Volume: 14  Issue: 1 - 2015
Hide Abstracts | << Back
ORIGINAL IMAGE
1.A “But the Patient was Good with a Full ROM and She Could Walk” Case
Betül Akbuğa Özel
doi: 10.5152/jaem.2015.27048  Page 1
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
2.Retrospective Investigation of Intoxication Cases That Require Mechanic Ventilation
Yahya Kemal Günaydın, Zerrin Defne Dündar, Ramazan Köylü, Önder Gönen, Hüseyin Mutlu, Nazire Belgin Akıllı, Başar Cander
doi: 10.5152/jaem.2015.32650  Pages 2 - 7
Amaç: Zehirlenme vakaları sıklıkla müdahale etme amaçlı değil yakın gözlem ve monitörizasyon amaçlı yoğun bakım ünitelerine yatırılır. Bazen endotrakeal entübasyona ve mekanik ventilasyon desteğine ihtiyaç duyulabilir.
Gereç ve Yöntemler: Toksikoloji yoğun bakım ünitemize ardışık olarak 2011 Mart - 2013 Mart ayları arasında toplam 2118 intoksikasyon olgusu yatırılmıştır. Bu hastalardan endotrakeal entübasyon ve mekanik ventilasyon ihtiyacı olan toplam 23 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmamız retroprospektif bir çalışma olup, bilgiler hasta dosyaları taranarak elde edilmiştir.
Bulgular: 23 olgunun (%1.1) mekanik ventilatör ihtiyacı olmuş ve yalnızca 7 (%0.33) olgu hayatını kaybetmiştir. Mekanik ventilasyon ihtiyacının en sık sebebi bilinç bozukluğu ve solunum yetmezliği idi. Olgular ortalama 7.95 gün toksikoloji yoğun bakım ünitesinde takip edilmiştir. Yattıkları süre içerisinde ortalama 4.17 gün mekanik ventilatöre bağlı kalmıştır. Organofosfat zehirlenmesi olgularının ortalama mekanik ventilatör süreleri 6.92 gün iken diğer organofosfat olmayan grubunki ise 1.18 gündür. İki grup arasında istatistiki olarak anlamlı farklılık vardır. (p<0.01) Organofosfat zehirlenmesi olguları ile diğer organofosfat olmayan grubu başvuru sırasındaki GKS, arter kan gazı, crp, prokalsitonin ve troponin değerleri açısından karşılaştırdık. Prokalsitonin değerleri organofosfat grubunda istatistiki olarak anlamlı şekilde yüksekti.(p=0.003)
Sonuç: Mekanik ventilasyon ihtiyacı gösteren zehirlenme olguları klasik zehirlenme epidemiyolojisinden yaş ve cinsiyet olarak farklılık gösterebilir. Organofosfat zehirlenmeleri en çok mekanik ventilasyon ihtiyacı gösteren ve mortalitesi en yüksek zehirlenme türlerinden biridir.
Objective: Intoxication cases are hospitalized in intensive care units for not intervention but for close observation and monitoring. Sometimes endotracheal intubation and mechanical ventilation may be needed.
Methods: Total of 2118 intoxication cases has been hospitalized in our toxicology intensive care unit sequentially between March 2011 Mart and March 2013. Of these patients, 23 cases that required endotracheal intubation and mechanical ventilation were included to the study. Our study is a retrospective study and the data obtained by screening of the patient files.
Results: 23 cases (1.1%) needed mechanic ventilation and only 7 cases (0.33%) died. The most common reasons for need of mechanic ventilation were unconsciousness and respiratory failure. During their hospitalization they were attached to mechanic ventilator mean 4.17 days. While mean duration of mechanic ventilation of patients with organophosphate intoxication was 6.92 days, the other non-organophosphate intoxication group was 1.18 days. There is significant difference between two groups statistically (p<0.01). We compared the organophosphate intoxication group with other non-organophosphate intoxication group for GCS, arterial blood gas, CRP, pro-calcitonin and troponin values at initial admission. Pro-calcitonin levels were significantly high in organophosphate group statistically (p=0.003).
Conclusion: Intoxication cases that require mechanic ventilation can differ from classical intoxication epidemiology for age and gender. Organophosphate intoxications are one of the intoxication types that require mechanic ventilation and have highest mortality.
Abstract | Full Text PDF

3.A Retrospective Evaluation of Patients Admitted to Emergency Departments with Pulmonary Thromboembolism
Aygül Güzel, Yücel Yavuz, Bülent Şişman, Latif Duran, Mehmet Altuntaş, Naci Murat
doi: 10.5152/jaem.2015.85619  Pages 8 - 11
Amaç: Pulmoner tromboemboli (PTE) tanısı ile acil servisimize başvuran hastaların klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularını incelemek ve klinik skorlamaların tanıdaki etkinliğini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada üniversitemiz acil servisine başvuran 33 pulmoner tromboemboli olgusu geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: Olguların yaş ortalaması 56,2±18,2 yıl idi. Kadın/erkek oranı ise 1,5 idi. Başvuru yakınmaları arasında en sık neden nefes darlığı (%51,5) idi. Risk faktörleri arasında ise çoğunluğu (%39,3) operasyona bağlı immobilizasyon hikayesi oluşturmaktaydı. Well’s klinik skorlamasına göre olguların 29’u (%87,8) yüksek olasılıklı iken modifiye geneva skoruna göre ise olguların 18’i (%55,5) yüksek olasılıklı grupta idi. Well’s skorunun yüksek olasılıklı PTE tahmin oranı Modifiye Geneva skoruna göre anlamlı oranda fazla idi (p=0,017). En sık görülen klinik bulgular taşipne (%69,6) ve taşikardi (%27,3) idi. 15 (%45,4) olguda patolojik akciğer grafisi vardı. Bilgisayarlı Tomografik (BT) Anjiografide PTE en sık bilateral pulmoner ana dallara yerleşim göstermekte idi. Yirmi yedi (%81,8) olguya standart düşük molekül ağırlıklı heparin+warfarin tedavisi uygulanırken 6 (%18,2) olguya ise doku plazminojen aktivatörü (tPA) tedavisi uygulanmıştı.
Sonuç: PTE tanısında; klinik, laboratuar ve radyolojik bulguların birlikte değerlendirilmesi önemlidir. PTE kuşkusu olan hastaların klinik olasılık tahmininde Well’s skorunun kullanımı tercih edilmelidir.
Objective: To examine the clinical, radiological and laboratory findings of pulmonary thromboembolism (PTE) patients who were admitted to our emergency department and to evaluate the effectiveness of clinical diagnosis scores.
Material and Methods: We retrospectively evaluated 33 PTE patients who were referred to our emergency department.
Results: The mean age of the patients was 56.2±18.2 years. The female: male ratio was 1.5. The most common cause of complaints was dyspnoea (51.5%). Risk factors in the majority (39.3%) included immobilisation due to surgery. According to Well’s clinical scoring system, 29 patients (87.8%) had a high probability of PTE, but 18 of the patients (55.5%) had high probability of PTE according to the Modified Geneva Score. The estimated rate ratio of high probability of PTE with Well’s score was statistically significant compared to the estimate rate with Modified Geneva Score (p=0.017). The most common clinical findings included tachypnoea (69.6%) and tachycardia (27.3%). 15 (45.4%) patients had pathologic chest X-ray findings. Computed Tomographic (CT) angiography showed PTE placement most often of the bilateral pulmonary main branches. While standard low-molecular-weight heparin and warfarin treatment was undertaken in 27 (81.8%) patients, tissue plasminogen activator (tPA) treatment was applied to 6 (18.2%) patients.
Conclusion: The evaluation of clinical, laboratory and radiological findings together in PTE diagnosis is important. It is preferable to use Well’s score for the estimation of clinical probability in patients with suspected PTE.
Abstract | Full Text PDF

4.The Evaluation of Terminal Stage Cancer Patients Needing Palliative Care in Emergency Department
Nurşah Başol, Nagehan Çeltek, Tufan Alatlı, İlyas Koç, Mustafa Süren
doi: 10.5152/jaem.2015.58672  Pages 12 - 15
Amaç: Acil Servislerde palyatif bakım sağlanması pek çok zorluk içermektedir. Özellikle palyatif bakım birimlerinin olmadığı hastanelerde görevli acil servis doktorları palyatif bakım hakkında yetkin olmak durumundadır. Sunulan çalışma, acil servise başvuran palyatif bakım hastalarının karakteristiklerini belirleyip, bu konu hakkında bir farkındalık oluşturmayı amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya acil servise bir yıl içerisinde başvurmuş 153 palyatif bakım ihtiyacı taşıyan terminal dönem kanser hastası dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, başvuru şikayetleri, acil serviste kalış süreleri ve çoklu başvuruların karakteristikleri değerlendirilmiştir.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 69±3 ve erkek/kadın oranı 1.3 idi. En sık görülen şikayet bulantı- kusma (37%) iken ağrı (32%) onu izlemekteydi. Hastalardaki en sık kanser tipi akciğer kanseriydi. Hastaların %47.7’sinin acil servise birden fazla sayıda başvurusu vardı. Hospitalizasyon hızı, başvuru sayısının artması ile azalmaktaydı.
Sonuç: Acil servisler palyatif bakım hastalarının yönetiminde önemli bir rol oynar. Palyatif bakımın önemini kavramak, acil servis hekimlerinin bu konuda bilgi ve becerilerini arttırmaları açısından iyi bir adım olacaktır.
Objective: There are many difficulties to provide palliative care in the Emergency Department (ED). However, emergency physicians have to be qualified about palliative care. The aim of the study is to describe the characteristics of palliative patients admitted to ED and to give a reflection on the current state of palliative care patients in the ED.
Methods: The study was carried on 153 terminal stage cancer patients who needed palliative care had admitted to ED during a period of a year. The demographic characteristics, complaints, duration time and characteristics of multiple applications to ED were evaluated.
Results: The mean age of patients was 69±3 and male/female ratio was 1.3. The most seen complaint was nausea-vomiting (37%) and second was pain (32%). The lung cancer was most common cancer type. It was also found that 47.7% of patients had multiple applications to ED. The hospitalization rate was decreased as the number of applications has increased.
Conclusion: Emergency departments play an important role in the management of palliative patients. Knowing that how important palliative care is, an emphasis should be placed on to increase emergency physicians’ knowledge, experience and skills about giving proper care to these patients.
Abstract | Full Text PDF

5.Drowning and near drowning in children in the southeast of Turkey
Mustafa Taşkesen, Ayfer Gözü Pirinççioğlu, Ahmet Yaramış
doi: 10.5152/jaem.2015.92499  Pages 16 - 18
Amaç: Bu çalışmanın amacı suda boğulma veya boğulayazma hastalarının demografik özelliklerini, risk faktörlerini ve prognozunu değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: Suda boğulma veya boğulayazma nedeniyle izlenen 44 hasta çalışmaya alındı. Demografik özellik, olay yeri, klinik, laboratuvar ve izlem bulgularını içeren kayıtlar geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 4.2±2.9 yıl idi. Suda boğulma veya boğulayazmaların çoğu yaz aylarında (%65.9), yüzme havuzlarında (%47.7) ve çoğunlukla hafta sonlarında (%70.4) olmuştu. Olay 16 hastada (%47) aileleri tarafından izlenmediği dönemde olmuştu ve hiçbir çocuğa acil servise ulaşmadan önce herhangi bir ilkyardım yapılmamıştı. İzlem sonuçlarında 10 hasta (%22.7) kaybedilirken, 7’si (15.9%) nörolojik sekelli olarak, 27 hasta ise (%61.3) şifa ile taburcu edildi.
Sonuç: Toplumun bu konuda eğitimi, güvenlik önlemlerinin alnması, havuzlarda kurtarıcıların olması, kanal, nehir ve göletlerde yüzmenin kısıtlanması ve denetlenmesi çocukluk çağında suda boğulma veya boğulayazmaların azaltılması için gereklidir.
Objectives: This study aimed to analyze and describe the epidemiology, risk factors, and prognosis of pediatric drowning and near-drowning incidents.
Methods: Fourty four children were included in the study. Data on social demographics, the location of drowning, clinical and laboratory results and progress as well as outcome of the patients were investigated, retrospectively.
Results: The median age of the patients was 4.2±2.9 years. Most of drownings (65.9%) occurred during the summer, in swimming pools (47.7%), mostly on weekends (70.4%). Sixteen patients (%47) were not supervised by their caregivers. None of the child had received resuscitation before applying to emergency service. Clinical outcomes included 10 (22.7%) deaths, 7 (15.9%) discharges with neurologic sequelae, and 27 patients (61.3%) were successfully discharged.
Conclusion: Public education, safety regulations, lifeguards at swimming pools, restricts to access for swimming in pond, canal and rivers, supervision of children and increased awareness of this problem are necessary to reduce the rate of pediatric drowning.
Abstract | Full Text PDF

6.The Public’s View of Increasing Violence towards Healthcare Staff
Al Behçet, Sarcan Emine, Zengi Suat, Yıldırım Cuma, Doğan Mehmet, Kabul Sinem
doi: 10.5152/jaem.2015.57855  Pages 19 - 25
Amaç: Bu çalışmada toplumun sağlıkta artan şiddete bakış açısını, şiddet ile olan ilişkilerini, şiddetin nedenlerini ve şiddetin önlenebilmesi için yapılabilecekleri araştırdık.
Gereç ve Yöntemler: Çalışma Kasım 2012 ve Şubat 2013 tarihleri arasında.....tarafından... il merkezinde yapıldı. Toplam 33 sorudan oluşan bir anket toplumun genel yapısını oluşturan ve sağlık çalışanı olmayan 1600 katılımcı ile yüz yüze görüşülerek yapıldı. İstatistiksel olarak Ki-kare ve Yates düzeltmeli Ki-kare testi kullanıldı.
Bulgular: Katılımcılara göre şiddetin en önemli nedenleri ilgililerin görevlerini iyi yapmamaları (%15.9), hastanelerdeki uzayan bekleme süreleridir (%15). Katılımcıların %20.3’ü şiddet uygulamanın bir hak arama yöntemi olduğunu düşünmektedir. Katılımcıları en çok sinirlendiren durum muhatap alınmamaları (%28) idi. Hastalar öldüğünde doktorların dövülmesi/öldürülmesi gerektiğini düşünenlerin oranı %13.3 idi.
Sonuç: Toplumun önemli bir kısmı sağlık çalışanlarına yönelik yapılan şiddeti bir hak arama yöntemi olarak görmekte, şiddeti onaylamakta ve sağlık çalışanın darp edilme veya öldürülme haberi karşısında memnun olmaktadır.
Objective: We investigated the public’s view of increasing violence in the healthcare sector, their position on violence, underlying causes of violence and possible ways of preventing violence.
Methods: This study was conducted between November 2012 and February 2013 in central....., Turkey, by the.... We administered a face-to-face survey, consisting of 33 questions, to 1600 respondents who closely resembled the general structure of the population. We analyzed the results using the Chi-square and Yates correction Chi-square tests.
Results: The most common causes underlying violent behaviour were the failure of the healthcare staff to perform their tasks properly (15.9%), prolonged waiting times (15%). A total of 20.3% respondents considered violence as a method for securing rights. The issue that disturbed the respondents most (28%) was being unable to find someone who would listen to them, whereas 13.3% believed that the doctors should be beaten or killed when patients died.
Conclusion: A large proportion of those surveyed viewed violence toward healthcare professionals as a method of securing rights, approved of violence, and felt happy if they heard that a member of healthcare staff had been beaten or killed.
Abstract | Full Text PDF

7.Socio-Demographic Characteristics of Patients with Electric Burns Admitted to Emergency Department
Ayhan Aköz, Bünyami Özoğul, Ümit Avşar, Zeynep Çakır, Şahin Aslan, Mücahit Emet, Atıf Bayramoğlu
doi: 10.5152/jaem.2015.70446  Pages 26 - 29
Giriş: Elektrik akımının hücre zarı ile damarların düz kasları üzerindeki direkt etkisi ve akımın vücut dokularından geçerken ısı enerjisine dönüşmesine bağlı olarak elektrik yanıkları gelişir. Tüm yanık vakalarının % 3-5 'ini elektrik yanıkları oluşturur.
Materyal ve Metot: 2001-2011 tarihleri arasında acil servisimize başvuran toplam 213 elektrik çarpmasına bağlı yanık hastaları retrospektif olarak incelenmiştir.
Bulgular: Acil servisimize başvuran elektrik çarpmasına bağlı yanık hastalarının %86,9’u (n=184) erkektir. Hastaların yaş ortalaması 33,7±10,8 (18-72) idi. En sık başvurular il merkezlerinde ikamet eden hastalar (%63,4; n=135) iken bunu köyde ikamet edenler (%22,5; n=48) ve ilçede ikamet edenler (%14,1; n=30) takip etmektedir. Yanığın en sık oluştuğu saatler %5,6 (n=12) ile 14: 00, %4,2 (n=9) ile 10: 00 ve 11: 00 saatleridir. Acile başvuru saatleri %39,4 (n=84) ile 18: 00-24: 00 saatleri arasında olmuştur. Hastaların %59,6’ı (n=127) 3. derece, %39,4 (n=84) 2. derece ve %0,9 (n=2) 1. derece yanıktır. Yanıkla birlikte bir hastada SAK, bir hastada ise akut batın oluşmuştur. Yanık kliniğinde ölüm oranı %1 (n=2) olarak gerçekleşmiştir. Elektrik yanığının en sık görüldüğü aylar %14,1 (n=30) Ağustos, %11,3 (n=24) Haziran ve %10,3 (n=22) Temmuzdu. En az elektrik yanıkları ise kış aylarında %16 (n=34) görülmektedir. Hastaların yattığı gün sayıları 1-141 gün arasında değişmekte olup ortalaması 26,4±24,8 gündür.
Sonuç: Elektrik çarpmasına bağlı oluşan yanıklar diğer yanıklara göre sık olmayıp özellikle yaz aylarında artış göstermektedirler ve 3. derece yanık yüzdeleri de yüksektir.
Introduction: Electrical burns may develop due to direct effect of electric current on cell membrane and smooth muscle of blood vessels, and due to transformation into heat energy while passing through body tissues. Electrical burns account for 3 to 5 % of all cases of burns.
Methods: A total of 213 patients with electrical burns admitted to our emergency department(ED) between 2001 and 2011 were analyzed retrospectively.
Results: The mean age of patients was 33.7∓10.8(min.18-max.72 years) and 86.9%(n=185) of the patients were male. The majority of patients(63.4%; n=135) were living in the city centers, followed by patients in the village(22.5%; n=48) and the county(14.1%; n=30) respectively. The most common occurrence times of burns were 14: 00(5.6%; n=12), 10: 00 and 11: 00(4.2%; n=9). Of the patients, 39.4%(n=84) had admitted to our ED between 18: 00 and 24: 00. Third degree burns were seen in 57.9%(n=127), second degree in 39.4%(n=84) and first degree in 0.9%(n=2). Subarachnoid hemorrhage was accompanied to one patient, and acute abdomen to another one. Mortality was 1% (n=2) in the burn center. Electrical burns were seen most frequently in August(14.1%; n=30), June (11.3%; n=24), and July(10.3%; n=22). However, it was rarely seen during winter months (16%; n=34). The average days of hospitalization were 26.4∓24.8(min.1 - max.141 days).
Conclusion: Electrical burns are not common compared to other burns but have high percentage of third degree burns. Frequency of electrical burns increases especially in the summer in our region.
Abstract | Full Text PDF

REVIEW
8.Noninvasive Ventilation For Severe Acute Asthma Attacks
Turgut Teke, Mehmet Yavşan, Kürşat Uzun
doi: 10.5152/jaem.2015.92300  Pages 30 - 34
Astım, bronşial düz kas kontraksiyonu, hava yolu inflamasyonu ve sekresyonlarda artış sonucu oluşan reverzibıl hava yolu obstrüksiyonu ile karakterize kronik bir hastalıktır. Astım hastalarının çoğunda ataklar medikal tedavi ile kolayca kontrol altına alınabilir. Ancak çok küçük bir hasta grubunda astım atakları ölümcül olabilmektedir. Bu hasta grubunda şiddetli astım atakları standart tedaviye dirençlidir ve bu hastaların bir kısmında mekanik ventilasyon tedavisine ihtiyaç olmaktadır. Astımlı hastalar invaziv mekanik ventilasyonun olağan komplikasyonlarına ilave olarak başka komplikasyonlar için de risk altındadırlar. Bu hastalarda yeterli ventilasyonu sağlamak yüksek inspiratuar basınçlarda dahi zor olabilmekte ve sıklıkla hasta-ventilator asenkronisi gelişmektedir. Noninvaziv ventilasyon (NIV) son 20 yıldır akut solunum yetmezliği tedavisinde giderek artan bir şekilde kullanılmaktadır. Günümüzde NIV’in KOAH alevlenmesi ve akut akciğer ödeminin standart ilk seçenek tedavisi olduğu kabul edilmektedir. Bilgi ve tecrübelerdeki artış NIV’in daha önce kontrendike olduğu düşünülen astımda da kullanılabileceği konusunu gündeme getirmiştir. Bu derlemede şiddetli akut astım ataklarında NIV’nin kullanımı ile ilgili güncel bilgileri gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Günümüzde şiddetli astım ataklarında NIV kullanımını tavsiye etmek için yeterli veriler olmamakla birlikte bazı ilginç ve ümit verici sonuçlar vardır. Sonuç olarak çelişkileri ortadan kaldırabilmek için respiratuar asidozu ve hiperkapnisi olan hastaların dâhil edildiği iyi dizayn edilmiş yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
Asthma is a chronic disease characterized by reversible airway obstruction caused by bronchial smooth muscle contraction, airway inflammation, and increased secretions. In most patients, control of disease activity is easily achieved with medical therapy. However, in a small minority, asthma attacks may be fatal. Some patients with severe asthmatic attacks are refractory to standard treatment and a few of these patients have a history of severe asthmatic attacks that necessitated mechanical ventilation. Invasive mechanical ventilation of asthmatic patients, in addition to the usual complications of mechanical ventilation, is associated with other risks. These patients are often difficult to ventilate, have low compliance with high inspiratory pressures, and have frequent patient-ventilator asynchrony. Noninvasive ventilation (NIV) has been used increasingly to treat acute respiratory failure in the past two decades. It is now considered standard first-line therapy in COPD exacerbations and acute pulmonary edema. The increase in the knowledge and experience revived the use of NIV in asthma which was thought to be contraindicated previously. The purpose of this article is to review the up-to-date information on the use of NIV during severe acute asthma attacks. Nowadays even though sufficient data is not present to advise the use of NIV in severe asthma attacks, there are some interesting and promising results about are of it. In conclusion to remove the controversy; new-well designed studies including cases with respiratory acidosis and hypercapneic are necessary.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
9.History of intubation
Sıtkı Göksu, Elzem Şen
doi: 10.5152/jaem.2015.96720  Pages 35 - 36
Son yıllarda klinik hava yolu yönetiminde dikkat çekici gelişmeler ile birlikte klinisyenler için geçmiş zamanlarda hava yolu yönetiminin nasıl olduğunun merak edilmesi çok doğaldır. Endotrakeal entubasyon 20. yüzyıl ikinci yarısında anestezi pratiğine rutin olarak girmeye başlamıştır. Böylece modern anestezide ve gögüs cerrahisi alanında ilerme sağlanmıştır. Entübe olan hastalar arttıkça, tüpü daha efektif yerleştirmek için ihtiyaç da beraberinde artmıştır.
The history of airway management has become an issue of concern for clinicians, because of the remarkable advances that have occurred in airway management in recent years. Endotracheal intubation became a routine medical practice in the second half of the 20th century. Thereby, progress was made in modern anesthesia and thoracic surgery. As the number of the intubated patients increased, the need for a more effective placement of the tube increased, as well.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
10.Efficacy of prothrombin complex concentrates for oral anticoagulant therapy-related major haemorrhage (Case series)
Umut Yücel Çavuş, Sinan Yıldırım, Aynur Yurtseven, Ertan Sönmez
doi: 10.5152/jaem.2015.37928  Pages 37 - 40
Antikoagülan kullanımına bağlı majör kanama ile acil servise başvuran ve acil cerrahi veya hayat kurtarıcı invazif girişim gerektiren hastalarda, International Normalized Ration (INR) değeri çok hızlı bir şekilde düzeltilmelidir. Optimal doz seviyelerinde kullanıldığında, Prothrombin Complex Concentrate (PCC) ile, hedef INR değerlerine 15 dakika içinde ulaşılır.
Bu çalışmada, oral antikoagülan kullanımına bağlı majör kanama nedeniyle acil servise başvuran 10 hastada kullanılan dört faktör PCC etkisini tartışmayı amaçladık.
Tüm hastaların tedavisinde düşük doz PCC kullanıldı, hedef INR düzeyi 2 hastada (% 20) elde edilemedi. Gastrointestinal sistem kanaması ile başvurup acil endoskobi ihtiyacı olan hastalarda ortalama INR değeri 7,3’ten 1,9’a, subdural hematom ile başvurup acil operasyon gereken hastalarda INR değeri 2,5’ten 1,3’e düşürüldü. Tüm hastalara 1 saat içerisinde gerekli girişim yapıldı.
Biz, bu olgu serisinde olduğu gibi PCC’lerin, daha düşük dozlarda da istenen sonuçları sağlayabileceğine ve komplikasyonlar açısından daha güvenli kullanılabileceğine inanıyoruz.
In patients admitted to the Accident and Emergency departments for anticoagulant use-related major haemorrhage and requiring urgent surgery or life-saving invasive intervention, the International Normalized Ration (INR) value should be corrected very quickly and bleeding should be brought under control. With Prothrombin Complex Concentrate (PCC), when used at optimal dose levels, target INR values are reached within 15 minutes.
In this study, we aimed to discuss the efficacy of the four-factor PCC we used in 10 patients who were admitted at the Accident and Emergency department due to oral anticoagulant use-related major bleeding.
Of all patients to whom PCC treatment was administered, targeted INR levels could not be attained in 2 patients (20%). For our cases with gastrointestinal bleeding, the average baseline INR value was 7.3, while the average INR value after PCC administration was 1.9. For our subdural haematoma cases, the median baseline INR value was 2.5, while the median INR value after PCC administration was 1.3.
We believe that, PCCs used in eligible patient groups as in this case series, may also provide the desired results at lower doses and that they may be used more safely with regard to complications.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
11.Takotsubo syndrome and acute coronary syndrome: case report and literature review
Serpil Yaylacı, Tuba Cimilli Öztürk, Mustafa Serinken, Cenker Eken, Ozgür Karcioglu
doi: 10.5152/jaem.2015.93446  Pages 41 - 43
Takotsubo syndrome (TS) has been described as an acute cardiac condition precipitated by a stressful mental or physical condition. The most common presenting symptom is acute substernal chest pain. It is often difficult to differentiate TS from acute ST-elevation myocardial infarction (STEMI) on initial presentation. The ECG classically mimics STEMI and is usually accompanied by elevation of myocardial enzymes that warrants immediate cardiac catheterization. The present article reports a patient with TS referred to the emergency department due to symptoms suggestive of acute coronary syndrome.
Takotsubo syndrome (TS) has been described as an acute cardiac condition precipitated by a stressful mental or physical condition. The most common presenting symptom is acute substernal chest pain. It is often difficult to differentiate TS from acute ST-elevation myocardial infarction (STEMI) on initial presentation. The ECG classically mimics STEMI and is usually accompanied by elevation of myocardial enzymes that warrants immediate cardiac catheterization. The present article reports a patient with TS referred to the emergency department due to symptoms suggestive of acute coronary syndrome.
Abstract | Full Text PDF

12.A Rare Cause of Abdominal Pain: Abdominal epilepsy
Çapan Konca, Mehmet Çoban, Kasım Özarslan, Mehmet Tekin, Mehmet Turgut
doi: 10.5152/jaem.2015.46704  Pages 44 - 46
Abdominal epilepsi, paroksismal gastrointestinal yakınmalar, merkezi sinir sistemi bulguları, belirli elektroensefalografi (EEG) anormallikleri ve antiepileptik ilaçlara iyi yanıt alınması ile karakterize bir epilepsi türüdür. Abdominal epilepsi, çocuklarda tekrarlayan karın ağrısının çok nadir bir nedenidir. Bu makalede, gastrointestinal ve nörolojik sistem yakınmaları olan ve abdominal epilepsi tanısı konulan 5,5 yaşında hasta literatür bilgileri eşliğinde sunulmuştur.
Abdominal epilepsy is a type of epilepsy which is characterized by paroxysmal gastrointestinal complaints, symptoms of a central central nervous system disturbance, an abnormal electroencephalography (EEG) with findings specific for a seizure disorder and improvement with anti-convulsant drugs. Abdominal epilepsy is a very rare cause of recurrent abdominal pain in children. In this article, a 5,5 years old patient is presented who had gastrointestinal and central nervous system symptoms and diagnosed as abdominal epilepsy.
Abstract | Full Text PDF

13.Young girl with back pain and inability to walk
Roya Ghiami, Samad Shams Vahdati, Roshan Fahimi, Farid Eftekhar Milani
doi: 10.5152/jaem.2015.29052  Pages 47 - 48
A 20 year old woman presented to ED with progressive weakness, paresthesia and a back pain within 8 days. She was conscious and vital signs were normal, without any past medical history. No abnormality founded in radiographies and Computerized Tomography (CT) scan; But MRI (Magnetic Resonance Imaging) scan showed a intramedullary mass at dorsal cord about T8-T9 level, accompanied by mild perilesional edema. This marked as hemangioma. Patient undergone a preoperative embolization, which resulted in minimal bleeding during surgery.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
14.Five Day Simulated Boot Camp Helps Prepare Medical Students for Transition to Internship Emergency Medicine Rotation
Serpil Yaylacı, Dilek Kitapçıoğlu
doi: 10.5152/jaem.2015.68736  Pages 49 - 50
Abstract | Full Text PDF