenesinde tüm hastalarda hassasiyet, rebound ve ateş saptandı. Lökositoz bu hastaların 20’sinde (%61) saptandı. Akut apandisit olan hastaların lökosit değeri olmayan hastalarınkinden daha yüksekti (p=0.001)
Yorum: Öykü ve fizik muayene AA tanısında halen önemlidir. Lökosit sayısı ve nötrofili gibi laboratuar bulguları ile ultrasonografi tanı için yardımcı olabilir.
Introduction: The aim of the study was to evaluate clinical, laboratory, and histopathologic features of the patients underwent appendectomy with clinical suspicion of acute appendicitis (AA).
Patients and Methods: The medical records of 581 patients who underwent appendectomy for suspected AA in 2008 were evaluated retrospectively. Their clinical, laboratory, radiologic and histopathologic features were reviewed.
Results: 495 were enrolled in this study. Of these, 462 patients (89%) had AA and 33 patients (7%) did not. In patients with AA, all patients had abdominal pain and the other symptoms were nause and vomiting. Physical examinations findings were tenderness (in all patients), rebound and fever. Leukocytosis in the patients with AA was determined in 407 patients (88%). In patients without AA, all patients had abdominal pain and the other symptoms were nause and vomiting. Physical examinations findings were tenderness (in all patients), rebound and fever. Leukocytosis in the patients without AA was determined in 20 patients (61%). The leukocyte counts of the patients with AA was higher than the patients without AA, (p=0.001).
Conclusion: History and physical examination are still most important diagnostic tools. Also, laboratory findings such as leukocyte count and neutrophil percentage and ultrasonography may be helpfull for diagnosis.
Abstract | Full Text PDF

8.Retrospective Analysis of Skiing İnjuries
Yunsur Çevik, Cemil Kavalcı, Erdoğan Ülke
doi: 10.4170/jaem.2009.63626  Pages 45 - 48
Giriş: Kayak, beraberinde yaralanma risklerini de taşıyan oldukça popüler bir kış sporudur. Kayak yaralanmaları, diğer travmalara göre nispeten daha az görülmekte ve nadiren hayatı tehdit eden yaralanmalar oluşmaktadır.
Amaç: Kayakla ilişkili yaralanmalar nedeniyle acil servise kabul edilen hastaların, demografik ve klinik özelliklerini tespit etmeyi ve yaralanmaları önleyici tedbirleri tartışmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışma Aralık 2005-Mart 2006 tarihleri arasında acil servise kayak yaparken yaralanma nedeniyle başvuran hastaların dosyalarının geriye dönük incelenmesiyle yapılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya alınan 69 hastanın yaş ortalaması 23.70 ± 9.79 idi. Hastaların 43’ünde (%62.3) gözlenen ayak ve/veya ayak bileğinde yumuşak doku travması en sık saptanan yaralanma iken, 7’sinde (%10.1) alt bacak fraktürleri, 4’ünde (%5.8) omuz çıkığı tespit edilmiştir. Alt bacak fraktürleri tespit edilen kazazedelerin yaş ortalaması 11.29±5.12 (min: 7, max: 22 yaş) idi. Kayak yaralanması sonucu kabul edilen hastaların 66 ‘sı (%95.7) acil servisten taburcu edilirken, 3 (%4.3) hasta ortopedi kliniğine yatırılmıştır. Mortalite gözlenmemiştir.
Sonuç: Kayak sporunun doğurabileceği tehlikeleri azaltmak için kullanılan kayak malzemelerinin kişiye uygun seçimi, özellikle bacak kaslarının gelişimine katkı sağlayacak fiziksel kondisyonun geliştirilmesi ve iyi bir kayak eğitiminin gerekli olduğu kanısındayız.
Background: Despite the risk of injury, skiing is a very popular winter sport. Skiing injuries are rarely seen with comparison to other types of accidental injuries and are occasionally life-threatening.
Aim: We aimed both to determine clinical and demographic characteristics of patients who were admitted to the emergency department for ski-related injuries and to discuss skiing injury prevention strategies.
Materials and Methods: Medical records of patients, who were admitted to the emergency department for ski-related injuries between December, 2005 and March, 2006 were retrospectively reviewed.
Results: The mean age of 69 patients who were enrolled into the study was 23.70 ± 9.79 years. Soft tissue injuries of the foot and ankle were seen in 43 (62.3%) patients and it was the most frequent injury. 7 (10.1%) patients had a lower leg fracture and 4 (5.8%) patients had shoulder dislocation. The mean age of patients with lower extremity fractures was 11.29±5.12 (range 7-22 years) years. Of 69 patients who were admitted to the emergency department for ski-related injuries, 66 (95.7%) patients were discharged and 3 (4.3%) patients were transferred to the orthopaedic clinic. No mortality was observed.
Conclusion: We conclude that ski equipments which are fitted to the individual properly and a basic level of fitness with basic ski skills are enough in order to avoid having ski-related injuries.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
9.USG in Emergency Medicine: The importance of suprasternal window in diagnosis of aortic disection
Arif Alper Çevik, Nurdan Acar, Hamit Özçelik, Cüneyt Çalışır
doi: 10.4170/jaem.2010.42714  Pages 49 - 51
Aort diseksiyonu (AD) vasküler bir acildir. AD’nun transözefagial ekokardiyografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme ile yüksek duyarlılık ve seçicilikle tanınması literatürde iyi tanımlanmıştır. Bu olgu sunumunda 67 yaşında senkop ve sol tarafta güçsüzlük şikayeti ile acil servisimize getirilen bayan hastada transtorasik ekokardiyografi uygulaması esnasında suprasternal pencere incelemesi ile aorta içinde intimal flep görüntülenmesi ve AD tanısı sunulmaktadır.
Aortic dissection (AD) is a vascular emergency. Diagnosis of AD by transesophageal echocardiography, computerized tomography and magnetic resonance imaging is well described in the literature with high sensitivity and specificity. We report a diagnosis of AD with suprasternal window evaluation during transthoracic echocardiography in a 67-year-old woman presented to the Emergency Department with syncope and left side weakness.
Abstract | Full Text PDF

10.Acute Bacterial Meningitis Presenting With Acute Appendicitis
Murat Durusu, Ahmet Turan Ilıca, Mehmet Eryılmaz, Can Murat Beker
doi: 10.4170/jaem.2009.64936  Pages 52 - 55
Menenjit ve akut apandisit iyi tanımlanmış klinik tablolardır. Her iki tabloda da sıklıkla erken bulgular non-spesifiktir. Yine her iki tabloda da atipik prezentasyonlar söz konusu olabilmektedir. Bu çalışmada klinik ve görüntüleme yöntemleri ile akut apandisitle uyumlu bir tablo ile başlayan akut bakteriyel menenjit olgusunun sunulması amaçlandı.
Meningitis and acute appendicitis are both well defined clinical conditions. Early symptoms are usually non-spesific and there can be atypical presentations in each state. In this study the a case of acute meningitis presented with acute appendicitis was described with detailed clinical and laboratory findings.
Abstract | Full Text PDF

11.Lung Contusion Due to Blank Cartridge Bullet Expulsive Explosion: Case Report
Okhan Akdur, Çağlar Özdemir, Seda Özkan, İbrahim İkizceli, Levent Avşaroğulları, Türker Yıldırım, Erdoğan M. Sözüer
doi: 10.4170/jaem.2009.50479  Pages 56 - 58
Zararsız olduğuna inanılması ve ilgili yasal kuralların bulunmaması nedeniyle erişkinler tarafından kolayca satın alınabilen kurusıkı tabancalara bağlı ciddi yaralanmalarla acil servislere başvurular olabilmektedir. On yaşında erkek hasta 2 saat önce kuru sıkı tabanca mermisi ile yaralanma sonrasında acil servise getirildi. Sırt bölgesinde bir adet düzgün sınırlı muhtemel ateşli silah yaralanmasına bağlı delik mevcuttu. Hastanın akciğer grafisinde torakal 7. vertebranın 1 cm sağ lateralinde 1 adet mermi kovanı izlendi. Kontrastlı toraks tomografisinde sağ akciğer parankiminde kontüzyon, 7-8. torakal vertebranın sağında 1 adet mermi kovanı teyit edildi. Hasta operasyondan 4 gün sonra şifa ile taburcu edildi.
Because of lack of legal regulations and to be known as harmless, serious injuries can be presented to emergency departments due to blank cartridges that can be easily bought by adults. Ten year old male patient was brought to emergency department two hours ago due injury by blank cartridge bullet. On the back of the patient there was a hole with regular margins probably due to gunshot injury. On the chest x-ray there was a bullet expulsive just 1 cm lateral to 7th thoracic vertebra on the right. Contrast enhanced thorax tomography confirmed a bullet expulsive on one cm right of 7th and 8th thoracic vertebra. After the operation he was discharged on the fourth day with well being.
Abstract | Full Text PDF

MEETING REPORT
12.Assessments of Global Forum on Biorisks at Fatih University
Halil Rıdvan Öz, Işın Nergiz Geren
doi: 10.4170/jaem.2010.54227  Pages 59 - 62
Bu makalede 10 Haziran 2009’da Fatih Üniversitesinde Genetik ve Biyomühendislik Bölümü ve Amerika’dan Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin birlikte düzenlediği biyolojik riskler hakkındaki uluslararası çalıştaya ait rapor ve değerlendirmeler verilmektedir. Biyolojik risklerin çeşitlerinden bahsedilerek, bunlara karşı sorumlu olan kurum ve kuruluşların temsilcilerin sunumları hakkında bilgi verilmektedir. Daha sonra yer alan değerlendirme kısmında üniversitelerin, devlet kurumlarının ve özel kuruluşların nasıl organize olması gerektiği ve hangi alanlarda katkılarının olabileceği tartışılmıştır.
The Global Forum on Biorisks is organized in June 10, 2009 at Fatih University by Department of Genetics and Bioengineering together with Center for Strategic and International Studies (CSIS), USA in Istanbul, Turkey. The informations about the workshop were assessed. The objective of the report were to provide information about the representatives of the professional communities that have some responsibility for managing biological risks – whether those risks be of natural, accidental, or deliberate origin. Hence issues ranging from global public health to biological warfare were covered. At the end of evaluation, organizations of universities, government institutions and private organizations and their strong points in this network were discussed.
Abstract | Full Text PDF