Volume: 3  Issue: 5 - 2005
Hide Abstracts | << Back
1.KAFA TRAVMALARINDA LÖKOSİTOZUN PROGNOSTİK DEĞERİ
Başar Cander, Erdal Kalkan, Binnur Çalışkan, Sadık Girişgin, Ramazan Köylü, Aytekin Kaymakçı
Pages 4 - 6
Amaç: Travmaya organizmanın verdiği sistemik cevabın bir parçası olan lökosit seviyelerindeki artışın kafa travmalı hastalarda GKS skoru ve hasta prognozu ile ilişkisini araştırmak.
Gereç ve Yöntem: Acil servise kafa travması nedeniyle başvuran 24'ü çocuk, 32'si kadın, 44'ü erkek 100 hastada başvuru anında ve yattıkları kliniklerde GKS skorları ve lökösit düzeyleri günlük takip edildi. GKS skoru ve lökosit seviyeleri ile hasta prognozu arasındaki ilişki istatiski olarak araştırıldı.
Bulgular: Hastaların 7'nde subdural hematom+lineer fraktür,12'nde epidural hematom+lineer fraktür, 35'nde beyin ödemi, 30'nda lineer veya deplese fraktür, 5'nde subaraknoid kanama tespit edildi. 11 hastada beyin tomografisi normaldi. GKS skoru 4-15 arasında değişiyordu. Lökosit değerleri ile GKS arasında negatif korelasyon mevcuttu (p< 0.0003). Ölen 12 hastada lökosit değerleri daha yüksek seyretti.
Sonuç: Kafa travmalı hastalarda lökositozun prognostik değeri olduğunu düşünüyoruz.
The leucocyte count has been found to increase in response to trauma. We studied the relationship between Glasgow Coma Scale (GCS), prognosis, and leucocyte count in patients with head trauma.
Materials and Methods: Records of 100 patients with head trauma (24 children, 32 adult females, 44 adult males) presenting to our tertiary emergency department and admitted to the neurosurgery department were examined. Glasgow Coma Scores and blood leucocyte counts were measured daily. Patients were diagnosed with head CT in all cases.
Results: Final diagnoses were subdural hematoma with linear fracture in seven, epidural hematoma with linear fracture in twelve, linear or displaced fracture in 30, traumatic subarachnoid hemorrhage in five, and brain edema in 35. IN 11 the CT was normal. GCS ranged from 4-15 and a negative correlation was found between GCS and leucocyte count. The mean leucocyte count was higher in patients who died.
Discussion: The blood leucocyte count may play a role in determining prognosis in head trauma patients.
Abstract | Full Text PDF

2.BNP NEDİR? ACİL SERVİSTE BEYİN NATRİÜRETİK FAKTÖR (BNP) KULLANIMI
Evvah Karakılıç, Mehmet Ali Karaca, Şebnem Bozkurt, Figen Coşkun, Bülent Sivri
Pages 7 - 10
Akut dispne nedeni ile acil servise başvuran hastalarda kalp yetmezliğini tanımak bazen güç olabilir. Bu hastaların ayırıcı tanısının doğru ve hızlı olarak yapılması mortalite ve morbidite açısından önemlidir. Gerçekte sol ventrikül fonksiyon bozukluklarının şüphesinde ekokardiyografi altın standart olmasına rağmen cost-efektivite ve ulaşılabilirlik açısından acil serviste rutin kullanımı kısıtlanmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda; ventriküllerden sentezlenen bir protein olan Beyin Natriüretik Peptid'in (BNP) kalp yetmezliğinin teşhis ve tedavisinde kullanımı önem kazanmıştır. Günümüzde BNP'nin kullanımı sadece kalp yetmezliğinin teşhisinde sınırlı kalmayıp tedavinin etkinliği ve taburculuk kararının verilmesinde de bize önemli bilgiler vermektedir.
The diagnosis of heart failure can be difficult in patients presenting to the ED with acute dyspnea. Rapid and accurate diagnosis is essential in order to begin proper treatment and reduce morbidity and mortality. Although echocardiography is used as the gold standard to diagnose left ventricular dysfunction, its availability in the ED is limited. Recently, serum levels of B-type natriuretic peptide, made in the venticular myocytes, have been used to not only diagnose heart failure, but to provide information about the efficacy of treatment and appropriateness for discharge.
Abstract | Full Text PDF

3.PARADOKSAL KORD VOKAL ADDUKSİYONU: AKUT DİSPNENİN AZ BİLİNEN BİR NEDENİ
Müzeyyen Doğan, Arzu Denizbaşı, Murat Sarı
Pages 11 - 14
Paradoksal kord vokal adduksiyonu astıma benzer respiratuar semptomlara yol açan nadir bir larengeal disfonksiyon şeklidir. Paradoks kord vokal hareketinin ciddi formlarında hastalar entübe edilebilmekte veya trakeostomi açılmasına neden olabilecek derecede akut dispne atakları yaşayabilmektedir. Bu hastalardaki tanı ve tedavi yaklaşımları ile ayırıcı tanı kriterleri literatürdeki bilgiler yardımıyla tartışılmıştır.
Paradoxical vocal cord adduction is a rare laryngeal condition which may cause respiratory symptoms similar to those of asthma. Patients with severe forms of this dysfunction may present with such severe symptoms that intubation and tracheostomy must be performed. The differential diagnoses and evaluation and treatment of this disorder are discussed in light of recent literature.
Abstract | Full Text PDF

4.PENETRAN KARIN TRAVMALARINDA KONSERVATİF YAKLAŞIM
Cahfer Güloğlu, Mustafa Aldemir, Yusuf Yağmur
Pages 15 - 18
Karına olan kesici-delici alet (KDA) yaralanmalarında hastalara rutin erken operasyon yerine, seçici takip ve tedavi yaklaşımı hastaların gereksiz laparatomi ve hastanede kalma sürelerinde kısalma ile sonuçlanacaktır. Bu çalışmada KDA yaralanmasına maruz kalan hastalarımızın, yaralanma şekillerini, demografik ve laboratuar verilerini, konservatif-cerrahi tedavi ve laparatomi sonuçlannı irdelemek amacıyla yapılmıştır. 2000 yılı Ocak - Aralık ayları arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil servise müracaat eden ve kayıtları elverişli bulunan KDA yaralanmasına maruz kalan hastalar, geriye dönük olarak çalışma kapsamına alındı. Çalışmamızda KDA yaralanma sonucu değerlendirilen toplam 87 olgunun 81'i erkek, 6'sı kadın idi. Başvuran hastaların 31'ini nafiz olmayan hastalar oluştururken, 56'sını nafiz olan hastalar oluşturmaktaydı. Nafiz yaralanması olan 36 hastaya cerrahi tedavi (CT), 20 hastaya konservatif tedavi (KT) uygulandı. KT tedavi yapılan hastalar 24 saatlik süre ile gözlenmiştir. CT yapılan 19 hastada hipotansiyon, 16 hastada taşikardi, 10 hastada anemi vardı. KT yapılan 5 hastada hipotansiyon, 5 hastada taşikardi, 1 hastada anemi vardı. Hastaların yapılan muayenesinde CT yapılan 19 hastada önden, KT yapılan 10 hastada arkadan yaralanma mevcut idi. CT yapılan 36 hastanın 14'üne toraks ile ilgili cerrahi girişim yapılırken, KT yapılan 20 hastanın 5'inde toraks ile ilgili cerrahi girişim yapıldı. Nafiz yaralanmalı hastalarımızın 26'sına laparatomi yapıldı. En fazla karaciğer/dalak yaralanmasına 11 hastada rastlandı. 6 hastamızda laparatomi sonucu negatif idi. Öpere edilen hastaların hastanede kalış süresi ortalama 8 gün idi. Sonuç olarak KDA yaralanmalı hastalarda, kesin laparatomi endikasyonu olan olgular dışında, batına nafiz yaralanma olsa bile konservatif tedavi süresinin uzatılarak gereksiz laparatomiler ve bunlara bağlı morbiditeier, hastane de kalma süreleri ve maliyeti azaltılabilir.
Conservative treatment of penetrating abdominal injuries may avoid non-therapeutic laparotomy and decrease hospital utilization in selected patients. We evaluated the records of 87 patients (81 male) presenting to our tertiary university emergency department in the year 2000 with probable penetrating abdominal trauma who were initially managed with explorative laparotomy (EL) or strict observation (SO). Non-penetrating wounds were present in 31 and penetrating wounds in 56 patients, of whom 36 were treated surgically. In these surgically-treated patients, hypotension was present in 19, tachycardia in 16, and anemia in ten, while in the observation group, these numbers were five, five and one, respectively. Thoracic procedures were performed in 14 of 36 EL and 5 of 20 SO patients. Overall, 26 laparotoomies were performed in 56 patients. The most commonly injured organs were the liver and spleen (11 patients) and the laparotomy was negative in six patients. Mean length of stay in surgically-treated patients was eight days. Conservative observation of selected penetrating abdominal injury patients may decrease hospital length of stay, non-therapeutic laparotomy rate, and morbidity related to surgery.
Abstract | Full Text PDF

5.ARTMIŞ KARIN İÇİ BASINCI VE ABDOMİNAL KOMPARTMAN SENDROMUNUN SİSTEMİK ETKİLERİ
Sedat Koçak, Ertuğrul Kafalı, Mustafa Şahin, Emrah Karagözoğlu, Adil Gökalp
Pages 19 - 23
Amaç: Akut olarak artan karın içi basıncının (KİB) çeşitli organ sistemleri üzerine olumsuz etkileri, çok sayıda deneysel ve klinik çalışmaya konu olmuştur. Bu deneysel çalışmada farklı seviyelerdeki KİB artışlarının akciğer, karaciğer, böbrek fonksiyonlarına etkileri araştırıldı.
Yöntem: Çalışmada 5 gruba ayrılan 50 adet tavşan kullanıldı. KİB, mesane içi basıncı ölçümü ile değerlendirildi. Akciğer fonksiyonlan arteriyel kan gazları (AKG) ölçümü ile; böbrek ve karaciğer fonksiyonları ise serum üre, kreatinin, ALT, AST, GGT ve LDH seviyeleri ile değerlendirildi. Anestezi altında bazal değerler için kan alındıktan sonra çalışma gruplarında, periton boşluğuna hava verilerek KİB, sırasıyla 10, 20, 30 ve 40 cmH20'ya yükseltildi. 1. ve 2. saatlerin sonunda yukarıda belirtilen tetkikler için kan örneği alındı. Sonuçlar kontrol grubu değerleriyle karşılaştırıldı.
Bulgular: 10 cmH20 KİB'nda belirgin bir olumsuzluk gözlenmedi. 20 cmH20 ve üzeri KİB artışlarında AKG parametrelerinde respiratuar ve metabolik asidozu, hiperkarbi ve hipoksiyi gösteren değişimler, üre ve kreatinin değerlerinde anlamlı artış görüldü. Bu değişimler 40 cmH20 basınçta ve 2. saat sonunda daha belirgin biçimde ortaya çıktı. Karaciğer enzimlerindeki artış da 40 cmH20 basınçta ve 2. saat sonunda anlamlı bulundu.
Sonuç: Elde edilen bulgular; akut olarak artan KİB'nın belirli bir değerin üzerine çıktığında, 2 saat gibi kısa bir sürede akciğer, karaciğer ve böbrek fonksiyonlarını olumsuz etkilediğini ortaya koymuştur.
Background: Acute increases in intra-abdominal pressure (IAP) have been shown to have detrimental effects on various organ systems. This experimental animal study was performed to determine the effects of various IAP levels on markers of pulmonary, hepatic, and renal function.
Materials and Methods: Fifty rabbits, divided into five equal groups (by IAP pressure of 0,10, 20, 30, and 40 cm H2O), were anesthetized after baseline blood was drawn for arterial blood gases and serum creatinine, SGOT, SGPT, GGT and LDH levels. IAP was measured by bladder pressure, and after increasing the IAP to the desired level, blood was again taken at 1 and 2 hours.
Results: Changes in serum values were not different from baseline at a pressure of 10 cm H2O, but findings reflecting systemic respiratory and metabolic acidosis, hypoxia, and increases in BUN and creatinine were seen in all animals with a pressure of 20 cm H2O or more. The highest levels of markers were seen in the 40 cm H2O animals after 2 hours.
Discussion: Within a 2-hour period, elevated IAP produces deleterious effects on pulmonary, renal, and hepatic function in a graded fashion.
Abstract | Full Text PDF

6.POSTSTERNOTOMİ VE ÖZEFAGUS PERFORASYONLARINA BAĞLI MEDİASTİNİTLER
Şebnem Yosunkaya, Güven Sunam
Pages 24 - 27
Amaç: Poststernotomi ve özefagus perforasyonu sonrası gelişen mediastinitleri gözden geçirerek teşhis, tedavi yöntemlerini ve sonuçlarını tartışmaktır.
Materyal ve Metod: 1998 ile 2002 yılları arasında yatarak tedavi gören mediastinitli 33 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların preoperatif ve postoperatif risk faktörleri teşhis ve tedavi yöntemleri incelendi. Mediastinit şüphesi olduğunda yara kültürü, kan kültürü, beyaz küre sayımı.akciğer grafisi çekimi yapıldı. Özefagus perforasyonuna bağlı vakalarda cerrahi tedavi ön planda tutulurken, poststernotomi mediastinitlerinde invaziv olmayan cerrahi drenaj yöntemi tercih edildi.
Bulgular: Hastaların yaşı 5-79 arasında değişiyordu. 21'i erkek 12'si kadındı. Poststernotomi mediastinitlerinde en önemli predispozan faktör kardiopulmoner bypass süresinin uzaması iken, özefagus perforasyonlarında geç teşhis idi. Hastalarda mediasten kültüründe üreyen en önemli mikroorganizma metisiline rezistans stafilococcus aureustu. Hastaların çekilen akciğer grafilerinde en çok pnömoni ve pnömotoraks izlendi. Vakalara primer tedavilerinin yanı sıra mediastinit için subksifoidal kapalı drenaj, kapalı irigasyon, torakotomi, açık drenaj ve antibiyotiklerle tedavi edildiler.
Sonuç: Açık kalp operasyonu ve özefagus perforasyonu sonrası gelişen mediastinitlerde erken teşhis ve multidisipliner tedavi mortalite oranlarını düşürürken geç teşhis edilen vakalarda mortalite çok yüksek olmaktadır.
Background: Mediastinals is a severe complication of coronary artery bypass surgery and esophageal perforation. We retrospectively determined the preoperative and intraoperative risk factors for mediastinitis, and the impact of this complication on mortality.
Materials and Methods: A retrospective chart review was performed of all patients treated by the Department of Thoracic and Cardiovascular Surgery from 1998 to 2002. The organisms responsible for the infection, leucocyte counts, chest X-ray findings, and treatments were recorded.
Results: Records of thirty-three patients (21 male; age range 5-79 years) were reviewed. Most important risk factors were the length of bypass and the lateness in diagnosis of esophageal perforation. The most common isolate was methicillin-resistant Staph, aureus. Common chest X-ray findings included pneumonia and pneumothorax. Patients ware managed operatively and non-operatively.
Conclusion: Rapid diagnosis and treatment of mediastinitis, with adequate supportive therapy, can result in a low mortality rate among mediastinitis patients.
Abstract | Full Text PDF

7.KİMYASAL SAVAŞ AJANLARI
Doğaç Niyazi Özüçelik, Özgür Karcıoğlu, Hakan Topaçoğlu, Nazmiye Koyuncu, Figen Coşkun
Pages 28 - 32
1915 yılında ilk kez birinci dünya savaşında kullanılmaya başlayan ve toplu ölümlere yol açması nedeniyle kitle imha silahları içerisinde gösterilen kimyasal savaş ajanları Birleşmiş Milletler Örgütü'nün tüm yasaklama çabalarına rağmen dünyada kullanılmaya ve insanları tehdit etmeye devam etmektedir. Yalnız savaş değil, savaş dışı nedenlerle de sivil toplum bu tehlikeli ajanlarla karşılaşabilmektedir. Hazırlıksız yakalanan ülkelerde meydana geldiği andan itibaren büyük kayıpların önlenmesi çoğu zaman imkansız olan kimyasal savaş ajanları yaralanmaları karşısında toplumun ve sağlık çalışanlarının eğitimi, hastane ve acil tıp sistemlerinin, önceden hazırlığı her zaman birinci hedef olmalıdır Bu yazıda günümüzde karşılaşılan ve kimyasal savaş ajanları sınıfına giren etkenler ve oluşturdukları hastalıklarla ilgili acil yaklaşım bilgileri özetlenmiştir.
Although United Nations have struggled to ban the chemical warfare agents after their use caused several massacres in the World War 1st, the agents are persistently produced and used throughout the world. The agents keep threatening the lives of millions of people not only in the wartime, but also in the peacetime. Actually, all health facilities including emergency medical services system should take all measures to be prepared for attacks with these agents which are easy to produce and deposit. This review outlines the clinical properties of these agents and the up-to-date management in case of use of such weaponry.
Abstract | Full Text PDF

8.NÜKLEER SAVAŞ AJANLARI
Mahir Kunt, Doğaç Niyazi Özüçelik, Şebnem Bozkurt, Evvah Karakılıç
Pages 33 - 36
Radyasyon yaralanmaları, barış durumunda oldukça seyrek görülen bir durumdur. Dolayısıyla tanıda öncelikle bu durumdan şüphelenmek gerekmektedir. Aralık 1998'de İstanbul, Ikitelli'de 10 kişilik bir hurdacı ailesi radyasyon yaralanması ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu aile üyelerinin şikayetlerinin radyasyondan dolayı olduğunu anlaşılması için yaklaşık 1 ay geçmiştir. Yakın çevremizdeki ülkelerde nükleer silahların olması ve 1986 yılında komşumuz Ukrayna'da yaşanan Çernobil felaketi Türkiye'nin de nükleer tehlike ile karşı karşıya olabileceğini göstermektedir. Öyleyse tüm doktorların ve de bu tip hastaların ilk başvuracağı yerlerin muhtemelen acil servisler olacağını düşünürsek, acil tıp hekimlerinin bu konuda yeteri kadar bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Bu yazıda günümüzde karşılaşılan ve nükleer savaş ajanları sınıfına giren etkenler ve oluşturdukları hastalıklarla ilgili acil yaklaşım bilgileri özetlenmiştir.
Radiation injuries may occur in wartime as well as peacetime. In 1998, 10 family members of a scrap metal dealer suffered from radiation illness which developed over the course of one month before the symptoms and signs were attributed correctly to a radioactive source. Radioactive materials in domestic industries as well as in the nearby nuclear power plants of nearby neighbors (Chernobyl in 1986) make knowledge of exposures essential for emergency physicians, who often are the first to see these patients. In this article, we summarize the effects of radiation and radioactive compounds and appropriate treatment strategies.
Abstract | Full Text PDF

9.AFETLERDE AKUT SOLUNUM SIKINTILI HASTALARA YAKLAŞIM
Levent Altıntop
Pages 37 - 39
Afetlerde görülebilen akut solunum sıkıntısı sendromu (ARDS), akut hipoksemik solunum yetmezliği tablosu olup, oksijenasyon bozukluğunun ileri olduğu bir durumu düşündürür. Acil resusitasyonda multipl transfüzyonlar, multipl fraktürler, akciğer kontüzyonu ARDS'ye sebep olabilir. Tedavi akciğerlerdeki yıkım düzelinceye kadar hastaya ventilasyon desteği, hemodinamik ve metabolik destek sağlamak şeklinde olmalıdır. ARDS'de açık akciğer ventilasyonu ve metilprednisolon yararı gösterilmiş tedavi yöntemleridir.
Acute respiratory distress syndrome is respiratory insufficiency with hypoxemia which may occur in disaster victims suffering from lung trauma or multiple fractures, and after being treated with multiple blood transfusions. Patients should be treated with appropriate hemodynamic, ventilatory and metabolic support. Open lung ventilation and methylprednisolone have also been found useful in treatment.
Abstract | Full Text PDF

10.TEMEL YAŞAM DESTEĞİ EĞİTİMİ: İDEAL NE KADAR UZAKTA?
Suna Soysal, Özgür Karcıoğlu, Tanzer Korkmaz, Hakan Topaçoğlu
Pages 40 - 46
Temel yaşam desteği (TYD), solunumu veya dolaşımı durmuş, bilinçsiz kişilere uygulanır. Kardiyopulmoner arresti izleyen hızlı, etkili kardiyopulmoner resüsitasyon, morbidite ve mortaliteyi azaltır.
Avrupa Resüsitasyon Konseyi kılavuzunda TYD bilgi ve becerilerine sahip olmak tüm sağlık çalışanlarının görevi olarak bildirilmiştir.
TYD eğitimi alan bir çok insan ilk derslerden sonra TYD'ni yeterli bir şekilde uygulayabilir. Problem kişilerin sonradan TYD becerisini göstermesinde ortaya çıkmaktadır. Ne yazık ki eğitimden 2 hafta sonra TYD becerisi gerilemeye başlayıp çok çabuk kaybolmaktadır. Becerilerdeki gerileme tüm meslek gruplarında görülmektedir.
TYD becerilerindeki gerilemenin nedeninin eğitilen kişilere ait faktörler ve eğitim müfredatı dışında eğiticilerin standart eğitim uygulamamalarına bağlı olabileceği bildirilmektedir. Eğiticilerin standart bir eğitim planı uygulamadıkları, müfredattaki zamana uymadıkları, yanlış uygulamaların düzeltilmediği vurgulanmaktadır. Literatürde TYD eğitiminde ve bilgilerin unutulmamasmda en önemli faktörün anında geri bildirimli simülatör maketler üzerinde uygulamalar olduğu bildirilmektedir.
TYD becerilerindeki gerilemeyi azaltmak için TYD eğitim süresinin uzun olması, eğitimde maketle uygulamanın yapılması, eğitmenin eğitim esnasındaki yanlış uygulamaları düzeltmesi önerilmektedir.
TYD beceri birikimi çok erken düşmeye başladığından eğitimden sonraki 2 ila 4 hafta gibi erken bir dönemde, her 3 ila 6 ayda bir periyodik gözden geçirme ve 1 yılın sonunda eğitimin tekrar verilmesi önerilmektedir.
Basic Life Support (BLS) is of vital importance for victims of cardiac and/or respiratory arrest. Survival from cardiac arrest is improved when the time to BLS implementation is short. European Resuscitation Guidelines recommend that all health professionals acquire proficiency in BLS. Although most people can successfully learn CPR, retention of skills is uniformly poor, and begin to deteriorate as early as two weeks after CPR training. The instructor, not the curriculum or the learner, may lie at the heart of poor skill retention. This is especially a problem if the instructor employs non-standard teaching techniques, leaves little time for manikin practice, and fails to promptly correct errors. Allowing adequate practice time on manikins, especially ones with recording capabilities, while giving immediate feedback increases skill retention.
Refresher training should take place as early as 2-4 weeks after the original course, with more extensive retraining after 3-6 months and yearly thereafter.
Abstract | Full Text PDF

11.VARDİYELİ POLİKLİNİK SİSTEMİN ACİL SERVİS HİZMETLERİNE ETKİSİ
Başar Cander, Erdal Kalkan, Sadık Girişgin, Mustafa Güneş
Pages 47 - 49
Amaç: Ülkemizde 2000 yılından itibaren bazı hastanelerde vardiyeli poliklinik sistemine geçilerek birçok branşta saat 24' e kadar poliklinik hizmeti verilmeye başlanmıştır. Bu retrospektif çalışmamızda vardiyeli poliklinik sistemine geçildikten sonra acil servis hasta potansiyelinde olan değişiklikler incelenmiştir.
Gereç ve Yöntem: Konya Numune Hastanesi Acil Servisine başvuran hastalar Ocak-99-Haziran-99 (Grub I), Ocak-2000-Haziran-2000 (Grub II) olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Başvuran hasta sayıları cerrahi, dahili ve pediatrik acil hastalar olarak ayrı ayrı ve aylara göre incelendi.
Bulgular: Grub I' de 6 ayda başvuran hasta sayısı 76520' di. Bu grupta günlük ortalama başvuran hasta sayısı 425 olarak tespit edildi. Grub M'de 6 ayda başvuran hasta sayısı 58500' ti. Bu grubta günlük ortalama başvuran hasta sayısı 325 olarak tespit edildi. Vardiyeli sisteme geçtikten sonra başvuran hasta sayısında %23 azalma mevcuttu. Azalan hasta sayısının % 93' ünün dahili ve pediatri hasta grubunda olduğu tespit edildi.
Sonuç: Acil servislere başvuran hastaların önemli bir bölümü poliklinik hastalarıdır. Bunlarında büyük kısmı dahili hasta grubuna aittir. Vardiyeli poliklinik sistemine geçilmesi acil servislerin yükünü azaltacak ve acil servislerde gereksiz yığılmaları önleyecektir.
Since the year 2000, some hospitals have opened their clinics to a two shift per day system. We examined emergency department (ED) records to see how this change in clinic services effected the pattern of emergency department use.
Materials and Methods: Retrospectively we examined charts from January-June 1999 (phase lr before the two-shift system) and January-June 2000 (phase II, after the two-shift system). Records of patients presenting to the pediatric, surgery and medicine sections of the emergency department were examined, and classified by their day of presentation (weekend vs. weekday).
Results: A mean of 425 patients/day presented to the ED during phase I, and 325 during phase II, a decrease of 23%. Most (93%) of this decrease came from a reduction in medicine and pediatric patients in the ED.
Conclusion: A dramatic decrease in numbers of patients presenting to the ED occurred when clinic services were made more available to patients.
Abstract | Full Text PDF